www.musluman.biz

14 Mart 2012 Çarşamba

Peygamberimizden Önceki Durum

Bilinmelidir ki, Cenab-ı Allah'ın Hz. Muhammed'i (salât ve selâm üzerine olsun) insanlığa peygamber olarak gönderdiği sıralarda artık nesli kesilmeye yüz tutmuş bazı kitaplar dışında gerek arabı ve gerekse arap olmayanı ile bütün yeryüzü halkı O'nun sevgisinden yoksun kalmış, gazabını haketmiş durumda idi.
(Bu konuda Müslim Sahih'inde uzun bir hadis naklediyor. Hadis şöyle: “Allah yer yüzüne baktı. Ehl-i Kitab'ın dışında Arap'a da Aceme -arap olmayan- de gazap etti...” İlh. Bkz. Müslim, Kitab-El Cenne, -Dünyada Cennetlikler Ve Cehennemliklerin Bilinmesini Belirleyen nitelikler, Babı (bölümü), Hadis No: 2865, c. 4, s. 2197.)
O günün insanları başlıca şu iki kısma ayrılıyorlardı:
a - Belirli bir kitaba bağlı kitaplılar. Bağlandıkları kitap ya önemli değişikliklere uğratılarak aslından uzaklaştırılmış veya çok daha önce tümü ile yürürlükten kaldırılmış (neshedilmiş) bir kitap idi.
Bu kategoriye girenlerin diğer bir bölümü de kimi kısımları belirsiz ve kimi kısımları terkedilmiş bir takım dinlere inanıyorlardı.
b - İnsanlığın diğer bir ana kısmını da arap olan ve olmayan ümmîler (her hangi bir hidayet kaynağından tümü ile yoksun olanlar) meydana getiriyorlardı. Bunlar hoşlarına giden ve kendilerine yarar sağlayacağını sandıklan çeşitli nesnelere tapıyorlardı. Bu nesneler kimi zaman bir yıldız, kimi zaman bir put, kimi zaman bir mezar, kimi zaman bir anıt ve kimi zaman da başka bir şey oluyordu. Hangi kategoriden olursa olsun, insanların tümü koyu bir “cahiliyet” içinde yüzüyorlardı. Bu derin bilgisizlik içinde aslında koyu bir bilgisizlik örneği olan bir takım sözleri bilgi, kesinlikle “fesad” (eğrilik ve kargaşalık) olan bir takım davranışları örnek ve yararlı eylemler sayıyorlardı.
O dönemlerin bilgi ve amel yönünden göze batan seçkin simalarının amacı ya eski peygamberlerden artakalan bazı bilgi kırıntıları elde edebilmekti. Şarlatanların ve uydurmacıların ihtirasları ile gölgelenmiş bilgi kırıntıları -üstelik doğruları yanlışlarına karışarak belirsiz hale gelmiş bilgi kırıntıları-
Veya az bir kısmı meşru, çoğu uydurma ve bu yüzden sahibine çok zararlı olabilen ayinlerle uğraşıyorlardı.
Böylelerinin diğer bir uğraş alanı da felsefecilerin peşinden giderek olanca güçleri ile tabiat, matematik ve iyi ahlâk edinme konularında akıl yürütme oluyordu.
Bu yoldaki çabanın amacı tarif edilmez sıkıntılara katlandıktan sonra, eğer olabilirse, varlıkla yokluk arasında titreşen bir nebzelik yararlı gerçek kırıntısına ulaşabilmekti.
O gerçek kırıntısı ki, ne bir susuzu kandırabilir ne bir hastaya şifa olabilir ve ne de ilâhî kaynaklı bilginin boşluğunu doldurabilirdi. Çünkü elde edilebilse bile sapık kısmının oranı gerçek kısmının payından kat kat fazla idi. O da elde edilebilirse! Üstelik bu alanın uzmanları arasındaki derin görüş ayrılıkları ve çatışmalar yüzünden elde edilebilen gerçek kırıntısını delil ve gerekçeye dayandırabilmek imkânsızlığa yakın derecede zordu.
Bu ortamda Cenab-ı Allah'ın (c.c.) Hz. Muhammed'i (salât ve selâm üzerine olsun) ilâhî bilgilerle teçhiz ederek peygamber olarak göndermesi insanlığa hiç bir dilin anlatamayacağı ve hiç bir irfan sahibinin kavrayamayacağı derecede açık ve parlak bir hidayet bağışladı.
Bu ufuk açıcı hidayet, Peygamberimizin genel olarak ümmetinin tümüne ve özellikle bilginler kesimine öylesine yararlı bir bilgi birikimi, salih amel, yüce ahlâk ve istikametli gelenek sistemi sağladı ki, diğer milletlerin her türlü kusurdan arındırılmış yararlı bilgi ve davranış kalıplarının tümü bir araya getirilerek bu ilâhî hidayet birikimi ile karşılaştırılsa aralarındaki uçurum derecesindeki farkı kavramak bile imkânsız olurdu.
Rabbimize, O'nun sevgisine ve hoşnutluğuna mazhar olacak şekilde hamdolsun. Bu gerçeğin delillerini sunmanın ve örneklerini açıklamanın şimdi yeri değildir.
Cenab-ı Allah (c.c.), Peygamberimizi “Sırat-ı müstakim (dosdoğru yol) ile eş anlamlı olan İslâm dini ile donatarak gönderirken insanlara, her gün kılacakları namazların her rekâtında kendisinden hidayet (doğru yola iletme) dilemelerini emretmiş ve bu doğru yolun:
“kendilerine nimet sunduğu peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salih kulların yolu olup, gazaba uğramışlarla sapıtmışların yolu olmadığını” belirtmiştir.
Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler