www.musluman.biz

11 Mart 2012 Pazar

İSLAM’IN HOŞGÖRÜSÜ

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

İSLAM’IN HOŞGÖRÜSÜ
Tercüme
Harun Yıldırım
0 555 761 43 04B g

KİTAP VE SÜNNETİ İHYA YAYINEVİ
HACIBAYRAM KİTAPÇILAR ÇARŞISI 2 KAT NO:36 06250 ULUS / ANKARA
0 312 310 48 08

بسم الله الرحمن الرحيم

إِنَّ الْحَمْدَ لِلَّهِ ، نَحْمَدُهُ ، وَنَسْتَعِينُهُ ، وَنَسْتَغْفِرُهُ ، وَنَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ شُرُورِ أَنْفُسِنَا ، وَمِنْ سَيِّئَاتِ أَعْمَالِنَا ، مَنْ يَهْدِهِ اللَّهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ ، وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هَادِيَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ  تُقَاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ  إِلاَّ وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ. يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَتَسَاءَلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا.  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلا سَدِيدًا . يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ  وَيَغْفِرْ  لَكُمْ  ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعْ  اللَّهَ  وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا. أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّ خَيْرَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللَّهِ وَخَيْرُ الْهُدَى هُدَى مُحَمَّدٍ وَشَرُّ الأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ، وَكُلَّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ


Hamd, ancak Allah içindir. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.

Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şahadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasülü'dür.

“Ey iman edenler! Allah'tan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak müslüman olarak ölün.” (Al-i îmran:102)

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa: l)

“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve Rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab: 70-71)

Bundan sonra:

“Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah'ın Kelam'ı, yolların en hayırlısı Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'in yoludur. işlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bid'at, her bid'at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir.” *

'Hutbetü'1-Hace' ismiyle meşhur olan bu duayı, cuma hutbelerinde vesair konuşmalarında okuyan Rasulullah, bizzat sahabelere öğretmiştir.  Müslim (867), Nesei (1387)

Dinimizi kemala erdiren, üzerimizdeki nimetlerini ta­mamlayan İslamı din olarak benimsememizden hoşnut ola­cağını belirten, kendisinden bizleri gazaba uğramışların (yahudilerin) ve sapıkların (hristiyanlann) yollarından uzak tuturak dosdoğru yola (sırat-ı müstakim'e) nimetlendirdik-lerinin yoluna iletmesini dilememizi emreden Allah'a hamdolsun.
Şahadet ederim ki, Allah'dan başka ilah yoktur, O tek­tir ve ortaksızdır. Yine şahadet ederim ki, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- O'nun kulu, hak dinle ve dosdoğru şeriatle gönder­diği, bu şeriata uymasını emrettiği ve;
"İşte benim yolum budur, ben ve bana uyanlar Al­lah'a basiretle davet ederiz." (Yusuf: 12/108) demesini buyurduğu Rasulüdür.
Kalbinde köklü bir iman barındıran, İslamın gerçek mahiyetini kavrayarak onun Allah tarafından kabul edilecek, geçerli tek din olduğunu benimseyen herkesin böyle bir uyarı ile karşılaşınca kalbinin derinliği ve imanının sağ­lamlığı sayesinde derhal bu uyarıyı benimseyeceği düşün­cesindeyim. Fakat kalb kirliliği ile nefsin ihtiraslarından Al­lah'a sığınırız. Çünkü bu iki hastalık insanı gerçeği tanıyıp benimsemekten alıkoyar.

Amellerin geçerli olup Allah  Teâlâ tarafından kabul edilebilmesi için özellikle inkârcılık, tasavvufçuluk, ruhbanlık, kabirde yatan ölülere yalvarıp yakaran putperestlik ve Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetine aykırı her türlü bid’atlar gibi sapık akımların çoğaldığı bir zamanda, bu amelleri işleyenlere fayda verebilmesi için hiç şüphesiz ki İslâm inancının temeli olan tevhîdi, herkesin öğrenmesi, öğretmesi ve ona göre hareket etmesi gerekir. Müslüman, buna karşı Kur’an,sünnet ve ilk müslümanların sahip olduğu doğru inanç silahı ile silahlanmazsa, bu akımlar onun için tehlikeli olur.Zirâ bu sapık akımların onu sürüklemesi kaçınıl-mazdır.Bundan dolayı müslümanların doğru inancı çocuklarına asıl kaynağından öğretmelerini zorunlu bir hale getirmektedir.
Allah Teâlâ, Peygamberimiz Muhammed’e, âile halkına ve ashâbına salât ve selâm eylesin.
Harun Yıldırım

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla

Hamd, Allah’a mahsustur. Salat ve selam peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin, ailesinin ve ashabının üzerine olsun.

İslam Dinini, terörizm ile itham etme, ondan nefret ettirmeye yönelik olarak onda olmayan vasıflarla vasfetme çoğalınca –ki bunun sebebi İslam’a girenlerin yavaş yavaş artmasıdır- aslı olmayan töhmet ve şüpheler yayılmaya başladı. Ancak bu açıklamalara göre şahsi yönelmeler, İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanca davranmaya, saldırgan tavırlar sergilemeye sebep oldu. Almanya’da bulunan “Cennete Davet Cemiyeti” müdürü Şeyh Muhammed Seyfeddin Ebu Enes, benden, İslam Dininin hoşgörülü (müsamahakâr) oluşunu anlatan muhtasar bir kitap yazmamı talep etti. Bu kitap, Allah’tan sonra onun sayesinde ortaya çıkmıştır. Almanya’daki bu özel olgu karşısında çok şaşırdım. Çünkü ben sarahaten, Alman halkının güzel bir topluluk olduğunu düşünüyorum. Onları daha çok tanıdıkça onun güzelliği artmakta. Benim ülkeme iş veya ticaret için gelen birçok Almanla yakın temasım sebebiyle böyle bir kanıya vardım. Yine Alman hükümeti de bu sıfatla sıfatlanmaktadır. Çünkü güzel bir halk, güzel yöneticiler seçerler. Yine Alman hükümeti, devletle alakalı birçok olayda orta yolu tutmuştur. Ben Alman hükümetini bu güzel halkından dolayı tebrik ettiğim gibi Alman halkını da bu güzel hükümetten dolayı tebrik ediyorum. Şahsım adına ben Almanya’yı seviyorum ve onun için her türlü hayrı, yükselmesini ve ilerlemesini temenni ediyorum. Sizi temin ediyorum ki, Sahih İslam’ın arkasında ancak herkes için muhabbet ve selamet vardır. Bunu ise, bu kitabı okudukları zaman anlayacaklar. Olardan, halk ve hükümet olarak, Sahih İslam’ı benimsediklerinde ve desteklemelerinde ciddi bir şekilde düşünmelerini ve ülke kanunları altında ve selim bir yolla işler yürüdüğü müddetçe istediklerini benimsemelerinde fırsat verilmesini temenni ederim. Onlardan beklenilen işte budur. Çünkü onlar bu benimseme ile yeni kültür sebebiyle uyuşturucunun çoğaldığı, her türlü ahlaksızlığın ve suçun çoğaldığı ve aile çözülmeleri gibi birçok problemlerin yaşandığı toplumlarını bununla ıslah edebilirler. Onlar, mali nizam üzerine kurulu iktisatlarını, bugün şahit olunduğu gibi iktisatlarını hiçbir yıkıntı olmadan ıslah ederler. Gayri İslami devletlerin, İslami iktisat nizamını kurmaya, onu tatbik etmeye çağırmaları buna delil olarak yeter. Siyaset açısından da dünyanın 1.57 milyarı oluşturan Müslümanlara yöneleceklerdir. İslam ülkelerinde %90’dan az olmayan faydalı ve çok iyi anlaşmalara ulaşacaklardır. Bizler, bazı Müslümanların kasıtlı veya kasıtsız İslam adına bazı kötü davranışlarının olduğunu inkâr etmiyoruz. Lâkin İslam’a tabi olanların bazı hatalarını Sahih İslam Menheci’ne yüklemek insaftan değildir. Son olarak içtenlikle diyorum ki ben Almanya’yı ve halkını seviyorum. Bunun göstergesi de Şeyh Muhammed Seyfeddin’in benden talebini hızlı bir şekilde yerine getirmemdir ki Almanya’da onun gibi kimselerin oluşu beni mutlu etmektedir. Çünkü kendisi davetinde mutedil bir şahıstır. Hedefleri belli, yönlendirmelerinde sadık birisidir. Biz onun böyle olduğu kanısındayız. Hesapları gören ancak Allah’tır.

Sizleri seven: Dr. Abdurrahman ibnu Abdulkerim eş-Şeyha 


İslam, Âdem aleyhisselamdan başlayarak bütün peygamberleri kendisi ile gönderdiği dindir. Bu, Allah Azze ve Celle’nin yeryüzünü miras olarak bıraktığı insan ve din âleminden razı olduğu dindir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: “Allah katında din İslam’dır.”

Allah’ı birlemeye, hiçbir ortağı olmaksızın ibadette ihlâsa davet etmek için gönderildi. Bu, bütün resul ve nebilerin davetidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:

:" شرع لكم من الدين ماوصي به نوحاً والذي أوحينا إليك وما وصينا به موسى وعيسى أن أقيموا الدين ولا تتفرقوا فيه ..."

"Dîni dosdoğru tutun ve onda tefrikaya düşmeyin" diye Allah'ın Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi, size dînden şeriat olarak koymuştur.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden önceki peygamberler özel kavimlere ve sınırlı zamanlarda gönderiliyorlardı. Onlardan bir peygamber öldüğü, zaman uzadığı, şirkin ortaya çıkması, gerektiği gibi amel etmekten uzaklaşma meydana çıkıpta şeriatından uzaklaşıldığında, zulüm ve haddi aşma ortaya çıkınca, bozulan eski şeriatlarını yenilemek, kendisine şirk koşulmaması ve Allah’a kulluğa daveti yenilemek için Allah başka bir peygamber gönderirdi. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:

" ولقد بعثنا في كل أمة رسولاً أن اعبدوا الله واجتنبوا الطاغوت "

"Biz her ümmete, yalnız Allah'a ibadet etmeleri ve şeytandan da sakınmaları için bir peygamber gönderdik." (Nahl: 16/36)

Sonra Allah Azze ve Celle nebi ve resullerin sonuncusu olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve selemi nebi ve resullerin sonuncusu olması, şeriatının son şeriat olması için bütün insanlığa müjdeleyici ve uyarıcı olması için gönderdi. İnsanlar, cinler, beyazı, siyahı, Arabı ve Arap olmayanı bunda eşittirler. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:

" وما أرسلناك إلا كافة للناس بشيراً ونذيرا"

"(Ey Muhammed!) Biz seni, ancak bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik." (Sebe: 34/28)

Bu risaletin ve şeriatın önceki şeriatlardan ayırt edici özelliklere sahip olması, toplumsal gelişmelere eşlik etmesi, ırk ve soylarının farklı olmasına karşın bütün insanlığa hitap etmesi gerekir. Bu özelliklerden bir tanesi de, evrensel ve insanlığa karşı merhametli olması gerekir. Rabbimiz Tebarake ve Teâlâ’nın bize haber verdiği gibi:

" وما أرسلناك إلا رحمة للعالمين "

"(Ey Muhammed!) Biz seni âlemlere ancak bir rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ: 21/107)

İçerdiği kanunları ile fert ve toplumun alakalarını düzenlemesi gerekir. Her zaman ve mekâna uygun olmalı ve bu durum, Allah yeryüzünü ve üzerindekileri alıncaya kadar devam etmelidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:

" اليوم أكملت لكم دينكم وأتممت عليكم نعمتي ورضيت لكم الإسلام ديناً " 

"Bugün size dîninizi ikmal ettim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve dîn olarak, sizin için İslâm'ı seçtim." (Maide: 5/3)

Gerekli olan müsamaha ve kolaylık inançlara bağlanmada arzu edilen unsurlardır. Müsamaha (hoşgörü) İslam Şeriatının en önemli özelliklerindendir. Hükümlerin kolay olmasında, ibadetlerinde kolay oluşunda örnek gösterilen bir hoşgörüye sahiptir. Herkesin gücünün yetebileceği bu hüküm ve ibadetlerde kolaylık sağlamıştır. Bunlar, onların, her zaman ve mekanda Allah ve Rasûlünün emrettikleri gölgesinde, onların güç yetirebilecekleri amellerdir. İslamın menheci, Allah Azze ve Celle’nin şu kavli üzerine kurulmuştur:

" لايكلف الله نفساً إلا وسعها  "      

 "Allah, hiç kimseye gücü dışında bir şey yüklemez." (Bakara: 2/286)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"دَعُونِي ما تَرَكْتُكُمْ إنما أهلك من كان قَبْلَكُمْ سؤالهم وَاخْتِلَافِهِمْ على أَنْبِيَائِهِمْ فإذا نَهَيْتُكُمْ عن شَيْءٍ فَاجْتَنِبُوهُ وإذا أَمَرْتُكُمْ بِأَمْرٍ فَأْتُوا منه ما اسْتَطَعْتُمْ"

"Sizler, sizi bırakıp teklif etmediğim hususlarda beni kendi hâli­me bırakınız! Sizden evvelki ümmetler ancak çok soru sormaları ve peygamberlerine karşı ihtilâfları sebebiyle helak olmuşlardır. Ben siz­leri bir şeyden yasakladığım zaman, ondan sakınınız. Sizlere bir şey em­rettiğim zaman da emrimi tutun ve gücünüzün yettiği kadar onu yerine getiriniz!" (Sahihi Buhari: 7288)

İslam’ın Müsamahası temel esastır. İslami kanunlar, dinin en büyüğü olan akide meselelerinden başlayarak dinin en küçük meselesinde helali haram yapan şiddet ve zorlama olmadığı gibi haramı helal kılan çözülmede yoktur. İnsanlığın şu anda içinde bulundukları kanunlar ise his ve duyguları gözetir. Çünkü İslam Dini fıtrat dinidir. Mukavemet göstermez, bilakis hoşa gidecek şekilde davranır, herkesin yapabileceği ibadetleri yapmalarını ister. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وما جعل عليكم في الدين من حرج "

"Allah üzerinize herhangi bir güçlük yüklememiştir." (Hacc: 22/78)

Bunun içindir ki İslami kanunların hükümleri müsamaha, kolaylık, zorluğu kaldırma ve ona tabi olanlardan meşakkati def etme üzere kurulmuştur. Müslüman toplumun tamamının kalplerine muhabbeti sağlar ki onların konumları farklı, düşünceleri çeşitli olmasına rağmen onlar İslam Dinini yaşayıp onunla amel etmekten lezzet alırlar. Buna da Müslüman olmayan insaf sahibi kimseler şahittir. Bunlar öyle hükümlerdir ki fakiri gözettiği gibi zengini de gözetir. Küçüğü gözettiği gibi büyüğü de gözetir. Kadını gözettiği gibi erkeği de gözetir. Mahkumu gözettiği gibi hakimi de gözetir. Zaman ve mekan durumlarını gözetir. Muhakkak ki insanlık, yayılması ve genişlemesine rağmen, İslam gibi orta yollu olan, müsamaha ve kolaylık üzere kurulmuş kanun ve kuralları tanımamıştır. Çünkü İslam kanun ve nizamı Allah’ın zayıf olarak yarattığı insan tabiatına uygundur. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

      :"يرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْ وَخُلِقَ الْإِنْسَانُ ضَعِيفاً "

"Allah, sizin sırtınızdaki (ağır yükleri) hafifletmek istiyor; zira insan, zayıf (ve güçsüz) yaratılmıştır." (Nisa: 4/28)

İslam’ın her türlü zorluk ve meşakkati ortadan kaldırması hususundaki müsamahası ve kolaylığı sadece kendisine tabi olanlarla sınırlı değildir. Bilakis Allah Rasûlü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin gönderilerek İslam’ın ortaya çıkması, kendi dinlerinde zorluk ve meşakkat olan İslam’dan önceki dinlere tabi olanlar içinde hayır ve teşvik olmuştur. İslam gelmiş ve onu hafifletmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

  " الذين يتبعون الرسول النبي الأمي الذي يجدونه مكتوبا عندهم في التوراة والإنجيل يأمرهم بالمعروف وينهاهم عن المنكر ويحل لهم الطيبات ويحرم عليهم الخبائث ويضع عنهم إصرهم والأغلال التي كانت عليهم فالذين آمنوا به وعزروه ونصروه واتبعوا النور الذي أنزل معه أولئك هم المفلحون "

"İşte bunlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı olarak buldukları ümmî Nebiy'e, Rasûl'e tabi olanlardır. O Rasûl (Peygamber), onlara iyiliği emreder, onları kötülükten nehyeder; onlara, iyi ve temiz olan şeyleri helâl, kötü ve pis olan şeyleri de haram kılar. Üzerlerindeki ağırlıklarını ve zincirleri onlardan kaldırıp atar. Ona îman edenler, onu yücelterek himaye edenler, ona yardım edenler ve onun vasıtasıyla indirilen nura tâbi olanlar, işte kurtuluşa erenler bunlardır." (Araf: 7/157)

İslam Dini, genel usuller, genel ve sabit esaslarla gelmiştir. İbadetler ve akide de zaman ve mekanın değişmesiyle değişmez. İman; namaz, rekâtlarının adedi, vakitleri; zekat, miktarı, bunların farz oluşu; oruç, onun vakti; hac, onun yapılışı, vakti ve hadleri gibi hususlar zaman ve mekanın değişmesi ile değişmezler.

Gelişen olaylar ve yeni meseleler Kuranı Kerim’e arz edilir. Onda bulunan alınır ve onun dışındakiler terk edilir. Şayet Kuran’da bulunmaz ise, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden sahih olarak rivayetlere bakılır. Şayet onda bulunursa alınır ve onun dışındakiler terk edilir. Şayet sünnette de bulunmazsa, genel maslahatın gerçekleşmesi, kendi toplumlarının durumu ve hallerine münasip, her zaman ve mekandaki Rabbânî alimlerin içtihatlarına bakılır. Bu da, Kuran ve Sünnetin ihtimal ettiği manaya bakmaya, Kurân ve Sünnetten alınmış genel şeri kaidelerle yenilenenlere arz etmekle mümkün olur.

Tıpkı şu kaidelerde olduğu gibi:

-Eşyada aslolan onun helal oluşudur.
-Maslahatın korunması.
-Kolaylaştırma ve meşakkatin kaldırılması.
-Zararın ortadan kaldırılması.
-Zaruretler, mahzurlu şeyleri mubah kılar.
-Zaruretler, mertebesine göre takdir edilir.
-Zararın def edilmesi, menfaatin celbine mukaddemdir.
-İki zarardan daha hafif olan suçu işleme.
-Zarar, başka bir zararla giderilmez.
-Özel olan zarar, genel zararın defi için yüklenir.

Diğer kaidelerde de olduğu gibi. Burada içtihat ile hevaya, istenilen şeye ve şehevi duygular kastedilmez. Bilakis burada kastedilen şeri nassa zıt ve aykırı olmaksızın insanlığın hayrına ve menfaatine ulaşmak kastedilir. Bu ancak, her asırda her topluma uyum sağlamasında İslam’ın uyum sağlaması içindir. Bu, rastgele söylenmiş bir söz değildir. Her kim Kuran’ı ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin hadislerini izlerse, İslam davetinin müsamaha ve kolaylık üzere kurulduğunu görür.

İslam ve Müsamaha Menheci

İslam’da hoşgörüden bahsettiğimiz bu konuşmamız, onun bir bölümden bahseden bir konuşma değildir. Lâkin, İslam’ın tamamından bahseden bir konuşmadır. Muhakkak ki müsamaha (hoşgörü) İslam’ın her türlü çözüme dâhildir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizin en hayırlı dininiz (ameliniz) kolay olanıdır” buyurduğu halde nasıl böyle olmasın ki?!

Yine şöyle buyurur Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Dinin hasletlerinden Allah’a en sevimli geleni hoşgörülü olan İbrahim’in dinidir.” (Buhari: 39)

İslam dini, tamamı ile eksiksiz olarak hoşgörü menhecidir. İslam dini orta yolludur. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وكذلك جعلناكم أمة وسطاً لتكونوا شهداء على الناس ويكون الرسول عليكم شهيداً "

"Nitekim insanlara şâhid olmanız, Peygamberin de size şâhid olması için, sizi, orta (vasat) bir ümmet kıldık." (Bakara: 2/143)

1- İslam dini siyasette ve diğer ülkelerle olan alakalarda hoşgörü dinidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" لا ينهاكم الله عن الذين لم يقاتلوكم في الدين ولم يخرجوكم من دياركم أن تبروهم وتقسطوا إليهم إن الله يحب المقسطين "

  "Allah, dîn hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ve onlara karşı adaletli davranmaktan sizi menetmiyor. Şüphesiz Allah, adil davrananları sever." (Mumtehine: 60/8)

2- İslam dini toplum alanında hoşgörü dinidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

:" يا أيها الناس إنا خلقناكم من ذكر وأنثى وجعلناكم شعوبا وقبائل لتعارفوا إن أكرمكم عند الله أتقاكم إن الله عليم خبير"

"Ey insanlar! Biz sizi, bir erkek bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışıp anlaşmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında sizin en üstün olanınız, Allah'tan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyle bilendir, her şeyden hakkıyle haberdardır." (Hucurât: 49/13)

3- İslam dini ahlak alanında hoşgörü dinidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" خذ العفو وأمر بالعرف وأعرض عن الجاهلين"

"Affı tut; iyiliği emret; câhillerden uzak dur." (Araf: 7/199)

4- İslam dini ibadet alanında hoşgörü dinidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

"والذين آمنوا وعملوا الصالحات لا نكلف نفسا إلا وسعها أولئك أصحاب الجنة هم فيها خالدون"

"İman edenler ve iyi amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye gücü üstünde bir şey teklif etmeyiz- bunlar da cennet ehlidir ve orada ebedîdirler." (Araf: 7/42)

5- İslam dini iktisat alanında hoşgörü dinidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

:" الذين يأكلون الربا لا يقومون إلا كما يقوم الذي يتخبطه الشيطان من المس ذلك بأنهم قالوا إنما البيع مثل الربا وأحل الله البيع وحرم الربا فمن جاءه موعظة من ربه فانتهى فله ما سلف وأمره إلى الله ومن عاد فأولئك أصحاب النار هم فيها خالدون"

"Faiz  yiyenler,   "alışveriş,   faiz  gibidir" demiş   olmaları   dolayısıyle,   ancak kendisini şeytan çarpmış mecnûn kimsenin kalktığı  gibi  kalkarlar.  Halbu ki Allah, alışverişi helâl, faizi ise, haram kılmıştır. Buna göre, kim Rabbından bir öğüt gelir de bu haramdan vazgeçerse, geçmişi kendisine, işi Allah'a aittir. Kim  de  tekrar  (bu   harama)   dönerse,   işte   bunlar  cehennem  ashabıdır; cehennemde dâimidirler." (Bakara: 2/275)
6- İslam dini sosyal ilişkilerde hoşgörü dinidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

:" الذين ينفقون في السراء والضراء والكاظمين الغيظ والعافين عن الناس والله يحب المحسنين "

"(İşte o takva sahipleri) bollukta ve darlıkta, Allah yolunda sarfeden, kinlerini içlerinde tutan ve insanların kusurlarını bağışlayan kimselerdir. Allah, iyilik edenleri sever." (Ali İmran: 3/134)

7- İslam dini eğitim ve terbiyede hoşgörü dinidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

:" يسروا ولاتعسروا وبشروا ولا تنفروا "

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (İbnu Hibban)

İslam dininin nasları, kolay ve hoşgörü menhecini sabitlemeye çağırmaktadır. Bunu yaparken de İslam toplumunda bulunan fertlerin derecelerini gözetler ve buna rağbet ettirir. Nitekim Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Sen hoşgörülü ol ki Allah da sana karşı hoşgörülü olsun.” (Bunu İmam Ahmed rivayet etmiştir.)

Toplumun derecelerinin hepsinde böyledir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Allah Azze ve Celle her işte yumuşaklığı sever.” (Buhari)

Bununla beraber Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ümmetinin idarecilerine kolaylık ve müsamaha yolunu tutmalarını ve yumuşak davranmaya çağırmıştır. Nitekim şöyle buyurur Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Allahım! Ümmetinin işlerini üstlenip de onlara zorluk çıkarana sende zorluk çıkar. Her kim de ümmetimin işlerinden bir işi üstlenir de ümmetime yumuşak davranırsa sen de ona yumuşak davran.” (Muslim)

İslam, hoşgörülü olmayı Cennete girmenin ve cehennemden uzaklaşmanın gereklerinde kılmıştır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Her kim kolay, yumuşak ve yakın olursa Allah onu cehenneme haram kılar.”

Ancak şu çok iyi bilinmelidir ki ibadet meselelerinde özel olarak kolaylaştırmak ve hoşgörü ile din ve dini maksatları ihlal etmeyi kast etmez. Haramı helal, helali de haram kılma yoktur. Allah’ın emirlerini yerine getirmede ve hükümlerini uygulamada ihmal etme, bunda gevşek davranma yoktur. İslami anlayışta ve genel edeplerde ihlal etme yoktur. Kolaylaştırma ve hoşgörü masiyetten, günahtan, meşakkatten ve sıkıntıdan uzaktır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin hanımı Aişe’nin -Allah ondan razı olsun- sözü bunu doğru bir şekilde ifade etmektedir: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dünyâ işlerinden iki iş arasında seçme hakkına sahip olduğunda, o ikisinden günah olmadığı müddetçe kolay olanını tercih ederdi. Şayet o kolay yolda günahı gerektirecek bir şey varsa, insanlar içinde ona en uzak olanı O idi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendi nefsi için asla intikam almamıştır. Ancak Allah’a karşı saygısızlık edildiğinde ise Allah için intikam alır, onun hesabını sorardı. (Buhari: 3560)

Bundan, zaruri durumlar istisna edilir ki onların özel hükümleri vardır. Bizler, aşağıda gelecek hususların bazılarında İslam’ın müsamahasından açıklamalar alacağız.

Akide Açısından İslam’ın Müsamahası:

İslam akidesi, dinin üzerinde bina edildiği esastır. O, üzerine pazarlığın yapılmayacağı dayanaktır. Akide olmadan din olmaz. Bunun içindir ki Allah Azze ve Celle bundan haber verirken şöyle buyurmuştur:

:" إن الله لا يغفر أن يشرك به ويغفر ما دون ذلك لمن يشاء "

“Allah, kendisine şirk koşulmayı asla affetmez; bunun dışındaki günâhları ise, dilediği kimseler için bağışlar.” (Nisa: 4/48)

Akide açısından İslam’ın müsamahasından bazıları şunlardır:

1- Akide de İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Allah Azze ve Celle’nin onu kolay kılmasıdır. Onda bir kapalılık, anlaşılmayan bir şey yoktur. Anlaşılması kolaydır. Cahil, âlimden önce; küçükte büyükten önce anlar. Onun bilinmesi, bir topluluk olmaksızın, özel bir topluluğa gönderilmiş değildir. Bu akide, insan aklı ile küçük görülen ve itibar edilmeyen, bir taşa veya ağaca veya hayvana tapılmayı gerektiren bir akide değildir. İslam akidesi, Allah’a imanı, aracılar edinmeksizin, hiçbir ortak edinmeksizin yalnızca O’na ibadet etmeyi emreder. İslam akidesinin kolay oluşundan dolayı çölde yaşayan cahil bedevilere, “Rabbini ne ile tanıdın?” diye sorulduğunda, doğuştan gelen yapısı, tabiatı yani fıtratı gereği şöyle demiştir:

“Gübre, deveye işaret eder
Gözü peklik yolculuğa işaret eder
Dağlar arasındaki geniş yollara sahip yeryüzü
Burçlara sahip gökyüzü
Habir ve Latif olan Allah’a işaret etmez mi?”

Bu akideyi koyun çobanı olan bir cariye anlamıştır. Muaviye ibnu Hakem es-Selmi şöyle dedi: Benim koyunlarım vardı. Bunları Uhud dağı taraflarında benim cariyem otlatırdı. Bir gün cariyemin yanına gittim. Sürüye kurt dalmış ve bir koyunu alıp gitmişti. Ben de insan olmam hasebiyle buna öfkelendim ve cariyeme bir tokat attım. Sonradan buna çok pişman oldum ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldim. Onu azat edeyim mi dedim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Onu bana getir” buyurdu. Ben de cariyemi getirdim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah nerede?” diye sordu. Cariye: Semadadır, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben kimim?” diye sordu. Cariye: Sen Allah’ın Resulüsün, dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Onu azat et, o bir müminedir” buyurdu.

2- Akide de İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Müslüman olan kimselere geçmiş bütün peygamberlere ve onlara indirilmiş kitaplara inanmalarını gerekli kılmıştır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" آمن الرسول بما انزل إليه من ربه والمؤمنون كل آمن بالله وملائكته وكتبه ورسله لانفرق بين أحد من رسله وقالوا سمعنا وأطعنا غفرانك ربنا وإليك المصير"

"Rabbinden kendisine indirilene Peygamber de îman etmiştir, mü'minler de, hepsi de, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etmiş ve şöyle   demişlerdir:   "Allah'ın   peygamberlerinden   hiçbirini   (diğerinden)   ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik; Rabbimiz, bağışlamanı dileriz. Dönüş sanadır." (Bakara: 2/285)

3- Akide de İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; kanaat ve rağbet etmeksizin hiç kimseyi İslam’a girmesi için zorlamaz. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" لا إكراه في الدين قد تبين الرشد من الغي فمن يؤمن بالله ويكفر بالطاغوت فقد استمسك بالعروة الوثقى لانفصام لها والله سميع عليم"

“Dînde zorlama yoktur. Hak yol, bâtıl  yoldan ayrılmıştır. Kim tâğûtu inkar eder, Allah'a inanırsa, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur. Allah, hakkıyle işiten hakkıyla bilendir.” (Bakara: 2/256)

Din hususunda insanların farklı olması Allah’ın dilemesi ile olduğuna imanın gereğidir bu. İnsanların müslüman olması için insanların zorlanması İslam’ın öğretisinden değildir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ولوشاء ربك لآمن من الأرض كلهم جميعاً أفأنت تكره الناس حتى يكونوا مؤمنين"

“Eğer Rabbın dileseydi, yeryüzünde bulunan herkes, topyekün îman ederdi. Hal böyle olunca, sen, insanları mü'min oluncaya kadar zorlayıp duracak mısın?” (Yunus: 10/99)

Her kime İslam daveti ulaşmış ve ona açıklama yapılmış ise bundan sonra onun İslam dinini kabul veya reddetme hürriyetine sahiptir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وقل الحق من ربكم فمن شاء فليؤمن ومن شاء فليكفر إنا أعتدنا للظالمين نارا أحاط بهم سرادقها وإن يستغيثوا يغاثوا بماء كالمهل يشوي الوجوه بئس الشراب وساءت مرتفقا"

“(Ey Muhammed!) De ki: "Hak, Rabbınızdan gelmiştir. Dileyen îman etsin, dileyen küfretsin". Biz, zâlimler için, alevi kendilerini kuşatacak olan bir ateş hazırladık. Eğer yardım isterlerse, yüzleri kızartan erimiş maden gibi bir su ile yardım olunurlar. (O su) ne kötü bir içecektir ve (o ateş) ne kötü bir dayanaktır.”  (Kehf: 18/29)

4- Akide de İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; kulun amel ve sözleri batınındaki niyetine bakmaksızın zahirine göre hüküm verir. Hiç kimse hakkında niyete göre hüküm verilmez. Çünkü niyet kişinin kalbiyle alakalıdır ve bu Rabbisi ile kendisi arasındadır. Kim olursa olsun bunu bilmesinin imkanı yoktur. Bunun içindir ki Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem insanların niyetlerine göre hüküm verene ağır sözler söylemiş, o da bu fiilinden önce Müslüman olmamayı temenni etmiştir. Usame ibnu Zeyd -Allah ondan razı olsun- şöyle diyor: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem beni bir seriye içinde gönderdi. Cuheyne’nin Hurakât denen yerine sabahleyin geldik. Ben bir adam yakaladım. Bunun üzerine adam La ilahe illallah dedi. Ben de onu bu sözü söylemesine rağmen öldürdüm. Ancak nefsimde bir şüphe oluştu ve bu olayı gelip Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme anlattım. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bana: “La ilahe illallah dediği halde onu öldürdün mü?” dedi. Ben de: Ey Allah’ın Rasulü! O ancak silahtan korktuğu için bunu söyledi, dedim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Bunu deyip demediğini öğrenmek için kalbini mi yardım?” buyurdu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu sözü söylemeye devam etti. Öyle ki ben o gün Müslüman olmayı temenni ettim. (Muslim)
Dediğimiz gibi insana zahirine göre hükmedilir. Ebû Saîd -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:

Alî, Yemen’den Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme tabaklanmış bir deri içinde, henüz toprağından arıtılmamış altın cevheri gönderdi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bunu şu dört kişi arasında paylaştırdı: Uyeyne ibnu Bedr, Akra’ ibnu Hâbis, Zeyd Hayl, dördüncüsü de ya Alkame idi ya da Âmir ibnu Tufeyl. Orada bulunanlardan biri dedi ki: Biz bu ganimeti almaya onlardan daha çok hak sahibiyiz. Bu söz Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ulaşınca Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bana sabah akşam gökten haber geldiği ve gökte olanın emini olduğum halde bana güvenmiyor musunuz?"
Bunun üzerine iki gözü çökük, yanağının iki elmacığı çıkık, alnı yüksek, gür sakallı, başı tıraşlı bir adam kalktı ve:
-Allah’tan kork ey Allah’ın Rasûlü! dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

-"Sana yazıklar olsun! Ben yeryüzündeki insanların Allah'tan sakınmaya en layığı değil miyim?"

Sonra adam çekip gitti. Halid ibnu Velid: Ey Allah’ın Rasûlü! Onun boynunu vurayım mı? dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Hayır, vurma! Bunun da ileride namaz kılan bir kişi olması umulur!" buyurdu. Bunun üzerine Hâlid: Ey Allah’ın Rasûlü! Namaz kılanlardan nice kimseler vardır ki, onlar kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Ben insanların kalplerini açmaya, karınlarını yarmaya memûr değilim!" buyurdu.

Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem o adamın arkasından baktı ve şöyle buyurdu: "Bu adamın soyundan veya arkasından öyle bir kavim gelecek ki, onlar Kurân okuyacaklar ancak onların Kurân okuyuşları boğazlarını geçmeyecek. Onlar tıpkı okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. Şayet ben onlara yetişirsem, Ad kavminin öldürülüşü gibi onlardan hiç kimse kalmayıncaya kadar onları öldürürdüm." (Buhari: 4351)

5- Akide de İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; bir Müslüman zorlandığı zaman içinde bulunduğu o durumdan kurtulmak için dini bazı hükümleri bırakmasında bir sıkıntı yoktur. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" من كفر بالله من بعد إيمانه إلا من أكره وقلبه مطمئن بالإيمان ولكن من شرح بالكفر صدرا فعليهم غضب من الله ولهم عذاب عظيم"

“Kalbi îman ile dopdolu olduğu halde küfre zorlanan kimse dışında, îmanından sonra Allah'ı inkar eden ve küfre göğüs açan kimselere, Allah katından bir azab gelir. Onlar için büyük bir azab vardır.” (Nahl: 16/106)

Bu ise, bir Müslümanın muhalifleri tarafından yapılan baskılar neticesinde nefsi sıkıntıda vuku bulmaması içindir. İşet Ammar ibnu Yasir -Allah ondan razı olsun- müşrikler onu esir olarak almış, ta ki Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme sövüp kendi ilahlarını hayırla anıncaya kadar onu bırakmamışlardı. Kendisi onların elinden kurtulunca bunu Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme söylemiş, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de: “Arkanda ne var?” diye sormuştur. O da: Şer ey Allah’ın Rasulü! Sana hakaret edip onların ilahlarını hayırla anarak onları terk ettim, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Kalbinde ne buluyorsun?” siye sordu. O da: Kalbim iman ile mutmaindir, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onun bu sözü üzerine şöyle buyurdu: “Şayet onlar seni yine yakalayıp işkence yaparlarsa sen onlara aynı şeyleri söyle.”

Ya da Bilal’in başına geldiği gibi bir müslümanın başına bedeni bir azap gelmemesi içindir. Abdullah ibnu Mesud -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: İlk Müslüman olanlar yedi kişidir. Bunlar: Ebu Bekir, Ammar ve annesi Sumeyye, Bilal ve Mikdâd. -Allah onlardan razı olsun- Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme gelince, Allah onu amcası Ebu Talib ile onlardan korudu. Ebu Bekir’i ise Allah kavmi ile onlardan korudu. Diğerlerini ise müşrikler aldılar demirden zırhlar giydirdiler ve güneşin altında erittiler. Onlardan her biri onların dediklerini söylemek zorunda kaldı. Ancak Bilal!!! O, Allah yolunda kendisine yapılan işkencelere aldırış etmedi. Kavmi için pek önemli olmadı ve onu alıp çocuklara verdiler. Onu alıp Mekke sokaklarında gezdirmeye başladılar. O ise “Ehad Ehad” (Allah bir, Allah bir) diyordu.

6- Akide de İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; insanlığı Allah’tan gayrisine kulluktan arındırmaktır. Bu ise, müslümanın nefsinde imanın yerleşmesiyle mümkündür. Alalh’tan başkasından korku yoktur. Fayda ve zarar veren ancak Allah Azze ve Celle’dir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" واتخذوا من دونه آلهة لا يخلقون شيئاً وهم يخلقون ولا يملكون لأنفسهم ضراً ولا نفعا ولا يملكون موتاً ولا حياةً ولا نشورا "

  Fakat müşrikler, Allah'ı bırakıp hiçbir şey yaratamayan ve fakat kendileri yaratılmış olan, kendilerine ne zarar ve ne de fayda verecek güçleri olmayan, ne ölüm ne hayat verebilen ve ne de ölüleri diriltip kabirden çıkarabilecek olan ilâhlar edinmişlerdir.” (Furkan: 25/3)

Bütün işler Allah’ın elindedir. Kim olursa olsun fayda vermeye veya zarar vermeye veya engel olmaya veya da vermeye güç yetiremez. Ancak Allah’ın dilemesi ve kudreti bunun dışındadır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وإن يمسسك الله بضر فلا كاشف له إلا هو ، وإن يردك بخير فلا راد لفضله ، يصيب به من يشاء "

"Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse, yine O'ndan başka o sıkıntıyı giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır murad ederse, O'nun lûtfunu geri çevirecek yoktur. O hayra da, kullarından dilediği kavuşur." (Yunus: 10/107)

İslam, şahıslara bağlılığı ve onları yüceltmenin yolunu kapatıp yalnızca Allah’a bağlılığı sağlamak için, Allah katında yüce makama ve yüce bir menzileye sahip olan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme bile diğer insanlara uygulanın uygulandığını beyan etmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" قل لاأملك لنفسي نفعاً ولاضراً إلاماشاء الله ولوكنت أعلم الغيب لأستكثرت من الخير وما مسني السوء إن أنا إلانذير وبشير لقوم يؤمنون "
“(Ey Muhammed!) De ki: "Ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka, ne bir fayda ve ne de bir zarar vermeye sahibim. Eğer gaybi bilseydim, elbette daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana hiçbir kötülük dokunmazdı. Oysa ben inanan kimseler için, ancak bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.” (Araf: 7/188)

7- Akide de İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Allah Azze ve Celle bütün insanlar arasında adaleti; dinleri, renkleri, sınıfları ve tabakaları ne olursa olsun hoşgörülü olmayı emreder. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" إن الله يأمر بالعدل ولإحسان وإيتاء ذي القربى وينهى عن الفحشاء والمنكر والبغي يعظكم لعلكم تذكرون "

“Allah, adaletli olmayı, iyilik etmeyi ve yakınlara vermeyi emreder; (her çeşit) haramdan, kötülükten ve zorbalıktan da meneder; öğüt alasınız diye size va'z ve nasihat eder.” (Nahl: 16/90)

Akraba olan için de akraba olmayan için de adaletli olunması gerekir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وإذا قلتم فأعدلوا ولو كان ذا قربى ، وبعهد الله أوفوا ، ذلكم وصاكم به لعلكم تذكرون "

“Söylediğiniz zaman, akrabalarınız da olsa, âdil davranın; Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte düşünesiniz diye Allah, size bunları tavsiye etmiştir.” (Enam: 6/152)

Bir müslümana karşı veya da Müslüman olmayan karşı razı olduğun zaman da öfkeli olduğun zaman da adaletli olunması gerekir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ولا يجرمنكم شنآن قوم على أن لاتعدلوا إعدلوا هو أقرب للتقوى "

“Bir kavme karşı olan düşmanlığınız, sizi (haklarında) âdil davranmamaya sevketmesin. Adaletli olun; zira bu, takvaya daha yakındır.” (Maide: 5/8)

8- Akide de İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; bir Müslüman, Allah Azze ve Celle’nin bütün insanlığa dinlerinin, renklerinin, sınıflarının ve tabakalarının farklı olmasına rağmen ikramda bulunduğuna itikat etmesidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ولقد كرمنا بني آدم وحملناهم في البر والبحر ورزقناهم من الطيبات وفضلناهم على كثير ممن خلقنا تفضيلاً"

“Biz, Âdemoğullarını şereflendirdik; onları karada ve denizde taşıdık; temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve yarattıklarımızdan birçoğuna tam manasıyla üstün kıldık.” (İsra: 17/70)

Bu ikram etmenin gereklerinden biri de onların bazı hakları ve üzerlerine yapmaları gereken bazı görevleri vardır. Cabir ibnu Abdullah -Allah ondan razı olsun- şöyle diyor: Bizim önümüzden bir cenaze geçirildi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem o cenaze için ayağa kalktı. Bunun üzerine bizler de ayağa kalktık ve dedik ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Bu geçen yahudi birinin cenazesi idi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Şayet bir cenazenin geçtiğini görürseniz ayağa kalkın.”

Kanun Koyma Açısından İslam’ın Müsamahası:

Teşri yani kanun koymak, bazı hedefleri gerçekleştirmek veya arkasından olmasını ümit ettiği neticeye ulaşmak için insanın üzerinde yürüdüğü metottur. Bir insan, hedeflerini gerçekleştirebilmek için tuttuğu yolun açık ve uygulanması kolay olması gerekir. İşte kanun koymada İslam’ın metodu, menheci budur. Açık, hoşgörülü, insanın güç ve kuvvetine uygundur. Bu açıdan İslam’ın bazı hoşgörüsünü ele alacağız.

1- Kanun koyma açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onun naslarının kolay olmasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ولقد يسرنا القرآن للذكر فهل من مدكر"

“Kur'ân'ı, öğüt olması için kolaylaştırdık; şimdi öğüt alacak yok mu?” (Kamer: 54/17)

Kuran’ın ayetleri açıktır ve onda hiçbir kapalılık yoktur. Anlamadığı bir yer olduğu zaman sormasıdır. Dini ile alakalı her sorunun cevabını aramalı. Din meselesinde şeri ilimler tahsil etmiş, onu anlamış ve içeriğini bilen, bu işin ehli kimselere sorması gerekir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" فاسألوا أهل الذكر إن كنتم لا تعلمون "

“Şayet bilmiyorsanız ilim ehline sorun.” (Nahl: 16/43)

Mesela hastalanan bir kimse doktora gider, bir mühendise veya çiftçiye değil. Herhangi bir bilgisi olmaksızın din hakkında konuşmayı İslam, büyük günahlardan saymıştır. Çünkü ilmi ve marifeti olmaksızın konuşan kimse haramı helal, helali de haram yapabilir ve soru soran kişiyi sıkıntı ve meşakkat altında bırakabilir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" قل إنما حرم ربي الفواحش ما ظهر منها وما بطن  والإثم والبغي بغير الحق وأن تشركوا بالله ما لم ينزل به سلطاناً وأن تقولوا على الله ما لا تعلمون "

“Keza de ki: "Rabbım, ister açığı olsun, ister gizlisi olsun, ancak kötülükleri, günâhı, haksız yere başkaldırmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah'a ortak kılmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (Araf: 7/33)

İslam da kendisinden sorulmayan ve iman edilen kapalı meseleler yoktur. Ancak, Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ’nın bize açıklamadığı gaybi işlerden insan aklının idrakinin mümküm olmadığı meseleler bunun dışındadır. Çünkü insanlık için onun bilinmesinde bir maslahat yoktur ve zayıf insan aklıyla bunu kavrayamazlar. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ويسألونك عن الروح قل الروح من أمر ربي وما أوتيتم من العلم إلا قليلا"

(Ey Muhammed!) Sana ruhtan soruyorlar. De ki: "Ruh, Rabbımın ermindendir. Onun hakkında size çok az bilgi verilmiştir". (İsra: 17/85)

Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" يسألونك عن الساعة أيان مرساها فيما أنت من ذكراها إلى ربك منتهاها إنما أنت منذر من يخشاها"  

“(Ey Muhammed!) Sana kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. Onun vaktini sen nereden bildireceksin?  Kıyametin vakti hakkında bilgi Rabbına aittir. Sen ancak kıyametten korkanlara bir uyarıcısın.” (Naziat: 79/42)

2- Kanun koyma açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; İslam’ın kanunları Allah’ın tarafındnadır, onda bir değişme veya değiştirilme yoktur. Hatalar, kusurlarla dolu, kültür ve yaşantılarından etkilenen beşeri kanunlardan değildir. İslam’ın kanunlarını koyan, bütün insanlığı yaratan, onlar için en uygun olanını bilen Allah Azze ve Celle’dir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" أفحكم الجاهلية يبغون ومن أحسن من الله حكماً لقوم يوقنون "

“Onlar, yine de câhiliyye devrinin (o kokuşmuş) hükmünü mü arıyorlar? Oysa yakînen bilen insanlar için, Allah'tan daha güzel hüküm sahibi olan kim vardır?” (Maide: 5/50)

İnsanlar içinde hangi dereceye ulaşırlarsa ulaşsın, mekanı ne kadar yüce olursa olsun, hiçbir insanın buna zıt hareket etmesi veya Allah’ın kanunlarını fazlalaştırmaya ve eksiltmeye hakkı yoktur. Çünkü Allah’ın kanunları herkesin haklarını koruyan, kolaylık ve hoşgörü üzerine giden bir menhece sahiptir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وما كان لمؤمن ولا مؤمنة إذا قضى الله ورسوله أمرا أن يكون لهم الخيرة من أمرهم ومن يعص الله ورسوله فقد ضل ضلالا مبينا "
“Allah ve Rasülü bir şeye hükmettikleri zaman, mü'min erkek ve mümin kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb: 33/36)

Allah Azze ve Celle herkese bu kanunlara bağlanmalarını, ona saygılı olmalarını ve onu uygulamalarını emretmiştir. Herkes İslam kanunu önünde eşittir: Hakim, mahkum, zengin, fakir, siyah, beyaz, yönetici, halk… Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" إنما كان قول المؤمنين إذا دعوا إلى الله ورسوله ليحكم بينهم أن يقولوا سمعنا وأطعنا وأولئك هم المفلحون "

“Oysa aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamberine davet olunan mü'minlerin sözü ise, "işittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha erenler de bunlardır.” (Nur: 24/51)

