www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

YARDIMLAŞMA

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

YARDIMLAŞMA
Müslümanların karşılıklı olarak birbirlerine yardımda bulunmaları güzel bir şeydir. Zira yardım insanların yüklerini hafifletir. Zorlandıkla­rı yerde kendilerine uzanan dost eller sayesinde hayata daha iyi tutu­nurlar. Bu dost eller sayesinde daha mutlu daha huzurlu olurlar. İnsan­ların daha mutlu ve huzurlu yaşamaları için birbirlerine ihtiyaçları var­dır. Yardımlaşma, toplum halinde yaşamanın bir gereğidir. Bunun için İslam müminler arasında yardımlaşmaya büyük önem vermiştir.
İslam baştan sona bir yardımlaşma dinidir. Hak Teala "Hayır ve iyilik yapmak hususunda birbirinizle yarışınız" buyurmuştur. Hayır ve iyilik malla ya da bedenle yapılır. Yapılacak bütün bu iyiliklerin adı sadakadır. Mal ile yapılacak iyilik ve yardımın başında zekat gelir. Zekat, zenginlerin malla yapması gereken zorunlu bir yardım şeklidir. Fakat malla yapılacak yardım zekattan ibaret değildir. Müslümanların ihtiyaçlarından fazla olan mallarından da başkalarına sadaka olarak vermeleri de güzel bir davra­nıştır. Mümin bir hurmanın yarısı ile, onu da bulamazsa güzel sözle ateş­ten korunmalıdır. Zekat vermekten, tatlı söz ve güler yüzle davranmaya kadar her şeyin iyilik kapsamma alındığı düşünülürse, dinimizin yardım­laşma sınırını ne kadar geniş tuttuğu açıkça görülür.
Karnı aç olan bir canlıyı doyurmak, en faziletli iyiliklerden biri­dir. Zira karnı aç olan bir canlıya yardım etmek yaratıcıya gösterilen saygının en açık ifadesidir. Yaratılana yaratandan dolayı şefkat göste­rip ona yardım etmek ince bir davranıştır. Bu davranışa sahip olan bir insan iman bakımından olgunlaşır. Zamanla daha güzel davranışlar sergilemeye başlar. Bundan dolayı insan din kardeşine her yönüyle yardım etmeye çalışmalıdır. Başkalarına yardım etmek başlıbaşına bir iyiliktir. İyiliklerin her biri de başhbaşına bir sevaptır. Sevap sadece namazla zekatla kazanılmaz. Başkalarına yapılan her meşru yardım şekli bir iyiliktir.
Ebu Hüreyre ahir zamanda bir açlık olacağını, o açlık devrine yeti­şenlerin aç olanlardan asla yüz çevirmemesini, onlara yardım etmesini söylemiştir. Hele şiddetli ihtiyaçlar anında yapılan yardımların ecri kat kat olur. Ahir zamanda kıtlık yılları ve açlık olacaktır. Dünya her zaman kuraklık tehlikesiyle karşı kaşıyadır. Neyin ne zaman olacağını Allah'dan başkası bilemez. Önemli olan ihtiyaç sahiplerine imkan ölçü­sünde yardım etmektir.
ihtiyaç sahiplerine yardım edenler tıpkı Medineli müslümanlar gibi ensardır, ihtiyaç sahiplerinin yardımcılarıdır. Nitekim vaktiyle ensardan bazıları Efendimize gelerek kendileri ile muhacir kardeşleri arasında hurma bahçesini bölmesini söylediler. Efendimiz bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine onlar muhacirlere o halde kendilerini işçilikten kurtar­malarını, böylelikle onları ürün ve meyvelere ortak etmeyi önerdiler. Muhacirler bu öneriyi kabul ettiler.
Neredeyse bütün mal varlıklarını bırakarak Medine'ye hicret etmek zorunda kalan Mekkeli muhacirler Medineli müslümanlar tarafından son derece sıcak bir sevgi ortamı ile karşılandılar. Öyle ki ensar, arazi ve mallarına onları ortak etmek istediler. Efendimiz ileriki dönemlerde fe­tihlerle elde edilecek ganimet ve genişlik halini önceden bildiğinden böyle bir ortaklığa razı olmadı. Ancak bağ ve bahçelerin bakım ve işçili­ği muhacirlere ait olmak üzere elde edilecek mahsulün yarı yarıya pay­laşılması teklifine karşı çıkmadı. Ensarın bu şekildeki yardımı muhacir­lere büyük bir destek sağladı.
