www.musluman.biz

13 Mart 2012 Salı

Nebi ve Rasullerin dışındaki din ve ilim adamlarına gelince


Bunları, nebi ve Rasûllerin ümmeti arasında, Rasûllerin getirdiği emirleri ümmete tebliğ edip (açıklayıp) talim ettiren, onlara edeb ve terbiyeyi öğreten ve ümmet tarafından (iktida edilen) dinlenen birer vasıta olarak kabul (ve ispat) eden kimseler bu inançlarında isabet kaydetmişlerdir, doğruyu görmüşlerdir.
Bu, din ve ilim adamları, bir mesele üzerinde icma ve ittifak ettikleri zaman, böyle bir ittifak kâfi (yeterli) bir hüccet ve şüphe edilmeyecek delil hükmüne girer. (delil niteliği kazanır.)
Çünkü Allah (c.c)'ın dininin gerçek alimleri (hata) dalâlet üzere ittifak etmezler.
Şayet ilim ve din adamları bir mesele üzerinde ittifak etmişlerse (birleşmişlerse); Onu Allah (c.c)'ın kitabına ve Rasulü'nün (s.a.v) hadislerine havale etmiş, bu iki mutlak kaynağa dayanarak, (bunların hükümleriyle fasletmiş ve) halletmişlerdir.
Çünkü, gerçek din ve ilim adamlarından hiçbiri, şahsen, ferdi bakımdan, mutlak surette masum değildirler. Zaten insanlar, hemen hepsinin, sözlerinin (ve hükümlerinin) bir kısmını kabul ve bir kısmını reddedebilirler.
Fakat Allah Rasûlü'nün (s.a.v) hiçbir sözü ve hükmü asla reddedilemez.
Onun için de din ve ilim adamları, ihtilafa düştüğü bir meseleyi Allah (c.c)'ın ve Rasulü'nün (s.a.v) hükmüne müracaat ederek çözümlerler.
Din ve ilim adamları hakkında Allah'ın Rasulü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Alimler nebi ve Resûllerin mirasçılarıdır. Muhakkak ki Nebi ve Rasuller insanlara altını ve dirhemi (parayı) miras olarak bırakmazlar. Onların mirası sadece ilimdir. Kim onların bıraktığı ilmi elde ederse, çok büyük bir nasib elde etmiş demektir" (Buhari, İlim: 10; Ebu Davud; İlm: 1; İbn Mace, Mukaddime: 17)