www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

HERAKLİUS HADISI SERHI

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

Müşrikler Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i, Mekke döneminde rahat bırakmadıkları gibi Medine’ye hicret ettikten sonra da hiç rahat bırakmadılar. Gerek civar kabileleri ayaklandırarak, gerek Medine'ye saldırarak, gerekse aleyhte propaganda yaparak altı yıl içerisinde üç büyük savaşa onlarca seriyye'ye sebep oldular. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hicretin altıncı yılında şartlar aleyhte olmasına rağmen Mekke site devletinin reisleri ve civar kabilelerle on yıllığına ‘Hudeybiye Barış Anlaşması'nı imzaladı. Artık Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tebliğ, İslam'a dâvet ve eğitime ağırlık vermeye başladı. Zamanın üç büyük süper devleti olan İran Kisrâ'sına, Bizans Kayser'ine, Mısır Mukavkıs'ına "Eslim Telsem (Müslüman ol, kurtul)" mesajını gönderdi... Süleyman aleyhisselâm'ın Belkıs'a gönderdiği gibi... Mûsa aleyhisselâm'ın Firavun'a bildirdiği gibi... İbrahim aleyhisselâm'ın Nemrud'a haykırıdığı gibi... Allah Rasûlü'nün mektubunu Medine'den asırlarca insanlığı sömüren Bizans imparatorluğunun kralına Dihyetü'l-Kelbî ulaştırdı... Rasûlullah'tan sonra en güzel ve yakışıklı olan Dihyetü'l-Kelbî... Cebrâil'in onun sûretine girerek vahyi getirdiği Dihye... Sahabeler de civar memleketlere yayıldılar. Çöle inen nuru ötelere taşımak için...
Küfür cephesine gelince: Onlar dünyalık menfaat ve çıkardan başka ne tanırlar? Uzun zamandır ticaret yapamayan Ebû Süfyan ve otuz küsur kişilik bir ticaret kervanıyla Şam diyarına yola çıkıyor... Mallar yükleniyor, develer hazırlanıyor... İbnü İshâk el-Megâzî'de İbn-i Şihâb ez-Zührî yoluyla Ebû Süfyan'nın şöyle dediğini nakleder: "Biz tüccar bir kavimdik. Ancak harp bizi ticaretten alıkoydu. Sulh dönemi başlayınca kureyşten bir grupla birlikte Şam'a ticaret yapmaya çıktım. Allaha yemin ederim ki, kervanın yola çıkacağı duyulunca, Mekke'de tanıdığım hiç bir erkek ve kadın kalmadı ki satmam için bana bir mal getirmiş olmasın..."
Hatta İbnü's-Seken bu kervandan yirmi kişinin isimlerini sayar. Bunların içinde Muğira bin Şu'be'yi de zikreder. Halbuki bu görüşün araştırılmaya ihtiyacı vardır. Çünkü Muğira bin Şu'be o dönemlerde Müslüman idi. Belki de Muğira kayser ile görüştükten sonra Medine'ye gelip müslüman olmuş ta olabilir? Ebû İshak el-Fezzârî Kitabu's-Siyer'de, Ebû 'Ubeyd'de Kitabu'l-Emvâl'da Saîd bin Müseyyeb yoluyla şu haberi nakleder:
Rasulullah (sav.) kisra ve kayser'e mektup yazdı. Kayser mektubu okuyunca "Şimdiye kadar hiç böyle bir mektup almamıştım" dedi. Böylece Heraklius emniyet müdürünü çağırttı ve ona "Şam'ın altını üstüne getir ve bana bu adamın (peygamberimizi kastediyor) kavminden birilerini bul getir" diye emretti. Ebû Süfyan diyor ki "Vallahi, biz Gazze şehrindeyken bir de Bizans akerleri bize hücûm etti ve hepimizi alıp saraya götürdüler"
İmparator Heraklius Îylîyâ şehrinde idi. Bu şehre "İlyâ" da denilir. "Allah'ın Evi" anlamına gelir. Günümüzün Kudüs'üdür. Bir rivayete göre bu şehir ismini Nuh aleyhisselâm'ın oğlu Sem'in torunu "İlya"dan almaktadır.
Taberî  "Târih"inde der ki: "İran kisrası ordusunu Bizans topraklarına sürdü. Bir çok yeri yakıp yıktı. Sonra Kisra, ordu komutanlarından Şehrebıraz'ı öldürmek üzere bir komplo hazırladı. Şehrebıraz bunu öğrendi ve askerleriyle birlikte Bizans imparatoru Heraklius'un
tarafına geçti. Böylece Heraklius İran askerlerinin yardımıyla Kisra'yı hezimete uğrattı. Bu nedenle Heraklius Allah'a teşekkürün bir ifadesi olarak Hımıs'tan İlya'ya kadar yürümeye karar verdi. İmparator İlya'ya varıncaya kadar yollarına kırmızı halılar serip kokular sürüyorlardı."
Kervan saraya ulaşınca Ebû Süfyan ve beraberindekiler İmparatorun huzuruna çıkarıldılar. Bir de baktılar ki İmparator Heraklius başında tâcı, yanında Rum'un liderleri, Ruhban ve Kıssîs'ler ile birlikte tahtında oturuyor... İmparator tercümanlarını çağırttı ve:
-  Onlara sor. Arap diyarında çıkan ve peygamber olduğunu iddia eden bu adama kan bağı bakımından hanginiz en yakın?
Kervandakiler Ebû Süfyan'ı işaret ediyor. Ebû Süfyan:
-  O'na nesep bakımından en yakın benim, diyor. Çünkü kervanının içinde Abd-i Menaf oğullarından Ebû Süfyan'dan başka kimse yoktu.
Heraklius:
-  Ona yakınlık derecen nedir?, diye sorar. Ebû Süyfan:
-  Amcamın oğludur, der.
Zira Abd-i Menaf hem Ebû Süfyan'ın hem de Rasulullah (sav.)'in dördüncü kuşaktan babasıdır. Rasulullah (sav.)'in babası Abdullah, O'nun babası Abdulmuttalip, onun babası Hâşim, onun babası Abd-i Menaf'tır. Ebû Süfyan'ın babası Harp, onun babası Ümeyye, onun babası Abd-i Şems, onun babası Abd-i Menaf'tır. İmparator Heraklius, Ebû Süfyan'ı öne çıkarttırır. Kervandakileri de onun arkasına saf halinde dizer. Sonra tercümanlarına der ki:
- Arkadaki adamlara söyleyin. Bu adama, peygamberlik iddia eden o zat hakkında sorular soracağım. Eğer yalan cevap verirse, hemen müdahale edip düzeltsinler... İmparator Heraklius, çok zeki bir adam. Zaten Ebû Süfyan, İbn-i İshâk'ın rivayetinde bunu açıkça zikrederek "Allah'a yemin ederim ki o güne kadar bu adamdan daha dâhî hiç kimseyi görmedim" diyor.
