www.musluman.biz

14 Mart 2012 Çarşamba

Özenmede Farklılık

Bilmelisin ki, kâfirlere ve şeytanlara benzemekle eski araplara ve acemlere (genel olarak yabancılara) benzemek arasında gözden kaçırılmaması gereken önemli bir fark vardır ve bunun kısaca açıklanması gerekir.
Bu da şöyledir:
Kâfirlik ve şeytanlık niteliğinin özü Allah, Rasûlüllah ve mümin kullar tarafından doğrudan doğruya kınanmışken, araplık ve yabancılık vasfı özü itibarı ile Allah, Peygamber ve mümin kullar tarafından kayıtsız-şartsız olarak kınanmış değildir. Tersine meselâ bedevi araplar bu bakımdan “bahtsızlar” ve “kötüler” ile “müminler” ve “iyiler” diye iki kısma ayrılırlar.
Cenab-ı Allah (c.c.) bu kısımların birincisini oluşturan “bahtsızlar” ve “kötüler” hakkında şöyle buyuruyor:
“Bedevî araplar, küfür ve münafıklıkta daha yaman ve Allah'ın, Rasûlüllah'a indirdiği prensiplerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah her şeyi bilen, hikmet sahibidir.
Bedevî araplar arasında öyleleri var ki, verdiği sadakayı angarya sayarlar ve sizin başınıza belâlar gelmesini gözlerler. Gözledikleri o belâlar kendi başlarına gelesiceler! Allah işiten ve bilendir.” (Tevbe: 97-98)
Aynı konudaki diğer bir ayet de şöyledir:
“Bedeviler arasında savaştan geri kalanlar” Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu. Bizim affedilmemizi dile” diyecekler. Onlar kalblerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. Onlara de ki: Eğer Allah size zarar vermek istese veya sizin için bir fayda dilese sizin için Allah'ın dilediğine kim engel olabilir? Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla hebardardır.
Her halde siz sandınız ki, Rasûlüllah ve müminler bir daha ailelerine hiç dönmeyeceklerdir ve bu düşünce size hoş göründü. Kötü zanna kapıldınız ve (bu yüzden) helak olmaya lâyık bir topluluk oldunuz.” (Feth: 11-12)
Buna karşılık Cenab-ı Allah (c.c.) bedevi arapların “müminler” ve “iyiler” kesimi hakkında da şöyle buyuruyor:
“Bedevi arapların diğer bir kesimi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, verdikleri sadakaları Allah katında yakınlık ve Rasûlüllahın duasını kazanmaya vesile sayarlar. Gerçekten o verdikleri sadakalar kendilerine Allah katında yakınlık sağlayıcı bir vesiledir. Allah onları ilerde rahmetinin kapsamına alacaktır. Hiç şüphesiz, Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Tevbe: 99)
Biz biliyoruz ki, taşradan gelip Peygamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) bağlılık sunan bedevi sahabiler içinde şehirli ve kasabalı sahabilerden daha faziletli olanlar vardı. İşte Allah'ın kitabı olan Kur'an da bu bedevilerin bir kısmını yererken başka bir kesimini de övmektedir. Tıpkı şehirlilere ve kasabalılara yaptığı gibi.
Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'in bir yerinde şöyle buyuruyor:
“Gerek civarınızdaki bedevi araplar ve gerekse Medine'liler arasında katı münafıklar vardır. Sen onları bilmezsin, ama biz biliriz. Allah onlara iki kat azab verecektir. Sonra da büyük azaba havale edileceklerdir.” (Tevbe: 101)
Görüldüğü gibi, Cenab-ı Allah (c.c.) hem bedevi araplar arasında ve hem de kasaba ve şehirliler arasında münafıklar olduğunu belirtiyor. Bu ayetin yer aldığı Tevbe suresinin tümü bir yandan, şehirli-bedevî ayırımı yapmaksızın, bütün münafıkları yererken öbür yandan Muhacirlerle Ensar'dan olan öncü müminleri, bu ilk gurubu iyi bir şekilde izleyenleri ve vermiş oldukları sadakaları Allah'a yakınlık ve Peygamberin duasını kazanma vesilesi edinen bedevileri över niteliktedir.
Arapların dışında kalan fars, rum, türk, berberi, habeşî ve diğer milletlerin tümünü içeren acem terimi de böyledir. Yani acemler de tıpkı araplar gibi mümin-kâfîr ve iyi-kötü kısımlarına ayrılırlar.
Cenab-ı Allah (c.c.) bu konuda şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar, biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve biribirinizi tanıyabilesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz, günahlardan en çok sakınanınızdır. Hiç şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır.” (Hucurat:13)
Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) aynı konuda şöyle buyuruyor:
“Allah cahiliye döneminin atalarla övünme ve böbürlenme duygusunu sizin içinizden sildi. Sizler ister takva sahibi birer mümin ve isterse asi birer günahkâr olunuz, Adem'in torunlarısınız, Adem de topraktandır.”
