www.musluman.biz

12 Mart 2012 Pazartesi

TAKVA

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

TAKVA
Allah Teâlâ, dünyayı mükâfat ve istikrar sahası kılmamıştır. Bilakis onu ardı arkası kesilmeyen imtihanlarla tecrübelerin elde edildiği bir mekân kılmıştır.
Biri Hz. Peygamber’e “seni seviyorum” deyince, Hz. Peygamber “O halde tepeden selin akması gibi bela ve musibetlere de hazır ol,” buyurur.
Hz. Peygamber Mus’ab’ın şehadeti üzerine şöyle buyurur: “Allah’ın kalbini nurlandırdığı şu şehide bakmaz mısınız? Mekke’nin en nazik, en varlıklı gençlerindendi. Ebeveyni kendisini en nefis yiyecek ve içeceklerle büyüttü. Allah ve Rasul’ünün sevgisi onu gördüğünüz hale soktu.”
Hz. Peygamber: “En çok bela ve musibetlere duçar olanlar peygamberlerdir. Onlardan sonra en şerefli insanlar gelir. İnsanlar, takvaları nispetinde musibetlere duçar olurlar…” buyurur.
Ebu Hureyre takva nedir? sorusuna şu cevabı verir:
- Hiç dikenli yolda yürüdün mü?
- Evet, yürüdüm.
- Orada ne yaptın? Dikenlere basmamaya çalıştım.
- İşte, takva odur. Yani dikenli yolda yürümek ve dikenden sakınmaktır.
Bu ve benzeri metinleri okuduğumda doğrusu ilk etapta ne anlama geldiklerini anlamadığımı itiraf etmek istiyorum. Ne zaman ki dünyanın dört bir yanında Müslümanların başına gelen bela ve musibetleri gördüm ve yaşadım o zaman imanın dille söylenen bir söylemden ibaret olmadığını, iman ve akide için bedel gerektiğini anlamış oldum. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: “O insanlar sandılar mı ki ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılacaklar da imtihana çekilmeyecekler? Doğrusu biz onlardan evvelkileri de denedik. Allah sadık olanları da muhakkak bilecek, yalancı olanları da.”
Büyük müttaki âlim İbn-i Cevzi, Bağdat’ta insanların duyacağı bir biçimde şöyle seslenir: Bu yolda atılacak ilk adım Allah için canı ortaya koymaktır. Var mı böyle babayiğit? Heyhat...
Bu sohbetimizde sünnetullahın müminlere döşediği dikenli yolu irdelemeye çalışacağız.
En Yüce Makam ve Koruyucu Libas Olarak Takva

Takva; Arapçada engel ve koruma anlamına gelen vikaye kökünden gelir. Sahibini ateş ve günahlardan korur. Yani takva, perdedir, libastır. Müminle günah ve azap arasına girer. Takva müminin azığıdır. “Sizden önce kendilerine kitap verilenler ve size Allah’tan korkun diye emrettik.” âyeti, takvanın bütün peygamberlerin ümmetlerine söyledikleri tek ve öncelikli konu olduğunu gösterir. Hz. Peygamber idarecileri göreve gönderirken takvadan ayrılmamalarını tavsiye eder. Söz gelimi Muaz’ı Yemen’e gönderirken şu talimatı verir: “Ey Muaz, nerede olursan ol takvaya sarıl.”

Takva Kur’an’ın ruhunu oluşturmaktadır. Çünkü Kur’an’ın tamamı bu merkez etrafında dönmektedir. Zahiri, batini, hazır, geçmiş ve gelecek her türlü hayır takvadan geçmektedir. Takva, seferde, pazarda, sivil hayatta başvurulacak en hayırlı azıktır. Takva zorlukları yenme gücünü verir. Acıları tatlı, uzağı yakın, zindanı saray eder. Takva ateşi esenliğe çevirir. Muhammed İkbal bu gerçeği şöyle ifade eder.“Ceddim İbrahim’in takva gömleğini giydim. Yanmadan sağ-salim Nemrut ateşinden çıktım. “Talk b. Habib şöyle der: Eğer fitne ortaya çıkıyorsa onu takva ile söndürün. Takva nedir? denilince, “Allah’a itaat etmen, sevabını ondan dilemen, ona karşı gelmekten çekinmen ve cezasından korkmandır” cevabını verir.
Takva hak ve batılı ayıran Furkan’ı kazandıran erdemdir. Allah ile kul arasında kopmaz iptir, ölçüdür. Birisiyle arkadaş olacaksak onda bulunan takva miktarına göre arkadaş oluruz. Bir fikri, düşünceyi ret ya da kabul edersek takvayla olan yakınlık ve uzaklığına göre hareket ederiz.
Takva üstünlük için ölçüdür. Birisi Rasul-i Ekrem’e, “Ey Allah’ın Rasulü, Allah katında insanların en sevimlileri kimlerdir? sorusunu yöneltir. Rasul-i Ekrem, “Takvaca en üstün olanlardır”, buyurur.
Takvanın en önemli özelliği koruyucu libas oluşudur. Allah kullarına iki libas indirmiş. Birisi bedenimizi sıcaktan, soğuktan, hastalıktan korur. Diğeri de başta kalbimiz olmak üzere bedenimizi günah ve isyandan korur. Libas insanlarla hayvanlar arasındaki önemli farktır. Libas insanı hayvan derecesine düşmekten korur. Hayvanlarda libas olmaz, üryan gezmekten ar duymaz.
Dökülmeden Dikenli Yolda Yürüyenler
Tarih boyunca müminlerin işkencelere maruz kalmaları takvaya bürünmeleri, bakiyi faniye tercih etmelerindendir. Hayattan kaçan acizlere hiçbir şey isabet etmez. Dünya zorluklarıyla güreşenler, zorluklar karşısında aciz ve çaresiz oturandan daha erdemlidirler. Ne onlar problemlerden korkarlar ne de problemler onlardan. Hayat mücadelesinde yer alıp zorluklara katlananları birçok sıkıntı, cefa, eziyet ve çile beklemektedir. Bu nedenle İslam, sıkıntı ve cefaya katlananları mükâfatlandırmış, sıkıntı ve üzüntülerini hafifletme cihetine gitmiştir. Rasul-i Ekrem ne güzel buyurur: “Mümin taze başağa benzer. Rüzgâr bazen onu eğer bazen de düzeltir. Sonuna dek böyle devam eder. İnkârcı ise, kökü derine inen selvi ağacı gibidir. Kendisine bir şey isabet ettiğinde kırılıp dökülür.”
Zor şartlarda takvayı en güzel biçimde sergileyenlerin başında İbrahim (as) gelir. O, müşrik bir toplumda ve tek başına hiç kimseye aldırış etmeden en zor şartlarda davasına devam ettirdi. Ateşe atıldı. En yakınları kendisine cephe açtı. Bu nedenle Allah onu tek başına bir ümmet olarak yâd etti. Mücadelede en büyük destek takvadır. Batıl karşısında takvadan daha tesirli hiçbir malzeme yoktur.
Sabır ve azimle dikenli yol kat edenlerden biri de Hz. Yusuf’tur. O, peygamberler kucağında terbiye gördü, köklü bir ağacın meyvesidir. O, hayatının ilk devresini bir sıkıntıdan diğerine geçerek tamamladı. Çocuk iken annesini kaybetti, kardeşleri kendisine komplo düzenlediler. Babasının kucağından alarak, ıssız bir kuyuya attılar. Kervan köle edinmek gayesiyle kendisini kuyudan çıkardı, birkaç dirheme satmak için köle pazarına götürdü. Mısır Azizi onu satın aldı, saraya yerleştikten sonra iftiracı kadının komplolarına maruz kaldı. İffet namus ve hayâ sahibi olmasına rağmen yıllarca zindanda kaldı. Bu musibet ve belalar Hz. Yusuf dışında kimin başına gelseydi, genişliğine rağmen yer ve gök kendisine dar gelip huzursuz olurdu. Yusuf’a gelince, o zindanda bile Allah’ı tanımayanlara O’nu tanıtıyor, inkâr edenlere ihsan ve kereminden söz ediyordu. Yusuf (as) dünyanın geçici zindanını ahretin ebedi zindanına tercih etti. Zalim olmak yerine mazlum olmayı yeğledi. Baki olanı fani olana tercih etti.