Zira, o dönemin şartlarında kocaman bir imparatorluğun krallığını yürütmek sıradan insanların işi değildir. Ancak bir takım yetenenkler ister. Demek ki imparatorda sıradan insanlarda olmayan bazı özellikler vardı. Zaten Ebû Süyfanı öne çıkartıp kervandakleri arkaya dizmesi buna işaret eder.
Ebû Süfyan diyor ki:
- Allah'a yemin ederim ki, benim hakkımda "yalan konuşuyor" demelerinden utanmasaydım, sorduğu sorulara yalan cevap verirdim. (İbn-i İshak'ın rivayetinde:) "Allah'a yemin ederim ki, eğer yalan söylemiş olsaydım bile, arkamdakiler imparatorun huzurunda yalanımı ortaya çıkarmazlardı. Ancak ben lider bir adamdım. Yalan söyleyerek şerefimi küçük düşüremezdim. İyi biliyorum ki, eğer orda yalan söyleseydim arkamdakiler imparatorun huzurunda beni yalanlamasalar bile, başka yerlerde bunu konuşacaklardı. Bu nedenle yalan söylemedim"
Bu cümleler gösteriyor ki, cahiliyye dönemininin liderleri bile yalanı çirkin görüyorlardı. Yalanın, liderin şanını, şerefini, onurunu zedeleyeceğini biliyorlardı. Bir lider yalana tenezzül etti mi, onun değerinin yıkılacağını, insanlar nezdinde liderlik sıfatının yıkılacağını anlıyorlardı. Peki, günümüz dünyasında yalan söyleyen politikacılara, liderlere, bakan ve vâlilere ne demeli? Bunların hangisi câhilî, hangisi modern?!
İMPARATORUN SORULARI VE CEVAPLAR
Birinci Soru:
-  (Peygamberlik iddia eden o zâtın) içinizdeki nesebi nasıldır?
-  O içimizde soylu bir nesebe sahiptir. (Zira Hâşim oğulları İsmâil aleyhisselâm'ın soyundandır.
İkinci soru:
-  Sizin (Kureyşin veya Arapların) içinde bu sözleri ondan daha önce söyleyen hiç kimse varmıydı?
-  Hayır. Üçüncü soru:
-  Babaları içinde kral olan var mı?
-  Hayır.
Dördüncü soru:
-  Zenginler (meşhur insanlar) mı ona tâbi oluyor, zayıflar mı?
-  Bilakis zayıflar. Beşinci soru:
-  Ona tâbi olanlardan daha sonra ona kızıp dini beğenmediği için dinden dönen var mı?
-  Hayır. Altıncı soru:
-  Sayıları artıyor mu, azalıyor mu?
-  Bilakis artıyor. Yedinci soru:
-  Peygamberlik iddia etmeden önce onu hiç yalancılıkla itham ettiğiniz oldu mu?
-  Hayır. Sekizinci soru:
-  Anlaşmasını bozar mı? (Verdiği sözden döner mi? Hile yapar mı?)
-  Hayır. Ancak onunla şu anda bir anlaşma içindeyiz. Gelecekte anlaşmasını bozup bozmayacağını bilmiyoruz. (Ebû Süfyan'ın katabileceği tek itham bu oldu. Çünkü gelecekte ne olacağını kimse bilemezdi. Ancak gelecek şahit oldu ki Hudeybiye anlaşmasını Beşerin Efendisi değil Kureyş bozdu) Dokuzuncu soru:
-  Onunla hiç savaştınız mı?
-  Evet. Bazen biz yendik, bazen o. Onuncu soru:
-  Size neyi emrediyor?
-  Yalnızca Allah'a kulluk yapmayı, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamayı, namaz kılmayı, dürüst olmayı, iffetli yaşamayı, akrabalarla ilgi kurmayı.

İMPARATORUN CEVAPLARA YORUMU
Bizans imparatoru Heraklius bu sorulardan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu anladı ve bunu açıkça şöyle ifade etti.
1-   Sana nesebini sordum, sen de soylu bir nesebe sahip olduğunu söyledin. İşte peygamberler böyledir. Kavminin içinde soylu bir aileden seçilirler.
(Heraklius'un yanında Ruhban ve Kıssîs'lerin olduğunu daha önceden görmüştük. Öyle anlaşılıyor ki Heraklius peygamberler hakkındaki bu bilgileri hırıstiyan din alimlerinden almıştır.)
2-   Sana bu sözleri daha önce içinizden hiç kimse söyledi mi?" diye sordum, sen de "Hayır" dedin. Eğer bölgenizde daha önce bu sözleri söyleyen birisi olsaydı "Bu adam önce söylenilen bir şeyi taklit ediyor" derdim.
3-    Sana "Babaları içinde kral olan var mıydı?" diye sordum. Sen de "Hayır" cevabını verdin. Eğer babaları içinde kral olan birisi olsaydı "Babasının krallığının talep ediyor" derdim.
4-   Sana "İnsanların zenginleri (tanınmışları) mı ona tabi oluyor yoksa zayıfları mı?" diye sordum, sen de "Zayıfları" dedin. İşte o zayıflar peygamberlerin tebaasıdır.
(Zira tarıh boyunca zenginler, askerî ve siyasî gücü ele geçirenler halkları ezmişler, haddi aşmışlar, haksızlık ve zulüm üzerine dayalı sistmeler kurmuşlardır. Piramitleri insan harcıyla yapan Firavunlar ve Nemrutlar gibi... Bunun sonucunda küçük bir azınlık (zengin ve güçlüler) zevk ve sefâ içinde yaşarken binlerce halk yığını zulüm ve haksızlık altında ezilmişlerdir. İşte Allah Sübhânehû ve Teâlâ kimsenin yıkmaya güç yetiremediği o zulüm sistemlerini yıkıp yerine ilâhî adalet üzerine dayalı bir medeniyet kurmaları için kendi katından peygamberler göndermiştir. İşte bu peygamberlere ilk karşı çıkanlar hep bu küçük azınlık dediğimiz "Mütrafîn (Eşraf, gücü elinde bulunduran tanınmışlar, zenginler) olurken, o peygambere inanan, onu destekleyenler ise daima ezilen , haksızlığa uğrayan güçsüz halk yığınları olmuştur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem in şu hadis-i şerifi ne kadar da mânidârdır : "Cehennemin kapısına dayandım, bir de baktım ki cehennemi dolduranların çoğu Müstekbirler ( kendisini büyük görüp başkasını ezen zorbalar) ve zenginler idi. Cennetin kapısına dayandım bir de baktım ki cenneti dolduranların çoğu zayıflar (güçsüzler) ve fakirler idi". Bu nedenledir ki peygamberlere tâbi olanların çoğunuluğu hep zayıflar, güçsüzler, çaresizler, günahta ısrar etmeyen, kendini büyük görmeyen fakirler olmuştur)
5-   Sana, sayıları artıyor mu, azalıyor mu?" diye sordum, sen "Bilakis artıyor" dedin. İşte tamamlanıncaya kadar iman da böyledir. (İman bir ışık yakar. Sonra o ışık, namaz, zekat, oruç gibi emirlerle kemale erinceye kadar artmaya devam eder. O nedenledir ki Rasulullah'ın (sav.) son senesinde "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamı seçtim" ayet-i kerimesi nâzil oldu.
6-   Sana, "O'na tâbi olanlardan hiç kimse dinine kızdığı için dinden döndü mü?" diye sordum, sen de "Hayır" cevabını verdin. İşte imanın ferahlığı kalplere girince böyle olur (Bir daha geri çıkmaz). İbn-i İshak'ın rivayetinde "İşte imanın lezzeti böyledir. Bir kalbe girdi mi daha oradan çıkmaz!"
(İşte böyledir... Rasûlullah'ı gören, O'nun sesinden Kuran dinleyen, Hakk'ı ve batılı farkeden sahabelerin gönlüne bir iman ateşi, bir nur, bir lezzet düştü!.. Yaktı onların gönüllerini Nübüvvet-i Ahmediye'nin ışığı...Artık Habbab'ın sırtını kızgın demirler yaksa ne yazar!... Düştü Bilal'in yüreğine sevgi ateşi, artık kızgın çöller onun vücudunu dağlasa ne yapar!... Duydu Sümeyye, Beşerin Efendisinin "Sabredin Ey Yâsir ailesi! Sizinle buluşma yerimiz cennettir" sözünü, artık Ümeyye bin Halef onun kemiklerini parçalasa ne çıkar!... Parçalandı o yürekler... Ama dinlerinden asla dönmediler...)
7-    Sana, "O zât, bu söylediklerini iddia etmeden önce, onu hiç yalancılıkla itham ettiğiniz oldumu?" diye sordum, sen de "Hayır" cevabını verdin. Kesinlikle anladım ki insanlara karşı hiç yalan söylemeyen bir kimse Alah'a nasıl yalan söylesin? (Mahluka yalan söylemeyen, Hâlık'a nasıl yalan söylesin? Yaratılmışa hiç yalan söylemeyen bir kimse, kâinatın Yaratıcısı Azamet sahibi yüce varlığa karşı nasıl yalan söyleyebilsin?! Yalan yere Allah bana vahiy göderdi diyebilsin?! Bu imkansızdır! Bu Muhaldir!..)
8-   Sana "Hilekarlık yapıp anlaşmasını bozuyor mu?" diye sordum, sen de "Hayır" cevabını verdin. İşte peygamberler de böyleir. Anlaşmalarını bozmazlar.
(Dünya tarihi boyunca devletler ve kurumlar arası bir çok anlaşmalar yapılmıştır. Ancak özellikler uluslararası alanda yapılan bu anlaşmaların kalıcı ve bağlayıcı hiç bir tarafı yoktur. Güçlü taraf şartlar lehine döndüğü zaman kendi anlaşmasını kendisi çiğnemiştir. Dünya siyaset tarihinden aldığı bu tecrübeyi çok iyi bilen Bizans imparatoru Rasulullah'ın (sav.) "anlaşmalar" ile ilgili yönünü sormuş ve Ebû Süfyan'ın "Hiç anlaşmasını bozduğu görülmemiştir" cevabını alınca "işte peygamberler böyledir" diyerek anlaşmaların kalıcı ve şartlarına uygun yürümesinin ancak peygamber medeniyeti ile mümkün olacağını bildirmiştir.)
9-   Sana "Onunla hiç savaştınız mı?" diye sordum. Sen de "Evet" dedin. "Onunla savaşınızın neticesi nasıl oldu?" diye sordum, sen de "Harp bizimle onun arasında bir keşiktir. Bazan biz kazandık, bazan o kazandı" dedin. İşte peygamberler böyle imtihan edilirler. Ancak nihaî zafer onlarındır.
10- "Size neyi emrediyor" diye sordum. Sen de "Yalnızca Allah'a kulluk yapmanızı, O'na hiçbir şeyi denk tutmamanızı, namaz kılmayı, dürüstlüğü, iffetli yaşamayı, akarabalarla ilgi kurmayı emrediyor" dedin.
SORU VE CEVAPLARIN YORUMLARI
Her ne kadar el-Mâzinî "İmparator Heraklius'un sorduğu bu sorular Nübüvvetin kesin delilleri değildir. Heraklius'un zihininde bir peygamberi tanıyabilmeye götüren bir takım işaretlerdir. Zira nübüvveti ıspatlayan bundan daha kuvvetli  kesin deliller vardır" dese de, biz İmparator Heraklius'un sorduğu bu on sorudan Efendimiz aleyhisselatü vesselâm'ın şahsında peygamberlerin on vasfını sırayla şöyle çıkarabiliriz:
1-    Soylu bir aileden gelir. Üstün bir nesebe sahip.
2-   Körü körüne taklitçi değil
3-    Dünyalık bir çıkar ve menfaat gözetmiyor. Krallık talep etmiyor.
4-    Haksızlık ve sömürü altında ezilen halkları kurtarıcı. Güçlüyü değil haklıyı üstün tutuyor.
5-   Hak yolda sebatkâr ve azimli. Gönüllere hitap ediyor, kalplerde taht kuruyor.
6-   Cezbedici, etkileyici, günden güne gelişiyor ve kuvvetleniyor.
7- Büyük-küçük,  leyhte  ve  aleyhte  hiç  bir  meselede  yalan söylemiyor.  Yalana  tenezzül  etmiyor.  Yalan  söyleyen  bir kimse   ya   kendi   yaptığı   ve   söylediği   şeylerin   yanlış olduğunu  bildiği için yani hata ettiği için ya da başkalarından kortktuğu için yalan söylediğine göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hatasız, söyledikleri ve yaptıkları doğru. Bu nedenle Allah'tan başka hiç kimseden korkmuyor.
8-    Anlaşmalarına bağlı, sözünde duran, hile yapmaz
9-    Zalimlere, müstekbirlere, zorbalara karşı izzetli, gerektiğinde onlara karşı güç kullanıp onları hakka döndürebilen
10- Getirdiği sistem yerin ve göklerin Yaratıcısına itaat ve O'nu noksan sıfatlardan tenzih etme üzerine kurulu. Dürüst, iffteli, saygın, iyilik peşinde koşan fertlerden oluşan faziletli toplumlarla dolu bir dünya kurmak istiyor.
Bizans imparatoru Heraklius sorularını sorup cevapları yorumladıktan sonra Ebû Süfyan'a dönüp şöyle dedi:
-  Eğer söylediklerin doğru ise, O (zât) işte şu ayaklarımı bastığım yerlere hakim olacaktır. Onun çıkacağını biliyordum. Ancak O'nun sizin içinizden çıkacağını zannetmemiştim. Eğer ona ulaşabileceğimi bilsem, hemen yolculuğa başlardım. Eğer O'nun huzurunda olsaydım, O'nun ayaklarını yıkardım!..."
SON SÖZÜN YORUMU:
İmparator Heraklius'un bu sözlerinin anlamı şudur:
Eğer sorularıma doğru cevap verdiysen, o zat pek yakında şu ayaklarımı bastığım yere hakim olacaktır: Muhaddisler bu sözü iki şekilde yorumlamışlardır:
1-  Bu cümle Kudüs ve Şam diyarının fethedileceğine işaret eder. Çünkü Heraklius Şam diyarının bir parçası olan İlya şehrinde yani Kudüs'te oturuyordu.
2-  Heraklius "Ayaklarımı bastığım yere hakim olacaktır" derken bütün saltanatını kastetmiştir. Çünkü bu sözleri söylerken tahtında oturuyordu. "Ayaklarımı bastığım şu yere" derken tahtını kastemişti. Bu da bütün bizansın yani İstanbul'un fethedileceğine işaret eder. Daha sonra tarih şahit olmuştur ki İmparator heraklius'un bu sözü gerçekleşmiş Hz. Ömer döneminde Kudüs fethedilmiş, ardından bin dörtyüz elli üç yılında Bizansın merkezi Kostantiniyye sultan Muhammed Fatih'in iman dolu askerleriyle fethedilmiş ve Kostantiniyye semalarında asırlar boyu son peygamberin ismi zikredilmştir. Bizansın pây-ı tahtına Fatih camileri, Süleymaniye'ler, Sultan Ahmet'ler dikilmiştir. O'nun çıkacağını biliyordum. Ancak O'nun sizin aranızdan çıkacağını zannetmemiştim: İmparator 1. Konstantin döneminden itibaren hırıstiyanlığı resmi din olarak kabul eden Bizans imparatorluğu hırıstiyan bir devlet idi. İmparator Kıssîs ve Ruhban'larla istişare ederdi. Kuran-ı Kerim'in de bildirdiği gibi İsa aleyhisselâm kendisinden sonra son peygamberin geleceğini müjdelemiştir. Yesrib'teki yahudilerrin konuşmalarından anladığımıza göre onlar da bir peygamberin geleceğini bekliyorlardı. Demek ki dünya cihan'ın sevgilisini bekliyordu... Ancak O'nun nereden, kimin içinden çıkacağı yalnızca ve yalnız Allah'ın irade ve Meşiet'ine bağlıdır. O lütfunu dilediği kimselere verir. Eğer ona ulaşabileceğimi bilsem, hemen yolculuğa başlardım: Bu cümle Heraklius'un sağ-salim Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ulaşabilmekten endişe ettiğini, öldürülme korkusundan dolayı O'na ulaşmanın mümkün olmayacağı kanaatide olduğunu gösterir. Zira Dağatır kıssasından da anlaşıldığına göre Dihye, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'ın mektubunu imparatora takdim ettikten sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme inanan hırıstiyan din alimleinden birisi Dihyetü'l-Kelbi'yi sarayın koridorlarında yakaladı ve "Git, bu mektubun sahibine söyle. Ben şehadet ederim ki o, efendimiz Mesih'in bize müjdelediği son peygamberdir" Sonra beyaz elbiselerini giydi. İmparatorun huzuruna çıktı. Orada bulunanları islama çağırdı. Kelime-i Şehadet getirince oradakiler hemen ayağa kalkıp onun üzerine saldırdılar ve öldürdüler.
Eğer O'nun huzurunda olsaydım, ayaklarını yıkardım: O'nu görme şerefine, O'nun sesini işitme nimetine karşı biz olsaydık ey Heraklius O'nun ayaklarını öperdik... Bastığı yerlere yüzümüzü sürerdik... "Anamız babamız sana feda olsun ya Rasulellah!" derdik...

EFENDİMİZ'İN (ASV.) BİZANS İMPARATORUNA GÖDERDİĞİ MEKTUP

Ebu Süfyan diyor ki:
Daha sonra Heraklius, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in Dihye ile Busra valisi yoluyla Heaklius'a gönderdiği mektubu istetti ve okudu. Mektupta şunlar vardı:
Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla
Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'ten, Rum lideri Heraklius'a: Selâm Hidayete tabi olanların üzerinedir. Bundan sonra: Seni İslamın çağrısına davet ediyorum. Müslüman ol, (huzur bulup) kurtul, ki Allah mükâfâtını iki kat versin. Eğer yüz çevirirsen, (kendi günahınla birlikte) bütün halkının günahını yüklenirsin. Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda ortak olan bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım. Ona hiç bir şeyi denk tutmayalım. Allah'ı bırakıp birbirimizi Rabb edinmeyelim. Eğer onlar (ehl-i kitap, yahudi ve hırıstiyanlar) yüz çevirir iseler, (onlara) deyin ki "Şahit olun! Biz (Allah'a teslim olan) Müslümanlarız".
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hicretin altıncı yılında Hudeybiye'den döndükten sonra bu mektubu Dihye ibnü Halîfe el-Kelbî ile birlikte Bizans İmparatoruna ulaştırmak üzere Busra valisi Hâris bin Ebî Şemer el- Gassânî'ye gönderdi. İbnü-s Seken'in "es-Sahabe" de bildirdiğine göre Busra valisi, Dihye'yi o zamanlar henüz hırıstiyan olan Adiyy bin el- Hâtim ile birlikte Heraklius'a yolladı. El-Bezzâr "Müsned"inde bu mektubu bizzat Dihye'nin Heraklius'a teslim ettiğini "Dihye" hadisleri altında şu lafızlarla rivayet eder: " Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem beni mektubuyla birlikte kayser'e göderdi. Ben de mektubu ona teslim ettim".
Vâkıdî'nin bildirdiğine göre Dihye mektubu hicretin yedinci yılı muharrem ayında Heraklius'a teslim etti. Dihye İmparatorun huzuruna çıkınca İmparatorun yanında kırmızı- mavi başliğıyla İmparatorun kardeşinin oğlu vardı. O zamanın bürokrasisine göre elçi mektupları ilk önce muhataba hitaben (muhatabın ismiyle) başlardı. Bu mektubun Efendimizin ismiyle başladıpını gören İmparatorun kardeşinin oğlu kızdı ve araya girerek "onu okuma! Kendi adıyla başlamış" diyerek mğdahale etti.
Ancak Kayse "Bilaki oku!" dedi ve Dihye mektubu okudu. Ancak İmparatorun kardeşi "Rum lideri" ibaresine de itiraz etti. Zira Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem "Rum Kralı" ibaresini kullanmamıştı. Ama yine de muhatabın gönlünü almak için o kadar da hafife alınmayan "Rum Lideri" ibaresini kullanmıştı. Ancak gurur ve kibir onları o kadar sarmıştı ki bu kadar ince bir ayrıntıya bile dayanamıyan İmaratorun kardeşinin oğlu "Bizim krallığımızı itiraf etmiyor. Onu okuma" diyordu.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemın Bizians İmparatoruna yolladığı bu kısa ibareli ama geniş anlamı mektup bir çok hikmetlerle doludur. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1-   Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'ten: Tahrif edildikten sonra, dünyanın en büyük süper devletinin resmi dini haline gelen hırıstiyanlık Hz. İsa'yı – hâşâ- ilah olarak görüyordu. Yaratıcıyı yaratılmış menzilesine indirgeyen bu anlayış Bizans İmparatorluğunda bir çok zulümlere sebep oldu. Hem Allah'a hem de hz. İsa'ya büyük bir iftira olan bu anlayışa Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem "Allah'ın kulu ve elçisi" ibaresiyle bir reddiye verdi. Zira peygamberler asla Allah'ın dengi değil, bilakis kulu ve elçileridir. Hem kulluk makamı makamların en üstünüdür. Zira, yerin ve göğün Yaratıcısı, Habibini Furkan ve İsra surelerinin başında "Kuluna Furkanı indirenin Şân'ı ne yücedir", "Kulunu bir gece Mescid-i Haramdan, ayetlerimizi göstermek için etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren her türlü noksanlıklardan münezzehtir" ibareleriyle övmüştür.
2-  Selâm Hidayete tâbi olanların üzerinedir: Tâhâ suresindeki bu ayet-i kerime'yi Musa aleyhisselam yeryüzünün en büyük zalimlerinden biri olan Firavun'a söylemişti. Şimdi asırlar geçtikten sonra aynı ibareyi son peygamber dünyanın diğer bir sulüm imparatorluğunun kralına söylüyordu.
Bu ibarede hem büyük bir teşvik, hem de büyük bir tehdit ve ihtar vardır: Hidayet Allah'ın indirdiği vahiydir. Vahye tabi olan dünyada da âhirette de kurtulur. Selâmete, huzura ve mutluluğa kavuşur (Teşvik). Yalanlayıp yüz çeviren ise acıklı bir azap altında işkence çeker. Zaten "Selam, Hidayet'e tâbi olanların üzerinedir" ayet-i kerimesinin hemen ardından "Allah'ın can yakıcı azabı da yalanlayıp yüz çevirenin üzerinedir" ayet-i kerimesi gelmektedir. O halde, "Ey zamanın firavunları ve kralları! Vahye tâbi olun ve kurtulun! Aksi takdirde azabınız şiddetlidir!" mesajı vardır. Bu da bir tehdit ve uyarıdır. Bu ayet-i kerimenin akabinde efendimiz (asv.) "Bundan sonra," diyerek kendi cümleleriyle bu ayetin kapalı olarak içerdiği manaları beyan edip tekit etmiştir.
3-  Seni İslam'ın çağrısına davet ediyorum: O çağrı da Nûh'un çağrısı, İbrâhim'in çağrısı, Mûsa ve Îsa'nın çağrısı olan Tevhît inancıdır. Yeryüzünde Allah'tan başka ilah, otorite, güç ve mabud tanımamayı ifade eden "Lâ ilâhe illallah" çağrısıdır. Yerin ve göklerin yaratıcısına itaat çağrısıdır.
4- Eslim, Teslem" Müslüman ol, kurtul): Cevâmiu'l-Kelim (az kelimelerle, geniş manalar ifade etme) yeteneğine sahip olan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bu iki kelimelik cümlesi dünya tarihindeki olaylar ve dünyanın geceğinde insanların yapacağı olayları özetleyecek kadar geniş anlamlı iki kelimelik bir cümledir. Zira dünhya tarihi insanın hayat sahnesidir. İşte bu sahnede –geçmişte yaşanan olayların bize ıspatladığı gibi- yaratıcıya teslim olan, O'na itaat eden, O'nun emir ve yasaklarını aynen uygulayan kimseler selamete erip taat kurtulmuşlardır. Yaratıcıya teslim olmayan , O'na itaat etmeyen kimseler ise dünya ve ahiretin fitneleri altında helak olmuşlardır. İşte tarihte yaşananlar bunun şahididir. Nerede şimdi Âd ve Semûd kavmi!?.. Nerede Yaratıcıya isyan eden Lût kavmi?... Nerede Mûsa'nın peşinden koşan Firavun ve ordusu?... Nerede İbrahimi ateşe atan Nemrutlar?... Nerede Ebu Cehil'ler?... İşte son peygamber bir kere daha haykırıyor zulmün liderine... "Müslüman ol, kurtul" diyor!.. Kıyamete kadar gelen zalimlere!...
5-  Ki Allah sana ödülünü iki kat versin: Hem hz. İsa'ya, hem de hz. İsa'nın emrine uyup son peygambere inanıp itaat ettiğin için... Hem kendin inandın, hem de senin inanmanla sana tabi olanların inanmasına vesile olduğun için... Allah Teâlâ buyuruyor ki:
"Bundan evvel kendilerine kitap verdiğimiz (nice kimseler vardır ki) onlar buna (Kuran'a) inanıyorlar. Onlara (kuran ayetleri) okunduğu zaman "Buna inandık. Şüphesiz ki bu, Rabbimizden gelen bir Hakk'tır. Hakikat biz bundan evvel de İslam'ı kabul emiş kimselerdik" derler. İşte bunlara, sabır ve (sebat) ettiklerinden dolayı, mükâfaatları iki defa verilir"
Ebu Mûsa el-Eş'arî (r), Allah elçisinin şöyle dediğini rivayet etti: "Üç sınıf insan vardır ki bunlara ödülleri iki kat verilecektir:
i- Ehl-i Kitaptan olup ta hem kendi peygambrine hem de muhammed'e iman edenler.
ii- Hem Allah'ın haklarını hem de efendisinin haklarını yerine getiren köleler.
iii- Cariyesi bulunan ve bu cariyeyi eğiten, eğitimini de güzel yapan, sonra da onu azât edip evlenen kimseler. Bedir ehlinden Ebû Mes'ûd Ukbe bin Amr (r), Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etti: "Kim bir iyiliğin yapılmasına vesile olursa, o iyiliği yapan kimsenin ecri gibi sevap alır"
6-   Eğer Yüz Çevirirsen ( kendi günahınla birlikte) bütün Halkının Günahını Yüklenirsin: Çünkü halk yığınları sana tâbidir. Senin kararın milyonları etkileyecektir. Hatta o milyonların torunları, onların torunları ve onların yansımalarıyla birlikte kıyamete kadar gelen nesillerin mesulyetini taşıyacaksın. Bu kısa cümlelerin ne anlama geldiğini anlayan Heraklius'un yüzünen terler boşalmaya başladı. Zira, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurur:
"İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı verilir. Ona uyanların sevaplarından  da hiç bir şey  eksilmez. Başkalarını delâlete çağıran kimseye de ,  kensisine uyan kimselrin günahları verilir. Ona uyanlrın günahlarından da hiç bir şey eksilmez"
İbn-i Mes'ûd (r), Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dediğini rivayet etti: "Haksız olarak öldürülen hiç kimse yoktur ki Âdem'in ilk oğluna ondan bir nasip yazılmış olmasın. Çünkü öldürme olayını ilk o başlatmıştı..."
Ardından Efendimiz(asv.) yahudi ve hırıstıyanlarla stratejimizi belirleyen bir ayet-i keimeyi bildirdi:
"Ey ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda ortak olan bir kelimeye gelin: Bu ifade o ortak kelimenin hem Hz. İsa'ya, hem Hz. Musa'ya hem de Hz. Muhammed'e (asv.) ortak olarak vahyedildiğine işaret eder. Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya vahyedilen o ortak kelimenin ne olduğunu ve orijinal ibaresini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e indirilen vahiy açıklıyor:
i-   Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım
ii-   O'na hiç bir şeyi denk tutmayalım
iii-   Allah'ı bırakıp bir birimiz rabb'ler edinmeyelim
Böylece "Ey hırıstiyanlr! Eğer siz Hz. İsa'yı gerçekten seviyor iseniz ona vahyedilen bu kelimeye tâbi olun! Ey yahudiler! Hz. Musa'nın bağlıları olduğunuzu iddia ediyorsanız ona vahyedilen bu kelimeye gelin" mesajı veriliyor..
-  Ama maalesef ehl-i kitap buzağıya taptılar...
-  Hz. İsa'yı ve Uzeyr'i Allah'a denk tuttular
-  Ahbar ve ruhbanlarını rabb edindiler
Adiyy bin Hâtim boynunda bir haç olduğu halde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna çıktığında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem "Onlar (ehl-i kitap) Ahbar'larını (yahudi din alimleri) ve ruhaban'larını (hırıstıyan din alimleri) Allah'ı bırakıp rabb'ler edindiler. Meryem oğlu İsa'yı da... Halbuki onlar (tevrat ve incilde) tek bir ilahtan başkasına kulluk yapmamamakla emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. O , onların ortak koşup denk tuttukları şeylerden münezzehtir ( Yücedir)" ayet-i kerimesini okudu. Adiyy bin Hâtim: "Biz ruhbanlarımıza ibadet etmiyorduk" diyerek itiraz etti. Bunun üzrine Efendimiz (asv.) meseleyi izah etti:
-  O ruhbanlar, Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal yapmadılar mı?
-  Evet
-  Siz de onlara itaat etmediniz mi?
-  Evet
-  İşte bu onları rabb edinmenizdir.
O halde Allah'ın kanunlarını bırakıp kendi kafalarına göre kanun koyanlar (haramı helal, helali haram yapanlar), kendilerini ilah yerine koyanlardır. Onlara itaat edenler de o ilahları rab edinenlerdir. O halde ey ehl-i kitap! Musa aleyhisselâm'ın, İsa aleyhisselâm'ın ve Muhammed aleyhissalâtü vesselâm'ın dünya halklarına bildirdiği ortak meseja gelin:
i- Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım
ii- O'na hiç bir şeyi denk tutmayalım
iii- Allah'ı bırakıp birbirimizi rabb edinmeyelim.
"Eğer onlar (yahudi ve hırıstıyanlar) yüz çevirir iseler ( bu esasları kabul etmeyip Vahy'e tâbi olmazlar iseler) onlara deyin ki "Şâhit olun. Biz (kendimizi Allah'a teslim eden) müslümanlarız": Biz yerin ve göğün Yaratıcısına teslim olduk. O'na itaat ettik. O'nun gönderdiği vahyi (emir ve yasakları) kabul ettik. O'nun gönderdiği son peygambere, son kitaba, tarihte gönderilen bütün peygamberlere, bütün kitaplara iman ettik, tasdik ettik, kabul ettik. Artık sizin yolunuz size, bizim yolumuz bizedir.Yeniden Diriliş Günü, Yerin ve Göğün Yaratıcısı bizimle sizin aranızdaki hükmünü verecektir.