Yine Peygamberimiz, Ebû Nadre'nin rivayet ettiğine göre ömrünün son Kurban Bayramında Minada deve sırtından yaptığı konuşmanın (Veda Hutbesi) bir yerinde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Rabbiniz tektir. Yine haberiniz olsun ki, atanız birdir. Haberiniz olsun ki, ne arab olanınızın, arap olmayanınıza karşı ve ne de kara derili olanınızın, kızıl derili olanınıza karşı takva dışında hiç bir üstünlüğü yoktur. Hey tebliğ ettim mi. Dinleyenler -evet- diye karşılık verdiler. Peygamberimiz -O halde burada olanlarınız söylediklerimi burada bulunmayanlara ulaştırsınlar” diye buyurdu.
(Ahmed hadisi buna yakın bir senetle kaydediyor: El-Müsned, c. 5, s. 411. El-Heysemi bu hadisi Feth.El, Rabbâni adlı eserinde zikrettikten sonra şöyle ekliyor “Ahmed'in naklettiği bu hadisin ravileri güvenilirdir.” Bkz. El-Feth El-Rabbanî, c. 12, s. 227.)
 ( Ebû Nadre; El-Münzir b. Malik b. Kıt'a El-Abdi El-Avfi, El-Basrî, Ebu Nadray Nesai İbn Main Ebu Zera ve İbn Sa'ad tevsik ediyor, (doğruluğunu onaylıyorlar). Bkz. Hülasa El-Tehzib, s. 287, açıklamasıyla birlikte.)
Ayni hadis Ebu Nadre aracılığı ile Cabir'den de rivayet edildi. Öteyandan Buharî ile Müslim'in, Amr b. As'a dayandırarak bildirdiklerine göre Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) başka bir hadisinde de bu konuda şunları söylemiştir:
“Falanca oğulları, benim velilerim (yakınlarım, koruyucularım, dostlarım) değildirler. Benim velim sadece Allah ve salih amelli müminlerdir.” (Buhari, Feth El-Barî, c. 10, s. 419; Kitap Edep, H. No: 5990. Müslim c. 1, s. 197, H. No: 215; Kitap İman, bab: Müminlerin dostları.)
Görüldüğü gibi bu son hadiste Peygamber Efendimiz soyca yakınları olan bir kabile kolunun sırf soy ilişkisi yüzünden velisi olamayacaklarını, O'nun velisinin önce Allah ve sonra da -hangi kabile ve milletten olursa olsun- salih amelli müminler olduğunu bildiriyor. Gerek Kur'anda ve gerekse sünnette verdiğimiz bu örneklerin çok sayıda benzerleri vardır. Buna göre göz önünde bulundurulacak sıfatlar, Allah tarafından övülen ve yerilen, yani mümin-kâfir, iyi-kötü ve bilgili-cahil gibi sıfatlardır. Ayrıca Kur'an'da ve sünnette bazı acemleri (yabancıları) öven ifadeler vardır.
Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“O'dur ki, ümmilere kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arıtan, kendilerine Kitab ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. Ve henüz bu ümmilere katılmamış olan diğer bütün insanlara da (O Peygamberi göndermiştir. Peygamber, yalnız ummî araplara değil, Kıyamete kadar gelecek bütün insanlara gönderildi) O Aziz ve hakimdir.” (Cuma: 2-3)
Bu ayetle ilgili olarak Buharî ve Müslim, Ebu Hureyre'ye dayanarak Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) şu hadisini kaydetmişlerdir. Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- diyor ki:
“Bir defasında Peygamberimizin yanında oturuyorduk. O sırada Cuma suresinde yer alan .... Ve henüz bu ümmilere katılmamış olan diğer bütün insanlara da O Peygamberi gönderdi. O Aziz ve hakimdir- ayeti nazil oldu. Bunun üzerine oradakilerden biri Peygamberimize -Ya Rasûlüllah, bu ayet kimleri kasdediyor?- diye sordu. Peygamber O arkadaşımıza dönüp hiç bir şey demeden o ayni soruyu üç defa tekrarladı. Sonunda Rasûlüllah elini yanında bulunan Selman-ı Farisî'nin omuzuna koyarak:
“Eğer iman Süreyya (Ülker) yıldızına asılı olsa, bunlardan bazı kimseler ona yine ulaşırlardı” buyurdu. (Buhari, Feth El-Barî, c. 8, s. 641, H. No: 4897,4898, Kitap Cuma Sûresinin açıklaması, Bab: Ve Aherine Minhum ayeti. Müslim, c. 4, s. 1972-1973, Kitap Sahabinin fazileti; Bab: İranlıların faziletleri, . H. No: 2546.)
Yine Müslim'in, Ebu Hureyre'ye dayanarak bildirdiğine göre, Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:
“Eğer bu din Süreyya (Ülker) gezegeninde bile olsa, İran asıllı bir kişi onu oradan alıp benimser.” (S. Müslim, c. 4, s. 1972, H. No: 2546, Kitap Sahabenin fazileti, Bab: İranlıların fazileti.)
Diğer bir rivayete göre bu hadis:
Eğer ilim, Süreyya (Ülker) gezegeninde bile olsa, İran asıllı bazı kimseler onu oradan indirip kendilerine mal ederler.” şeklindedir. (Ahmed, El-Müsned, c. 2, s. 296-297-420, 422-469 burada “Rical” sözcüğü yerine “nas” sözcüğü var. Hadislerin hepsinin senedleri sağlamdır.)
Öte yandan Tirmizî'nin yine Ebu Hureyre'ye dayanarak bildirdiğine göre Peygamberimiz, Kur'an-ı Kerim'in bir yerindeki:
“Eğer yüz çevirecek olursanız, Allah sizin yerinize sizin gibi olmayan başka bir kavim geçirir.” ayeti ile ilgili olarak “Bu kavim, fars asıllılardan olacak.” buyurmuştur. (Yazarın işaret ettiği hadis Sünen El-Tirmizî, Kitap Kur'an'ın açıklaması; Bab Muhammed suresi: H. No: 3260, 3261'de daha uzun şekliyle yer almaktadır. Dileyen oraya baş vursun.)
Bunlar dışında fars asılların üstünlüğünü belirten daha bir çok belgeler vardır.
Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler