www.musluman.biz

14 Mart 2012 Çarşamba

İBADET

İBADET


İbadetin kelime anlamı; küçüklüğünü kabul etmek ve boyun eğmektir.

Şer'i manada farklı tanımları olmakla birlikte, bunların hepsi aynı anlama gelir. Alimlerin yaptığı tanımlardan bazıları şöyledir:

a - Örfe ve akla ters olsa da şeriat açısından emredilen şeydir.

b - Allah'ın (c.c.) razı olduğu ve sevdiği her şeydir.

Örneğin; namaz, zekat, hacc, doğru sözlülük, emaneti yerine getirmek, ana-babaya iyilik, akraba ve yakınlarla bağları koparmamak, ahde vefa, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak, kafir ve münafıklarla cihat etmek, komşuya, yetime, yoksul ve miskine, köleye, hayvanlara iyilik etmek, dua, zikir, Kur'an okumak, Allah'ı (c.c.) ve Rasulü'nü (s.a.v.) sevmek, Allah'tan (c.c.) korkmak, Allah'a (c.c.) yönelmek, dinde samimiyet göstermek, dini Allah'a (c.c.) halis kılmak, Allah'ın (c.c.) nimetlerine şükredip kazasına rıza göstermek, Allah'a (c.c.) tevekkül etmek, Allah'ın (c.c.) rahmetini ummak ve azabından korkmak gibi ameller ibadet kapsamına girerler.

c - Gerçek anlamda boyun eğmek ve boyun eğdiği varlığa tam bir sevgi duymaktır. Bu sevgi, sevgiliye itaati ve ona boyun eğmeyi gerektirir.

Kul; sevgilisi olan Allah'a (c.c.) tam anlamıyla boyun eğen demektir. Rabbine karşı sevgisi ne orandaysa, itaati de o orandadır.

Kulun Rabbini sevmesi; O'nun önünde diz çöküp boyun eğmesini gerektirir. Çünkü:

Allah'ı (c.c) sevmenin manası; tam ve sonsuz bir sevgiyle, Allah'ın (c.c) önünde diz çökmek ve acizliğini anlayabilmektir.

İbni Kayyım der ki:

İbadet; sevgide tevhittir. Bunun için kalbin ve diğer organların Allah'a (c.c.) boyun eğmesi gerekir. Şair bunu şöyle ifade etmiştir:

Sevgi, sevilenle uyum içinde olmaktır.

Hoşlanmadığı şeyleri gönülden kabul etmektir.

Ona uygunluk demek, emrine tabi olmaktır.

Amaç, ihsan sahibi Allah'ın rızasını kazanmaktır.

Görüldüğü gibi İbni Kayyım ibadeti, sevgide tevhid ve tüm organlarla tam bir teslimiyet olarak tanımlamıştır.

Kim bir şeyi sever ve ona boyun eğerse, o kimse kalbiyle ona kul olmuş demektir. Yoksa huşu ve boyun eğişten yoksun bir sevgiye ya da sevgisiz huşuya ibadet denemez.

Sevgi ve huşu, ibadetin iki temel şartıdır. Biri olmadan sadece diğerine ibadet denemez. Bir kimse, Rabbine kızarak boyun eğerse, ona kul olmuş ya da ona ibadet etmiş olmaz. Kişi çocuğunu ve dostunu sevmesi durumunda olduğu gibi bir kimseyi sever, ama ona boyun eğmezse, yine ona ibadet etmiş veya kul olmuş olmaz. Bu bakımdan sevmeden Allah'a (c.c.) ibadet etmek yeterli değildir. Aksine kulun, yüce Allah'ın (c.c.) sevgisini her şeyden daha üstün tutması gerekir. Allah (c.c.) sevgisi, onun kalbinde tüm sevgilerin üzerinde olmalıdır. Çünkü Allah'tan (c.c.) başkası gerçek anlamda boyun eğilmeye hak kazanmadığı gibi, sevilmeye de hak kazanmamıştır.

(Allah'ın helal kıldığı bir şeyi haram kılan bir kişiye istemeyerek ve kalbi imanla dolu olsa bile, ikrahı mülci durumu olmaksızın itaat eden kimse ona ibadet etmiş ve onu itaatte Allah'a şirk koşmuş olur. Adiyy b. Hatem ve Tevbe: 31 ayeti buna işaret etmektedir. Burada yazarın kastettiği, Allah'a (c.c.) yapılan ibadetin Allah (c.c.) katında geçerli olabilmesi için o ibadetin mutlaka gerçek bir sevgi ve itaatle gerçekleşmesi gerektiğidir. Nisa: 65 ayetinde olduğu gibi bir kimse kalbinde hiçbir sıkıntı bulunmaksızın Rasulullah'ın (s.a.v.) hükmüne teslim olmadıkça iman etmiş olmaz.)

İbadette tevhid; şeriatın emrettiği şekilde bütün ibadet çeşitlerini yalnızca Allah'a (c.c.) has kılmaktır.

İbni Abbas şöyle demiştir:

"Kur'an'da ibadetle ilgili olan bütün ifadelerin manası tevhiddir. Bu ise, tüm peygamberlerin davet ettikleri ve müşriklerin de kabul etmekten kaçındıkları şeydir."

İbadet, tek başına ele alındığında, tevhidden daha geneldir. Çünkü her muvahhid abid olduğu halde, her abid muvahhid değildir.

İbrahim (a.s.) şöyle demiştir:

"Şimdi gördünüz mü siz ve atalarınız neye tapıyorsunuz? Onlar benim düşmanımdır. Yalnız alemlerin Rabbi (benim dostumdur)." dedi." (Şuara: 26/75-77)

"Beni yaratan hariç sizin taptıklarınızdan uzağım. Muhakkak O, bana doğru yolu gösterecektir." (Zuhruf: 43/26-27)

Dikkat edilirse, İbrahim (a.s.), Rabbini onların taptıklarından ayrı tutmuştur. Ayetlerde de görüldüğü gibi, müşrikler Allah'a (c.c.) ibadet ediyor; ama aynı zamanda O'na ortak da koşuyorlardı.

"Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz." (Kafirun: 109/3, 5) ayetlerinin manası şudur:

"Siz benim ibadet ettiğim şekilde ibadet etmezsiniz. Ancak kendi kafanıza göre ibadet edersiniz."

Burada reddin hem gelecek zaman fiiliyle hem de farklı bir şekilde gelmesinde çok ince bir hikmet vardır.

Burada asıl maksat; Rasulullah'ın (s.a.v.) hiçbir şekilde ve hiçbir zaman müşriklerin ilahlarıyla bir bağının olmadığını göstermektir.

İşte bu gerçeği kesin bir dille belirtmek için önce oluş ve yenilenmeyi gösteren değişken fiilin, daha sonra da yine bu reddin aynısının "İsmi fail" kipiyle birlikte geldiğini görüyoruz. Bu da devamlılığı göstermektedir. İki ayrı kipin kullanılması şu gerçekleri dile getirmektedir:

Birincisi; "Benden böyle bir şeyi nasıl istersiniz. Çünkü asla şirk koşmayacağımı biliyorsunuz."

İkinci olarak da sanki bu ayetlerde şöyle denilmiştir:

"Allah'tan (c.c.) başkasına ibadet etmek gibi bir fiili asla işlemeyeceğim ve bu asla benim için bir sıfat olamaz."

Görüldüğü gibi, her ikisi de asıl anlatılmak istenen noktayı vurgulamak için kullanılmıştır.

Kafirler hakkında ise, fiilin değil de onlardaki devamlılık ve vasfa delalet eden ismin kullanılması, şunu anlatmak içindir:

"Allah'a (c.c.) ibadet eden kimsedeki sabit sıfat sizden beklenemez, siz böyle bir nitelik taşımıyorsunuz. Bu ancak ibadeti Allah'a (c.c.) tahsis eden ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayanlarda görülür. Siz, Allah'tan (c.c.) başkasına da ibadet ettiğiniz sürece, O'na ibadet edenlerden olamazsınız."

Bu kişiler bazen Allah'a (c.c.) ibadet etseler de bu gerçek değişmez. Çünkü müşrikler Allah'a (c.c.) ibadet ederken, başkalarını da O'na ortak koşarlar.

Nitekim, Ashab-ı Kehf şöyle demiştir:

"Mademki siz onlardan ve onların Allah'tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız..." (Kehf: 18/16)

Yani siz, o inkarcı kafir ve müşriklerin ilahlarını bıraktınız ve sadece Allah'a (c.c.) yöneldiniz.

Müşriklerin kendi ilahlarıyla ilgili ifadeleri de şöyledir:

"...Biz bunlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz..." (Zümer: 39/3)

Görüldüğü gibi müşrikler, Allah'la (c.c.) beraber başka varlıklara da ibadet ediyorlar. İşte böyle bir hareket müşriklerde görüldüğü için, bu fiil kendilerinden inkar anlamında alınmamıştır. Yani bunlar inkar edip, Allah'a (c.c.) şirk koşarlarken, öyle değilmiş gibi gösterilerek bu vasıf nehyedilmemiştir. Çünkü bir kimse, Allah'tan (c.c.) başkasına ibadet ediyorsa, bu kimseye müslüman denemez.

Kafir ve müşrikler, Allah'a (c.c.) ibadet etseler de müslüman ismini alamazlar. Çünkü bunlar, doğru bir şekilde Allah'a (c.c.) ibadet etmemektedirler. Ancak Allah'tan (c.c.) başka taptıklarını tamamen bırakıp, bütünüyle Allah'a (c.c.) yöneldikleri takdirde Allah'a (c.c.) ibadet eden kul sıfatını kazanırlar.

Yalnız Allah'a (c.c.) ibadet eden kul, Allah'tan (c.c.) başkasına iltifat etmediği gibi, iltifat edenleri dost edinmez ve ibadette asla Allah'a (c.c.) ortak koşmaz. İbadette Allah'a (c.c.) ortak koşan kişi de asla Allah'a (c.c.) kulluk sıfatını yerine getirmiş olmaz.

Bu konu, Kur'an'daki iki İhlas Suresinden biri olan Kafirun Suresinin özünü kapsar. Bunun için bu sure hadislerde de belirtildiği üzere Kur'an'ın dörtte birine denktir.

Bunu ancak Allah'ın (c.c.) kendilerine anlama ve kavrama kabiliyeti verdiği kimseler idrak edebilirler.

Hamd ve minnet Allah'adır (c.c).



Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler