www.musluman.biz

12 Mart 2012 Pazartesi

Günahlar Kalbi Körleştirir

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler


Günahların bir cezası da kalbi körleştirmesidir. Köreltmese bile mutlaka basiretini zayıflatır. Daha önce zayıflatmasını açıklamıştık...
Kalp kirlenince ve zayıflayınca doğru yolu bulmaktan, onu kendinde ve başkalarında uygulamaktan -basiretinin zayıflığı ve kuvveti oranında- aciz kalır.
İnsani mükemmelliğin esası şu iki şeydir:
1 - Hakkı batıldan ayırt etmek ve
2 - Hakkı batıla tercih etmek.
Kullarını dünya ve ahirette Allah nezdindeki değerleri, bu iki husustaki durumlarına göredir. Yüce Allah'ın şu âyette peygamberlerini övdüğü iki vasfı da budur:
"kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Yâkub'u da an" (Sâd, 45)
İlk kelime "eydî" hakkı uygulama gücüdür. "Ebsâr" ise dindeki basirettir.
Böylece Yüce Allah onları hakkı mükemmel anlamak ve onu mükemmel biçimde uygulamakla nitelendirmiştir. İnsanlar bu makamda dört kısma ayrılırlar. Bu zikrettiğimiz birinci kısımdır ve bunlar Allah katında insanların en şerefli ve değerlileridirler.
İkinci kısım: Bunlar bir öncekinin tam tersidirler. Bunların ne dinde basiretleri ne de hakkı uygulama güç ve iradeleri vardır. İnsanların çoğu da bu kısımdandırlar.
Bunları görmek gözleri çöp batmış gibi yapar, ruhları incitir, kalpleri hastalandırır!
Diyarları daraltır, fiyatları yükseltirler. Bunlarla arkadaşlık insana ar ve utançlıktan başka bir şey kazandırmaz.
Üçüncü kısım: Bunlar hakkı görme basireti bulunan ve onu tanıyan, ancak onu uygulamada ve ona çağrıda zayıf ve güçsüz kalan kimselerdir. Bu zayıf mü'minin halidir ve güçlü mümin daha hayırlı ve Allah nezdinde daha sevimlidir.
Dördüncü Kısım: Bunların güç, gayret ve azimleri vardır, fakat dinde basiretleri zayıftırlar. Bunlar Rahmanın dostlarıyla şeytanın dostlarını neredeyse birbirinden ayırt edemezler. Aksine bunlar her siyahı hurma, her beyazı iç yağı sanarlar. Şişi içyağı, faydalı ilacı zehir sanarlar.
Bunlar arasında din hususunda önderliğe ehil sade ve birinci kısımdır.
Yüce Allah:
"Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten önderler yetiştirmiştik." (Secde, 24) buyurur.
Yüce Allah onların dinde önderlik makamına sabır ve yakinle ulaştıklarını haber vermiştir. Yüce Allah'ın ziyana uğrayanlardan istisna ettiği ve ikindi vaktine -ki o kazananların da kaybedenlerin de çaba içerisinde olduğu bir vakittir- yeminle onların dışındakilerin zarara uğrayanlar olduklarını haber verdiği kimseler de bunlardır.
Yüce Allah öyle buyurur:
"Asr'a andolsun ki hakikaten insan ziyan içindedir. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka." (Asr, 1-3)
Onların hakkı bilip üzerinde sabır-sebat etmeleri yeterli görülmemiş, birbirlerine tavsiye, teşvik ve irşat etmedikçe ziyandan kurtulamayacakları belirtilmiştir.
Bunların dışındakiler ziyana uğrayanlar olduklarına göre; bilindiği gibi günahlar ve masiyetler kalbi kör eder, basiretini giderir böylece kalp hakkı gereği / olduğu gibi göremez. Gücünü ve azmini zayıflatır, böylece hak üzere sebat edemez. Bu onun yaşantısına tekrar yansır ve onu Allah'a, ahiret yurduna doğru yolculuğundan alıp dünya hayatına razı ve onunla mutlu Allah'tan ve âyetlerinden gaflette olan, Allah'la buluşmaya hazırlığı bırakan kötü nefislerin yurduna doğru yolculuğa yönlendirir. Günahların tek cezası bu olsaydı, kişiyi onlardan uzaklaştırmaya ve terkettirmeye yeterdi.
Yardım Allah'tandır.

Tâat kalbi nurlandırır, kuvvetlendirir, sabitleştirir ve sonunda silinmiş temizlenmiş ayna gibi saf ve berrak hale gelir, nurla dolar. Şeytan yaklaştığında nuru ona, göklere haber salmaya giden şeytanlara keskin ateşlerin çarpması gibi çarpar. Dolayısıyla şeytan bu kalpten kurdun arslandan korkmasından daha çok korkar. Hatta bu kalbin sahibi şeytana çarpar ve onu çarpılmış halde yere serer. Etrafına cinler toplanırlar ve birbirlerine "ne olmuş?" diye sorarlar. "Ona bir insan çarptı ona bir insan nazar etti" derler.
İşte! Hür ve nurlu bir kalbin bakışı Neredeyse nurundan şeytanı yakacak.
Bu kalp ile her tarafı karanlık, çeşit çeşit şehvet ve hevâsı bulunan, şeytanın vatan edindiği bir kalp aynı olur mu?
Her sabah sevinçle yeni hayata başlarken der ki şeytan:
Dünya ve ahiretinde iflah olmayan arkadaşa can kurban Dünyada, sonrasında haşirde arkadaşınım. Sen her mekânda benimle berabersin Bedbahtlık diyarında mesken tutulmuşsan eğer. Ben ve sen, birlikte zillet içindeyiz.
Yüce Allah şöyle buyurur:
"Kim Rahman'ın zikrini görmezlikten gelirse ona bir şeytan sardırırız; artık o onun arkadaşı olur. O (şeyta)nlar bunları yoldan çıkardıkları halde bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar. Nihayet (zikrimize karşı körlük edip yoldan çıkan o adam) bize geldiği zaman (kötü arkadaşına) der ki: "Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) arası kadar uzaklık olsaydı (seni hiç görmeseydim), meğer. ne kötü arkadaş (mışsın sen.)" (Böyle söylemeniz) bugün size bir fayda sağlamaz; çünkü zulmettiniz. Siz, azab (çekme) de ortaksınız" (Zuhruf, 36-39)
Yüce Allah zikri, yani peygamberine indirdiği Kur'an'ı her kim görmezlikten gelir, ondan yüz çevirirse basireti, anlayışı,
Allah'ın kastettiğini anlama ve tefekkür etmesi körleşirse, Kur'an'dan yüz çevirmesinin bir cezası olarak Allah'ın ona bir şeytan göndereceğini; şeytanın artık onun oturmasında, kalkmasında, yürümesinde hiç yanından ayrılmayan bir arkadaşı, dostu ve ahbabı -ki o ne kötü dost, ne kötü ahbabtır- olacağını haber vermektedir.
Bir annenin memesini paylaşıp birlikte emdiler. Karanlığın siyahlığını bölüşüp "hiç ayrılmayalım" dediler.
Yüce Allah sonra şunu haber verdi:
Şeytan arkadaşını ve dostunu Allah'a ve cennetine ulaştıran yoldan çevirir. O doğru yoldan engellenmiş kişi ise kendisinin doğru bir yol üzere olduğunu sanır. Nihayet kıyamet günü geldiğinde biri diğerine:
"Keşke seninle aramda iki doğu arası uzaklık kadar mesafe olsaydı. Bana dünyada ne kötü arkadaşlık yapmışsın. Bana hidayet geldikten sonra beni aldattın ve hak yoldan engelledin. Bugün de benim için ne kötü bir arkadaşsın." der.
Başı belâlı kişiye başka birisi aynı belâda ortak olduğunda, bu, kişide bir teselli ve azabını hafifletici etki yapar. Ancak Yüce Allah cehennem azabında ortak olanlar hakkında böyle olmayacağını, azap gören kişinin, arkadaşının gördüğü azaptan az da olsa bir rahatlık ve sevinç hissetmeyeceğini haber vermektir. Halbuki dünyadaki musibetler genel olduğunda bu kişiye teselli verir.
Nitekim kadın şair Hansa, kardeşi Sahr hakkında şöyle der:
Etrafımda, kardeşlerine ağlayanların çokluğu olmasaydı,
Kendimi öldürür, katlederdim
Onlar kardeşime ağlamıyorlar ama,
Onlara bakarak kendime teselli veriyorum

İşte Yüce Allah cehennemlikleri bu kadar rahatlamadan da mahrum etmiş ve şöyle buyurmuştur:
"(Böyle söylemeniz) bugün size bir fayda sağlamaz; çünkü zulmettiniz. Siz, azab (çekme) de ortaksınız." (Zuhruf, 39)
Günahlar insanın düşmanına gönderdiği bir yardım, düşmanını kendiyle savaşında onunla güçlendirdiği bir ordudur...
Çünkü Yüce Allah insana bir düşman musallat etmiştir. Bu düşman ondan bir an olsun ayrılmaz, uyumaz, bir an ondan gaflette olmaz. O ve adamları onu görürler, insan ise onları görmez. Onunla her koşulda savaş hususunda büyük çaba sarfeder. Ona ulaştırabileceği her türlü tuzak ve hileye teşebbüs eder. Ona karşı hem kendi cinsinden, yani cinni şeytanlardan ve başkalarından, hem de insi şeytanlardan yardım alır, onları kullanır. Bu düşman insanın olduğu bölgeye ağlar dikmiş, her türlü belâyı oraya getirmiş, etrafını duvarlarla çevirmiş ona tuzak ve kapanlar kurmuştur. Adamlarına da şöyle demiştir:
"Sizin ve atanızın düşmanı bu adamı gözünüzden hiç kaçırmayın. Sizin nasibiniz cehennem iken onun nasibi cennet olmasın, sizin payınız lanet, iken onun payı rahmet olmasın. Onun sebebiyle ve ondan dolayı benim ve sizin başınıza gelen Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmamızı ve rezil-rüsvaylığımızı biliyorsunuz. Öyleyse onların da aynı belâda bize ortak olmaları için gayretinizi ortaya koyunuz. Nitekim onların salihlerini bunda bize ortak edemedik ve onlar cenneti hak ettiler."
Yüce Allah da düşmanlarımız hakkında bunların tümünü haber vermiş ve ona karşı tedbirimizi almamızı, hazırlığımızı yapmamız emretmiştir.
Yüce Allah, Âdem ve oğullarının başına bu düşmanın müptela olduğunu, onu onlara musallat ettiğini bildiğinden, insana hissesine düşen asker ve ordu yardımı yapmış, düşmanına da payına düşen asker ve ordu yardımında bulunmuştur. Bu yurtta, bu ömür süresinde -ki o ahirete oranla bir nefes gibidir-bir cihad pazarı kurmuştur. Mü'minlerden cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın almıştır; Allah yolunda savaşır, ölür ve öldürülürler. Yüce Allah, bunun, en şerefli kitaplarında Tevrat, İncil ve Kur'an'da bildirilmiş kesin bir vaad olduğunu haber vermiştir. Ayrıca vaadine kendisinden daha sadık kimsenin olmadığını belirtmiştir. Sonra onlara bu anlaşmaya sevinmelerini emretmiştir.
Onun değerini öğrenmek isteyen müşterinin kim olduğuna, bu mal karşılığında ortaya konan paranın miktarına, bu akdin kimin elinde gerçekleştiğine bir baksın. Bundan daha büyük bir kazanç, daha kârlı bir ticaret var mıdır?
Yüce Allah sonra bunu vurgulayarak şöyle buyurmuştur:
"Ey inananlar, size, sizi acı azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi?
Allah'a ve elçisine inanırsınız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi budur (Böyle yapınız ki Allah) sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde güzel konutlara koysun. İşte büyük başarı budur. Seveceğiniz bir şey daha var; Allah'tan bir zafer ve yakın bir fetih... Mü'minleri müjdele" (Saf, 10-13)
Yüce Allah bu düşmanı yaratıkları arasında en çok sevdiği kulu olan mü'min kuluna musallat etmesi, sadece, cihadın O'nun en çok sevdiği şey, cihad ehlinin katındaki en yüksek dereceli ve O'na en yakın kişiler olmasından dolayıdır.
Yüce Allah bu savaş sancağını kullarını kurtarmak için kaldırtmıştır. Hedefi, kendisini tanıma, sevme tevekkül edip yönelme mekânı olan kalbi (şirkten, günahtan vs.) kurtarmaktır.
Yüce Allah bu savaşı insana yüklemiş onu yanlarından hiç ayrılmayan melek askerleriyle desteklemiştir:
"O (insa)nın önünde ve arkasında birbirlerini takip eden (melek)ler vardır, onu korurlar." (Ra'd, 11)
Yani: birisi giderse yerine başkası, o giderse bir başkası gelir. Böylece birbirlerini takip ederler. Onun ayaklarını sabitleştirir, hayrı emredip ona teşvik ederler. Ona Allah'ın ihsan ve nimetlerini hatırlatarak sebat ettirirler ve:
"Bu belli bir süre için sabırdır. Sonrasında ise ebedî bir istirahate çekileceksin" derler.
Yüce Allah insanı daha sonra vahyi ve kelamıyla destekledi; ona peygamberini gönderdi, kitabını indirdi.
Böylece gücüne güç, yardımına yardım, teçhizatına teçhizat kattı.
Bununla birlikte onu; veziri ve yönlendiricisi olarak akılla, nasihat edicisi ve irşad edicisi olarak Allah'ı tanımakla (marifet), sebat ettirici, destekleyici ve yardımcı olarak imanla, ona her şeyin hakikatinin perdesini açıcı olarak yakinle destekledi.
Öyle ki o Allah'ın, düşmanlarıyla cihad karşılığında dostlarına ve taraftarlarına vaad ettiği şeyleri gözleriyle görür müşahade eder gibi olur.
Akıl, insanın ordusunu düzene koyar, marifet savaş işlerini, araçlarını ve bunların konulacakları uygun yerleri gelirler, iman ona sabır ve sebat verir, onu güçlendirir, yakîn ise onu düşmana yöneltip ciddi saldırılar yapmasını sağlar.
Yüce Allah daha sonra bu savaşı yapanları görülür ve görülmez gözlerle destekledi; gözü gözcüsü, kulağı haber alıcısı, dili tercümanı, elleri ve ayakları yardımcıları yaptı. Melekleri ve Arş'ını taşıyanları ona mağfiret dilemeleri, onu kötülüklerden koruması ve cennetine koyması için dua etmeleri için dikti. Onu koruyup kollanmayı ve müdafaa etmeyi ise bizzat kendisi (c.c.) üstlendi ve
"Bunlar benim taraftarlarım, asıl başarıya ulaşacaklar Allah taraftarlarıdır." dedi.
"İşte onlar Allah'ın taraftarlarıdır. Muhakkak ki başarıya ulaşacaklar onlardır" (Mücadele, 22) buyurdu.
"Onlar benim askerlerim" dedi ve "Şüphesiz bizim askerlerimiz, hakikaten asıl galipler onlardır." (Saffat, 173) buyurdu:
Yüce Allah bu savaşın ve cihadın nasıl olacağını kullarına öğretmiş ve bunu şu dört kelimede toplamış, şöyle buyurmuştur:
"Ey inananlar, sabredin, direnin, ve Allah'tan korkun ki, başarıya eresiniz" (Al-i İmran, 200)
Cihad ancak bu dört şeyle gerçekleşir.
Sabır ancak düşmana karşı direnmeyle, yani ona karşı koyma, mukavemet göstermeyle gerçekleşir.
Düşmana karşı direndikten sonra kişi başka bir şeye, nöbete ihtiyaç duyar. O da düşmanın oradan sızmaması için kalbin gediklerinin başında durup nöbet tutmak, göz, kulak, dil, mide, el ve ayak gibi düşmanın hücum edebileceği gediklerden bir an ayrılmamaktadır. Düşman bu gediklerden içeri sızar ve her tarafı gezip yapabildiği kadar yakıp-yıkma ve harap etme eylemi yapar. Öyleyse nöbet bu gediklerden ayrılmamak düşmanın, fırsat bilerek içeri girmesine izin vermemek için orayı hiç boş bırakmamaktır.
İşte Rasûlullah'ın arkadaşları sahabiler, peygamberlerden ve Rasullerden sonra insanların en hayırlıları olan, şeytandan en korunmuş, muhafaza olunmuş bu kişiler Uhud savaşı günü emrolundukları halde bir yeri boş bırakmaları sonucu düşman oradan girmiş ve olan olmuştu.
Bu üç şeyin direği takvadır, Allah'dan sakınmadır. Sabır da, direnme de, nöbet tutma da ancak takvayla fayda verir. Takva ise ancak sabır ayağı üzerine kurulur.