Şeyhü'l-İslam (Fî'l-Hadîs) Ibn'ü Hacer el-Askalânî "Fethu'l- Bârî Bi Şerhi Sahîhi'l-Buhârî" adlı muhteşem eserinde der ki: "Bu mektubun kısa cümleleri dört ince latife ile doludur (Emir, Teşvik, Uyarı ve Tehdit):
i-   Müslüman ol (Emir)
ii-   Ki (selâmete erip) kurtulasın ve Allah mükafatını iki kat versin (Teşvik ve sevdirme)
iii-   Eğer yüz çevirirsen (Uyarı)
iiii-   Halkının günahını yüklenirsin (Tehdit)
Ebû Süyfan diyor ki: Bizans imparatoru Heraklius sorularını sorup mektubu
okumayı bitirir bitirmez salonda bir gürültü koptu. Sesler yükselmeye başladı. Bizidışarı çıkardılar. Arkadaşlarımla baş başa kalınca onlara dedim ki:
-  Andolsun ki Ebû Kebşe'nin oğlunun durumu muazzam bir durumdur. Zira, Asfar (sarı) oğullarının kralı ondan korkuyor. O'nun bir gün  galip geleceğini biliyordum. Tâ ki Allah beni İslama dahil edinceye kadar..." Ebu Süfyan "Ebû Kebşe'nin oğlu" ibaresiyle Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'i kastediyor. Zira büyük işlerde kapalı ibareler kullanmak Arapların âdeti idi. Ebû Kebşe Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in dedelerinden birisinin adıdır. Ebu'l-Hasen el- Cürcânî dedi ki: "Ebu kebşe, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'ın anne tarafından dedesi Vehb'in anne tarafından dedesinin ismidir. Ancak bu görüş tartışmalıdır. Çünkü Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in anne tarafından dedesi Vehb'in annesinin ismi Âtıkab bint el-Evkas bin Mürre bin Hilal'dir. Nesep ilmi ehlinden hiçç kimse el-Evkas'ın "Ebû Kebşe" diye isimlendiğini söylememiştir. Bir başka görüşe göre "Ebû Kebşe" Abdulmuttalib'in anne tarafından dedesinin ismidir. Bu da tartışmalıdır. Çünkü Abdulmuttalib'in annesinin ismi Selmâ bint Amr bin Zeyd el-Hazrecî'dir. Yine Nesep ilmi ehlinden hiç kimse Amr bin Zeyd'in "Ebu Kebşe" diye künyelendeğini söylememiştir. Ancak Ibn-ü Habib "el-Müctebâ" adlı eserinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in hem anne tarafından  hem de baba tarafından dedelerinden bir gubun "Ebu Kebşe" diye künyelendiğini ziikretmiştir.
Ebu'l-Feth el-Ezdî ve İbnü Mâkûla "Ebu Kebşe" isminin Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in süt babası el-Hâris bin Abd'il-Uzza'nın ismi olduğunu söylemiştir. Yunus bin Bukeyr, meşhur siyer âlimi ibnü İshak'ın oğlundan, o da babasından, o da kavminden bir grup insandan rivayet ettiğine göre Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in süt babası Haris müslüman oldu. Onun "Kebşe" isimli bir kızı vardı. Böylece o "Ebu Kebşe" diye künyelendi. Ibn-ü Kuteybe, Hattâbi ve Dârakutnî, "Ebu Kebşe, Kureyş putlara taptığı için kureyşlilere
devamlı muhalefet eden "Vecz bin Âmir bin Gâlip" isimli bir adamdır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de kureyş'e muhalefet ettiği için muhalefetin bir işareti olarak onu bu adam nispet ettiler" dedi.
Ebu Süfyan "Asfar oğullarının kralı" ifadesiyle rumları kastediyor. Çünkü İbnü-l İnbârî'nin haber verdiğine göre Rumların dedesi Rum bin Ays habeş kralının kızıyla evlendi. Böylece oğlu siyah ve beyaz arasında bir renkle dünyaya geldi. Bu nedenle ona "Sarı" lakabını verdiler. Ebû Süfyan'ın son cümleleri de ilginçtir: "O'nun (Hz. Peygamberi kastediyor) bir gün gâlip geleceğini kesin olarak biliyordum. Tâ ki Allah beni İslama dahil edinceye kadar...". Zaten Ebû Süfyan, bu hâdiseden sonra daha fazla dayanamadı ve Mekke'nin Fethedildiği sırada Cihanın Efendisine gelip teslim oldu.
Halife Ömer İbnü Abdi'l-Azîz'in isteğiyle hadisleri ilk defa tedvin eden meşhur âlim İbnü Şihâb ez-Zührî diyor ki: "İyliya şehrinin vâlisi ve İmparator Heraklius'un sâdık bağlılarından İbnü En-Nâtûr Şam diyarı hırıstiyanlarının reisi idi. Aynı zamanda onların gizili sırlarına vâkıf olacak kıadar geniş malumat sahibiydi. O şu kıssayı anlatırdı:
"İmparator Heraklius İyliya şehrine geldiği zaman bir sabah çirkin bir sûrette, endişeli ve asık suratlı olarak kalktı. Betârik'lerden  bazıları ona:
-  Durumunu kötü gördük?, dediler. (İbnü Nâtûr diyor ki) Heraklius kâhin idi. Yıldız ilimleriyle uğraşırdı. Danışmanlarına şu cevabı verdi.
-  Bu gece yıldızlara bakarken sünnetlilerin kralının gâlip geldiğini gördüm. Çağımızın halklarından sünnet olanlar kimdir?
Danışmanlar:
-  Yahudilerden başkası sünnet olmazlar. Onların durumu da seni endişelendirmesin. İmparatorluğunun vilayetlerine emir gönder, içlerinde bulunan bütün yahudileri öldürsünler! Onlar bu konuyu görüşürken bir de Heraklius'a Gassan kralının gönderdiği ve Rasulullah (sav.)'ın durumundan haber veren bir adam getirildi. Heraklius bu haberi alınca:
-  Gidin bakın. O adam sünnetli mi değil mi?, diye emretti
Gittiler baktılar ve Heraklius'a sünnetli olduğunu söylediler. Heraklius onu huzuruna çağırdı ve Arapların sünnet olup olmadığını sordu. Onun da "Sünnet olurlar" cevabıını vermesi üzerine
-  İşte bu gâlip gelen bu ümmetin saltanatıdır, dedi., Sonra Heraklius "Rûmiyye" şehrindeki bir vâlisine mektub gönderdi. O vâlinin de Heraklius'a denk bir ilmi vardı.
Sonra Heraklius Hıms'a hareket etti. Daha Hıms şehrine varmadan mektubun cevabı geldi. Heraklius'un " Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in zuhur edeceği ve O'nun peygamber olduğu" hakkındaki görüşlerini destekliyorrdu. Bunun üzerine Heraklius, Rum'un liderlerini Hıms'taki şatosuna davet etti. Sonra gizlice şatonun kapılarının kilitlenmeseni emretti. Sonra da ayağa kalktı ve davetlilere seslendi:
-  Ey Rum halkı! Eğer saltanatınızın devam etmesini, Rüşt'e erip kurtulmayı istiyorsanız, bu peygambere tabi olun!..., dedi.
Bunu duyan kalabalık, vahşi eşeklerin bağırması gibi bağırarak kapılara doğru hücum ettiler. Bir de baktılar ki kapılar kilitli. İmparator Heraklius, onların bu nefretini görüp iman etmelerinden (veya kendi imanından) ümidini kesince muhafızlarına:
-  Onları bana döndürün, dedi ve "Ben, biraz önceki sözlerimi sizin dininize bağlılığınızı imtihan etmek için söyledim. Dininizdeki sebat ve kararlılığınızı da gördüm" dedi. Bunun üzerine hepsi Heraklius'a secde ettiler ve ondan râzı oldular.