Efendimiz müslümanların birbirlerine yardımcı olmaları için çeşitli tedbirlere başvururdu. Nitekim bir defasında ashabına kurban etlerini üç günden fazla evlerinde tutmamalarını, ihtiyaç sahibi fakirlere dağı­tılmasını emir buyurdu. Ertesi yıl olunca ashab-ı kiramdan bazıları ge­çen yıl yaptıkları gibi mi yapacakalarını üç günden sonra kurban etlerini fakirlere mi dağıtacaklarını sorunca bu defa Efendimiz yemelerini ve evlerine de bırakmalarını, çünkü o yıl, insanların sıkıntı içinde olduklarını, kendisinin onlara yardım etmelerini istediğinden o zaman öyle söyledi­ğini haber verdi.
Müslümanların ihtiyaç içinde bulunup geçim sıkıntısı çektikleri bir yılda, Resul-i Ekrem Efendimiz kurban kesen zenginlere üç günden son­ra, evlerinde kurban eti bulundurmamalarını, artan etlerin hepsini fakir­lere dağıtmalarını emretmişti. Ertesi yıl, sıkıntı devri olmadığından kur­ban kesenlerin böyle bir tutumla hareket etmelerine lüzum kalmadığını, isterlerse üç günden sonra da yiyebileceklerini, hatta gelecek aylar için biriktirebileceklerini ve istedikleri miktar fakirlere verebileceklerini bil­dirdi. Buna göre ihtiyaç zamanına göre müslümanların yardımlaşma şe­killeri de değişebilir. İhtiyaç arttıkça yardım görevi de o nispette önem kazanmaktadır. Bu anlayış ve tutumla hareket edildiği takdirde toplu­mun sosyal problemleri halledilmiş, ihtiyaçları karşılanmış olur.
Müslümanların birbirlerine yardımı her zaman için söz konusudur. Özellikle kuraklık ve sosyal felaketler zamanında bu yardımlar kaçınıl­maz hale gelir. Nitekim Ömer zamanında da şiddetli bir kıtlık ol­muş, aşırı kıtlıktan dolayı o yıla tarihte kıtlık yılı denilmişti. Ömer bütün verimli arazilerden deve, buğday ve zeytin yağı ile felaketzede halka yardım hususunda büyük çaba gösterdi. Öyle ki o yıl kıtlıktan do­layı her taraf kurumuş, kuraklıktan dolayı topraklar yarılmıştı. Bunun üzerine Ömer müminlerle birlikte yağmur duasına çıktı. Allah da onun ve müslümanlarm duasını kabul etti. Ömer, yağmur yağınca Allah'a hamdederek eğer Allah bu felaketi gidermemiş olsaydı, hali vakti yerin­de olan hiç bir müslümanın evini bırakmayıp her aileye o aile sayısınca fakir insanları göndereceğini, böylece bir kişinin idare ettiği şeyden iki kişinin faydalanmasını sağlayarak insanların açlıktan helak olmalarını önlemeyi düşündüğünü söyledi.
Rivayete göre Ömer'in hilafeti döneminde olan bu büyük kıtlık sebebiyle bütün sular çekilmiş, rüzgarlar toprağı kül gibi savurur hale gelmişti. Bundan dolayı bu yıla "Kül senesi" veya "Kıtlık senesi" denil­mişti. Kıtlık sebebiyle nice insanlar helak olurken nice hayvanlar da açlık ve susuzluk nedeniyle telef olup gittiler. Ömer, insanların bu felaket­ten kurtulmadıkça bir şey yiyip içmeyeceğine dair yemin etti. Bu felaket yılında Ömer, verimli ve sulak arazilerden, hurma, zeytinyağı ve deve gibi mallar temin ederek ve büyük bir gayret sarf ederek fakir ve muh­taçlara yardımda bulundu. Bu felaketten kurtulmaları için de Allah'a dua etmişti. Şayet Allah Teala bir genişlik vermemiş olsaydı durumu müsait olanların evlerine, nüfusları sayısınca fakir göndermek suretiyle son çareye baş vuracak ve felaketi önlemeye çalışacaktı. Ömer'in bu davranışından anlaşılıyor ki, felaket anında durumun önem ve ciddiyeti göz önüne alınarak devlet başkanı felaketi önleme tedbirleri alabilir. Ge­çimi yerinde olanlar, fakirlere bakmaya mecbur tutulabilirler.
İnsan, her yönüyle din kardeşine yardım etmeye çalışmalıdır. En küçük yardımın bile sevabı vardır. Yollar üzerine düşüp de insanlara, hayvanlara ve vasıtalara engel teşkil edecek, gidiş-gelişi güçleştirecek her şeyi kaldırmak ve gidermek bir iyiliktir. Her iyilikte sevap bulundu­ğundan bu işleri yapmakta da sevap vardır. Çöl ve sahra gibi yolu belli olmayan arazilerde veya sis sebebiyle yol tayin edilemeyen yerlerde in­sanlara rehberlik etmek ve onları diledikleri yerlere iletmek bir iyiliktir. Müşkil durumda kalan ve bir kurtuluş çaresi arayan kimselere bundan daha önemli bir yardım olamaz. Bu iyiliğin karşılığında da sevab vardır.
İnsana yol göstermemek, hele hele gözleri görmeyen körlere yardım etmeyip bir de onlara yanlış yol göstermek İslam ahlakıyla bağdaşmaz. Resul-i Ekrem Efendimiz bu hususta "Körü yoldan saptırana Allah lanet etsin" buyurmuştur.
Başkalarına borç vermek, yolunu bilmeyenlere yol göstermek de bir yardım şeklidir. Efendimiz bu hususta faydalanılmak üzere ödünç mal veren veya başkasına yol gösteren kimseye köle azad etme karşılığı kadar sevab verileceğini ifade buyurmuştur. Yol şaşırmışa, bir amaya, dil veya semt bilmeyen bir yabancıya yol göstermek ve ona yardımcı olmak, bir köle azad etme sevabma denk olacak kadar büyük sevaba vesile olur. Bu da İslam'da yardımlaşmanın, sevişmenin, düşküne el atmanın ve merha­met etmenin bir çeşididir. İnsanlık ve merhamet duygularından uzak olanlar, bu gibi delaletlerden kaçınır ve aldırış etmezler. Müslüman daima yardım ve iyilik etmek vazifesi ile yükümlü olduğundan yol gösterme işini de benimseyip bu güzel ahlakla ardaklanmak zorundadır. Bu iyi ha­reket karşılığında da büyük sevab vardır. Yapılan her iyilik sadakadır. Yi­ne bu konuda Efendimize yolu belli olmayan bir yerde insanlara yol gös­termenin sadaka olduğunu ifade buyurmuştur.
Dinin gayesi topluma bütün iyilikleri ve güzel ahlakı getirmek ve hoş olmayan bütün kötü hal ve hareketlerden toplumu temizlemektir ki, her mümin bu gaye ile çalışmak sorumluluğu altındadır. Herkesin güç ve imkanlarına göre bu görevi yerine getirmesi farzdır. Fertler bu vazi­feyi elbirliğiyle yerine getirirlerse fenalıklar önlenir, yerlerine güzel huy­lar gelir ve toplumda huzurla sükun hüküm sürer. Fakat bu vazifeler yerine getirilmezse, herkes neme lazım diye kenara çekilirse her tarafı musibet ve kötülükler kaplar. Halbuki insanlığın faydasına olan gayret­lere karşı Allah Teala insanlara manevi mükafatlar vermekte ve böylece bizi daima hayırlı işlere teşvik etmektedir.
Her iyiliğin bir sevabı olduğu gibi, her kötülüğün de bir günahı vardır. Nereye gideceğini bilemeyen görme engelli birine yardım etmek yerine bir de onu yolundan saptırmak, ona yapılacak en büyük kötülük­tür. Böyle bir kötülüğü bilerek yapanın cezası lanettir. Allah Teala'nm gazabına uğramak, rahmetinden uzak kalarak azabına müstehak olmak­tır. Mümin böyle bir gaflete düşmemelidir. Aksine onun yapacağı iş zor durumda kalana yardım etmek, görme nimetinden mahrum olan çaresiz birini elinden tutarak mümkünse gideceği yere kadar götürmektir.
İnsanların böyle birbirine muhtaç olmaları, karşılıklı olarak yardım­laşmaları gerektiğini ortaya çıkarmaktadır. Yardımlaşma, toplum halin­de yaşamanın bir gereğidir. Hem başkaları ile yaşamak, hem yardıma ihtiyaç duymama imkansızdır. Bunun için İslam yardımlaşmayı, bütün maddi ve manevi hayatımızı kapsayacak şekilde en geniş sınırları ile ele almış ve dini ve ahlaki bir görev olarak ortaya koymuştur.
Cenab-ı Hak müminlerin iyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirle­riyle yardımlaşmalarını emir buyurmuştur. Zekat vermekten, tatlı söz ve güler yüzle davranmaya kadar her şeyin iyilik kapsamına alındığı düşünülürse, dinimizin yardımlaşma sınırını ne kadar geniş tuttuğu açıkça görülür.
Yardımlaşmanın özünde fedakarlık vardır. Maldan sevgiye kadar her şeyin bir başkasma verilmesi söz konusudur. Bu verme işi bazen, zekat ve fitrede olduğu gibi mecburi olsa da, çoğu zaman tamamen iste­ğe bağlıdır. Yine zekat belli bir miktarda alındığı halde sadakanın sınırı yoktur; dileyen dilediği kadar verir. Böylece müslümanlar arasmda en geniş manada yardımlaşma yapılır. Bu maddi yardımın dışında, müslümanlar başkalarına söz ve davranışları ile de iyilik yapmak, onla­ra sevgi ile bağlanmak zorundadırlar. Bu da onların görevidir. Hiçbir iyilikte bulunamayan bir müslümanın eli ve dili ile başkalarına zarar vermemesi bile sadaka sayılmıştır.
Yardımlaşmanın pek çok faydaları vardır. Yardım yapmakla yoksul­lar korunmuş olur. Onların maddi ihtiyaçlarının giderilmesi ile fenalık yapmaları önlenir. Çünkü fakirlik ve açlık, zayıf karakterli insanları çoğu zaman kötülüğe sürükler; hırsızlık yaptırır; haksızlığa iter. Yardım yapan­la yapılan arasmda sevgi ve ülfet doğar. Yardım yapılarak topluma ka­zandırılan kişiler kin, hased, düşmanlık gibi kötü duygulardan kurtulur; zenginlerin mallarında gözü olmaz. Çünkü onların, fakirin hakkını ver­diklerini, dinin emirlerine uyarak en geniş ölçüde yardım ellerini çevrele­rindeki insanlara uzattıklarım bilirler. Efendimiz "Veren el alan elden üs­tündür" buyurmuştur. Böylece müslümanlara, yardım edilen değil yar­dım eden kişi olmalarının daha iyi olduğunu bildirmiştir. Sıkıntı ve darlık zamanlarmda müslüman kardeşlerinden yardım, anlayış ve sevgi gören­ler, sıkıntılarını atlatınca çalışıp kazanmaya, alan değil veren kişiler olma­ya bakacaklar. Böylece toplumda bir fazilet yarışı başlayacaktır.
Zekat, sadaka ve diğer maddi yardımlar, müslümanların güçlü ol­malarında, birlik ve beraberlik içinde bulunmalarında en büyük etken olacaktır. Bir aç ile bir tokun aynı safta sevgi ve kardeşlik duyguları ile yanyana bulunabileceklerini düşünmek biraz zordur. Yardımlaşma, zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu kapatacağı gibi aralarında bir sevgi ve saygı bağının kurulmasına da sebep olur.
Yardımlaşmanın yaygın olduğu toplumlarda dostluk duyguları güçlü olur; zenginlik ve refah artar, fakirlik azalır, dinimizin hoş görme diği dilencilik ortadan kalkar; hırsızlık ve dolandırıcılık gibi haramların işlenmesi en alt düzeye iner.
Yardımlaşma çeşitleri çoktur. "Onların mallarında dilencinin ve iffe­tinden dolayı durumunu açıklamayan yoksulun bir hakkı vardır. "Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler başkalarına verir ve yedirirler. İşte böyle kimseler, Rablerinden bir doğru yol ve hidayet üzere­dirler ve bunlar azabdan kurtulup sevaba erenlerdir" ayetlerinde bunla­ra işaret edilmiştir.
İnfak, Allah'ın verdiği malın meşru bir şekilde elden çıkarılması, başkalarına verilmesi demektir. Kur'an'ın pek çok yerinde namazdan sonra zekat gelir. Müslüman­lara namazdan hemen sonra zekat vermelerinin emredilmiş olması, ze­katın, bir ibadet olarak dinimizde ne büyük bir yeri olduğunu gösterir. Dinin iman ile temeli atılıp namaz ile direği dikildikten sonra, geçilecek mühim bir geçidi vardır ki, zekat, o geçidi geçirecek bir köprü olarak yapılacaktır. Dünyada kalacak olan malımızın, Allah'ın emrine göre kul­lanılması ve harcanması önemli bir iştir. Çünkü bu harcama ile, ahirete uzanan geçide sağlam bir köprü kurma imkanı elde edilecektir.
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de;
"Hayır ve iyilik yapmak hususunda birbirinizle yarışınız" buyur­muştur. Hayır ve iyilik malla, el ve dille yapılır. Yapılacak bütün bu iyiliklerin adı sadakadır. Mal ile yapılacak iyilik ve yardımın başında zekat gelir. Zekat, zenginlerin malla yapması gereken zorunlu bir yar­dım şeklidir. Fakat malla yapılacak yardım zekattan ibaret değildir. Müslümanların ihtiyaçlarından fazla olan mallarından da başkalarına sadaka olarak vermeleri de güzel bir davranıştır. Mümin bir hurmanın yarısı ile, onu da bulamazsa güzel sözle ateşten korunmalıdır. İnsanın yakınlık derecesine göre başkalarına yardım elini uzatması gerekir. Efendimiz ashabını buna teşvik etmiş, onlara hayır yollarını göstermiştir. Nitekim hayır yapmak isteyenlerden adamın biri günün bi­rinde Resul-i Ekrem Efendimizin yanına gelmişti. Adamın tek bir kölesi vardı. Efendimiz köleyi ondan aldı, sattı ve parasını kendisine verdi. Sonra ona bu parayı önce kendi ihtiyaçları için harcamasını, artarsa aile­si için sarfetmesini, ailesinden de birşey artarsa kendisine yakınlığı ve hısımlığı olanlara harcamasını, onlardan da bir şey artarsa Medine'deki yoksullara sadaka olarak dağıtmasını tavsiye buyurdu. Efendimiz bahçesini sadaka olarak vermek isteyen Ebu Talha'ya da onu akrabaları­na tasadduk etmesini tavsiye etmiş, Ebu Talha da bahçeyi akrabaları ve amca oğulları arasında taksim etmişti.
Zira İslam'a göre veren el yük­sektir. Başkalarına yardım ettiği için takdir edilmeye değerdir. Sadaka verirken de insanın önce nafakasını vermekle sorumlu olduğu kimseler­den başlaması gerekir. Bu sıralamada da önce anne baba, sonra sırayla kız ve erkek kardeşler, sonra da yakınlık derecesine göre diğer insanlar gelir. İyilikte ölçü budur. Binalar tuğla tuğla örülüp yükseltildiği gibi, müslüman toplumlar da en yalanlardan başlanılarak inşa edilmeye baş­lanır. Başkalarına infakta bulunurken bu sıranın dikkate alınmasında büyük fayda vardır. İyilikler gönülleri fetheder. Birbirlerine iyilik yapan insanlar başkalarının gönüllerini fethetmiş, onlarla bütünleşmiş olurlar. Birbirleriyle bütünleşen insanların güzel ilişkiler kuracağında, araların­da sevgi ve saygının artacağmda hiç şüphe yoktur.
Müminin mal hırsını yenerek Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimet­lerden onun yolunda harcama yapması asil bir davranıştır. Böylece nime­tin kadri bilinmiş, şükür eda edilmiş ve Hakk'ın rızası kazanılmış olur. Hele hele bir de değerli ve kıymetli şeylerden infak edilmesi Cenab-ı Hakk'ı daha da memnun eder. insan sevdiği ve değer verdiği şeylerden infak ettiği zaman iyiliğe ulaşır. Kişiliği olgunlaşmaya, davranışları gü­zelleşmeye başlar. Dünya malına hükmeden, onu dini uğrunda feda eden bir insanın bu davranışı ona büyük değer kazandırır. Onu halkın gözünde yükselttiği gibi, Hakk'm katında da değerli hale getirir.
Mümin malını mülkünü Allah yolunda harcamaya devam ettiği sü­rece ecir ve mükafat almaya da devam eder. İyiliklerin sınırı yoktur. İs­ter karşılıksız, ister karşılıklı olarak versin kulluk şuuruyla yapılan her türlü sarfiyat mümine derece kazandırır. Malla yapılan bir yardım şekli de borç vermek demek olan karz-ı hasendir.karz, faiz ve benzeri her­hangi bir menfaat beklemeden ödünç olarak verilen para demektir. Bu da insanlara yapılan bir yardım şeklidir ve Kur'an'da övülen bir yardım çeşididir. Kur'an'da bu fedakarlık o kadar yüceltilmiştir ki, ödünç veren kişi sanki insanlara değil de Allah Teala'ya vermiş gibi kabul edilmiştir. "Allah'a gönül hoşluğu ile ödünç verenler yok mu, Allah onların müka­fatını kat kat verecektir" ayetinde Allah rızası için ödünç para verenler bu şekilde övülmüştür." Bir menfaat beklemeksizin zor durumda olan­lara yardım etmek iyilik dolu bir kalbe sahip olmanın açık bir gösterge­sidir. Kullarına karşı böyle hayırsever olmanın karşılığını verme sorum­luluğunu bizzat Cenab-ı Hak üzerine almış ve böyle kullarına mükafat­larını kat kat vereceğini haber vermiştir,
Herkesin yararlanabileceği çeşme, köprü, cami, okul, yol, hastane gibi hayır kurumları yaptırmak da mal ile yapılan yardımlardandır. Bu tür hayır eserlerine sadaka-i cariye devamlı sadaka denilir ki, sevabı çok fazladır. Sadaka-i cariye anlayışı, vakıfların ortaya çıkmasında çok bü­yük etki yapmış ve İslam dünyasının her tarafı halka hizmet götüren vakıf kuruluşları ile dolup taşmıştır. Sosyal ve ekonomik hayatımız açı­sından malla yapılacak en önemli yardımlardan biri de servet sahipleri­nin mallarını yatırıma aktarmaları ve çalışmak isteyenlere iş ve geçim imkanı hazırlamalarıdır. Hayatını çalışarak kazanmak isteyen, helal ka­zanç peşinde koşan bir kişiye yardım eli uzatmanın en iyi şekli budur. Çünkü bu davranışla hem bir müslümana geçim imkanı verilmiş, hem de onun şeref ve şahsiyeti korunmuş olur.
Manevi yardıma gelince Cenab-ı Hak bu konuda "İçinizden, insan­ları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir toplu­luk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir; Siz insanlık için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, fenalıktan alıkoyar-smız ve Allah'a imanınızda devam edersiniz" buyurmuş, diğer bir ayette "İyiliği emretmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlasın" demiştir.
Her müslümanın sadaka vermesi gerekir. Verecek bir şey bulama­yan, çalışır, elinin emeği ile kazandığını hem kendisi harcar hem de sa­daka olarak verir. Çalışmaya gücü yetmeyen sıkıntıya düşmüş bir muh­taca yardım eder. Böyle bir yardıma gücü yetmeyen, iyilik ile yahut ha­yır ile emreder. Bunu yapmaya da güce yetmeyen, kötülükten kendisini sakındırır, bu da onun için bir sadaka olur.
iyi ameller içinde, eziyet verecek şeyin yoldan kaldırılması da var-dır.Mümin kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa hiç bir iyiliği hor görmemelidir.En küçük iyilik, insan olsun, hayvan olsun gelip geçene eziyet veren şeyi ortadan kaldırmakla başlayan yardımdır. Daha pek çok ayet ve hadiste insanlara iyilik yapmaları emredilmiş ve bunun yolları gösterilmiştir. Bir insanın bizzat kendisine ve aile bireylerine kar­şı görevlerini yerine getirmesi bir iyiliktir. Komşusu ile olan ilişkilerinde kırıcı olmaması, ona her konuda yardım elini uzatması bir iyiliktir. Bir yoksulun, bir yetimin yedirilip-giydirilmesi ve barındırılması nasıl maddi iyilikse, güler yüz ve tatlı sözle gönüllerinin alınması, sevgi ile başlarının okşanması da bir iyiliktir. Üzgün ve dertli birini teselli etmek, bildiklerini bir başkasına öğretmek, çevredekilere doğru yolu göster­mek, hasta, yaşlı ve kimsesizleri ziyaret etmek bir iyiliktir. Her konuda çevremizdeki insanların yardımına koşmak; hasta, yaşlı ve sakat bir kardeşimize taşıtlarda yer vermek, elinden tutup yolda karşıdan karşıya geçmesine yardım etmek, bir yolcuya, bir misafire gideceği veya aradığı yeri göstermek iyiliktir. Sokakta, caddede, mahallede, çarşıda, pazarda taşı, çamuru, pisliği, dikeni kısaca insanlara eziyet ve tiksinti veren bir şeyi ortadan kaldırmak iyiliktir. İnsan olsun, hayvan olsun susayan biri­ne su vermek iyiliktir. Kısaca, Allah ve Resulünün bizden yapılmasını is­tediği, akıl ve vicdanın hoş gördüğü bir şeyi yapmak iyiliktir. Hatta kö­tülükten sakınmak ve bir başkasına kötülük yapmamaya çalışmak da iyiliktir. Bütün bu iyilikler de sadakadır.
Saymakla bitmeyecek kadar çok olan iyiliklerin bir yarış havası içinde yapılması her müslümanm görevidir. Herkesin yapabileceği bir iyilik de mutlaka vardır. Hatta, müslüman yalnız bu iyilikleri yapmakla kalmamalı, başkalarının da bunları yapmasına yardımcı olmalı, onları iyilik ve yardım konusunda teşvik etmelidir. Çünkü Allah Teala, iyilikte ve kötülükten sakınmakta yardımlaşmamızı emretmiştir. Allah için iyi­lik yapan, Allah için maddi ve manevi yardımda bulunan kimsenin mü­kafatını da şüphesiz Yüce Mevla verecektir.
İyilikte yardımlaşmak kadar kötülükten alıkoymaya çalışmak da müslümanların dini ve ahlaki görevleri arasındadır. Yukarıda da geçtiği gibi Allah Teala; "Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmaym" diye emret­miştir. Kur'an-ı Kerim'de, "iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak", fa­ziletli insanların özelliği olarak zikredilir. Bütün peygamberler bu emri yerine getirmiş ve kendilerine gönderildikleri toplulukları fenalıktan alıkoymaya çalışmışlardır. Peygamberlerinin öğütlerini dinlemeyen is­yankar İsrailoğulları hakkında Cenab-ı Hakk; "Onlar, birbirlerini, yap­tıkları kötülükten alıkoymazlardı. Gerçekten ne kötü iş yapıyorlardı" buyurmuştur. İnsan bir kötülük görürse onu eliyle değiştirmeli, eliyle değiştirmeye gücü yelmezse diliyle, ona da gücü yetmeyen kalbiyle buğzetmelidir. Bu, imanın en zayıf olanıdır.
Şu halde, iyiliğin emredilmesinde olduğu gibi kötülükten alıkoyma da söz ve davranışlarla olacaktır. Mümin gördüğü kötülükleri, ister bü­yük ister küçük olsun, eliyle düzeltmeye, o fenalığa engel olmaya çalış­malıdır. Bunu yapamayanların kötülük yapanlara nasihat etmeleri, yap­tıklarının çirkinliğini anlatmaları, sözle onları kötülükten vazgeçirmeye çalışmaları ahlaki görevleridir. Eğer bu görev yapılırsa kötüler ve kötü­lükler azalır, iyilik yaygınlaşır, toplum huzur bulur. Aksine davranış kö­tülüklerin bir salgın gibi her tarafa yayılmasına, toplumu içten çökert­mesine sebep olur. Bunun içindir ki, dinimiz, iyiliği emir ve kötülükten alıkoymayı emr bi'lma'ruf, nehy ani'l-münker müslümanların yapmaları gereken önemli görevler arasına almıştır.
Yardım yapılırken dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Eğer yardımdan, yardımlaşmadan söz ediliyorsa, mutlaka orada bir yardım edenle bir de yardım edilen, yahut alanla veren vardır. Kısaca yardım, iki veya daha çok kişi arasında olur. Yardımın istenilen şekilde olabilmesi, yerini bulması için bazı hususlara dikkat edilmesi gerekir. Hak sa­hibi aranmadan, dikkatsizce yapılan yardımların çoğu zaman arzu edi­len sonucu vermediği unutulmamalıdır. Bunun için yardım yapılırken aşağıdaki hususlara dikkat etmekte yarar vardır.
Yardım Allah rızası için yapılır. Allah nzası gözetilmeden yapılan iyiliklerde riya vardır. Onlarda gösteriş ve çıkar düşüncesi ön plandadır. Cenab-ı Hak kendi rızasını gözetenler hakkında;
"Malınızdan hayır adına her ne harcarsanız kendi menfaatinizedir. Zira siz, ancak Allah rızasını gözeterek verirsiniz. Böylece hayra dair her ne verirseniz onun sevabı tam olarak size ödenir. Hakkınız yenmez ve size zulüm edilmez"
Yardım yapılacağı zaman gerçekten yoksul olan kimseler aranmalı­dır. Bir diğer ayette;
"Sadakalarınızı o fakirlere verin ki, onlar, Allah yolunda çalışmaya koyulmuşlardır; öteye beriye koşup kazanamazlar. Dilenmekten çekin­dikleri için, tanımayanlar, onları zengin zannederler. Ey Resulüm! Sen onları yüzlerinden tanırsın. Onlar iffetlerinden ötürü insanları rahatsız edip bir şey istemezler. Siz malınızdan bunlara ne harcarsanız, muhak­kak Allah onu hakkıyle bilicidir" buyurulmuştur.
Fazilet ve haya sahibi insanlar, yoksulluklarını açığa vurmaz, başkala­rından kolay kolay bir şey istemezler. Yardım yapacak zenginlerin, çevrele­rinde böylelerini arayıp bulmaları ve haysiyetlerini zedelemeden onlara yardım etmeleri gerekir. Hiç ihtiyaçlan olmadığı halde istemeyi ve dilen­meyi alışkanlık haline getirenler çoktur. Efendimizin kötülediği bu kişiler­den uzak durmalı ve kendileri yoksul olarak değerlendirilmemelidir.