İslam da insanlardan hiçbirisinin en yukardan en aşağıya kadar mutlak sultası-otoritesi yoktur. Sulta/otorite, İslam kanunlarının çizdiği daire içerisinde sınırlıdır. Bu da kanun koymada İslam’ın hoşgörüsündendir. Bunda bir otorite, bir zorlama ve haddi aşma yoktur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
السَّمْعُ وَالطَّاعَةُ عَلَى الْمَرْءِ الْمُسْلِمِ فِيمَا أَحَبَّ وَكَرِهَ مَا لَمْ يُؤْمَرْ بِمَعْصِيَةٍ فَإِذَا أُمِرَ بِمَعْصِيَةٍ فَلَا سَمْعَ وَلَا طَاعَةَ.
"İmam size Allah’a isyanı emretmediği müddetçe onun sözünü dinlemek ve emrine itaat etmek bir haktır. Allah’a isyan etmek hususunda emrolunduğunuzda ise onları dinlemek ve itaat etmek yoktur." (Buhari: 7144)

3- Kanun koyma açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; İslam da, başka dinlerde olduğu gibi, din adamlarına verilen sultalar gibi müstakil sultalar yoktur. Çünkü İslam gelmiş ve Allah ile kulları arasındaki aracıları yok etmiştir. İbadette aracılar edinen müşrikleri de ayıplamıştır. Allah Azze ve Celle onlardan hikâye ederek şöyle buyurur:

" ألا لله الدين الخالص والذين اتخذوا من دونه أولياء ما نعبدهم إلا ليقربونا إلى الله زلفى "

“Bilesiniz ki, hâlis dîn Allah'ındır. O'ndan başkasını dost edinenler ise "biz onlara, ancak bizi Allah'a daha çok yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz" derler.” (Zumer: 39/3)

Allah Subhânehû ve Teâlâ bu aracıların hiçbir zarar ve fayda vermeyeceğini, onlardan hiçbir şey gideremeyeceğini, bilakis onların da kendileri gibi birer yaratılmış olduklarını beyan etmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" إن الذين تدعون من دون الله عباد أمثالكم فادعوهم فليستجيبوا لكم إن كنتم صادقين "

“Allah'ı bırakıp da kendilerine seslenip duâ ettiğiniz kimseler de sizin gibi kullardır. (Eğer iddianızda) doğru iseniz, onlara seslenip duâ edin de, sizin duanıza icabet etsinler.” (Araf: 7/194)

İslam, kulu ile Allah arasında aracı olmaksızın direk alaka kurma fikrini sağlamlaştırmıştır. Allah’a mutlak bir şekilde iman üzere olmayı, yalnızca O’na yönelmeyi, sıkıntıların giderilmesinde, bağışlanma ve yardım istemede vasıta olmaksızın direk Allah’tan istemeyi emretmiştir. Her kim günah işlerse ellerini kaldırsın, yalnızca Allah’a boyun eğsin ve hangi hal üzere, hangi zaman ve mekânda olursa olsun O’ndan bağışlanma dilesin. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ومن يعمل سوءً أو يظلم نفسه ثم يستغفر الله يجد الله غفوراً رحيماً "

“Her kim bir kötülük işler yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı, çok merhametli bulur.” (Nisa: 4/110)

Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وقال ربكم أدعوني استجب لكم "

"Bana ibadet edin ki size karşılığını vereyim". (Mumin: 40/60)

İslam da helal kılan, haram kılan, bağışlayan, kendilerini kulları üzerine Allah’ın vekilleri sayan, onlar için kanunlar koyan, inançlarını yöneten, onlar için bağışlanan, dilediklerini cennete girdiren, dilediklerini ise cennetten haram kılan din adamları yoktur. Çünkü kanun koyma sadece Allah’a aittir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını, râhiblerini kendilerine Rab edindiler” âyeti hakkında şöyle buyurur: “Onlar, onlara ibadet etmiyorlardı. Ancak onlar, kendileri için bir şeyi helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını da haram kılıyorlardı.” (Suneni Tirmizi: 3095)

4- Kanun koyma açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Şûrâ nizamıdır. Bir toplumun fertler ile toplum arasındaki müşterek maslahatları ile alakalı meselelerde kurulan şûrâ yani istişare heyetidir. Burada şahısların maslahatları değil bütün bir toplumun maslahatı vardır. Tıpkı “birçok aklın düşüncesi, bir aklın düşüncesinden daha üstündür” denildiği gibi. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" فبما رحمة من الله لنت لهم ولو كنت فظاً غليظ القلب لانفضوا من حولك فأعف عنهم وأستغفر لهم وشاورهم في الأمر "

“Allah'ın bir rahmeti dolayısıyladır ki, sen onlara karşı yumuşak davrandın; eğer kaba, katı kalpli olsaydın, elbette etrafından dağılır giderlerdi. Bu itibarla onları bağışla ve onlar için Allah'tan mağfiret dile; işlerinde de onlara danış.” (Âli İmran: 3/159)

5- Kanun koyma açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Kitab ve Sünnette nassın varid olmadığı içtihat kapısının açık olmasıdır. İslam Dini, genel usuller, genel ve sabit esaslarla gelmiştir. İbadetler ve akide de zaman ve mekanın değişmesiyle değişmez. İman; namaz, rekâtlarının adedi, vakitleri; zekat, miktarı, bunların farz oluşu; oruç, onun vakti; hac, onun yapılışı, vakti ve hadleri gibi hususlar zaman ve mekanın değişmesi ile değişmezler.

Gelişen olaylar ve yeni meseleler Kuranı Kerim’e arz edilir. Onda bulunan alınır ve onun dışındakiler terk edilir. Şayet Kuran’da bulunmaz ise, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden sahih olarak rivayetlere bakılır. Şayet onda bulunursa alınır ve onun dışındakiler terk edilir. Şayet sünnette de bulunmazsa, genel maslahatın gerçekleşmesi, kendi toplumlarının durumu ve hallerine münasip, her zaman ve mekandaki Rabbânî alimlerin içtihatlarına bakılır. Bu da, Kuran ve Sünnetin ihtimal ettiği manaya bakmaya, Kurân ve Sünnetten alınmış genel şeri kaidelerle yenilenenlere arz etmekle mümkün olur.

Diğer kaidelerde de olduğu gibi. Burada içtihat ile hevaya, istenilen şeye ve şehevi duygular kastedilmez. Bilakis burada kastedilen şeri nassa zıt ve aykırı olmaksızın insanlığın hayrına ve menfaatine ulaşmak kastedilir. Bu ancak, her asırda her topluma uyum sağlamasında İslam’ın uyum sağlaması içindir. Bu, rastgele söylenmiş bir söz değildir. Her kim Kuran’ı ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin hadislerini izlerse, İslam davetinin müsamaha ve kolaylık üzere kurulduğunu görür.

6- Kanun koyma açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; dinde şiddetli olma kapısı kapanmış, aşırılıktan da yasaklanmıştır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" يريد الله بكم اليسر ولا يريد بكم العسر "

“Size kolaylığı ister; güçlüğü istemez.” (Bakara: 2/185)

Yine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin şu emri gereğince dinde aşırılık yasaklanmıştır. “Dinde aşırılıktan kaçının. Sizden öncekiler ancak dinde aşırılık sebebiyle helak oldular.” (İmam Ahmed ve Nesai)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dinde şiddet ve aşırılığı kendi sünneti ve yolundan çıkma olarak saymıştır. Enes ibnu Malik -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:
جَاءَ ثَلَاثَةُ رَهْطٍ إِلَى بُيُوتِ أَزْوَاجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْأَلُونَ عَنْ عِبَادَةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَمَّا أُخْبِرُوا كَأَنَّهُمْ تَقَالُّوهَا فَقَالُوا وَأَيْنَ نَحْنُ مِنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأَخَّرَ قَالَ أَحَدُهُمْ أَمَّا أَنَا فَإِنِّي أُصَلِّي اللَّيْلَ أَبَدًا وَقَالَ آخَرُ أَنَا أَصُومُ الدَّهْرَ وَلَا أُفْطِرُ وَقَالَ آخَرُ أَنَا أَعْتَزِلُ النِّسَاءَ فَلَا أَتَزَوَّجُ أَبَدًا فَجَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَيْهِمْ فَقَالَ أَنْتُمْ الَّذِينَ قُلْتُمْ كَذَا وَكَذَا أَمَا وَاللَّهِ إِنِّي لَأَخْشَاكُمْ لِلَّهِ وَأَتْقَاكُمْ لَهُ لَكِنِّي أَصُومُ وَأُفْطِرُ وَأُصَلِّي وَأَرْقُدُ وَأَتَزَوَّجُ النِّسَاءَ فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي.

Üç kişi Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in hanımlarının evlerine gelerek, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin ibadetlerinden sormaya başladılar. Kendilerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin amelleri haber verilince sanki bunu azımsadılar ve:
-Biz nerede, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem nerede? Muhakkak Allah, Peygamberi’nin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır.
Onlardan biri: Ben gece boyunca hiç uyumadan namaz kılacağım, dedi. Bir diğeri de: Ben her gün oruç tutacağım, dedi. Bir diğeri de: Ben kadınlardan uzak duracak ve onlarla evlenmeyeceğim, dedi.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onların yanına geldi ve şöyle buyurdu:
"Şöyle şöyle söyleyenler sizler misiniz? Vallahi ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en çok takvâlı olanınızım. Böyle olmama rağmen ben bazı günler oruç tutar, bazı günler ise oruç tutmam; gecenin bir bölümünde uyur, bir bölümünde de namaz kılarım; kadınlarla da evlenirim. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." (Buhari: 5063)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ashabına şiddet ve aşırılık menhecinden uzaklaşmaları için onları uyarmıştır. Abdullah ibnu Amr ibnul-Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle dedi: "Ey Abdullah! Senin gündüzleri oruç tut­tuğun ve geceleri namaz kıldığından benim haberim olmadığını mı sanıyorsun?" Ben dedim ki: Evet ey Allah'ın Rasûlü. (Ben bu amelimle ancak hayır istiyorum.) Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Böyle yapma. Bazen nafile oruç tut, bazen de tutma. Gecenin bir bölümünde nafile namaz kıl, bir bölümünde uyu. Bedeninin senin üzerine hakkı vardır. Gözlerinin senin üzerine hakkı vardır. Hanımının senin üzerinde hakkı vardır. Misafirinin senin üzerinde hakkı vardır. Her aydan üç gün oruç tutman sana yeter. Senin için her işlediğin sevaba karşı on misli ecir vardır. Öyleyse sen bütün zamanını oruçlu geçirmiş gibi ecir alırsın."

Ben nefsim üzerine bununla yetinmeyerek daha çok ibadet etmeye çalıştım. Ben: “Ey Allah'ın Rasûlü! Ben daha fazlasını tutacak kuvvete sahibim” de­dim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Öyleyse sen, Davud Aleyhisselam’ın oru­cunu tut, bundan daha fazlasını da tutma."
 
Ben: Allah'ın peygamberi Davud aleyhisselamın orucu nasıldır?” diye sordum.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Senenin yarısını oruçlu geçirmektir." (Yani bir gün oruç tutup, bir gün tutmamaktır.)

Abdullah İbnu Amr İbnu Âs yaşlandıktan sonra şöyle dedi:  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in verdiği ruhsatı keşke kabul etmiş olsaydım.” (Buhari: 1975)

Bunun manası, İslam dini dünyadan yüz çevirme, lezzetlerinden uzak durma değildir. Bilakis İslam itidal ve orta yollu bir dindir. Din ile dünyanın arasını bir araya getirir. İslam, ruh ile ceset arasında dengeyi emreder. Bir müslümanın dünya işlerine dalması halinde ibadetlerden üzerine yapması gereken Allah’ın emirlerini yerine getirmekle ruhi ihtiyaçlarını hatırlamayı emreder. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

"  يأيها الذين آمنوا إذا نودي للصلاة من يوم الجمعة فاسعوا إلى ذكر الله وذروا البيع ذلكم خير لكم إن كنتم تعلمون "

“Ey îman edenler! Cuma günü namaz için seslenildiğinde, alışverişi bırakarak Allah'ın zikrine koşun. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma: 62/9)
Aynı zamanda ibadete daldığı zaman da rızkını talep edip maddi ihtiyaçlarını karşılamasını hatırlatır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" فإذا قضيت الصلاة فانتشروا في الأرض وابتغوا من فضل الله "

“Namaz kılındığı zaman da, yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lûtfundan rızık arayın.” (Cuma: 62/10)

İnsan bedenine zararı olan israfa kaçmaksızın nimetlerden faydalanmalarını emreder. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" كلوا واشربوا ولا تسرفوا إنه لا يحب المسرفين "

“Yeyin ve için, fakat israf etmeyin; zira Allah, israf edenleri sevmez.” (Araf: 7/31)

Din ve dünya istekleri arasında bir zıtlık olmadığını açıklar. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ليس عليكم جناح أن تبتغوا فضلا من ربكم فإذا أفضتم من عرفات فاذكروا الله عند المشعر الحرام واذكروه كما هداكم وإن كنتم من قبله لمن الضالين"

“(Hac esnasında) Rabbinizden rızık istemenizde herhangi bir günâh yoktur. Arafat'tan indiğiniz zaman,   Meş'ar-i Haram'da (Müzdelife’de) Allah'ı zikredin. Siz önceden sapıklardan olduğunuz halde, sizi doğru yola sevkettiği için O'nu anın.” (Bakara: 2/198)

7- Kanun koyma açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; şayet nefsinin helak olmasından yani ölümünden korkarsa açlığını giderecek kadar ölü eti, kan, domuz eti, alkollü içecekler veya sakıncalı olan şeyleri yiyip içebilmesidir. Nitekim şöyle buyurur Allah Azze ve Celle:

" إنما حرم عليكم الميتة والدم ولحم الخنزير وما أهل به لغير الله فمن اضطر غير باغ ولا عاد فلا إثم عليه إن الله غفور رحيم"

“O size, ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası için kesilen hayvan etini haram kıldı. Bununla beraber, kim mecbur kalırsa, haris olmamak ve haddi aşmamak üzere (bunlardan yemesinde) herhangi bir günâh yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Bakara: 2/173)

8- Kanun koyma açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; iyiliklerin karşılığının kat kat verilmesi, kötülüklerin ise misli ile karşılık bulması veya bağışlanmasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" من جاء بالحسنة فله عشر أمثالها ومن جاء بالسيئة فلا يجزى إلا مثلها "

“(Kıyamet günü, Rabbına) kim iyilikle gelirse, onun için iyiliğin on misli (ecir) vardır. Kim de kötülükle gelirse, o, sadece onun misliyle cezalandırılır.” (Enam: 6/160)


Kendisine Davette İslam’ın Hoşgörüsü:

İslam Dini, her zaman ve mekânda bütün insanlığa gönderilmiş âlemi kapsayan bir dindir. İslam’a davette üslup ve sunuşta hoşgörülü olma ve yumuşaklık gibi belirli vasıflara sahip olmak farzdır. Karşı tarafın hakkı ve hayrı sevmesinde tercih edilen yol budur. Yani hoşgörülü ve yumuşak olmak. İşte bu İslam’a davetteki üsluptur. İslam’a muhalif olanları davet ederken hikmet sahibi ve güzel sözlü olmayı teşvik etmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ ".

“(Ey Muhammed!) Rabbının yoluna, hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel bir şekilde münakaşa et.” (Nahl: 16/125)

Davet açısından İslam’ın hoşgörü ile alakalı bazı meseleleri ele alacağız.

1- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; diğer din mensuplarının İslam’a girmesi için kabul kapısının açık olmasıdır. Bilakis İslam bununla sevinir ve müjde verir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Allah Azze ve Celle sizden birinizin tövbesi ile çok sevinir. Bir adam, bineği ile hiçbir yerleşim alanının olmadığı ıssız bir yerde, üzerinde yiyeceği ve içeceği bulunan devesini kaybeder. Artık onu bulmaktan ümidini kaybeder ve bir ağacın gölgesine gelerek uzanır. O halde iken birdenbire devesini yanında buluverir. Onu yularında tutar. Sonra aşırı sevincinden dolayı şöyle der: ‘Allahım! Sen benim kulumsun ben de senin Rabbinim.’ O, aşırı sevincinden dolayı hata etmiştir.” (Muslim)

2- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; İslam’a davet eden kimselere sevdirme ve hayır ile müjdeleme yolunu emretmesidir. Az Muaz ve Ebu Musa el-Eşari’yi İslam’a davet için gönderdiğinde onlara şöyle buyurur: “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; birbirinizi sevin, ihtilaf etmeyin.” (Buhari: 3038)

3-  Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; kaideler ışığında aşağılama ve hakir görmeden uzak bir şekilde akıllarına ihtiram ederek muhalifleri ile konuşmayı emreder. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ولا تجادلوا أهل الكتاب إلا بالتي هي أحسن إلا الذين ظلموا منهم وقولوا آمنا بالذي أنزل إلينا وأنزل إليكم وإلهنا وإلهكم واحد ونحن له مسلمون"

“İçlerinden zâlim olanlar dışında, kitap ehline karşı, en güzel bir şekilde mücadele edin ve deyin ki: "Bize indirilene de, size indirilene de îman ettik. Bizim ilâhımız da, sizin ilâhınız da birdir ve biz Ona teslim olan kimseleriz.”  (Ankebut: 29/46)

Karşıdaki kişinin senin görüşünü kabul etmesi için zorlama ve saldırma yoktur. Bilakis delilleri dinleme, onunla münakaşa ve ona reddiye vardır. Ona karşı davet edilenin fikrine uygun mantıklı bir şekilde reddiye vermeli, onu ikna edici münakaşa üslubuna uygun hareket etmelidir. Buna bir misal verelim. İbnu Abbas -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Gayri müslim olan Âs ibnu Vâil, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına çürümüş bir kemik ile geldi ve onu unufak ederek: Ey Muhammed! Çürüdükten sonra Allah bunu diriltecek mi? dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle dedi: “Seni öldürecek, sonra diriltecek, sonra da seni cehennem ateşine girdirecek.” Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şu âyeti indirdi:

" أَوَلَمْ يَرَ الْأِنْسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ * وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ * قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنْشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ * الَّذِي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَاراً فَإِذَا أَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ * أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ بَلَى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ"

“İnsan, kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmüyor mu da şimdi apaçık bir düşman kesiliyor. Kendi yaratılışını unutup bize misal veriyor ve diyor ki: "Çürümüş olduğu halde bu kemikleri kim diriltecek"? (Ey Muhammed!) De ki: "Onları ilk defa yoktan var edip yaratan, diriltir. O, bütün yaratmayı hakkıyla bilendir. Sizin için yeşil ağaçtan bir ateş yaratan O'dur.  Nitekim siz ondan ateş yakıyorsunuz. Gökleri ye yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya kaadir olmaz mı? Elbette olur; O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır. (Yasin: 36/77-81)

Bu gibi konuşmalar, mantıki reddiyeler, ikna edici kanıtlar, apaçık deliller, hakkı isteyen selim akıl sahipleri için hiçbir şüpheye mecal bırakmaz. Onunla konuşan kişi, bu dinin sahih din olduğunu ve tabi olunmayı hak ettiğini beyan eder. Allah Azze ve Celle İbrahim aleyhisselam ile Bâbil kralı Ken’ân oğlu Nemrut arasında geçen konuşma kıssasını şöyle haber verir:

" ألم تر إلى الذي حاج إبراهيم في ربه أن آتاه الله الملك إذ قال إبراهيم ربي الذي يحيي ويميت قال أنا أحيي وأميت قال إبراهيم فإن الله يأتي بالشمس من المشرق فأت بها من المغرب فبهت الذي كفر والله لا يهدي القوم الظالمين "

“Allah'ın kendisine hükümranlık vermesinden dolayı, İbrahim'le, Rabbi hakkında tartışan kimseyi bilmez misin? İbrahim (ona) "Rabbim hem diriltir, hem de öldürür" deyince, o,  "ben de diriltir ve öldürürüm" demişti.  Fakat İbrahim: "Allah,  güneşi doğudan getirir;  sen de onu batıdan getir" deyince de, o küfreden, şaşırıp kalmıştı. Allah, zâlim kimseleri doğru yola iletmez.” (Bakara: 2/258)

4- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; provoke etme (kışkırtma), her türlü bencillikten, alay etme, kötüleme ve ayıplama üslubundan uzak olmasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وقل لعبادي يقولوا التي هي أحسن إن الشيطان ينزغ بينهم إن الشيطان كان للإنسان عدوا مبينا"

“Kullarıma, müşriklerle en güzel bir şekilde konuşmalarını söyle. Zira şeytan, aralarını bozmak ister. Zaten o, insana karşı apaçık bir düşmandır.” (İsra: 17/53)

5- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; davet edilenlere karşı şefkat, merhamet ve sevdirme üslubunu kullanmasıdır. İnsanları kalpleri büyüleyici ve kalbe sevimli gelen kelimelerle davet eder. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" قل يا أهل الكتاب لم تصدون عن سبيل الله من آمن تبغونها عوجا وأنتم شهداء وما الله بغافل عما تعملون "

“De ki: 'Ey Kitap Ehli, sizler şahidler olduğunuz halde, ne diye iman edenleri Allah yolundan çevirmeye çalışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Âli İmran: 3/99)

Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

"قل يا قوم اعملوا على مكانتكم إني عامل فسوف تعلمون من تكون له عاقبة الدار إنه لا يفلح الظالمون"

“(Ey Muhammed! Kavmine) de ki: "Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; ben de yapıyorum. (Kısa bir süre sonra) dünyanın güzel akıbetinin kime âit olacağını anlayacaksınız. Zira şu bir gerçektir ki, zalimler kurtuluşa asla eremezler.” (Enam: 6/135)

6- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; sertlik olmaksızın sözde yumuşak olma ve yumuşak davranmaktır. Allah Azze ve Celle, Musa aleyhisselamı ve kardeşi Harun aleyhisselamı insanları kendisine ibadete çağıran ve ilahlık iddia eden Firavun’a göndermiş ve davette bir menhec olması için o ikisine şöyle buyurmuştur:

" اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى* فَقُولا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى" 

"Firavun'a gidin; çünkü o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin; belki öğüt alır, yahut korkar." (Tâhâ: 20/43)

7- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; kendisi ile konuştuğu muhaliflerinden apaçık delillerini getirmesini talep etmesidir. Onlara, kendilerinde olan düşüncelerini serdetme fırsatı verir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" قُلْ أَرَأَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَرُونِي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَاوَاتِ ائْتُونِي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هَذَا أَوْ أَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ".

“(Ey Muhammed!) De ki: "Allah'ı bırakıp da ibadet ettiğiniz şeyleri görüyor musunuz? Yeryüzünde ne yarattıklarını bana gösterin. Yoksa onların, göklerin yaratılışında ortaklıkları mı vardır? Eğer sözünüzde sâdık iseniz, bu Kitap dışında bana bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı getirin.”  (Ahkâf: 46/4)

8- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; bütün muhaliflerin konuşmaya icabet etmelerini istemesidir. Onları, Rabbani bir menhec üzere bir kelimede toplayıp her türlü ayrılıktan uzak durur ve onların hayrını ister. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" قل يا أهل الكتاب تعالوا إلى كلمةٍ سواءٍ بيننا وبينكم أن لا نعبد إلا الله ولا يتخذ بعضنا بعضاً أرباباً من دون الله فإن تولوا فقولوا اشهدوا بأنا مسلمون "

“(Ey Muhammed!) De ki: "Ey kitap ehli! Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceğimiz, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayacağımız, Allah dışında birbirimizi rablar edinmeyeceğimiz hususunda bizimle sizin aranızda bir olan kelimeye (tevhîd kelimesine) geliniz. Buna rağmen yine de yüz çevirirlerse, işte o zaman "bizim müslüman olduğumuza şâhid olun' deyiniz.” (Âli İmran: 3/64)

9- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; bu dine girmeleri için hiçbir zorluk, meşakkat ve ayin olmaksızın kapılarını sonuna kadar açmasıdır. Belli dini merasimler, belli mekanlara ve belirli insanların önüne iletir. Bu da Rabbisi ile kulu arasındaki aracısız bir sıladır ki Rabbi ile kulu arasında aracılar yoktur. Onun İslam’a girmesi için söylemesi çok kolay ve manası çok büyük olan şu iki şehadet kelimesini söylemesi gerekir: “Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasûluhû” (Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve rasulüdür.) İşte bu iki kelime İslam’a girmenin anahtarıdır. Her kim bu iki cümleyi söylerse İslam’dan gayri bütün dinlerden uzaklaşmış olur. Müslümanın üzerine düşen görev, onun da üzerine düşer.

10- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; her kim İslam dinine girerse, Allah Subhânehû ve Teâlâ onun İslam’dan önce işlemiş olduğu bütün günahlarını bağışlamasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" قُلْ لِلَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَ"

“(Ey Muhammed!) O küfredenlere, "eğer (küfürlerine ve düşmanlıklarına) son verirlerse geçmiş günâhlarının bağışlanacağını" söyle.” (Enfal: 8/38)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurur: “İslam, kendinden önceki günahları siler. Tövbe de kendinden önceki günahları siler.”

11- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; İslam’dan gayri diğer dinlere sahip birisi şayet Müslüman olursa onlara kendi peygamberlerine olan imanları ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin peygamberliğine imanları sebebiyle sevapları iki kere verilir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

 " الذين آتينهم الكتاب من قبله هم به مؤمنون وإذا يتلى عليهم قالوا آمنا به إنه الحق من ربنا إنا كنا من قبله مسلمين أولئك يؤتون أجرهم مرتين بما صبروا ويدرؤن بالحسنة السيئة ومما رزقناهم ينفقون "

“Önceden kendilerine kitap verdiklerimiz Kur'ân’a da îman ederler. Kendilerine bu Kitap okunduğu zaman, "biz ona îman ettik; o Rabbımızdan gelen bir haktır; ondan önce de biz müslüman idik" derler. İşte bunlara mükâfatları, sabretmeleri dolayısıyle iki kere verilir. Bunlar, kötülüğü iyilikle savarlar; kendilerine rızık olarak verdiklerimizden hayra sarf ederler.” (Kasas: 28/52-54)

12- Davet açısından İslam’ın hoşgörülü oluşundan birisi de; her kim İslam’a girerse Allah Azze ve Celle onu İslam’dan önce yapmış olduğu hayırlar sebebiyle sevap vermesidir. Hakim ibnu Hizam -Allah ondan razı olsun- şöyle der: Ben dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü!  Câhiliyet devrinde (henüz Müslüman olmamışken) sadaka vermek, köle âzâd etmek, akrabaya iyilik etmek gibi bazı ibadetler yapardım. Bana bundan dolayı sevab var mıdır? Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sen, yapmış olduğun hayırlar (iyilikler) sebebiyle Müslüman oldun." (Buhari: 1436)


Gayri Müslimlerle Muamelede İslam’ın Hoşgörüsü:  

Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden bahsetmeye başlarken, müsteşrik Luys Yunğ’un gayri Müslimlerle karşı hoşgörü açısından sözünü zikredeceğiz. O şöyle der: Birçok konuda batı, İslam Medeniyeti’nden öğrenmeye devam etmektedir. Arabın müsamahası bunlardan biridir. (Araplar ve Avrupa. Sy.10 “İslam hakkında şöyle dediler” sy. 327)

Gayri Müslimlerle muamelede hoşgörü açısından bazı özellikler şunlardır:

1- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onlarla olan bütün mali muameleleri mübah kılmasıdır. Alışveriş, ortaklık, kiralama, takas usulü alışveriş… Bu ise dini kurallar ışığında olması gerekir. Zarar olmaksınız, hakların korunması, her iki tarafın rızası, anlaşılan anlaşmanın bilinmesi, şartları ve konusunun bilinmesi gerekir. Aişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir yahudiden belli bir müddete kadar yiyecek satın aldı ve zırhını ona rehin olarak verdi.

İslam, bu muameleyi haram kılmaz. Ancak içinde faiz, kumar ve cehalet varsa buna karşıdır. Bunlar Müslümanlar arasında da haramdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" يا أيها الذين آمنوا لا تأكلوا الربا أضعافا مضاعفة واتقوا الله لعلكم تفلحون "

“Ey îman edenler! Faizi kat kat artırılmış olarak yemeyin. Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.” (Âli İmran: 3/130)

Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ياأيها الذين آمنوا إنما الخمر والميسر والأنصاب والأزلام رجس من عمل الشيطان فاجتنبوه لعلكم تفلحون إنما يريد الشيطان أن يوقع بينكم العداوة والبغضاء في الخمر والميسر ويصدكم عن ذكر الله وعن الصلاة فهل أنتم منتهون "

“Ey îman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan sakının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi, Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz, (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Maide: 5/90-91)

2- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onların ibadet yerlerinde namaz kılmanın caiz olmasıdır. Rivayet edildiğine göre Ebu Musa, Dimeşk’te bulunan ve “Nehya Kilisesi” denen kilise de namaz kılmıştır.

Şayet namaz kılacak başka bir yer bulamaz ve içinde de resim ve heykeller varsa o zaman orada namaz kılmak kerih görülmüştür. Nitekim Ömer -Allah ondan razı olsun- hıristiyanlardan birine: Bizler sizin ibadet hanenizde resimler bulunması sebebiyle girmeyiz, demiştir.

3- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; şayet bir maslahat veya hacet varsa onların Müslümanların mescidine girmelerinin caiz oluşudur. Bundan ise Kâbe istisna edilmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem gayri Müslimlerden gelen heyetleri Medine’deki mescidinde karşılardı. Onları bundan yasaklamazdı. Bu konuda meşhur Sumâme ibnu Asal’ın kıssası vardır: Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Necd tarafına atlı birlik gönderdi. Onlar Hanifi oğullarından ve adına da Sumame İbnu Usal denilen birini esir olarak getirdiler ve onu Mescid’in direklerinden birine bağladılar. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onun yanına Mescid’e çıktı ve:
-"Ey Sumâme! Sana nasıl muamele edeceğimi düşünüyorsun?" diye sordu. Sumâme şöyle dedi:
-Benim hakkımda hayırla muamele edeceğinden başka bir düşüncem yoktur. Ey Muhammed! Şayet beni öldürürsen, kanlı bir cânîyi öldürmüş olursun. Şayet bana ikram edersen, nimete karşı şükredici birine karşı ikram etmiş olursun. Şayet mal istersen, işte malım, ondan istediğin kadar al. 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile aralarında geçen bu konuşmadan sonra Sumâme Mescid’de bağlı olarak bırakıldı. Ertesi gün yine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onun yanına gelerek:
-"Ey Sumâme! Sana nasıl muamele edeceğimi düşünüyorsun?" diye sordu. Sumâme şöyle dedi:
-Sana dün söylediğim gibi: Şayet bana ikramda bulunursan, şükredici birine ikramda bulunmuş olursun. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onu o gün de bağlı olarak bıraktı. Üçüncü gün Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Sumême’ye:
-"Ey Sumâme! Sana nasıl muamele edeceğimi düşünüyorsun?" diye sordu. Sumâme de: Sana daha önce söylediğim şeyler, dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Sumême’yi serbest bırakın" buyurdu. Sumâme, Mescid’e yakın bir hurmalığa gitti ve orada gusül abdesti aldı. Sonra Mescid’e girdi ve şöyle dedi: Eşhedü en lailahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Rasulühu (Ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur. Ve yine şahadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Rasûlü’dür.) Ey Muhammed! Vallahi şu yeryüzünde bana senin yüzünden daha düşman hiçbir yüz yoktu. Fakat bu sabah senin yüzün, bana yüzlerin en sevimlisi olmuştur. Vallahi dînlerden hiçbir dîn bana senin dîninden ziyâde düşman gelmezdi. Fakat bu sabah senin dînin bana göre dînlerin en sevimlisidir. Vallahi beldelerden hiçbir belde bana senin belden kadar sevimsiz değildi. Fakat bu sabah senin belden bana beldelerin en sevimlisi oldu. Ben umre yapmaya niyet ettiğim sırada süvari birliklerin beni yakalamışlardı. Şimdi senin görüşün nedir?
Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Sumâme'yi dünyâ ve âhiret saâdetiyle müjdeledi ve umre yapmasını emretti. Sumâme umre yapmak için Mekke'ye varınca birisi ona: Dîninden başka bir dîne mi döndün? dedi. O da: Hayır vallahi ben dînden çıkmadım. Fakat ben Allah'ın Rasûlü olan Muhammed'in beraberinde müslümân oldum. Vallahi ben sizin dîn dediğiniz müşrikliğe dönmem ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem o hususta izin vermedikçe size Yemâme'den bir buğday tanesi gelmeyecektir, dedi. (Buhari: 4372)

4- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onların hastalarını ziyaret etmeyi, şifa bulmaları için dua etmeye cevaz vermesidir. Enes -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve selleme bir yahûdî çocuğu hizmet ederdi. O çocuk hastalandı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onu hastayken ziyarete geldi. Çocuğun başının yanında oturdu ve çocuğa "Müslüman ol"  diye telkinde bulundu. Çocuk yanındaki babasının yüzüne baktı. Babası ona: Ebul-Kasım sallallâhu aleyhi ve selleme itaat et, (yani Müslüman olmayı kabul et) dedi. Bunun üzerine o çocuk Müslüman oldu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem çocuğun yanından çıkarken: "Bu çocuğu cehennem ateşinden kurtaran Allah'a hamdolsun" diyordu. (Buhari: 1356)

5- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onların bir yakını öldüğünde onlara taziyede bulunmak suretiyle iyi davranmaya cevaz vermesidir. Ebu Hureyre’nin -Allah ondan razı olsun- rivayet ettiği hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Rabbime, anneme bağışlanma dilemek için izin istedim, bana izin vermedi. Annemin kabrini ziyaret etmek istedim, bana izin verdi.” (Muslim)  

 6- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; şayet Müslümanlarla savaş halinde değiller ise onlara sadaka vermesi ve onlara hediye vermeye cevaz vermesidir. Abdullah ibnu Amr, ailesi içinde onun için bir koyun kesilmişti. Abdullah ibnu Amr evine geldiğinde şöyle dedi: Yahudi komşumuza hediye ettiniz mi? Yahudi komşumuza hediye ettiniz mi? Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selemi şöyle buyururken işittim: “Cibril bana komşuluk hakkında tavsiye etmeye öyle devam etti ki sonunda ben komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” (Tirmizi: 1943)

Bununla beraber Müslümanlardan ihtiyaç sahiplerinin hakkı olan zekatın onlardan kalplerini İslam’a ısındırmak için zekat verilebilir. Şayet onlara yani gayri Müslimlere zekat verildiği zaman Müslümanların bir maslahatı varsa veya bir zararı def edecekse veya da İslam’a girecekse durum böyledir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" إنما الصدقات ..... والمؤلفة قلوبهم "

“Sadakalar, …kalbleri İslam'a ısındırılacak olanlara… aittir.” (Tevbe: 9/60)

Ömer -Allah ondan razı olsun- ehli kitaptan dilenen zayıf birini görünce beytul-mal görevlisine şöyle der: “Bu ve benzerlerine bak, Müslümanların beytül-malinden onlara ve ailelerine yetecek miktarda mal ver. Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle buyurur: “Sadakalar, Allah'tan bir farz olmak üzere, sadece fakirlere, düşkünlere, sadaka toplayan memurlara, kalbleri İslam'a ısındırılacak olanlara kölelerin kurtarılmasına, borçlulara, Allah yoluna ve yolda kalmışlara aittir. Allah, her şeyi hakkıyle bilendir; hikmet sahibidir.” Fakirler Müslümanlar, miskinler ise ehli kitaptır.” (el-Harrâc: Ebu Yusuf: 126)

7- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; gayri Müslim olan akrabaları ile Müslüman arasındaki sılaya cevaz vermesidir. Onlara ihsanı ve onlarla alakayı kesmemeyi emretmiştir. Ebu Bekir’in kızı Esma -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem zamanında müşrik olan annem benim yanıma geldi. Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme:

-Annem, benim iyiliğimi isteyerek ve geri çevrilmekten de korkarak benim yanıma geldi. Annemi kabul edip ona iyilik ve ikramda bulunayım mı? diye sordum. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

-"Evet, annene iyilik et ve ikramda bulun" buyurdu. (Buhari: 2620)

8- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onların kaplarından yemek yemeye ve elbiselerini giymeye cevaz vermesidir. Bunda ise haram bir şeyden üretilmemiş olması gerekir. Tıpkı altın, gümüş, domuz ve köpek derisi gibi. Bunların kullanılması caiz değildir. Bunlar, Müslümanların elbiseleri veya kapları olsa bile hüküm aynıdır. Bu konuda Ebu Sa’lebe el-Huşeni’nin hadisi vardır.

أنه قال : يا رسول الله إنا بأرض قوم أهل كتاب أفنأكل في آنيتهم ؟ قال : " إن وجدتم غيرها فلا تأكلوا فيها ، وإن لم تجدوا فاغسلوها وكلوا فيها"

Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme şöyle dedim: Ey Allah’ın Rasûlü! Biz kitap ehli bir kavmin bulunduğu Şam'da yaşamaktayız. Onların kaplarından yemek yiyebilir miyiz? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
" Şayet o kaplardan başka kullanabileceğiniz kaplar bulabilirseniz, onların kaplarını kullanmayın. Şayet onların kaplarından başkasını bulamazsanız o takdirde o kapları yıkayın ve onların içinde yemek yiyin."  (Buhari: 5478)

9- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; helal olduğu zaman onarlın yemeklerini yemeyi cevaz verdiği gibi Kitap ehlinden olan kadınlarla da evlenmeye cevaz vermesidir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" اليوم أحل لكم الطيبات وطعام الذين أوتوا الكتاب حل لكم وطعامكم حل لهم والمحصنات من المؤمنات والمحصنات من الذين أوتوا الكتاب من قبلكم إذا آتيتموهن أجورهن محصنين غير مسافحين ولا متخذي أخدان "

“Bugün size bütün iyi ve temiz şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine Kitap verilenlerin yiyecekleri size helâl olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir; iffetli, zinaya sapmamış ve dost edinmemiş oldukları halde mehirlerini kendilerine verdiğiniz takdirde, mü'minlerden hür kadınlarla, sizden önce kendilerine kitap verilmiş olan hür kadınlar da keza size helâl kılınmıştır. Her kim îman (ve İslam esasları) inkâr ederse, ameli boşa gitmiş, kendisi de âhirette ziyana uğramışlardan olur.”  (Maide: 5/5)

10- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Müslüman olan bir kimsenin, Müslüman olmadan önceki nikahını ikrar etmesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin gayri Müslimlerden Müslüman olanlara yaptığı gibi. Ğaylân ibnu Seleme es-Sekafî’nin Müslüman olduğunda on tane hanımı vardı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ona: “Hanımlarından dört tanesini seç” buyurdu. (Tirmizi)

 11- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; üzerlerine Allah’ın ismini zikrettikleri takdirde ehli kitabın kestiği kurbanlık hayvanların etini yemeyi helal kılmasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ولاتأكلوا مما لم يذكر اسم الله عليه وإنه لفسق"

Üzerine Allah isminin zikredilmediği şeylerden yemeyin; çünkü o bir fısktır. (Allah'a isyandır). (Enam: 6/121)

12- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onlara sığınma hakkı ve güven vermesidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وإن أحد من المشركين استجارك فأجره حتى يسمع كلام الله ثم أبلغه مأمنه "

“Ve eğer müşriklerden biri, sana sığınmak isterse, ona güven ver ki, Allah'ın kelamını işitsin; sonra da güven içinde bulunacağı yerine kadar onu ulaştır.” (Tevbe: 9/6)

13- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onlardan her kim bir müslümanın hakkında cinayet işlerse Müslümanların beldesinde ona had cezasının uygulanması gerekir. Hak sahiplerinin ise onu affetme veya diyet isteme ya da had cezasının uygulanması yani öldürülmesi arasında seçme hakkına sahiptirler. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

 "  وكتبنا عليهم فيها أن النفس بالنفس والعين بالعين والأنف بالأنف والأذن بالأذن والسن بالسن والجروح قصاص فمن تصدق به فهو كفارة له "
“Biz Tevrat'ta, onlara "cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dış (olmak üzere kısası) farz kılmıştık. Keza (mümkün olduğu takdirde) yaralara karşı da kısas vardır. Bununla beraber, kim kısas hakkını bağışlarsa, bu, kendi (günâhları) na bir keffâret olur.” (Maide: 5/45)

 14- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onların dinlerine sövmeyi Müslümanların üzerine yasaklamasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ولاتسبوا الذين يدعون من دون الله فيسبوا الله عدواً بغير علم "

“Müşriklerin Allah'tan başka yalvardıkları putlara sövmeyin ki, onlar da haddi aşarak bilmeden Allah'a sövmesinler.”  (Enam: 6/108)

15- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onlarla yapılan anlaşmaya sadık kalmayı gerekli kılmasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" يا أيها الذين آمنوا أوفوا بالعقود "

 “Ey îman edenler! Akidleri yerine getirin.”  (Maide: 5/1)

16- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onların mallarına, şahsiyetlerine ve ırzlarına karşı saygılı olmayı gerekli kılmasıdır. Onlara karşı zulüm, düşmanlık veya haklarını eksiltme veya da kötü muameleyi haram kılmıştır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" لا ينهاكم الله عن الذين لم يقاتلوكم في الدين ولم يخرجوكم من دياركم أن تبروهم وتقسطوا إليهم إن الله يحب القسطين "

“Allah, dîn hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ve onlara karşı adaletli davranmaktan sizi menetmiyor. Şüphesiz Allah, adil davrananları sever.” (Mumtehine: 60/8)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurur: “Her kim kendisi ile anlaşma bulunan gayri müslime zulmeder veya ona takatinden fazla görev verir veya da onun izni olmadan ondan bir şey alırsa ben onunla kıyamet günü münakaşa edeceğim.” (Ebu Davud: 3052)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Her kim, anlaşma yapılmış bir zimmiyi haksız yere öldürürse Cennetin kokusunu koklayamaz. Halbuki Cennetin kokusu kırk yıllık mesafeden hissedilir." (Buhari: 3166)

17- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; zimmet ehline, İslam devleti gölgesi altında oldukları müddetçe içtimai güven vermesidir. Müminlerin emiri ikinci halife Ömer’in -Allah ondan razı olsun- fili buna delalet etmektedir. Yahudilerden yaşlı birini insanlardan sadaka dilenirken görmüş, bunu ondan sorduğunda onun cizye ehlinden olduğunu anlamıştı. Bunun üzerine Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: “Gençliğinde senden cizye alarak yaşlılığında seni zayıf bırakmakla sana karşı insaflı davranmadık.” O yahudinin elinden tutup kendi evine götürdü ve oan evinde bulduğu elbise ve yiyecekten verdi. Sonra onu beytül-mal görevlisine gönderip şöyle dedi: “Bu ve bunun gibileri gözet ve Müslümanların beytül-malinden onlara ve ailelerine yetecek miktarda mal ver. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur: “Sadakalar fakirler ve miskinler içindir.” Fakirler Müslümanlar, miskinler ise ehli kitaptır.” (Ebu Yusuf, el-Harrâc: 126)

18- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; kendisine düşman olanlara karşı af ve bağışlamayı emretmesidir. Onlara güç yetirme halinde İslam Dini’nin rahmet ve muhabbet dini olduğunu ve İslam’ın hoşgörüsünü ortaya çıkarmak için ve onların kalplerini ısındırmak için bunu emreder. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" فبما نقضهم ميثاقهم لعناهم وجعلنا قلوبهم قاسية يحرفون الكلم عن مواضعه ونسوا حظا مما ذكروا به ولا تزال تطلع على خائنة منهم إلا قليلا منهم فاعف عنهم واصفح إن الله يحب المحسنين"

“Ne var ki, onların, verdikleri sözü bozmuş olmaları dolayısıyla onları lanetledik ve  kalplerini   kaskatı  yaptık.   (Ellerindeki   Tevrat'ta)   kelimeleri  yerlerinden değiştirip tahrifat yapmışlar ve  (kitaptan)  kendilerine  hatırlatılan  şeylerin çoğunu unutmuşlardı. Nitekim içlerinden çok azı dışında, onların hainliklerine halâ muttali olabilirsin. Yine de sen onları bağışla ve üzerinde durma. Şüphe yoktur ki Allah, iyilik edenleri sever.” (Maide: 5/13)

"ود كثير من أهل الكتاب لو يردونكم من بعد إيمانكم كفارا حسدا من عند أنفسهم من بعد ما تبين لهم الحق فاعفوا واصفحوا حتى يأتي الله بأمره إن الله على كل شيء قدير"

“Kitap  ehlinden  olanların   çoğu,   hak   kendilerine   apaçık   belirdikten   sonra içlerindeki hasetlik yüzünden, îmanınızdan sonra sizi tekrar küfre çevirebilmeyi arzulamaktadırlar. (Bu hususta) Allah'ın emri gelinceye kadar (onları) bağışlayın ve kendi hallerine bırakın. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.” (Bakara: 2/109)

"قل للذين آمنوا يغفروا للذين لا يرجون أيام الله ليجزي قوما بما كانوا يكسبون"

“(Ey Muhammed!) İman edenlere söyle: İşlemiş oldukları yüzünden Allah'ın onları cezalandıracak günlerinin geleceğini beklemeyen kimseleri bağışlasınlar.” (Casiye: 45/14)

19- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onların en güzel bir şekilde davet etmesi, onlara ümit kapısını açması, onlara Allah’ın onlara olan mağfiretini, onların Allah’ın rahmetinden ve bağışlamasından ümitlerini kesmemelerini hatırlatır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" قل للذين كفروا إن ينتهوا يغفر لهم ما قد سلف وإن يعودوا فقد مضت سنة الأولين"
“(Ey Muhammed!) O küfredenlere, "eğer (küfürlerine ve düşmanlıklarına) son verirlerse geçmiş günâhlarının bağışlanacağını, yok eğer devam ederlerse, geçmiş kavimlerin (akıbetleri hakkında cereyan eden Allah'ın) kanununun (ibret almaları için önlerinde) geçtiğini" söyle.” (Enfal: 8/38)

20- Gayri Müslimlerle muamelede İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; insanların tamamı için hayrı sevmeyi teşvik etmesidir. Bunu da imanın alameti kılmıştır. Çünkü İslam muhabbet dinidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Ey Ebu Hureyre! Allah’tan korkan muttaki biri ol ki, insanların en çok şükredeni olasın. Kanaat sahibi ol ki insanların en çok şükredeni olasın. Kendin için sevdiğini insanlar içinde sev ki mümin olasın. Komşularına iyilik et ki selamette olasın. Gülmeyi azalt. Muhakkak ki çok gülmek kalbi öldürür.”


İbadetler Açısından İslam’ın Hoşgörüsü:

Şüphesiz ki İslam’daki farz ve nafile kılınan ibadetler kolaylık ve hoşgörü üzerine bina edilmiştir. Allah Azze ve Celle İslam Dini’ni bununla özel kılmıştır. Her Müslüman gücü ve hali nispetince ibadetten lezzet almasını sağlamak içindir. Yapmış olduğu ibadetlerinde ruhi saadetten, huzur bulmasından, Allah’a münacatın lezzetinden mahrum olmamak içindir bu. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" الذين آمنوا وتطمئن قلوبهم بذكر الله ألا بذكر الله تطمئن القلوب"

 İşte onlar, îman edenler ve kalpleri Allah'ın zikri ile mutmain olanlardır. Şunu iyice biliniz ki, kalpler, Allah'ın zikriyle mutmain olur (rahat ve huzura kavuşur.)” (Rad: 13/28)

İslam, insanın gücünün yetmediği yükü yüklemez, onu bununla mükellef kılmaz. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Yapmaya sürekli gücünüzün yettiği amellerle meşgul olun. Yapageldiğiniz duanız ve yalnızca O’ndan istemeniz sizlere ağır gelipte ondan uzaklaşıncaya kadar Allah sizin üzerinizden ihsanı kesmez.” (Buhari: 43)

İslam’ın hoşgörülü ve kolay oluşundan birisi de; onun ibadetlerinin insan yaratılışına (fıtratına) ve yapabilme gücüne uygun olmasıdır. İslam, insan takatinin üstüne bir şey yüklemediği gibi fıtratına muhalif bir şeyi de emretmemiştir. Bilakis, Allah için ibadet bile olsa kendisinin güç yetiremediği şeyleri yüklenmesini ikrar etmez. Enes’in -Allah ondan razı olsun- bildirdiğine göre Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem iki oğlu arasında onlara dayanarak yürüyen yaşlı bir adam gördü ve "bunun neyi var?" diye sordu. Oğulları "Kâbe'ye yürüyerek gitmeyi adadı" dediler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah, bunun kendisine eziyet etmesine ihtiyacı yoktur, Allah bundan müstağnidir." Sonra da adama bineğine binmesini emretti. (Buhari: 1865)

İbadetler açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Allah Azze ve Celle bir müslümana hastalık veya yolculuk gibi özründen dolayı yaptığı amellerinde sağlıklı ve mukim iken verdiği sevap gibi sevap vermesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Bir kul hasta olduğu veya yolculuk ettiği zaman, mukîm ve sıhhatli iken yaptığı amellerde aldığı ecir gibi hanesine ecir yazılır." (Buhari: 2996)

Bununla beraber, Allah’tan ecri kazanmak için bir müslümana gerekli ruhsat konusunda hoşgörülü kılmıştır. Nitekim Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allah, üzerinize farz kıldıklarınızı yapmanızı sevdiği gibi sise verilmiş ruhsatını da kullanmanızı sever.”


Taharet (Temizlik) Hususunda İslam’ın Hoşgörüsü:

Bir müslümanın temizlik için ihtiyacı olan suya bakarak İslam’da taharet (temizlik) birçok ibadetin Allah katında geçerli olabilmesi için şarttır. Bir günde kılınan beş vakit namaz, diğer nafile namazlar, cünüplükten temizlenme, bayram ve Cuma namazı sebebiyle yıkanmak gibi. Temizlikteki aşırılık, bir müslümanı sıkıntıya sokabilir, temizlik bir yana ibadette usanma yapabilir. Temizlik açısından İslam’ın hoşgörüsünden bazıları şunlardır:

1- Temizlik açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; suda aslolan suyun rengi, kokusu veya da tadı değişmedikçe temiz olmasıdır. Ta ki bir kul bunda bir sıkıntıya düşmesin. Aleyhisselam şöyle buyurur: “Renk, tat ve kokusu galebe çalmadıkça suyu bir şey necis etmez.”

2- Temizlik açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; temiz hayvanların artıklarının temiz kılınmasıdır. Bir müslümanın bunu içmesi ve onunla temizlenmesi caizdir. İbnu Ebi Katade’nin hanımı olan Ka’b ibnu Malik’in kızı Kebşe şöyle dedi: Ebu Katade kendisinin yanına girdi. Kendisi de onun için bir kabın içinde abdest alması için su getirdi. O esnada bir kedi gelip o kaptan su içmek istedi. Bunun üzerine Ebu Katade kedinin su içmesi için su kabını ona doğru eğdi. Kebşe dedi ki: Ona bakmam için bana gösteriyorsun! Ebu Katade: Şaşıyor musun ey kardeşimin kızı? Dedi. O da: Evet, dedi. Ebu Katade -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Kedi necis değildir. Muhakkak kedi sizin etrafınızda dolanan ev ehlindendir.” (el-Mustedrek alas-Sahihayn)

  3- Temizlik açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; suyu bulamama, onu kullanamama; hastalık, abdest alamayacak şekilde yarasının olması, şiddetli soğuk, sadece içecek kadar suyun az oluşu veya da başka nedenlerden dolayı teyemmüm almayı mübah kılmasıdır. Suya bedel olarak ve Allah’tan bir kolaylık olarak toprakla teyemmüm almayı mübah kılmıştır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

"  وَإِنْ كُنْتُمْ مَرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاءَ أَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَائِطِ أَوْ لَامَسْتُمُ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ مِنْهُ مَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ حَرَجٍ وَلَكِنْ يُرِيدُ لِيُطَهِّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ " .

“Ey îman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin. İki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüb iseniz temizlenin. Hasta iseniz yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse, yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamadıysanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Allah, (bu âyetleriyle) size bir güçlük çıkarmak istemiyor; fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor.” (Maide: 5/6)

4- Temizlik açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; mestler üzerine –bunun şartları vardır- sarık ve açmaksızın sargı bezinin üzerine meshetmeyi mübah kılmasıdır. Böylelikle bir Müslüman bunları çıkarma ve giymede zorluk çekmesin. Özellikle de soğuk günlerde. Cafer ibnu Amr ibnu Umeyye ed-Damri babasından haber verdiğine göre O şöyle dedi: Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selemi abdest alırken gördüm. Mestlerinin ve sarığının üzerine meshetti. (Sahihu İbni Huzeyme)

İslam, insanlara karşı çok şiddetli olup kolaylaştırmayanları şiddetle inkâr etmiştir. Câbir şöyle dedi: Bizler bir yolculuğa çıkmıştık. Bizden birinin başına taş düştü ve kafası yarıldı. Sonra bu adam ihtilam oldu. Arkadaşlarına şöyle dedi: Teyemmüm yapmam için bana ruhsat var mıdır? Onlar da: Sana ruhsat yoktur. Sen suya güç yetiriyorsun, dediler. Bunun üzerine adam su ile gusül aldı ve bu sebepten dolayı öldü. Bizler Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldiğimizde bu olay kendisine haber verildi. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Onu öldürdüler, Allah da onları öldürsün. Bilmiyorlarsa sorsalardı ya! Bir işin içinden çıkamamanın şifası sorudur. Yaranın üzerine bir bez parçası sarıp sonra da üzerine meshetmesi ve bedeninin geri kalanını da yıkaması onun için yeterli olurdu.”

5- Temizlik açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; yeryüzünü asılda temiz kılmasıdır. Bununla bir Müslüman nerede olursa olsun –mezarlık ve hamamlar bunun dışındadır- zahir bir necaset olmadıkça ibadetini yerine getirir. Namazın geçerli olabilmesi için rahip hücresi veya uzlet yeri gibi yer olmasını sınırlamaz. Bu da bir müslümanın ibadetinde sıkıntıya düşmemesi içindir. Nitekim Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Benden önce hiçbir peygambere verilmemiş beş şey bana verildi. (Düşmanlarımın kalbine) bir aylık mesafeden korku salmakla yardım olundum. Yeryüzü bana mescid ve temizleyici kılınmıştır. Ümmetimden her kime namaz vakti erişirse (su bulamazsa, temiz bir toprakla teyemmüm alıp) namazını kılsın. Benden önce hiçbir peygambere helâl kılınmayan savaş ganimetleri bana helâl kılındı. Bana şefâat etme hakkı verildi. Benden önceki peygamberler özel olarak kendi kavimlerine gönderilirlerdi. Ben ise tüm insanlığa gönderildim." (Buhari: 335)

    6- Temizlik açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; yerde bir necaset bulunduğunda onun temizliğinde hiçbir meşakkat olmamasıdır. Bunun kolaylığını bedevinin kıssası açıklıyor. Bir bedevi mescide bevletmiş, insanlar da onun üzerine yürümüşlerdi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ise onlara şöyle buyurmuştur:  "Ona dokunmayın, onu bırakın. Bevlin üzerine bir kova su dökün. Sizler kolaylaştırıcılar olarak emrolundunuz, zorlaştırıcılar olarak emrolunmadınız." (Buhari: 220)

7- Temizlik açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; eti yenen hayvanların gübre ve bevlini temiz kılmasıdır. Kanı da akan kan olmadığı müddetçe temizdir, elbise ve mekan onunla necis olmaz. Bunda ise sadece devenin çöktüğü yerler müstesnadır. Cabir ibnu Semura şöyle dedi: Bir adam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme: Koyunun etinden dolayı abdest alayım mı? diye sordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Dilersen abdest al, dilersen alma” buyurdu. Adam: Devenin etinden dolayı abdest alayım mı? diye sordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Evet, devenin etinden dolayı abdest al” buyurdu. Adam: Koyunların yattığı yerde namaz kılayım mı? diye sordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Evet” buyurdu. Adam: Devenin çöktüğü yerde namaz kılayım mı? diye sordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Hayır” buyurdu.


1- Namaz Hususunda İslam’ın Hoşgörüsü:

Namazın hikmetlerinden biri de, kul ile Rabbi arasında bir bağ olması içi meşru kılınmış olmasıdır. Bir Müslüman namazda Rabbi ile baş başa kalır ve O’na münacatta bulunur, O’na niyaz eder. Bir Müslüman, dünyasının lezzetlerine daldığı ve kalbinde iman ateşi sönmeye başladığında, müezzin namaz için ezan okuduğunda ateşi tekrar tutuşur. Böylelikle her vakitte yaratıcısı ile olan bağı kalır. Bir günde Müslümanların mescidlerde cemaatle kıldıkları namaz bunun içindir. Ancak özür sahibi olanlar mescide cemaate gelmeyebilirler. Böylelikle aralarındaki ülfet ve muhabbeti artırırlar ve birbirlerini orada tanırlar. Toplumun bütün fertleri küçüğüyle, büyüğüyle, zenginiyle, fakiriyle, makam sahibi olan ile makam sahibi olmayanı hepsi de bir safta yan yana dururlar. Hepsi de Allah’a ibadette bir kıbleye yönelerek Allah’ın huzurunda durmada aynı hareketleri yapmakta eşittirler. Namaz, şehadetten sonra İslam’ın en önemli rüknüdür. Enes ibnu Malik’in -Allah ondan razı olsun- rivayetinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Kıyamet günü bir kulun hesaba çekileceği ilk şey namazdır. Şayet namazı güzel olursa diğer amelleri de güzel olur. Şayet namazı kötü olursa diğer amelleri de kötü olur.”

Bir günde beş kere tekrar edilmesi, bir müslümanın gönül rızası ile ve nefsinde hiçbir sıkıntı ve darlık hissetmeden bunu yerine getirmesi onun kolay oluşunu ve hoşgörüsünü göstermektedir. Namazın farz kılınışındaki kolaylık ve hoşgörünün bazı özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:

1- Namaz hususunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; bir müslümanın gücü ve kudreti nispetinde bunu eda etmesidir. Güç yetirmesi ile beraber kıyamda durmak namazın farzlarındandır. Lakin ayakta durmaya güç yetiremezse namazını oturarak kılar. Oturarak kılmaya gücü yetmezse yan tarafına yatarak kılar, bundan da aciz olursa işaret ile kılar. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Hasta bir kimse şayet güç yetirebilirse namazını ayakta kılar. Şayet buna güç yetiremezse oturarak kılar. Şayet secde etmeye güç yetiremezse işaret eder ve secdesini rükusundan biraz aşağıda yapar. Şayet oturarak da namaz kılmaya güç yetiremezse sağ tarafına kıbleye doğru yönelerek kılar. Şayet sağ tarafına uzanmış bir şekilde de namazını kılamazsa ayağını kıbleye doğru uzatarak kılar.”

2- Namaz hususunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; müslümanın güven içinde ve korku halinde kılınış şeklinin değişmesidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" حافظوا على الصلوات والصلاة الوسطى وقوموا لله قانتين فإن خفتم فرجالاً أو ركبانا " 

“Namazlara ve özellikle orta namaza devam  edin; huşu içinde, Allah için namaza durun. Fakat (bir tehlikeden] korkmuşsanız, yaya veya bir şeye binmiş olarak da kılın.(Bakara: 2/238)

3- Namaz hususunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; yolculuk esnasında dört rekatlık namazları iki rekat olarak kısaltmayı, ona kolaylık olması açısından öğle ile ikindi, akşam ile de yatsı namazlarını birleştirerek (cem ederek) takdim veya tehir şeklinde kılmasıdır. Ya’la ibnu Umeyye şöyle dedi: Ben Ömer ibnul-Hattab’a şöyle dedim: “Küfredenlerin size kötülük etmelerinden endişeye düşerseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.” (Nisa: 101) İnsanlar bundan emin oldular. Bunun üzerine Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben de bundan dolayı şaşırdım ve bunu Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme sordum. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: “Bu, Allah’ın size verdiği bir sadakadır. O’nun sadakasını kabul edin.” (Muslim)

 4- Namaz hususunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; hasta için şiddetli soğukta ve yağmurda iki namazın arasını cem etmeye cevaz vermesidir. Yolcu olmasa bile hacet sahibi de böyledir. İbnu Abbas şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de iken yolculuk ve korku olmadığı halde ikindi ve öğle namazlarını cem ederek kıldı.

Ebu Zubeyr şöyle dedi: Said’e bunu niye yaptığını sordum. O da: Bana sorduğunu ben de İbnu Abbas’a sordum. O da şöyle dedi: Ümmetinden hiç kimseye sıkıntı vermemek istedi.” (Muslim)

 5- Namaz hususunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; vakitlerini geniş olmasıdır. Müslümanın sıkıntıya düşmemesi için vakitte daraltma yoktur. Cabir ibnu Abdullah -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:

“Cibril aleyhisselam güneş tam tepeden batıya doğru meylettiğinde (öğle vaktinde) Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldi ve şöyle dedi: ‘Kalk ey Muhammed!’ Güneş tam tepeden batıya meyledince öğle namazını kıldı. Sonra bir müddet bekledi. Bir kimsenin gölgesi kendi misli gibi olunca Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına ikindi namazı için geldi ve şöyle dedi: ‘Kalk ey Muhammed!’ Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ikindi namazını kıldı. Sonra güneş batana kadar bekledi. Sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına tekrar geldi ve: ‘Kalk ve akşam namazını kıl’ dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem güneşin batışıyla birlikte akşam namazını kıldı. Sonra ufuktaki kızıllık kayboluncaya kadar bekledi. Sonra Cibril aleyhisselam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldi ve: ‘Kalk ve yatsı namazını kıl’ dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de kalktı ve yatsı namazını kıldı. Fecir doğduğu zaman sabah namazı için geldi ve: ‘Kalk ey Muhammed!’ dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de kalktı ve sabah namazını kıldı. Sonra ertesi gün Cibril aleyhisselam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına bir adamın gölgesi bir misli olunca geldi ve: ‘Kalk ey Muhammed ve namaz kıl!’ dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de öğle namazını kıldı. Bir kimsenin gölgesi iki misli olunca geldi ve: ‘Kalk ey Muhammed!’ dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ikindi namazını kıldı. Sonra Cibril aleyhisselam güneş battığı zaman akşam namazı için geldi. Vakit içerisinde iken: ‘Kalk ve namaz kıl’ dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de akşam namazını kıldı. Sonra Cibril aleyhisselam gecenin ilk üçte birlik vakti geçince yatsı namazı için geldi ve: ‘Kalk ve yatsı namazını kıl’ dedi. Sonra Cibril aleyhisselam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına hava iyice sararınca sabah namazı için geldi ve: ‘Kalk ve sabah namazını kıl’ dedi. Sonra Cibril aleyhisselam şöyle dedi: “Bu vakitler arasının tamamı namaz vaktidir.” (Suneni Nesâi)

6- Namaz hususunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; unutarak veya yanlışlıkla namaz esnasında rekat sayısını fazlalaştırır veya noksanlaştırırsa namazını iade etmemesidir. Böyle bir durumda kişi namazını iade etmez. Bilakis ona kolaylık olması ve şeytanı zelil kılmak için sehv (yanılma) secdesi vardır. Çünkü şeytan, Rahman’ın rızasını ve bir müslümanın ibadetlerini ifsat etmeye hırslıdır. Ebu Said el-Hudri’nin -Allah ondan razı olsun- Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden rivayetinde O şöyle buyurur:

“Sizden biri namazında üç rekat mı kıldı yoksa dört rekat mı kıldı diye şüpheye düşerse şüpheyi bir tarafa bırakıp kalbi hangi görüşe ağır basıyorsa onu alsın. Selam vermeden önce iki kere secde etsin. Şayet beş rekat kılmışsa namazı onun için aracılık eder. Şayet dört rekatı tamamlamak için kılmışsa bu da şeytanın burnunu yere sürtmek içindir.”

    7- Namaz hususunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; şayet bir Müslüman kıble cihetini bilemez ve kendine de kıbleyi gösterecek kimse bulamazsa kendi görüşüne göre yönelir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ولله المشرق والمغرب فأينما تولوا فثم وجه الله إن الله واسع عليم"

“Doğu da batı da Allah'a aittir. Ne tarafa yönelirseniz yönelin Allah'ın vechi oradadır. Şüphesiz Allah’ın kullarına olan rahmeti geniştir, yaptıklarını hakkıyla bilendir. (Bakara: 2/115)

8- Namaz hususunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; cemaatle namaz kılarken imamın namazı uzatmasını yasaklamasıdır. Ebu Hureyre’nin -Allah ondan razı olsun- rivayet ettiği hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Sizden biriniz insanlara namaz kıldırdığı zaman kıraatı hafif tutsun. Cemaatin içinde zayıf olan vardır, hasta olan vardır, yaşlı olan vardır. Sizden biri kendi başına namaz kıldığı zaman kıratını dilediği gibi uzatsın.” (Buhari: 703)


2- İbadet Açısından İslam’ın Hoşgörüsü (Zekat):

Zekâtın hikmetlerinden birisi de, onun, Müslüman toplumdan fakirliği yok etmek; hırsızlık, cinayet, ırz düşmanlığı gibi suçlara kesin çözüm için dinden kılınmasıdır. Zekât, Müslümanlar arasında toplumsal sorumluluk ruhunu yaşatmak için dinden kılınmıştır. Bununla ihtiyaç sahibine, insanlardan muhtaç olanlara ve miskinleri isteme zilletinden kurtarmıştır. Zekâtın farz kılınışındaki kolaylık ve hoşgörü tablolarından bazıları şunlardır:

1- Zekatta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; insanların mallarının orta dereceli olanlarından alınıp en iyilerinden alınmamasıdır. İbnu Abbas -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Muâz’ı -Allah ondan razı olsun-  Yemen'e gönderirken O’na şöyle buyurdu:

"Sen Kitâb Ehli olan bir topluluğa gidiyorsun. Onları ilk davet edeceğin şey Allah'ı birleme olsun. Allah’ı bir olarak tanıdıkları zaman, Allah’ın onlara bir gün içinde beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Namazı kıldıkları zaman, Allah’ın onlara mallarından alınıp fakirlerine verilecek olan zekâtı haber ver. Şayet senin sözünü dinlerler ve sana itaat ederlerse, zekât olarak mallarından al. Ancak onların mallarının en güzellerini almaktan sakın. (Buhari: 1458)

2- Zekatta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; malından vermesi farz olan miktar, malına nispeten gerçekten de çok az olmasıdır. Yine, o malın üzerinden bir yılın geçmesi de bu kabildendir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Senin altınının yirmi dinarı buluncaya ve üzerinden de bir yıl geçinceye kadar üzerine zekat düşmez. Şayet senin yirmi dinarın olur ve üzerinden de bir yıl geçerse bundan yarım dinar zekat miktarı vardır. Şayet bundan fazla ise ona göre hesaplanır. Üzerinden bir yıl geçmediği müddetçe malın zekatı yoktur.” (Ahmed)

3-  Ziraat zekatında İslam’ın hoşgörüsünden biri de; onun tarlasını hangi şekilde sulayıp elde ettiğine bakılmasıdır. Şayet tarlasını yağmur suyu ile sulaşmışsa ona onda bir oranında zekat düşer. Sulama veya kuyular ile sulama yapmışsa o zaman ona yirmide bir oranında zekat düşer. Nitekim bu konuda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kaynak suyu e yağmurla sulanan ziraatin onda bir oranında zekatı vardır. Sulama ile sulanan ziraatin ise yirmide bir oranında zekatı vardır.”

4- Zekatta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; fakirliğinden, borçlu olmasından dolayı, acziyetinden dolayı ödemeye gücü olmayandan zekatın farziyyetinin üzerlerinden düşmesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Zekat, ancak malın fazlasından verilir.” (Ahmed)

Bilakis bu durumda olana fakirliğinden dolayı zekat almayı hak eder. Rabbimiz Tebârake ve Teâlâ şöyle buyurur:

" إنما الصدقات للفقراء والمساكين والعاملين عليها والمؤلفة قلوبهم وفي الرقاب والغارمين وفي سبيل الله وابن السبيل فريضة من الله والله عليم حكيم"

“Sadakalar, Allah'tan bir farz olmak üzere, sadece fakirlere, düşkünlere, sadaka toplayan memurlara, kalpleri İslam'a ısındırılacak olanlara, kölelerin kurtarılmasına, borçlulara, Allah yoluna ve yolda kalmışlara aittir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; hikmet sahibidir.” (Tevbe: 9/60)

5- Zekatta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; zekatı, kazanılmış bir malın ödenmesi bir ceza olarak değil ancak malını temizlemek içindir. Bu da bir müslümanın malının zekatını vermek için gönül rahatlığı içinde olmasını sağlar. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" خذ من أموالهم صدقة تطهرهم وتزكيهم بها وصل عليهم إن صلواتك سكن لهم"

“(Ey Muhammed!) Müslümanların mallarından (belirli miktarda) bir sadaka al ki, bununla onları temizleyesin ve (nefislerini) yükseltesin; onlara duâ da et; zira senin duan, onlar için bir rahatlıktır.” (Tevbe: 9/103)


3- İbadetler Açısından İslam’ın Hoşgörüsü (Oruç):

Orucun hikmetlerinden bir tanesi de, ihtiyaç içerisindeki fakir kardeşlerinin durumlarını hissetmek için dinde meşru kılınmıştır. Böylelikle onların haklarını eda etmeyi kabul eder ve onların hallerinden sorar. Onlara karşı kaybettiği ihsanı, iyiliği ve hacetlerini gidermeyi hatırlar. Yine oruç, kişi ile şehvani duyguları arasındaki bir cihaddır. İnsanın nefsi ile her türlü fuhşuyat ve kötü amelleri ile yaptığı cihaddır. Orucun farz kılınmasındaki bazı kolaylık ve hoşgörü tablolarından bazıları şunlardır:

1- Oruçta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onun yılda bir ay farz kılınmış olmasıdır. O da Ramazan ayıdır. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" شهر رمضان الذي أنزل فيه القرآن هدى للناس وبينات من الهدى والفرقان فمن شهد منكم الشهر فليصم "

“(Size orucun farz kılındığı o sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidayeti ve doğruyla eğriyi birbirinden ayırıp açıklayan bir rehber olmak üzere, Kur'ân işte bu ayda indirilmiştir.” (Bakara: 2/185)

2- Oruçta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; zamanının belirli bir vakitte sınırlı olmasıdır. Böylelikle Müslüman bunda başlama ve bitiş olarak sıkıntıya düşmesidir. Bunda ne fazlalığa ne de noksanlığa gitmek caiz değildir. Allah Azze ve Celle orucun zamanını fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar sınırlamıştır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" أحل لكم ليلة الصيام الرفث إلى نسائكم هن لباس لكم وأنتم لباس لهن علم الله أنكم كنتم تختانون أنفسكم فتاب عليكم وعفا عنكم فالآن باشروهن وابتغوا ما كتب الله لكم وكلوا واشربوا حتى يتبين لكم الخيط الأبيض من الخيط الأسود من الفجر ثم أتموا الصيام إلى الليل "

“Oruç   (tutulan   günlerin)   gecesinde,   kadınlarınıza   yaklaşmak   size   helal kılınmıştır. Onlar sizin örtünüzdür; siz de onlar için birer örtüsünüz. Allah, sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu elbette biliyordu da, bu sebepten tövbenizi  kabul  etmiş  ve  sizi   bağışlamıştır.   Artık   bundan  sonra,  onlara yaklaşabilir ve Allah'ın sizin için takdir ettiğini dilersiniz. (Keza oruç tutulan günlerin gecesinde) fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye tadar yiyebilir   ve   içebilirsiniz;   (bu   vakitten)   sonra   da,   geceye   kadar   orucu tamamlayın.” (Bakara: 2/187)

3- Oruçta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; visal orucundan yasaklamasıdır. (Visal orucu, iftar etmeksizin üst üste iki gün oruç tutmaktır.) Çünkü bunda nefse karşı bir meşakkat ve zorlama vardır. Bunu gerekli kılmakta dinden kılınmamıştır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Oruçta visal yoktur.” (İbnu Hibbân)

4-  Oruçta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; kolay bir amel olmasına nispetle sınırsız büyük ecir vermesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Ademoğlunun işlediği her hayır ancak kendisi içindir, ama oruç ise benim içindir ve onun karşılığını bizzat ben veririm.» Oruç, cehennem ateşine karşı bir kalkandır. Oruçlu olan kimse kötü söz söylemesin ve cahil bir kimsenin yaptığı cahilâne hareketlerde bulunmasın. Eğer birisi kendisi ile kavga etmeye kalkarsa veya kendisine söverse 'ben oruçluyum' de­sin! Muhammed’in nefsimi elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki oruç tutan bir kimsenin, oruç sebebiyle değişen ağzının koku­su, Allah katında misk kokusundan daha hoş ve temizdir. Oruçlu için iki sevinç vardır ki oruçlu bu ikisiyle sevinir: Birincisi, iftar ettiği zaman ki sevinci; ikincisi ise Kıyamet günü Rabbisine kavuştuğu zaman, tutmuş olduğu orucundan dolayı aldığı sevabın sevinci." (Buhari: 1904)

5- Oruçta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; yolcu ve hastaya tutmama ruhsatı vermesidir. Böyle bir durumda şayet kişiye oruç tutmak meşakkatli gelirse, güç yetirebilirse kaza etmekle birlikte kendisine ruhsat verilmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" فمن شهد منكم الشهر فليصمه ومن كان مريضا أو على سفر فعدة من أيام أخر يريد الله بكم اليسر ولا يريد بكم العسر ولتكملوا العدة ولتكبروا الله على ما هداكم ولعلكم تشكرون"

“İçinizden her kim bu aya ulaşırsa, oruç tutsun. Her kim de hasta yahut seyahatta olursa (tutamadığı günleri) başka günlerde tutsun. Allah, müddeti tamamlamanız, sizi doğru yola iletmesine karşılık, Onu yüceltmeniz ve böylece şükretmeniz için size kolaylığı ister; güçlüğü istemez.” (Bakara: 2/185)

6- Oruçta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; hamile ve bebeğine süt emziren kadınlara ruhsat vermesidir. Şayet hamile veya bebeğine süt emziren kadın kendi nefsinden veya çocuğunun sağlık durumundan korkarsa imkan dahilinde kazası ile beraber oruç tutmayabilir. Yine yaşlı kimseler de şayet kendilerine oruç tutmak meşakkatli gelirse oruç tutmazlar. Allah Azze ve Celle: “Allah, kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez” buyurur.