İmam Şafii de takva sahibi ulemadandı. İdarecilerin heva ve hobilerine göre fetva vermediği için dağlarda yaşamaya zorlandı.

Ahmed b. Hanbel’e takva yolunda reva görülen işkence ciltleri dolduracak niteliktedir. Kendisine reva görülen iş¬kence filleri çökertecek kadar gaddardı. Hepsine tahammül etti. Ahmed b. Hanbel, kendi döneminde Zenâdika (zındıklar) ve Cehmiyye hakkındaki iddia ve iftiralarına reddiyeler yazmış ve bu uğurda zindana atıldı. Amcası kendisini ziyaret etti ve kendisine şunu söyledi: “Evladım! Arkadaşların Kur’an’ın mahlûk olduğuna kail oldular. Sana da ruhsat yolu göründü. Binaenaleyh sen de mahlûktur de ve kurtul. İmam’ın cevabı çok net ve samimiydi: Amca! Âlim, takiyye zırhına bürünür, cahil de bilmediğini bahane ederse gerçeği kim ortaya koyar? Hem Hibb b. Irs’in rivâyet ettiği, “Sizden öncekiler testerelerle doğrandıkları hâlde dinlerinden dönmediler.” hadisini nasıl hayatımıza geçireceğiz?
Yusuf Buveyti, İmam Şafii’nin “O, benim lisanımdır, dediği müçtehittir.” Takvayı elden bırakmayınca, boynuna 20 kg.lık bir ağırlık asılıp ayakları da zincire vuruldu. Buna rağmen bildiği hakikatleri söylemekten geri kalmadı. Nedenini şöyle izah etti: “Bizler zincir ve zindanlarda ölmeye alışmalıyız ki bizden sonra gelenler şunu diyebilsinler: ‘Bizden öncekiler İslâm uğrunda zincir ve zindanları bile göze almışlar, dolayısıyla onları takip et¬memiz gerekir.” Buveyti, zincir ve zindanlı bir hayatın sevabını dü¬şünmenin dışında bir şeyi düşünmez. Cuma namazı saatinde zindanın kapısına gelir ellerini açar ve: “Allah’ım Cumaya gitmek istiyorum, ancak zalimler beni engelliyor” dedi ve sonra da hücresine döndü.
Takva, yiğitlik ve kahramanlık belirtisidir. Cılız insanlar hayatın ağır yüklerini kaldıramazlar. İnsan ağır bir yükü kaldırmak için çocuk, hasta ve zayıfları çağırmaz bilakis, sağlam bilek ve güçlü insanları çağırır. Nitekim, hayatın devam ve akışı takvaya bürünmüş kahramanlarla gerçekleşmektedir. Azim ve iradeleri zayıf olanlar geçici zevkleri kalıcı olan izzet ve şerefe tercih ederler. Evinde oturana toz bulaşmaz. Savaş ve silah firar eden askerin umurunda değildir. Hafif yük ve basit konularda çocuklar bile muvaffak olabilmektedirler. Zor, ağır ve girift işleri başarmak için sürekli bir sorumluluk ve gayret içinde olmak ise, takva sahibi müminlerin şanındandır. İman, insanlarla Rableri arasındaki samimiyet bağıdır. Ne var ki bu samimiyeti ifade etmekten ibaret değildir. Sağlam iman ile zayıf imanı birbirinden ayıracak imtihan örnekleri gerekmektedir. Yani insanın başından, bu durumu birbirinden ayıracak imtihanın tablolarının geçmesi gerekir.
Altın ve gümüşün ateş içine atılması, tam anlamı ile içine karışan yabancı şeylerden arınıp, kıymetli ve yüksek değere ulaşması içindir. Müslümanların imtihanı, nefislerindeki günahların temizlenip yücelmesi, ancak değişik musibet ve sıkıntılarla mümkündür. İşte bu imtihan ateşi onları eritir, nefislerindeki şehvetlerden ve boş arzulardan oluşan pisliği çıkararak Allah için tam bir ihlâs noktasına ulaştırır. Dikenli yolda Müslüman’ın en güçlü azığı takvadır. Duası da şudur: Ey Rabbimiz! Bize katından güç ve sebat ver, ayaklarımızı sabit kıl.