HERAKLİUS'UN SON DURUMU
İbnü Hacer el-Askalânî "Fethu'l-Bârî"de şöyle der: "Dihye, imparatorun huzuruna çıkıp mesajı iletince Heraklius, şura üyesi danışmanlarından bir hırıstiyan din âlimine meseleyi arz etti. O âlim:
-  İşte bu, (yıllardır) beklediğimiz ve Efendimiz İsa'nın bize müjdelediği zât'tır. Ben onu tasdik ediyorum ve O'na tabi oluyorum, dedi. Kayzer
ise:
-  Eğer ben bunu yaparsam saltanatım gider, dedi.
Dihye diyor ki:
-  (Koridorda) bu hırıstıyan din âlimi beni yakalayıp şöyle dedi: "Bu mektubu al ve Efendine git. Ona selam söyle. Ona de ki "Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın elçisidir. Ben ona iman ettim ve tasdik ettim. Onlar ise beni reddettiler". Sonra bu âlim içeri girdi ve onu öldürdüler.
İbn-i İshak'ın rivayeti şöyledir: Heraklius, Dihye'yi Dagâtır er-Rûmi'ye gönderdi ve "O Rumun içerisinde benden daha fazla söze sahiptir" dedi. Dagâtır, müslüman olduğunu ilan etti. Üzerindeki elbiselerini çıkardı. Beyaz elbiselerini giydi ve rumların huzuruna çıktı. Onları İslama çağırdı ve kelime-i şehadet getirdi. Rumlar ayağa kalkıp onun üzerine çullandılar. Öldürünceya kadar vurup dövdüler... Dihye Heraklius'un yanına döndüğünde Heraklius şöyle dedi:
-  Sana hayâtî tehlike içinde olduğumuzu söylemiştim. Dagâtır, onların nezdinde benden daha büyük bir mekana sahip idi.
İbnü Hacer der ki: "Burada öldürülen Dagâtır'ın yukarıda Heraklius'un Rûmiyye şehrinde kendisine mektup yazdığı vali olma ihtimali vardır"
Heraklius hakkında kaynak kitaparda geçen başka haberler de vardır. Mute ve Tebük savaşlarında Müslümanlara karşı ordu hazırlaması, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selem ile birlikte ikinci defa haberleşmesi, Rasulullah'a altın göndermesi ve Rasulullah'ın o altınları ashabına dağıtması gibi...
İbn-i İshak, Halid bin Beşşar yoluyla Şam'ın çok yaşlı (eski sakinlerinden) bir adamdan şu olayı rivayet eder: İmparator Heraklius Şam'dan Kotantiniyye'ye hareket ederken Rumlara "Ya Müslüman olmayı, ya cizye vermeyi, ya da "Derb" bölgesinin yukarısındaki topraklar kendilerinde kalmak şartıyla Rasulullah ile sulh anlaşması imzalamyı teklif etti. Ancak rumlar bunların hepsini reddettiler. Bunun üzerine İmparator Kostantiniyye'ye doğru hareket etti. "Derb" bölgesine gelince Şam tarafına doğru döndü ve "Elveda sana ey Suriye toprakları" diyerek selam verdi. Sonra atını kamçılayıp
Kostantiniyye'ye hareket etti. Hz. Ebu Bekir ve Ömer dönemlerinde Müslümanlarla savaşan'ın Heraklius mu yoksa onun oğlumu olduğunda tarihçiler ihtilaf etmişlerdir. Ancak İbnü Hacer: "O olduğu ağır basıyor. Allah daha iyi bilir" der.
Taberânî, Abdullah bin Şeddad'ın Dihye'den rivayet ettiği zayıf bir senette Kayser'in Dihye'ye şöyle dediğini nakleder: "O'nun öyle olduğunu biliyorum. Ancak ben yapamam. Eğer öyle yapsam otoritem gider ve Rum beni oldürür".
İbni İshak "Mürsel"inde bazı ehli ilimden naklettiğine göre Herklius'un şöyle dediği riaveyet edilir:
-  Allah'a yemin derim ki, ben biliyorum, O gönderilen bir peygamberdir. Ancak Rumun beni öldürmesinden korkuyorum. Eğer öyle olmayacağını (beni öldürmeyeceklerini) bilsem, hemen ona tabi olurdum. Bütün bu rivayetler, Heraklius'un iman edip etmediği meselesinin müphem olduğunu gösteriyor. Saltanatını imana tercih ettiğini ve delâlet üzere kaldığını gösteren delillerden bir tanesi de bu hadiseden iki sene sonra hicretin sekizinci yılında onun Mute gazvesinde müslümanlarla harp etmesidir.
İbni Hibban sahih'inde Enes (r)'tan rivayetle şöyle der: " Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Tebük'ten yine Heraklius'u imana davet eden bir mektup gönderdi. Davete icabet etmeye yaklaştı ancak icabet etmedi".
Bu haberin zâhiri, onun küfür üzerine devam ettiği gösteriyor. Ancak onun imanını gizleme ihtimali de vardır. Bütün bu masiyetleri saltanatını korumak amacıyla ve kavminin kendisini öldürmesinden korktuğu için yapmış olabilir. Ancak Ahmet bin Hanbel'in Müsned'inde onun Tebük'ten Rasulullah'a müslüman olduğunu bildiren bir mektup yazdığını ancak Rasulullah'ın "Yalan söyledi. Bilakis hırıstiyanlığı üzerine kaldı" dediği rivayeti vardır. Ebu Ubeyd'in "Kitabu'l-Emvâl"de Bekr bin Abdullah el-Müzeni'den gelen sahih bir senette aynı haber vardır. O rivayetin lafzı ise şöyledir: "Allah'ın düşmanı yalan söyledi. Müslüman değildir" Bütün bu haberlere rağmen "El-İstîâb"ın yazarı, Bizans imparatoru Heraklius'un iman ettiğini, ancak imanı üzerine devam etmediğini, bilakis saltanatını kaybetme korkusuna kapıldığını ve fâni saltanatı bâki saltanata tercih ettiğini söyler. Halbuki Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in "Müslüman ol, kurtul" mesajının hakikatini anlasaydı, öldürülme korkusu ve her türlü tehlikelerden sâlim bir şekilde Rasulullah'a ulaşabilirdi.
Acaba Heraklius gerçekten öyle miydi? Bu sorunun cevabını bütün sırların açığa vurulduğu kıyamet gününde göreceğiz. Hiç şüphesiz ki Allah en iyi bilendir. Gizlinin- açığın, geçmişin-geleceğin, şuhûd ve gayb'ın bilgisi O'na aittir. O her şeye Kâdir, her şeyi bilen Melik-i Azîm'dir.