7- Oruçta İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; her kim unutarak veya zorlanarak yer veya içerse orucunun geçerli olmasıdır. Nitekim Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle buyurmuştur. “Her kim oruçlu olduğu halde unutarak yer veya içerse orucunu tamamlasın. Onu ancak Allah yedirip içirmiştir.”


4- İbadetler Açısından İslam’ın Hoşgörüsü (Hac):

Haccın hedeflerinden birisi de, Allah’ı birlemek, O’nun zikridir. Bir kimse hacda sürekli şu sözleri tekrar eder durur: “Lebbeyk Allahumme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk, innel-hamde ven,ni’mete leke vel-mulk, lâ şerike lek.” Yani, Ey bu mekana senin için geldiğim Allahım! Senin nidana icabet ettik. Senin bir oluşunu ikrar ettik. Muhakkak ki ibadete layık olan yalnız sensin. Allah katında makam sahibi olanla olmayanın, beyazla siyahın, arap ile arap olmayanın farkı yoktur. Onların aralarındaki tek fark takvadır. Bu ise ancak Müslümanlar arasındaki kardeşliği pekiştirmek içindir. Onların emellerini ve şiarlarını bir kılmak içindir. Haccın kolay kılınışının ve hoşgörüsü ile alakalı olarak bazılarını şu şekilde zikredebiliriz:

1- Hacda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; müslümanın üzerine ömürde sadece bir kere farz kılınmasıdır. Şayet her sene farz kılınmış olsaydı, bu, büyük bir meşakkat olurdu. Bu da Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin risaletinin sıdkındandır. Şayet her sene farz olsaydı, Mekke, aynı vakitte bu kadar müslümanı aynı anda ağırlaması mümkün olmayacaktı. Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bir gün Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bize hutbe verdi. Hutbesinde şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Muhakkak ki Allah sizin üzerinize haccı farz kıldı. O halde haccedin.” Bir adam: her sene mi ey Allah’ın Rasûlü? Diye sordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sustu. Hatta bu sorusunu üç kere tekrarladı. Bunun ardından Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sizleri bıraktığım şeyleri siz de bırakın. Sizden önceki kavimler ancak çok soru sormalarından ve peygamberlerine muhalefetleri yüzünden helak oldular. Şayet sizlere bir şey emredersem, gücünüz yettiği kadarını yerine getirin. Sizi bir şeyden de yasaklarsam onu da terk edin.”       

 2- Hacda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; İslam’ın rükünlerinden bir rükün olmasına rağmen mali açıdan güç yetirilemez veya zengin olduğu halde sağlık durumu buna elverişli değilse ve de iyileşmesinden ümit kesilmiş ise onun farziyyetinin üzerinden düşmesidir. Yine bir kimse fakir ise ve ancak kendisine yetecek kadar mal kazanıyorsa bu durumda da haccın farziyyeti üzerinden düşe. Nitekim Allah Azze ve Celle bu konuda şöyle buyurmuştur:

" ولله على الناس حج البيت من أستطاع إليه سبيلاً ومن كفر فإن الله غني عن العالمين "

“Oraya gücü yetip yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmeleri, Allah için insanlara borçtur. Kim inkâr ederse, (bilsin ki) Allah, âlemlerden müstağnidir.” (Âli İmran: 3/97)

3- Hacda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; bir müslümanın malını ve vaktini göz önünde bulundurarak üç hac şeklinden dilediğini yapabilme hakkı vermesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Şayet daha önce olsaydı hacda keseceğim kurbanlığımı beraberimde getirmezdim. Benim ihramdan çıktığım yer, ancak kurbanlığımı kestiğim yerdir.”

4- Hacda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; hacda yapılan bazı mahzurlu hareketlerin kefaretinin olmasıdır. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وأتموا الحج والعمرة لله فإن أحصرتم فما استيسر من الهدي ولا تحلقوا رؤوسكم حتى يبلغ الهدي محله فمن كان منكم مريضا أو به أذى من رأسه ففدية من صيام أو صدقة أو نسك فإذا أمنتم فمن تمتع بالعمرة إلى الحج فما استيسر من الهدي فمن لم يجد فصيام ثلاثة أيام في الحج وسبعة إذا رجعتم تلك عشرة كاملة ذلك لمن لم يكن أهله حاضري المسجد الحرام واتقوا الله واعلموا أن الله شديد العقاب"

“Allah için haccı ve umreyi tamamlayın. Eğer herhangi bir sebeple bundan alıkonursanız, kolayınıza gelen kurbanı gönderin ve (bu) kurban mahalline varmadıkça başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden kim hasta olur yahut başında derdi bulunursa, üzerine ya oruç, ya da sadaka yahutta kurban olacak bir fidye gerekir. (Tehlikeden) emîn olduğunuzda, kim hacca kadar umre yapıp faydalanmak isterse, kolayına gelen kurbanı kesmesi gerekir.  Fakat (onu) bulamazsa, hac esnasında üç, (yurdunuza) döndüğünüz vakit de yedi gün -ki bu, tam on gün eder- oruç tutması vacib olur. İşte bu (hüküm), ailesi Mescid-i Haram'da olmayan kimseler içindir. Allah'tan sakının ve bilin ki Allah, şiddetli ceza sahibidir.” (Bakara: 2/196)

5- Hacda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; hacca başlamadan önce ileride başına gelebilecek musibetlerden ötürü şart koşmasını caiz kılmasıdır. Aişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Zubeyr’İn kızı Dubâ’a’nın yanına girdi ve ona: “Herhalde sen hac yapmayı istedin” dedi. O da: Vallahi kendimde acı hissediyorum, dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurdu: “Haccını yap ve şart koş ve şöyle de: Allahım, zor kaldığım anda ihramımdan çıkacağım.”

6- Hacda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; bunun sebebi ile bütün günahları yok etmesidir. Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Her kim Kâbe’yi hacceder ve haccı esnasında hanımına yaklaşmaz, günah işlemez ise haccından annesinden doğduğu gün gibi vatanına geri döner.” (Buhari)


Kadınlar Hakkında İslam’ın Hoşgörüsü:

Kadının İslam’da yüce bir makamı vardır. İslam, kadının hakkını korumuş, işini yüceltmiş, ona ikramı, selim ve olgun bir şahsiyet alarak algılamıştır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Müminlerin imanca en olgunu ahlakça en güzel olanıdır. Sizin hayırlınız da kadınlarına en hayırlı olandır.”

 İyilik ve ihsanda erkeğin hakkından onun hakkını öne geçirmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “kadınlarınıza hayırla tavsiye edin.”

Kadına karşı İslam’ın hoşgörüsünden bazıları şunlardır:

1-Kadın hakkında İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; kadına mehrin verilmesini bir hak olarak belirlemesi ve onun hakkında bunu vacip kılmasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

وآتوا النساء صدقاتهن نحلة فإن طبن لكم عن شيء منه نفسا فكلوه هنيئا مريئا"

“Kadınlara mehirlerini gönül rahatlığıyla verin. Eğer o mehirden hoşnutlukla size bir şey bağışlarlarsa, onu da rahat rahat yeyin.” (Nisa: 4/4)

2- Kadın hakkında İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; şayet onunla evlenir ancak onunla cinsi münasebet yapmadan önce onu başarsa kadına mehrinin yarısını vermesidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وإن طلقتموهن من قبل أن تمسوهن وقد فرضتم لهن فريضة فنصف ما فرضتم إلا أن يعفون أو يعفو الذي بيده عقدة النكاح وأن تعفوا أقرب للتقوى ولا تنسوا الفضل بينكم إن الله بما تعملون بصير"

“Ve eğer onlarla temas etmeden onları boşamışsanız ve mehirlerini de tayin etmişseniz, onların bağışlaması yahut nikâh aktini elinde tutan (kocanın bağışlaması dışında, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onlara aittir. Fakat (mehri) bağışlamanız   takvaya  daha  yakındır.   Aranızdaki   bağı   unutmayın.   Allah, şüphesiz, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”  (Bakara: 2/237)
3- Kadın hakkında İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; boşanmasından sonra evinden çıkmasına izin verilmemesidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

"يا أيها النبي إذا طلقتم النساء فطلقوهن لعدتهن وأحصوا العدة واتقوا الله ربكم لا تخرجوهن من بيوتهن ولا يخرجن إلا أن يأتين بفاحشة مبينة وتلك حدود الله ومن يتعد حدود الله فقد ظلم نفسه لا تدري لعل الله يحدث بعد ذلك أمرا"

“Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman, onları, iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın; Rabbınız olan Allah'tan da sakının. Apaçık bir haksızlık yapmadıkça, onları evlerinden çıkarmayın; onlar da çıkmasınlar. Bu, Allah'ın hudududur. Kim Allah'ın hududunu tecavüz ederse, mutlaka kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, belki bundan sonra Allah, yeni bir durum çıkarıverir.” (Talak: 65/1)

4- Kadın hakkında İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; boşandıktan sonra kendisine yetecek miktarda geçimini sağlamasıdır. İddeti içerisinde olduğu müddetçe ona iyilikte bulunup geçimini sağlaması gerekir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" أسكنوهن من حيث سكنتم من وجدكم ولا تضاروهن لتضيقوا عليهن وإن كن أولات حمل فأنفقوا عليهن حتى يضعن حملهن فإن أرضعن لكم فآتوهن أجورهن وأتمروا بينكم بمعروف وإن تعاسرتم فسترضع له أخرى"

“Boşadığınız kadınları, gücünüz yettiği ölçüde, oturduğunuz yerde oturtun; evden çıkmalarını sağlamak için onları sıkıştırıp zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, yüklerini bırakıncaya kadar onları besleyin. Eğer sizin için çocuğunuzu emzirmiş iseler, emzirme ücretlerini onlara verin. Bunu, aranızda, maruf ölçüler içinde görüşüp anlaşarak yapın. Eğer bir güçlükle karşılaşırsanız, çocuğu bir başkası emzirir.(Talak: 65/6)

5- Kadın hakkında İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; istemesi halinde çocuğunu emzirmesi onun hakkındandır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" والوالدات يرضعن أولادهن حولين كاملين لمن أراد أن يتم الرضاعة وعلى المولود له رزقهن وكسوتهن بالمعروف لا تكلف نفس إلا وسعها لا تضار والدة بولدها ولا مولود له بولده وعلى الوارث مثل ذلك فإن أرادا فصالا عن تراض منهما وتشاور فلا جناح عليهما وإن أردتم أن تسترضعوا أولادكم فلا جناح عليكم إذا سلمتم ما آتيتم بالمعروف واتقوا الله واعلموا أن الله بما تعملون بصير"

“Analar, emzirmeyi tamamlatmak isteyen kimseler için, çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Anaların bilinen usûlde yiyecekleri ve giyecekleri çocuk babalarına aittir. Bir insana takati dışında (bir şey) yüklenemez; ne ana çocuğu yüzünden, ne de baba yine çocuğu yüzünden zarar görmelidir. Vârise de aynısı düşer. Eğer ana ve baba,  görüşerek ve anlaşarak  (çocuğu memeden) kesmeyi dilerlerse,   üzerlerine   herhangi   bir   günâh   yoktur.   Ve   eğer  çocuklarınızı (sütanneye) emzirtmek isterseniz, bilinen miktarda (emzirme ücretini) teslim ettiğiniz takdirde, üzerinize herhangi bir günah yoktur. Allah'tan sakının ve bilin ki, Allah, yaptıklarınızı şüphesiz hakkıyla görendir.” (Bakara:2/233)

6- Kadın hakkında İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; daha önce kendisine verilmez iken, İslam’ın ona mirastan pay vermesidir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" للرجال نصيب مما ترك الوالدان والأقربون وللنساء نصيب مما ترك الوالدان والأقربون مما قل منه أو كثر نصيبا مفروضا"

“Ana-babaların ve yakın akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkekler için bir hisse vardır. Keza ana babaların ve yakın akrabaların bıraktıklarından kadınlar için de bir hisse vardır ve bunlar bırakılan mal az da olsa çok da olsa belirli hisselerdir.” (Nisa: 4/7)

7- Kadın hakkında İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; hayız ve nifas olduğu durumlarda kendisinden bazı farzların düşmesidir. Namaz kendisinden düşer ve onu kaza etmez. Oruçta kendisinden düşer. Ancak durumuna göre gücü yettiğinde kaza eder. Mu’âze -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ben, Aişe’ye: Neden bir kadın hayızlı iken kılmadığı namazı kaza etmiyor da orucunu kaza ediyor? Diye sordum. Aişe de: Sen haruri misin? (yani harici misin?) diye sordu. O da: hayır, ben haruri değilim, ancak soruyorum, dedi. Aişe de şöyle dedi: “Bizler, orucu kaza etmekle emrolunduk, namazı ise kaza etmemekle emrolunduk.”

Yine hacda hayızlı bir kadına veda tavafı düşer. İbnu Abbas -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Hacca gelen insanların Mekke’den ayrılmadan önce son yaptıkları şey veda tavafı olması emredildi. Ancak hayızlı kadından bu emir kaldırıldı.

8- Kadın hakkında İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; kadının hayız halinde cinsi münasebet dışında sosyal yaşantısına devam etmesini mübah kılmasıdır. Enes -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Yahudiler, hanımları hayız olduğu zaman onunla beraber aynı evde bulunmaz, beraber yiyip içmezlerdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin ashabı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme hayızdan sordular. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle: “Sana hayızdan sorarlar” ayetini indirdi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cima dışında hayızlı hanımıyla istediğinizi yapabilirsiniz.” 

9- Kadın hakkında İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; savaş çıktığı zaman kadının üzerinden savaşın farziyyetinin düşmesidir. Aişe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasûlü! Kadınların üzerine cihad var mıdır? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Evet, onlara vuruşmanın olmadığı cihad vardır: Hac ve umre.” (Ahmed)

10- Kadın hakkında İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onun çalışmasını gerekli kılmamasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" لينفق ذو سعة من سعته ومن قدر عليه رزقه فلينفق مما آتاه الله لا يكلف الله نفسا إلا ما آتاها سيجعل الله بعد عسر يسرا"

“Varlıklı olan kimse, nafakayı varlığına göre versin. Rızkı kendisine yetecek kadar dar olan da, Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah, hiç kimseye, verdiğinden fazlasını yüklemez. Allah, güçlükten sonra kolaylık verir.” (Talak: 65/7)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun. Sizler onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız. Allah’ın kelimesi ile onlarla cinsi münasebet size helal kılındı. Sizin onlar üzerindeki hakkınız sevmediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır. Şayet böyle yaparlarsa onarlı hafifçe dövün. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise bilinen ölçüler içinde onarlın rızık ve giyecek ihtiyaçlarını gidermenizdir.”


Mali Muameleler Açısından İslam’ın Hoşgörüsü:

Mal, hayatı çepeçevre sarmaktadır. İnsanlar arasındaki mali muameleler, insanların birbirlerinin haklarına riayet etmemeleri, birbirlerini dolandırmaları ve haklarına tecavüz etmeleri açısından önem kazanmaktadır. Bu sebepten dolayıdır ki bu konuda kolaylık ve hoşgörü önem kazanmıştır. Bu açıdan İslam’ın hoşgörüsünden bazıları şunlardır:

1- Alış-verişte İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; onda kolaylaştırma ve hoşgörülü olmaya teşvik etmesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Satarken ve alırken hoşgörülü kişiye Allah rahmet etsin.”

2- Alış-verişte İslam’ın hoşgörüsünden birisi de;  borçluya borcunu ödeyebilmesi için kolaylık sağlamasını teşvik etmesidir. Veya da ondan bunu hiç almamasıdır ki bu, Allah katında daha üstündür. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وإن كان ذو عسرة فنظرة إلى ميسرة  وأن تصدقوا خير لكم "

Eğer (borçlu) darda ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Halbuki bilmiş  olsanız, (alacağınızı)   sadaka  olarak  bağışlamanız,   sizin   için  daha hayırlıdır. (Bakara: 2/280)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de buna teşvik ederek şöyle buyurmuştur:

“Her kim borcunu ödeyemeyecek durumda olan fakire kolaylık sağlarsa ona her gün için sadaka sevabı yazılır. Her kim de bunu ondan almazsa onun bir misli gibi her gün onun için sadaka sevabı yazılır.” (İbnu Mace)

3- Alış-verişte İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; borçlarla alakalı hoşgörülü olmayı teşvik etmesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Sizden önce yaşamış bir adam hesaba çekildi. Onda hayır adına bir şey bulunamadı. Ancak o, insanlara borç verirdi. Adamlarına da, borç ödeme zamanı geldiğinde, borcunu ödeme gücü olmayanlardan borçlarını almamalarını emrederdi. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: “Biz ondan bunda daha çok hak sahibiyiz. Onun günahlarını bağışladım.” (Muslim)

  4- Alış-verişte İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; borç ödemede hoşgörüyü teşvik etmesidir. Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Bir adam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme geldi de ondan borcunu ödemesini istedi. Borcunu isterken de kaba ve kötü konuştu, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ağır sözler söyledi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sahabeleri de bunun üzerine onu sözlü veya fiili olarak onu edeplendirmek istediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Onu bırakın, ona bir şey yapmayın. Çünkü her hak sahibinin söz söyleme hakkı vardır." Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sonra şöyle buyurdu:
"Ona kendi devesinin benzeri yaşta bir deve verin." Sahabeler:
-Ey Allah’ın Rasûlü! Biz ancak onun devesinden daha değerlisini buluyoruz, onun devesi gibisini bulamıyoruz, dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 
-"O deveyi ona verin. Sizin en hayırlınız, borcunu en iyi şekilde ödeyendir." (Buhari: 2306)

5- Alış-verişte İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; pişmanlık durumunda iki taraftan birisinin satışı feshetme hakkını vermesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Her kim pişman olanın anlaşmasını feshederse Allah da onun Kıyamet Günü günahlarını affeder.”

6- Alış-verişte İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; alış-verişte seçme hakkı olduğunu ispat etmesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Alıcı ve satıcı birbirinden ayrılmadıkça veya ayrılıncaya kadar muhayyerdir­ler. Bunlardan her biri dürüst, doğru söylerler ve mala ait kusurlu hususları açıklarlarsa yaptıkları satış bereketli olur. Eğer iki taraf mala ait kusurlu hususları açıklamaz da gizlerler ve yalan söylerlerse yaptıkları satışın bereketi gider." (Buhari: 2079)

7- Alış-verişte İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; ölenin borçları ve vasiyeti yerine getirildikten sonra, miras nizamını getirmiş olmasıdır. Kişi öldükten sonra şayet mal bırakmış ise, küçük, büyük, bayan, erkek, bu mal üzerinde hakkı vardır. Bu mal da dağıtılırken hiç kimsenin heva ve arzusuna göre yapılmaz. Nitekim İslam, çocuklar, ana-baba, hanımlar ve kardeşlerin mirastan ne kadar pay alacaklarını beyan etmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

  " يوصيكم الله في أولادكم للذكر مثل حظ الأنثيين فإن كن نساء فوق اثنتين فلهن ثلثا ما ترك وإن كانت واحدة فلها النصف ولأبويه لكل واحد منهما السدس مما ترك إن كان له ولد فإن لم يكن له ولد وورثه أبواه فلأمه الثلث فإن كان له إخوة فلأمه السدس من بعد وصية يوصي بها أو دين آباؤكم وأبناؤكم لا تدرون أيهم أقرب لكم نفعا فريضة من الله إن الله كان عليما حكيما"

“Allah, (mirasın taksimi hususunda) size, çocuklarınızla ilgili (şu hükümleri) emreder: Erkeğe, kadının iki katı kadardır. Eğer kadınlar ikiden fazla iseler, ölünün bıraktığı(terike)nın üçte ikisi (onlara)dir.  Eğer kadın bir tek ise, yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana babadan her biri için, terikenin altıda biri vardır. Eğer ölenin çocuğu yoksa ve anası, babası ona vâris olmuşlarsa, üçte biri anaya aittir. Eğer ölenin kardeşleri varsa, anası için altıda bir hisse vardır. (Bütün bunlar) ölenin vasiyet ettiği miktarın çıkmasından ve borcun ödenmesinden sonra (bakıyye üzerinden )dir. Siz, babalarınızdan ve oğullarınızdan hangilerinin fayda yönünden size daha yakın olduklarını bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından, farz kılınmış hükümlerdir. Allah, şüphesiz, ilim ve hikmet sahibidir.” (Nisa: 4/11)

Allah Azze ve Celle Kurân’ın br çok yerinde miras hukuku ile alakalı pek çok âyet indirmiştir. Dileyen bu konuda miras hukuku ile alakalı miras kitaplarına bakabilir.