Adi, işe yaramaz şeyler yardım diye başkalarına verilmemelidir. Dü­şük ve bayağı şeyleri vermek mürüvvet ve cömertliğe sığmaz. Cenab-ı Hakk'ın şu buyruğu unutulmamalıdır:
"Ey iman edenler! Kazandıklarınız ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerden en helal ve iyisinden Allah yolunda harcaym. Kendinizin, ancak, göz yumarak alabileceği düşük ve bayağı şeyleri vermeye kalkısmayın. Biliniz ki, Allah verdiğiniz sadakalardan müstağnidir, her halde hamde layıktır"
Yapılan yardım hiç bir şekilde başa kakılmamalıdır. Başa kakılarak yapılan yardımın sevabı yok olur. İyilik yerine kötülük yapmamak ge­rekir. Hiç şüphe yok ki, başa kakmanın vereceği üzüntü, maddi yardı­mın sevincinden çok fazla olur. Allah Teala, başa kakılarak yapılan yar­dımı mü'min olmayan kimselerin işleri olarak nitelemiştir: "Ey iman edenler! Sadakalarınızı; insanlara gösteriş için malını harcayan, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin hali, üzerinde az bir toprak bulunan bir kayanın haline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isabet edince, üzerindeki toprağı temizleyip kendisini katı bir taş halin­de bırakır. Onlar, yaptıkları şeylerden hiç bir sevap kazanamazlar. Al­lah, kafirler topluluğuna hidayet etmez"
Yoksulun halinden anlamalı ve ona iyi davranmalıdır. Yardım yapa­cak kimseler uyanık olmalıdır. Nice yoksullar vardır ki, utandıkları için açıktan bir şey isteyemez, durumlarını üstü kapalı anlatmayı tercih eder­ler. Aslında ihtiyaç sahibinin hali kendisini gösterir. Yardımseverler bu duruma dikkat etmeli ve onları küçük düşürmeden yardım elini uzatma­lıdırlar. Bir ümitle gelen ve yardım isteyen kimselere iyi davranmak gere­kir. Güler yüz ve tatlı söz, yardım yapılmasa bile, isteyeni memnun eder. Bunun için bazıları, "İhtiyaç sahiplerini tebessümle karşıla, verirsen teşek­kür eder, vermezsen mazur görürler" demişlerdir. Efendimiz, insanın din kardeşini güler yüzle karşılamak şeklinde de olsa hiçbir iyiliği hor gör­memesini söylemiştir. Öyleyse hiçbir yardım küçük görülmemelidir.
İyilik ve yardımda bulunacak kişinin bunu zamanında yapması, fır­satı kaçırmaması gerekir. Zamanı geçirilerek yapılan yardım ihtiyacı karşılamaktan uzaktır. "Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulun­maz" dedirtmemelidir.
Yardım yapılırken mümkün olduğu kadar gizliliğe dikkat edilmeli­dir. Zekat gibi farz olan ibadetlerde açıklık esastır. Fakat sadakalarda aksine davranış insanı riyadan kurtarır. Cenab-ı Hakk; Eğer sadakaları gizler de onları öylece fakirlere verirseniz, bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmını örter" buyurmuştur.  Efendimiz de sağ elinin verdiğini sol eli duymayacak şekilde gizli sadaka verenlerin, ahirette arşın gölgesinde gölgeleneceklerini haber vermiştir Abbas da şöyle demiştir: "İyilik üç şeyle tamamlamr Acele etmek, küçük gös­termek, gizli tutmak. Acele etmekle sevindirmiş, küçük tutmakla bü­yütmüş, gizli tutmakla tamamlamış olursun."
Başkalarından yardım bekleyen kişilerin de dikkat etmesi gereken hususlar vardır. Bunlara dikkat edilmemesi yardım yapanların şevkini kırar, ellerini yardımdan çekmelerine sebep olur. İhtiyaçtan fazlası is-tenmemelidir.Yapılan yardımın sızlanmadan, azımsamadan kabul edil­mesi gerekir.Yardım, kerim olandan istenmelidir. İyilik yapmayı sev­meyenden iyilik beklemek insanı perişanlığa sürükler. Yardım imkanı olmayandan istemek onu güç durumda bırakır. Ali yok olanın "yok!" denilinceye kadar anlamayanın ahmak olduğunu söylemiştir. İyi­lik ve yardım yapana nankörlükle değil, teşekkür ve dua ile karşılık ve­rilmelidir. Efendimiz: "İnsanlara teşekkür etmesini bilmeyen Allah'a şükretmesini bilmez ve nimetin kesilmesine müstahak olur" buyurmuş­tur. Şu halde nankör olmamak, iyilik ve yardımları teşekkürle, karşıla­mak ahlaki bir görevdir. Bu görev dua ile tamamlanmalıdır. Bu anlayışla yapılacak yardımlar, müslümanlara Hakk'ın rızasını kazandıracak olan yardımlardır. Müslümana Hakk'm rızasını kazandıran yardımlar ara­sında misafire ikram etmenin de önemli bir yeri vardır.