 8- Alış-verişte İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; mirasın paylaşımında ihsan sahibi olmaktır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وإذا حضر القسمة أولوا القربى واليتامى والمساكين فارزقوهم منه وقولوا لهم قولا معروفا"

“(Mirasta hissesi olmayan) akrabalar, yetimler ve yoksullar, taksim sırasında hazır bulunduklarında, mirastan onları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin, (gönüllerini alın).” (Nisa: 4/8)

9- Alış-verişte İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; vasiyet nizamını meşru kılmasıdır. Bir Müslüman, malının öldükten sonra kendisi için sadakayı cariye olması için vasiyet edebilir. Ancak bu vasiyetin malın üçte birinden fazla olmaması gerekir. Âmir ibnu Sa’d -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Veda Haccı yılında Mekke'de tutulduğum şiddetli bir hastalığımda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem benim ziyaretime gelmişti. Ben dedim ki: Ben malı olan birisiyim. Malımın hepsini vasiyet edeyim mi? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Hayır" buyurdu. Ben: Yarısını vasiyet edeyim mi? dedim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Hayır" buyurdu. Ben: Malımın üçte birini vasiyet olarak vereyim mi? diye sordum. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 
"Üçte birini sadaka olarak ver. Üçte biri çoktur. Senin mirasçılarını zengin bırakman, muhtaç ve halka el açar halde fakir olarak ortada bırakmandan daha hayırlıdır. Sen Allah’ın rızasını isteyerek harcayacağın her bir nafakadan dolayı sevabını alırsın. Hatta yemek yerken eşinin ağzına vereceğin bir lokmadan bile. Sen terk edilmeyeceksin. Şayet burada (Mekke’de) sâlih amel işlersen, elbette onunla derecen artar ve merteben yükselir. Sonra umuyorum ki, sen uzun zaman yaşayacaksın. Hatta senden bir takım kavimler faydalanacak, diğer bir toplulukta senden dolayı zarara uğrayacaklardır." (Buhari: 5354)

Yine bunun şartlarından birisi de mirasta kimsenin ondan yana bir hakkının olmaması gerekir. Çünkü geriye kalan miras hakkında varisler arasında düşmanlık ve kine yol açabilir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Muhakkak ki Allah Azze ve Celle her hak sahibinin hakkını vermiştir. Miras sahibine vasiyet yoktur.” (Suneni Ebi Davud 3. Cilt,114. Sayfa, Hadis No: 2870)


Cezalar Hakkında İslam’ın Hoşgörüsü:

İslam Dini, diğer dinler gibi ceza nizamı koymuştur. İnsanların mal, can ve ırz güvenliğini sağlamak için caydırıcı cezalar getirmiştir. Bu cezalarla suçların azalması veya tamamen yok olması amaçlanmıştır. Bu yüzden dolayıdır ki İslam, her suça uygun ceza getirmiştir. Kasten adam öldürmenin cezasını kısas olarak belirlemiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" يا أيها الذين آمنوا كتب عليكم القصاص في القتلى "

“Ey îman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı.” (Bakara: 2/178)

Ancak, maktulun ailesi bunu bağışlaması halinde durum farklıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" فمن عفي له من أخيه شيء ..."

“Bununla beraber öldürülenin kardeşi tarafından katil lehine bir şey affolunursa…” (Bakara: 2/178)

Hırsızlık suçunun cezasını el kesme olarak belirlemiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" والسارق والسارقة فاقطعوا أيديهما جزاً بما كسبا نكالاً من الله والله عزيز حكيم "

“Erkek ve kadın hırsızın, işledikleri şeye karşı bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir.” (Mâide: 5/38)

Şayet hırsızlık yapmak isteyen kimse bunun neticesinde elinin kesileceğini bilirse, elinin kesilmesinden korktuğu için hırsızlık yapmaz ve insanların malları da çelınmaktan selamette olmuş olur.

Evli olamadığı halde zina yapanın cezasını da İslam, sopa cezası olarak belirlemiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" الزانية والزاني فاجلدوا كل واحد منهما مئة جلدة "

“Zina eden kadın ve erkekten her birine yüzer değnek vurun.” (Nur: 24/2)

Böylelikle nesli, karışıklıktan korumuştur. Yine evli ehli olmayanın da mirastan pay almasından yana insanların mallarını korumuştur.

Zina iftirasında bulunana da sopalama cezası getirmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

 " والذين يرمون المحصنات ثم لم يأتوا بأربعة شهداء فاجلدوهم ثمانين جلدة ... "

 “İffetli kadınlara zina isnad eden, sonra da dört şâhid getiremeyen kimselere seksen değnek vurun.” (Nur: 24/4)

Bu ve bunun gibi cezalar toplumda açabilecek yaraya uygun olarak cezalandırılmıştır. Sonra İslam Şeriatı, cezaları takdir eden bir kaide getirmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

"وجزاء سيئة سيئة مثلها "

“Bir kötülüğün cezası, misliyle bir kötülüktür.” (Şûrâ: 42/40)

Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وإن عاقبتم فعاقبوا بمثل ما عوقبتم به "

“Eğer (bir suçtan dolayı) ceza verecek olursanız, size yapılanın aynı ile cezalandırın.” (Nahl: 16/126)

Bu cezaların uygulanması için bazı şartlar vardır. Cezalar konusunda İslam’ın hoşgörüsünden bazıları şunlardır:

1- Cezalandırma konusunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; kul hakkı ile alakalı cezalarda kapıyı kapatmamış bilakis bağışlama ve bedel ödeme yolunu açık tutmuştur. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وجزاء سيئة سيئة مثلها فمن عفا وأصلح فأجره على الله إنه لا يحب الظالمين"

“Bir kötülüğün cezası, misliyle bir kötülüktür. Fakat kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir. O, zâlim olanları hiç sevmez.” (Şûrâ: 40)

2- Cezalandırma konusunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Allah’ın hakları ile alakalı yani Allah’a karşı işlenmiş suçların cezalarında, şayet kul bunu kimseye duyurmamış ise onun için dünyada ceza uygulanamaz. Ebu Hureyre’den gelen rivayette Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:  "Günahını açıkça söyleyen dışında ümmetimin hepsinin günahları bağışlanmıştır. Yapmış olduğu günahı insanlara duyuran kişi şu şekilde günahını ortaya çıkarır: O kimse geceleyin bir günah işler, Allah Azze ve Celle o kimsenin günahını gizlemiş olduğu halde sabah olduğunda o adam: Ey falan! Ben dün gece şöyle şöyle günah işledim, der. Allah Azze ve Celle o günah işleyen adamın günahlarını örttüğü halde o kimse Allah’ın gizlediğini açığa çıkararak sabahlar." (Buhari: 6069)

Muhakkak ki İslam, bu cezaları uyguladığı zaman, bununla, insanların haklarını korumayı kasteder. İnsanların güvenliğini, selametini ve huzur içinde yaşamalarını sağlar. Şayet adam öldürmek isteyen bir kimse daha sonra kendisinin de öldürüleceğini bilirse, hırsızlık yapan kimse elinin kesileceğini, bekar olarak zina eden sopalanacağını, namuslu kadınlara zina iftirası atanın sopalanacağını bilirse fiilinden vazgeçer, bundan beri olur ve insanlar da bundan kurtulur. Nitekim şöyle buyurur Allah Azze ve Celle:

" ولكم في القصاص حياة يا أولي الألباب لعلكم تتقون "
“Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri. Ta ki sakınasınız.” (Bakara: 2/179)

Bir kimse, İslam’ın öngördüğü bu cezaların acımasız ve katı olduğunu söyleyebilir. Ona şu şekilde cevap verilir: Akıllı bir insan şunu ikrar eder: Muhakkak ki bu suçların topluma çok büyük zararları vardır. O yüzden dolayı muhakkak bu uçların cezalandırılması gerekir. Anlaşmazlık ise cezanın çeşidi ile alakalıdır. Her insanın kendisine şunu sorup bir bakması gerekir: İslam’ın getirdiği cezalar mı daha caydırıcı ve suç oranını düşürücü yoksa insanların koyduğu ve ancak suç oranlarının yükselmesine, daha fazla artmasına sebebiyet veren beşeri cezalar mı?


Savaşta Elde Edilen Esirler Açısından İslam’ın Hoşgörüsü:

Beşeri toplum tabiatından bir tanesi de, toplumlar arasında ırklarının, dinlerinin farklılığı sebebiyle savaşlar olmasıdır. Veya da toplumların topraklarını genişletmek veya iktisadi maslahatlar sebebiyle savaşlar olur. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" الذين أخرجوا من ديارهم بغير حق إلا أن يقولوا ربنا الله ولولا دفع الله الناس بعضهم ببعض لهدمت صوامع وبيع وصلوات ومساجد يذكر فيها اسم الله كثيرا ولينصرن الله من ينصره إن الله لقوي عزيز"

“Onlar, "Rabbımız Allah'tır" demekten başka bir sebep yokken, haksız yere yurtlarından çıkarılmıştır. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah isminin çok zikredildiği mescidler yıkılıp giderdi. Allah, kendisine yardım edene muhakkak yardım eder. Allah, şüphesiz çok kuvvetlidir; dâima gâlibdir.” (Hac: 22/40)

İslam da savaşa gelince, bu, birinci derecede insânîdir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ولا تكونوا كالذين خرجوا من ديارهم بطراً  ورئاء الناس ويصدون عن سبيل الله "

“Çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak ülkelerinden çıkan ve Allah'ın yolundan alıkoyan kimseler gibi olmayın. Allah, onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Enfal: 8/47)

İslam’da savaş mazluma yardım etmek ve düşmanı engellemek içindir: Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

 " ومالكم لا تقاتلون في سبيل الله والمستضعفين من الرجال والنساء والولدان الذين يقولون ربنا أخرجنا من هذه القرية الظالم أهلها واجعل لنا من لدنك ولياً واجعل لنا من لدنك نصيراً "

“Size   ne   oluyor  'da Allah yolunda ve "Ey Rabbımız! Halkı zâlim olan bu şehirden  bizi  çıkar;   bize  kendi  nezdinden  bir sahip  gönder;  yine  kendi nezdinden bize bir yardımcı ver" diyen zayıf erkek, kadın ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?” (Nisa: 4/75)

Mademki İslam’da savaş insânîdir, o halde, ondaki kolaylık ve hoşgörülü oluşunun bir zahiri vardır. Savaş hakkında İslam’ın hoşgörülü oluşundan bazıları şunlardır:

1- Muhakkak ki İslam Dini, terörizm, düşmanlık, zulüm ve saldırı dini değildir. İslam, birçok kişinin kabul etmesi sebebiyle İslam düşmanları İslam’a bu tür yakıştırmalar getirmiştir. Düşmanlığı yasakladığı halde Allah Azze ve Celle nasıl olur da bunu emreder ki? Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وقاتلوا في سبيل الله الذين يقاتلونكم ولا تعتدوا إن الله لايحب المعتدين "

“(Ey mü'minler!) Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de savaşın, fakat aşırı gitmeyin; zira Allah, aşırı gidenleri asla sevmez.” (Bakara: 2/190)

2- Savaş konusunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; düşmanları barışa yanaşırlarsa savaşmayı durdurmasıdır. Bu da İslam dininin öldürme dini ve kan dökmekten zevk almadığını açıklamak içindir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" وإن جنحوا للسلم فاجنح لها وتوكل على الله إنه هو السميع العليم"

 “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, ona sen de yanaş ve Allah'a dayan; O, hakkıyla işitendir hakkıyla bilendir.” (Enfal: 8/61)

3- Savaş konusunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; kendisi ile savaşmayana veya da Müslümanlar ile kafirler arasında anlaşma bulunana karşı savaşmamasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

"إلا الذين يصلون إلى قوم بينكم وبينهم ميثاق أو جاؤوكم حصرت صدورهم أن يقاتلوكم أو يقاتلوا قومهم ولو شاء الله لسلطهم عليكم فلقاتلوكم فإن اعتزلوكم فلم يقاتلوكم وألقوا إليكم السلم فما جعل الله لكم عليهم سبيلا"

“Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlara yahut sizinle veya kendi kavimleriyle savaşmak istemediklerinden göğüsleri daralıp size katılanlara dokunmayın. Eğer Allah dileseydi, onları sizin üzerinize musallat eder,  onlar da sizinle savaşırlardı.  Yok, eğer sizden  uzaklaşırlar,  sizinle savaşmazlarsa ve barışı size bırakırlarsa, bu takdirde Allah, sizin için onlar aleyhine bir yol açmamıştır.” (Nisa: 4/90)

4- Savaş konusunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; insanlıktan çıkarmayan kurallar koymasıdır. Sadece savaşa iştira eden veya yardım edenle savaşmasıdır. Yaşlılar, çocuklar, kadınlar, hastalar, hasta ve yaşlıları tedavi edenler ve kendilerini ibadet eadayan kimseler öldürülmezler. Yine yaralıları öldürmez, ölülerin kulak, burun gibi organlarını kesmez, hayvanları öldürmez, evleri yıkmaz, kuyu ve suları pisletmez, savaştan kaçanların peşinden gitmez. Bütün bunlar, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin, O’ndan sonra da halifelerinin ordu komutanlarına verdikleri talimatlardır. İslam’ın savaş hakkında hoşgörüsünü Mekke’nin fethinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin fiilinde görmekteyiz. Mekke ehli daha önce Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selemi buradan çıkarmışlar, onlara eziyet etmişler, öldürmüşler ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin öldürülme emrini vermişlerdi. Bütün bunlara rağmen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi fethettiğinde şöyle buyurmuştur: “her kim Ebu Sufyan’n evine girerse güvendedir, her kim kapısını kitlerse güvendedir, her kim silahını atarsa güvendedir.” (Sahihu Muslim: Cihad Kitabı, Mekke’nin Fethi Babı, Hadis No: 178)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden sonra halifeleri de savaşta aynı siyaseti uygulamışlardır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin birinci halifesi Ebu Bekir es-Sıddîk -Allah ondan razı olsun- gönderdiği ordulara şöyle diyordu:

“Sizlere on şeyi yapmanızı emrederim: Hainlik etmeyin, aşırıya gitmeyin, anlaşmanıza aykırı davranmayın, ölülerin kulak burun gibi organlarını kesmeyin, küçük çocuğu öldürmeyin, yaşlıyı ve kadını öldürmeyin, hurmalık bahçesini yaralamayın ve yakmayın, meyve veren ağacı kesmeyin, yemenin dışında koyun, inek ve deve kesmeyin. Sonra sizler öyle kavimlere uğrayacaksınız ki onlar kendilerini rahip hücrelerinde ibadete adamışlardır. Onları da öldürmeyin.” (Taberi: 3.c 226.sy.)

5- Savaş konusunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; savaşta elde edilen esirlerin insani haklarına riayet etmesidir. Onlara eziyet etmez, ölene kadar yemek ve su vermemek gibi bir davranışta bulunmaz. Bilakis onlara ikramda bulunur ve iyilikle muamele eder. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ويطعمون الطعام على حبه مسكيناً ويتيماً وأسيرا  إنما نطعمكم لوجه الله لا نريد منكم جزاً ولا شكوراً "

“İçlerinin çekmesine rağmen, yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz sizi sırf Allah rızası için doyuruyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür istemiyoruz."” (İnsan: 76/8-9)

Müslümanlar, esirler hakkındaki bu insani yönlendirmeyi yerine getirmiştir. İşet Mus’ab ibnu Umeyr’in kardeşi Ebu Aziz ibnu Umeyr. O şöyle dedi: Ben Bedir günü esirlerin arasındaydım. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Esirlere hayırla muamele edin.” Ben, bir gurup Ensarın arasında esir idim. Onlar, yemek yedikleri zaman Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bu vasiyeti gereğince bana da yedikleri hurma ve ekmekten ikram ederlerdi. (el-Mecmû’us-Sağir 1.c. sy.250 Hadis no: 409)

6-  Savaş konusunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; savaş esirlerini fidye almaksızın veya da mal karşılığında fidye ile veya da genel maslahat gereğince esir Müslümanlar karşılığında takas yapmasıdır. Nitekim Allah Azze ve Celle bu konuda şöyle buyurur:

:" فإذا أثخنتموهم فشدوا الوثاق فإما مناً بعد وإما فداءً حتى تضع الحرب أوزارها  "
“Onları çokça öldürüp iyice sindirdiğiniz zaman da onları esir edin. Savaştan sonra da ya karşılıksız onları salıverin, yahutta savaş, ağırlıklarını bırakıp hiç kalmayıncaya kadar fidye alarak bırakın.” (Muhammed: 47/4)

7- Savaş konusunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Müslümanların fethettikleri yerlerdeki beldenin sakinlerine güzellikle muamele etmeleridir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanlar Mısır’ı fethettikleri zaman onlara oranın halkı olan Kıptilere iyi davranmalarını tavsiye etmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Mısır’ı fethettiğiniz zaman halkı olan Kıptilere iyi davranın. Onlar için korunma vardır.”

Müslümanlar hiçbir zaman mallarını almak, beldelerini tahrip edip onlardan intikam almak için fetihlere çıkmamışlardır. Bilakis fethettikleri yerlerde ıslahı, iyiliği emredip kötülükten yasaklama ve adaleti ayakta tutma yoluna gitmişlerdir. Muhakkak ki Müslümanlar Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin vasiyetini yerine getirmişlerdir. Bunun en güzel delili de, Ömer ibnul-Hattab’ın -Allah ondan razı olsun- Beytul-Makdis’i fethettiği zaman halkına verdiği ahittir. Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:

“Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Allah’ın kulu, Müminlerin emiri Ömer ibnul-Hattab’ın Makdis halkına verdiği emandır. Onlara canları, malları, kiliseleri ve salipleri konusunda eman verin. Dinlerinden dolayı onları kötülemeyin ve onlardan kimseye zarar vermeyin.”

Mağlup olan bir topluluğa karşı, böyle bir adalet ve hoşgörünün bir benzerine tarih şahitlik etmiş midir? Ömer -Allah ondan razı olsun- imkanı dahilinde onlara her türlü şartı koşabilecek durumdayken, O, adalet ve hoşgörüyü seçmiştir. Bu da gösteriyor ki İslam da savaş insânîdir, dünyevi hırstan dolayı değildir.


Günahların Bağışlanması Açısından İslam’ın Hoşgörüsü:

İnsanoğlu çokça hata eden, insanlar arasında veya da Rabbisine karşı birçok günah işleyen bir varlıktır. Bunun böyle olduğunu Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şu sözüyle haber vermiştir: “Ademoğlunun hepsi hatalıdır. Hatalıların en hayırlısı ise tövbe edenlerdir.”

İnsan, hatadan yana masum değildir. Bilakis bu, insanın tabiatındandır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki şayet sizler günah işlemezseniz, Allah sizleri giderir de yerinize bir kavim getirir de onlar günah işlerler, günahlarından dolayı bağışlanma dilerler ev Allah da onları bağışlar.”

Ademoğlunun işlemiş olduğu bu günah ve yaptığı hatalar şeytanın azdırmasından dolayı eski bir savaş sebebiyledir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" قال رب بما أغويتني لأزينن لهم في الأرض ولأغوينهم أجمعين"

“ Şeytan ise şöyle demişti; "Rabbim! Beni azdırmış olman dolayısıyla yeryüzündeki günâhları Âdemoğulları için süsleyecek ve hepsini azdıracağım".” (Hicr: 15/39)

Bu açıdan İslam’ın hoşgörüsünden bazıları şunlardır:

1- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; günah ne kadar tekrarlanırsa tekrarlansın, kul, Allah’tan bağışlanma dilemeye devam ettiği müddetçe Allah’ın onu bağışlamasıdır. Ebu Said el-Hudri’nin rivayet ettiği hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“İblis şöyle dedi: ‘Ey Rabbim! Ruhları cesetlerinde olduğu müddetçe Âdemoğlunu azdırmaya devam edeceğim.’ Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Benden bağışlanma diledikleri sürece onları bağışlamaya devam edeceğim.» (Musnedi İmam Ahmed)

2- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; her durum ve vakitte tövbe kapısının açık olmasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

"فمن تاب من بعد ظلمه وأصلح فإن الله يتوب عليه إن الله غفور رحيم"

“Fakat her kim, o haksız davranışından sonra tövbe eder, halini düzeltirse, Allah, şüphesiz, tövbesini kabul eder. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (Maide: 5/39)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurur: “Muhakkak ki Allah Azze ve Celle gündüzleyin günah işleyeni bağışlamak için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyeni de bağışlamak için gündüzleyin elini açar. Bu durum güneş batıdan doğuncaya (yani Kıyamet kopuncaya) kadar devam eder.” (Muslim)

Gerçekten çok dar olan hadlerde tövbe kapısı kapanır. Bunu Rabbimiz Tebareke ve Teâlâ şöyle beyan eder:

" إنما التوبة على الله للذين يعملون السوء بجهالة ثم يتوبون من قريب فأولئك يتوب الله عليهم وكان الله عليما حكيما وليست التوبة على الذين يعملون السيئات حتى إذا جاء أحدهم الموت قال إني تبت الأن ولا الذين يموتون وهم كفار ..."

“Allah  katında  (makbul  olan)  tövbe,  bilmeden  kötülük  işleyip  de,  hemen akabinde tövbe edenlerin içindir. İşte, Allah'ın, tövbelerini kabul ettiği kimseler de bunlardır. Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.” (Nisa: 4/17)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de bunu şöyle açıklamıştır:

“Muhakkak ki Allah Azze ve Celle can boğaza dayanmadığı müddetçe kulunun tövbesini kabul eder.” (Tirmizi)

Yine şöyle buyurur Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“Her kim güneş batıdan doğmadan önce tövbe ederse Allah onun tövbesini kabul eder.”

3- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; tövbenin hiçbir aracı ve meşakkat olmaksızın kulu ile Rabbi arasında gizli olmasıdır. Kul, Rabbisine ellerini açar, günahlarını itiraf eder ve Allah’tan bağışlanma diler. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" ومن يعمل سوء أويظلم نفسه ثم يستغفر الله يجد الله غفوراً رحيما ً"

“Her kim bir kötülük işler yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı, çok merhametli bulur.” (Nisa: 4/110)

4- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; kişi güzel bir şekilde sadık bir tövbe eder ve bir daha o günahlara dönmemeye de azmederse Allah Azze ve Celle o günahları iyiliklere çevirir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" والذين لايدعون مع الله إله آخر ولايقتلون النفس التي حرم الله إلابالحق ولايزنون ومن يفعل ذلك يلقى أثاماً * يضاعف له العذاب يوم القيامة ويخلد فيه مهاناً  * إلامن تاب وآمن وعمل عملاً صالحاً فأولئك يبدل الله سيئاتهم حسنات وكان الله غفوراً رحيماً "

“Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmayanlar, hak yolla olmadıkça Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmeyenler ve zina etmeyenlerdir. Kim bunları yaparsa, günahının cezasını bulur. Kıyamet günü, onun azabı kat kat artırılır; orada, zelîl olarak ebediyyen kalır. Ancak tövbe eden, îman eden ve iyi iş yapanlar başka. Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir.” (Furkan: 25/68-70)

İslam Şeriatı, tövbe kapısını açarak günah işleyen kimsenin aklına hitap etmiş ve nefsanî olarak tedavi etmiştir. Günahı ve hatası ne kadar büyük olursa olsun Allah Azze ve Celle hiçbir kulunun ümidini kesmemesini bildirmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

" قل ياعبادي الذين أسرفوا على أنفسهم لاتقنطوا من رحمة الله إن الله يغفر الذنوب جميعاً "

“(Ey Muhammed!) De ki: "Ey kendilerine karşı günâh işlemekte aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Zira Allah bütün günahları bağışlar".” (Zumer: 39/53)

Bütün bunlar Allah’ın hakları ile alakalı olan günahlardır. İnsanlarla alakalı günahlarda ise insanlara gidip onların haklarını helal edip kendilerini bağışlamaları talebinde bulunmaları gerekir.

5- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; yapmasa bile güzel niyetten ötürü sevap kazanmasıdır. Güzel bir amel yapmayı arzular ancak onu yapmazsa onun için bir iyilik yazılır. Şayet bir Müslüman bir kötülük yapmayı içinden geçirir onu da Allah’ın cezalandırmasından korkarak yapmayı terk ederse Allah ona iyilikler karşılık verir. Çünkü o, içinden geçirdiği kötülüğü Allah’a olan korkusundan dolayı terk etmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Allah Azze ve Celle yazıcı meleklerine şöyle buyurur: şayet benim kulum bir kötülük yapmayı içinden geçirir, o kötülüğü yapana kadar ona bir günah yazmayın. Şayet o kötülüğü, fenalığı yaparsa, ona bir misli günah yazın. Şayet o kötülüğü benim rızamı kazanmak için terk ederse, ona bir iyilik yazın. Yine kulum bir iyilik yapmayı içinden geçirir, ancak onu yapmazsa ona bir iyilik yazın. Şayet o iyiliği yaparsa ona on iyilikten yedi yüz iyiliğe kadar yazın." (Buhari: 7501)

6- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; müslümanın günahlarını Allah’ın rahmetinden engelleyen bir engel kılmamasıdır. Bilakis kendisine sayfaları arz olunduğu zaman, Allah’ın bağışlama ve rahmetini gördüğü zaman günahlarının çok olmasını temenni eder. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Muhakkak ki ben, cennete son giren kimse ile cehennem ehlinden son olarak çıkacak kimseyi bilmekteyim. Kıyamet günü bir adam getirilir ve: Ona küçük günahlarını arz edin, ondan büyük günahları kaldırın, denilir. Ona küçük günahları arz olunur. Kendisine: Şu günde şöyle şöyle günah işledin, şu günde şöyle şöyle günah işledin, denilir. O da: Evet, der ve o günahları inkar edemez. O, kendisine büyük günahlarının arz edilmesini ister. Kendisine: İşlemiş olduğun her kötülüğe karşı sana bir iyilik, denir. O da der ki: Ya Rabbi, ben işlemiş olduğum bazı kötü amelleri burada göremiyorum.
Ben, bu sözü söylerken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin azı dişleri gözükecek derecede güldüğünü gördüm.”

7-  İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Allah Azze ve Celle’nin kullarından asi olanlara ve kafir olanlara karşı yumuşak olmasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

 " ولو يؤاخذ الله الناس بما كسبوا ما ترك على ظهرها من دابة ولكن يؤخرهم إلى أجل مسمى فإذا جاء أجلهم فإن الله كان بعباده بصيرا"

“Eğer Allah, insanları işledikleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı; fakat onları belirli bir süreye kadar tehir eder. Süreleri gelince de, mükellefleri, işledikleriyle cezalandırır. Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyle görendir.” (Fâtir: 35/45)


Günahların Keffareti (Yok Edilmesi) Açısından İslam’ın Hoşgörüsü:

İslam’ın hoşgörülü oluşundan biri tanesi de, Allah’tan bir rahmet, nefislerinin rahata ermesi ve çok olan günahlarından kurtulmaları için ibadetle alakalı bazı amellerin günahları yok etmesidir. Bu amellerden bazıları şunlardır:

1- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de, kişinin yapması üzerine farz olan bazı ibadetlerin sevabına ziyade olarak günahları yok etmesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Beş vakit namaz, cumadan cumaya, Ramazan ayından Ramazan ayına, büyük günahlardan kaçındığı müddetçe ikisi arasındaki günahlara kefarettir.”

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Hac ve umre yapmaya devam edin. Çünkü o ikisi tıpkı ateşin altın, gümüş ve demirden pası, kiri temizlediği gibi fakirliği ve günahları giderir. Kabul edilmiş bir haccın sevabı ancak cennettir.”

2- İslam’ın hoşgörüsünden biri de; büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahların bağışlanmasına sebep kılınmış olmasıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

  " إن تجتنبوا كبائر ما تنهون عنه نكفر عنكم سيئاتكم وندخلكم مدخلاً كريما"

“Eğer     yasaklandığınız  büyük  günâhlardan  sakınırsanız,   biz  de   sizin kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir makama sokarız.” (Nisa: 4/31)

3- İslam’ın hoşgörüsünden biri de; Müslümanlar arasında selamın yayılmasını ve müsafahayı (el sıkışma) günahlara keffaret kılmasıdır. Huzeyfe -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir mümin, bir müminle karşılaşır ve ikisinden biri diğerinin elini tutarsa tıpkı ağacın yapraklarının düşmesi gibi o ikisinin hataları düşer.”

4-  İslam’ın hoşgörüsünden biri de; bir kulun başına gelen bir musibet, hüzün veya hastalıklar sebebiyle Allah’ın onu hatalarına kefaret kılması ve kulundan kötülükleri gidermesidir. Ebu Said el-Hudri’nin rivayet ettiği hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir müminin başına gelen bir hastalık, hüzün, rahatsızlık, hatta onu tedirgin eden bir düşünceden dolayı Allah onun kötülüklerine kefaret kılar.”

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Bir müslümanın başına gelen musibetten dolayı Allah onun günahlarına kefaret kılar, hatta batan bir diken bile.”

5- İslam’ın hoşgörüsünden biri de; temizliği, günahlara kefaret kılmasıdır. Ebu Said el-Hudri -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Sizlere Allah’ın hatalara kefaret kıldığı ve iyilikleri artıran şeye delalet edeyim mi?” Onlar da: Evet, ey Allah’ın Rasûlü, dediler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Zorluğuna rağmen güzelce abdest almak, namazdan sonra diğer namazı beklemektir. Sizden biriniz evinden çıkar, sonra imam ile beraber namaz kılar, sonra da oturup diğer namazı beklerse melekler onun için: “Allahım, onu bağışla, Allahım ona merhamet et” diye dua ederler.”

6- İslam’ın hoşgörüsünden biri de; Allah’ın zikrinden yapılan basit bir ameli Allah yolunda yapılan infaka eşit tutmasıdır. Bunlar, Allah’a yaklaştıran ve bir müslümanın günahlarının giderilmesi için yarışmasıdır. Ebu Hureyre,-Allah ondan razı olsun şöyle dedi:
Fakirler Nebi sallallahu aleyhi ve selleme gelip dediler ki: Zenginler, yüce derecelere ve kalıcı nimetlere ulaştılar: Onlar bizim kıldığımız gibi namaz kılıyor, oruç tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. Onların fazla malları, var ve onunla haccediyor ve umre yapıyorlar, cihad ediyor ve sadaka veriyorlar. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Size bir iş bildireyim mi ki onu yaptığınızda sizleri (hayırda) geçenlere ulaşasınız ve sizden sonra sizlere kimse ulaşamasın? Bununla da aralarında bulunduğunuz insanlar içinde en hayırlısı sizler olasınız. Bunun aynını yapan kişi bundan müstesnadır: Her farz namazın ardından otuzüç kere Subhânallâh, otuzüç kere Elhamdulillah ve otuzüç kere Allahu Ekber dersiniz.
Bizler aramızda çelişkiye düştük. Bizden kimimiz, otuz üç kere Subhânallâh, otuz üç kere Elhamdulillâh ve otuz üç kere de Allahu Ekber şeklinde söyledi. Bunun üzerine bunu sormak için yanına döndüm. O şöyle dedi: Subhânallâh, Elhamdulillâh Allahu Ekber. Bunların her birinden otuz üç kere söyleyin.” (Buhari: 843)

7- İslam’ın hoşgörüsünden biri de; kötülükleri yok eden iyilikleri fazlalaştırmayı gerekli kılmasıdır. Muaz -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasûlü! Bana nasihat et. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Hangi halde ve ne durumda olursan ol Allah’tan kork.” Muaz: Bana daha fazla tavsiyede bulun, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kötülükten sonra onu silecek iyilikte bulun.” Muaz: bana daha fazla tavsiyede bulun, deyince Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İnsanlarla güzel ahlakla muamele et.” (Ahmed)

8- İslam’ın hoşgörüsünden biri de; İslâmî açıdan ceza gerektiren bazı suçları bazı ibadetlerin kefaret olmasıdır. Onlar ise küçük günahlardır. Bunun delili ise Ebu Umame’den sabit olan şu rivayettir: “Bir adam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldi ve: Ey Allah’ın Rasûlü! Ben ceza gerektiren bir suç işledim, benim üzerime had cezası uygula, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:”Buraya geldiğinde abdestlimiydin?” diye sordu. Adam: Evet, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Biz, namaz kıldığımızda bizimle beraber namaz kıldın mı?” diye sordu. Adam: Evet, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şimdi git, muhakkak ki Allah Teâlâ senin günahını bağışladı.”


Günahların Tazminatı Açısından İslam’ın Hoşgörüsü:

İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; kulları için Allah’ın hakkı veya kul hakkında işlenen suçlarda, işlenen günahların bağışlanmasına sebep olması için keffareti meşru kılmasıdır. Bu kefaretler, bir müslümanın kefaretini ödedikten sonra işlemiş olduğu günahlar sebebiyle nefsi huzursuzluk duymaması içindir. Bu kefaretler, hakkında kolaylaştırma ve hoşgörü ile alakalı bazı örnekler şunlardır:

1- Kasıt olmaksızın hata ile adam öldürme konusunda İslam’ın hoşgörüsü; bunun için Allah Azze ve Celle kefaretin olduğunu şu âyetinde beyan etmiştir:

" وما كان لمؤمن أن يقتل مؤمنا إلا خطأ ومن قتل مؤمنا خطأ فتحرير رقبة مؤمنة ودية مسلمة إلى أهله إلا أن يصدقوا فإن كان من قوم عدو لكم وهو مؤمن فتحرير رقبة مؤمنة وإن كان من قوم بينكم وبينهم ميثاق فدية مسلمة إلى أهله وتحرير رقبة مؤمنة فمن لم يجد فصيام شهرين متتابعين توبة من الله وكان الله عليما حكيما"         

“Bir   mü'minin     bir   mü'mini, hata dışı öldürmesi olmaz. Eğer bir kimse, bir mümini hata ile öldürürse, (cezası) mü'min bir köle âzâd etmek ve öldürülenin ailesine o ailenin sadaka olarak bağışlamaması halinde teslim edilen bir diyettir. Eğer ölen, mümin olduğu halde size düşman bir kavimden ise, bu takdirde (ceza), mü'min bir köle âzâd etmektir. Eğer sizinle onların arasında andlaşma bulunan bir kavimden ise, öldürülenin ailesine teslim olunan bir diyet ve mü'min bir köle azadıdır.  Fakat kim (bunu) bulamazsa, (cezası) Allah tarafından tövbesinin kabul edilmesi için iki ay peş peşe oruç tutmaktır. Allah, her şeyi hakkıyle bilendir, hikmet sahibidir.”  (Nisa: 4/92)

2- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; zihar[1] meselesinde kefaret kılmasıdır. Allah Azze ve Celle bunu şu ayetiyle beyan etmiştir:

" والذين يظاهرون من نسائهم ثم يعودون لما قالوا فتحرير رقبة من قبل أن يتماسا ذلكم توعظون به والله بما تعملون خبير"

“Kadınlarına zihar yapıp, sonra da söylediklerinden dönenlerin, birbirleriyle temas etmeden önce bir köle âzad etmeleri gerekir. İşte size bununla öğüt veriliyor. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyle haberdârdır.” (Mucadele: 58/3)

3- İlam’ın hoşgörüsünden birisi de; yeminlerin bozulmasında onun kefaretinin olmasıdır. Allah Azze ve Celle bunu şu kavliyle bayan etmiştir:

" لا يؤاخذكم الله باللغو في أيمانكم ولكن يؤاخذكم بما عقدتم الأيمان فكفارته إطعام عشرة مساكين من أوسط ما تطعمون أهليكم أو كسوتهم أو تحرير رقبة فمن لم يجد فصيام ثلاثة أيام ذلك كفارة أيمانكم إذا حلفتم واحفظوا أيمانكم كذلك يبين الله لكم آياته لعلكم تشكرون"

“Allah sizi, boş ve gayesiz yeminlerinizden dolayı muaheze etmez; fakat kasıtlı yeminleriniz sebebiyle sizi muaheze eder. (Eğer kasıtlı yeminden dönecek olursanız) keffâreti, kendi ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri doyurmak yahut onları giydirmek, yahutta bir köle âzâd etmektir. Kim (bunları) bulamazsa, (keffâreti), üç gün oruç tutmaktır. İşte, yemin ettiğinizde yeminlerinizin keffâreti budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah, şükredesiniz diye âyetlerini işte böyle açıklıyor.” (Maide: 5/89)

4- Günahların tazminatı açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; mal veya beden yönünden yapmaya gücü olmadığı zaman onun ondan düşmesidir. Bunun en güzel delili de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına gelip şöyle diyen kimsenin kıssasıdır:

Ebû Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:

Biz Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin huzurunda otururken bir adam çıkageldi ve: Ey Allah'ın Rasûlü! Ben helak oldum! dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Sana ne oldu, seni helak eden şey nedir?" diye sordu. Adam şöyle dedi: Ben oruçlu iken eşimle cima ettim.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: Azat edebileceğin bir köle bulabilir misin?" buyurdu. Adam, hayır, bulamam, dedi.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: İki ay boyunca aralıksız olarak, hiç ara vermeden oruç tutabilir misin?" diye sordu. Adam, hayır tutamam, dedi.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Altmış yoksulu doyurmak için yiyecek bulabilir misin?" diye sordu. Adam yine, hayır, bulamam, dedi.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu konuşmadan sonra bir süre bekledi. Biz de orada bekliyor iken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme arak denilen ve hurma yaprağından örülmüş bir sepetin içerisinde hurma getirildi. Arak, miktel demektir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Soru­yu soran nerede?" diye sordu. Adam: Benim, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bu hurmayı al sadaka olarak dağıt." Bunun üzerine o adam: Benden daha fakir olanlara mı vereceksin ey Allah'ın Rasûlü?! Vallahi, Medine'nin şu iki kara taşlığı arasında benim ailemden daha fakir bir aile yoktur, dedi. Adamın bu sözü üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem azı dişleri görünecek kadar güldü, sonra da şöyle buyurdu: "Bu hurmayı al ve ailene yedir!" Buhari: 1936)


İyiliklerin Devam Etmesi Açısından İslam’ın Hoşgörüsü:

1- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; yapmadığı iyilikler sebebiyle Müslüman bir kulun sevap kazanmasıdır. Bu da bir başkasını hayır yapma yolunu göstermektir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Her kim Hüda’ya (İslam’a) çağırırsa, ona tabi olanların işlemiş oldukları sevapların aynını onlar da alır. Onların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Her kimde dalalete (sapıklığa) çağırırsa, ona uyanların kazandıkları günahların aynını o da kazanır. Onların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.” (Sahihu Muslim: 2674)

Bu da bir müslümanın hayır amel işleyerek toplumunu ıslah etme, ona devam etme, fesad ile savaşma ve ondan sakındırma hususunda hırslı olmasını sağlar. Toplumda her türlü şerrin yayılmasını önler, böylelikle de kendi nefsini ve başkasını ıslah eder.

2- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; ailesi için güzel bir terbiye, beşeri toplumda ilmin yayılmasını sağlayan bir Müslüman, hayatında bunun sevabını alacağı gibi, öldükten sonra da kendisine iyilik olarak yazılmaya devam eder. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Bir kimse öldüğü zaman üç şey dışında ameli kesilir: Sadakayı cariye, kendisinden faydalanılan bir ilim, kendisi için dua eden Salih bir evlat.” (Sahihu Muslim: 1631)


İnsanın Arzu ve İstekleri (Şehveti) Açısından İslam’ın Hoşgörüsü:

İslam’ın hoşgörüsü ve kolaylığından, Müslümanlar için hayrı istemesinden bir tanesi de; onların adetlerini (alışkanlıklarını) ve arzularını (şehvetlerini) onda niyet ve kasıtlarını iyi yaptıkları takdirde kendisi ile sevap kazandıkları amellere çevirmesidir. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; bir müslümanın şehvetini helal yoldan gidermek ve haramdan korunmak için ailesine yaklaşmasında onun için sevap olmasıdır. Ebu Zer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin ashabından bazı kimseler şöyle dediler: Ey Allah’ın Rasûlü! Zengin kimseler sevapları alıp gittiler. Onlar, bizim kıldığımız gibi namaz kılıyor, bizim tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. Onlar, mallarının fazlasından sadaka olarak veriyorlar. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Yaptığınız şeylerde Allah sadaka kılmamış mıdır? Her tasbih (Subhânallâh demek) bir sadakadır, her tekbir (Allahu Ekber demek) bir sadakadır, her tahmid (elhamdulillah demek) bir sadakadır. Her tehlil (La ilahe illallah demek) bir sadakadır, iyiliği emretmek sadakadır, kötülükten alıkoymak sadakadır, kişinin hanımıyla cinsi münasebeti sadakadır.” Dediler ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Bizden biri şehvetini gidermek için hanımına yaklaşacak ve bu onun için ecir olacak öyle mi? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Şayet o kimse şehvetini haram yoldan giderseydi onun için günah olmayacak mıydı? İşte böyle, şayet şehvetini helal yoldan giderirse bu da onun için ecir olur.” (Sahihu Muslim: 1006)

2- İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; mübah olan ve nefsin adet haline getirdiği davranışları, güzel bir niyet ve güzel bir kasıt olduğu zaman onunla bir müslümanın sevap almasıdır. Şayet bir insan yeme ve içmeden cismini korumak, ailesinin rızkı helal yoldan kazanmak için güçlü olmak, Allah’a ibadette, amelinde güçlü olmak niyetiyle ise sevap alır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Allah’ın rızasını dileyerek ailesinin geçimini sağlayan kimse için bu harcaması onun için sadakadır.” (Sahihu Buhari: 55)

Bununla beraber, bir müslümanın güzel bir niyet ve kasıtla yaptığı bütün amellerinde onun için sevap vardır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

 "Her Müslümanın sadaka vermesi gerekir." Ey Allah’ın Rasûlü! Şayet sadaka verecek mal bulamazsa ne yapar? diye sorduk. Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Çalışır, hem ondan kendisi faydalanır, hem de o maldan sadaka veriri." Buna da gücü yetmezse, diye sordular. Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Yardım isteyen hacet sahibine yardım etsin." Bunu da yapamazsa, diye sordular. Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İyilik yapsın ve kötülükten uzak dursun. İşte bu onun için sadakadır." (Buhari: 1445)


Terbiye Konusunda İslam’ın Hoşgörüsü:

İslam’da terbiye ve talim menheci, her türlü sıkıntı ve zorlaştırıcılıktan uzak, kolaylaştıran ve yumuşak bir menhecdir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Allah beni ne zor bir işi zorla yaptırmak, ne de sıkıntıya göndermek için gönderdi.” (Sahihu Muslim: 1478)

1- Terbiye ve nasihat konusunda İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin menhecinin hayrı sevme, yumuşaklık üzere kurulmuştur. Zinayı çok seven ve zina yapmak için Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden bu konuda izin isteyen gence güzel bir üslupla nasihat etmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem oan: “Sen bunu annen için sever misin?” diye sormuş, o gençte: Allah beni sana feda kılsın ki vallahi hayır, demiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de ona: “İnsanlar da kendi anneleri için hoşlanmaz” buyurmuştur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Kızın için hoşlanır mısın?” diye sormuş, o gençte: Allah beni sana feda kılsın ki vallahi hayır ey Allah’ın Rasûlü, demiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar da kendi kızları için hoşlanmazlar” buyurmuştur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Kız kardeşin için hoşlanır mısın?” diye sormuş, o genç: Allah beni sana feda kılsın ki vallahi hayır, demiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar da kendi kız kardeşleri için hoşlanmazlar” buyurmuştur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Halan için hoşlanır mısın?” diye sormuş, o genç: Allah beni sana feda kılsın ki vallahi hayır, demiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar da kendi halaları için hoşlanmazlar” buyurmuştur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Teyzen için hoşlanır mısın?” diye sormuş, o genç: Allah beni sana feda kılsın ki vallahi hayır, demiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar da kendi teyzeleri için hoşlanmazlar” buyurmuştur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem elini o gencin üzerine koydu onun için şöyle dua etti: “Allahım! Onun günahlarını bağışla, kalbini temizle ve onu namuslu kıl.”
2- Öğretme açısından İslam’ın hoşgörüsünden birisi de; eğitimde kolay manhec kullanmasıdır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendisinden sonra gelene, kolaylaştırma menhecini sünnet kılmıştır. Mescide gelip bevleden bedevi kıssasında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin ashabı, “dur dur” diyerek onu azarlamışlar, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ise “onu bırakın” buyurmuş ve ona: “Muhakkak ki bu mescidler bu tür şeyler için doğru olmaz” buyurarak nasihat etmiştir. Daha sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Mescidler, Kurân okumak veya Allah’ın zikri içindir” buyurmuştur. Sonra bir kova su istemiş ve bevlin üzerine döktürmüştür.

Bu nebevi hoşgörü, İslam’da büyük günahlardan olmasına rağmen bunu yapmak isteyen genci azarlamamış, ona sert davranmamış ve onu cezalandırmamıştır. Yine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin Mescidi’ne bevleden bu cahil bedeviye de sert davranmamıştır ki orası yeryüzünde en üstün yerlerden bir tanesidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bunu ancak kendisinden sonra talim ve terbiyede bu menhec üzere gitmelerini arzu ve beyan ettiği için yapmıştır.


Sonuç Olarak:

Bu kitabı okuyunca anlamış oldun ki İslam, hoşgörüye ve ona davete ne kadar da hırslıdır, insanlara karşı ihsan sahibidir, davette insanlara karşı güler yüzlüdür. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuyor mu: “İyilikten hiçbir şeyi küçük görmeyin, kardeşinin yüzüne bir güler yüz olsa bile.”

İnsanlar için hayrı istemede, onları davette, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuyor mu: “Kendin için sevdiğini insanlar için de sev.”

İnsanlara davette onların işlerine karışmamayı ve bir müslümanın kendisini ilgilendirmeyen şeylerle ilgilenmemesi ile alakalı olarak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuyor mu: “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi kişinin İslamının güzelliğindendir.”

Davette insanlar için menfaati celbetme ve onlara mutluluk verme vardır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuyor mu: “Allah’a insanların en sevgili geleni insanlara en faydalı olanıdır. Allah’a en sevgili gelen ameller müslümana mutluluk verendir, onun bir sıkıntısını gidermendir, onun bir borcunu gidermendir veya da onun açlığını gidermendir. Bir kardeşinle yürüyüp onun bir hacetini gidermen, benim için Medine Mescidi’nde (Mescidi Nebevi’de) bir ay itikafa girmekten daha sevimlidir. Her kim öfkesine hakim olursa Allah’da onun ayıplarını örter. Her kim öfkesine hakim olur ve zarar verebilecek güç ve kuvveti olduğu halde bundan vazgeçerse Allah Kıyamet günü onun kalbini ümit ile doldurur. Her kim bir hacetini gidermek için kardeşi ile beraber yürür ve onun ayaklarını sabit kılarsa (hacetini giderirse) Allah’da onun ayakların kaydığı o gün onun ayaklarını sabit kılar.”   
  
Bunlar beşer sözü değildir. Bu, Kurân ve Sünnetten alınmış sözlerdir. İşte dinin menheci budur. Bu menhec, kendisine uyulmaya ve desteklenmeye, en az derecede muharebe edilmemeye uygun değil midir? Bilakis, âlemin, İslam’ın hoşgörüsünden, kolay oluşundan ve hayrı sevmesinden faydalanması ve bunun yayılması uygun değil midir? Mutlu olan kimse, bu kolaylık ve hoşgörüden faydalanmak için dini elde eden kimsedir. Muhakkak ki gayri Müslimlerden bazılarının İslam’dan nefret etmelerinin sebeplerinden bir tanesi de, İslam’a davet eden insanlardan gördükleri muamelelerdir. İslam ise onların kötü muamelelerinden beridir. Bilakis onlar, ona ait olmaktan uzaktırlar. Ben, bazı Müslümanların kötü muamelelerinin, Sahih İslam’ın öğrenilmesine engel olmamasını ümit ederim. Allah Azze ve Celle’den bu kitapla faydalandırmasını, yazılma amacını yerine getirmesini diliyor, bu kitabı okuyana muhabbetlerimi sunuyorum.





[1] Zihar: Cahiliye devrinde kişinin karısının vücudunun herhangi bir kısmını annesininki gib olduğunu söyleyerek karısını kendisine haram kılmasıdır.