www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

GÜZEL ve ÇİRKİN İSİMLER

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

GÜZEL ve ÇİRKİN İSİMLER
insan güzel bir varlıktır. Yaratıcı onu güzel bir şekilde yaratmıştır. O her şeyin iyisine ve güzeline layıktır. Doğumundan Ölümüne kadar ona her şeyin güzelini layık görmek, ona isim koyarken de bu hususa dikkat etmek gerekir.
insana konulan ismin güzel bir mana taşıması önemlidir. Güzel isimler, güzel manaları çağrıştırır. Bu bakımdan yeni doğan çocuklara güzel isimler koymak gerekir. Çocuklara güzel isimler koymak anne ba­banın görevidir. Resul-i Ekrem Efendimiz bir baba olarak oğlu İbrahim dünyaya geldiği zaman "Bu gece bir oğlum oldu, ona atam İbrahim'in adını verdim" buyurarak bu görevini yerine getirmiş, oğluna ibrahim peygamberin ismini vermiştir.
Efendimiz ibrahim ismini severdi. Onu kendi çocuğuna koyduğu gi­bi, başkalarının çocuklarına da koyardı. Ebu Musa el-Eş'ari'nin de bir er­kek çocuğu dünyaya geldiği zaman Efendimiz ona da aynı şekilde İbra­him ismini verdi. İbrahim ismi, öncelikli olarak İslam ümmetin hakkı­dır. Zira insanların ibrahim aleyhisselama en yakın olanlar, başta Efendi­miz ve ona iman eden müminlerdir. Yüzyıllardır müslümanların ço­cuklarına bu ismi koymaları güzel bir gelenektir ve bu geleneğin bundan sonra da devam ettirilmesi gerekir.
Efendimiz her şeyin güzelini beğendiği gibi isimlerin de güzel olan­larını beğenir, güzel isimli olanlara daha çok değer verirdi. Bir defasında devesini hac sırasında kurban edilmek üzere Harem'e kadar kimin götü­receğini sordu. Adamın biri kendisinin ulaştıracağını söyledi. Efendimiz adama adının ne olduğunu sordu. Adam adını söyledi. Efendimiz ada­mın adını beğenmediğinden ona oturmasmı emretti. Sonra bir başkası kalktı. Ona da adını sordu. O da adını söyledi. Efendimiz onun adından da hoşlanmadığından ona da oturmasını emir buyurdu. Sonra bir baş­kası kalktı. Efendimiz ona da aynı soruyu sordu. O adam adının Naciye olduğunu söyledi. Bunun üzerine Efendimiz ona kendisinin bu işe ehil olduğunu, deveyi onun götürmesini söyledi.
Efendimizin kurbanlık devesini Hareme kadar sürüp götüren kişi­nin adı Zekvan'dı. Kureyş müşriklerinden kurtulup İslam'ı kabul ettiği zaman, Efendimiz ona Naciye ismini vermişti. Naciye kurtulan, umdu­ğuna kavuşan demekti. Mana olarak güzel bir mana taşıdığından kulağa hoş geliyordu. Efendimiz güzel isimleri sevdiğinden onu beğendi ve de­velerin götürülmesi işini ona verdi. İslam'da uğursuzluk olmamakla bir­likte hüsnü tefe'ül denilen bir şeyi hayra yorma vardır. Hayra yorulan şeylerden hayır umulur. Zira bir şeyi hayra yorma kalbi rahatlatır, gönlü ferahlatır.
Hayır konusunda ilk akla gelen insanlar hiç şüphesiz peygamber­lerdir. İnsanlığın en büyük hayır önderleri onlardır. Efendimiz bu ba­kımdan bir tavsiye olmak üzere kendi çocuğuna İbrahim ismini koydu­ğu gibi ümmetine de peygamberlerin isimleri ile isimlenmelerini tavsiye buyurmuştur. Bu bakımdan Abdullah Ibni Selam'ın oğluna da Efen­dimiz Yusuf ismini vermiştir. Abdullah İbni Selam, aslen yahudi alimlerinden olup İslamiyet'i seçerek müslüman olanlardandır. Yusuf bu zatın oğludur. İslam ümmeti sünnette geçen tavsiyelerin gereğini ye­rine getirmiş, asırlardır çocuklarına peygamber isimlerini koyarak bu güzel sünneti yaşatmaya çalışmışlardır.
Çocuklara verilecek isimlerin Allah'a kulluk ifade eden isimlerden seçilmesi de güzel bir adettir. Bu bakımdan Allah'ın en çok sevdiği isim­lerden biri Abdullah, diğeri de Abdurrahman'dır. Zira bu isimler Al­lah'a kulluğu hatırlatır. Bir insan için Allah'a kulluğu hatırlatan isimlerle isimlenmekten daha büyük bir şeref olamaz. Her seslenişte Yüce Mev­la'nın isimlerinden birini telaffuz etmenin başta ismin sahibine olduğu kadar, o ismi telaffuz edenlere de büyük bir haz vereceği şüphesizdir.
Bu isimlerin dışında Efendimiz isimlerin mana bakımından en doğ­rularının Haris ve Hemmam, en çirkinlerinin de Harb ve Mürre olduğu­nu söylerdi. Haris kar sağlayan, mâl toplayan ve ahiret sevabı elde eden demektir. Bu yönüyle güzel bir isimdir. Hemmam, çalışan ve gay­ret eden anlamına gelir. Bunlar, müminlerin özellikleridir. Harb, şiddet ve düşmanlık, Mürre de cimrilik ve acılık manasını taşıdığından mana olarak olumsuz anlamlar içermektedir. Böyle olunca akla olumsuz şey­ler getirecek isimlerden kaçınmak gerekir. Ali oğlu Hasan doğdu­ğunda ona Harb ismini vermişti. Efendimiz torununu görmeye geldi­ğinde ona hangi ismi verdiklerini sordu. Harb isminin verildiğini öğre­nince Efendimiz, "Hayır, o Hasan'dır!" buyurdu.
Sonra Hüseyin doğunca Ali ona Harb ismini verdi. Yine Efendimiz gelip çocuğa hangi ismi verdiklerini sordu. Harb olduğunu öğrenince bu defa da "Hayır, o Hüseyin'dir!" buyurdu. Üçüncü çocuk doğunca Ali ona da Harb ismini verdi. Efendimiz aynı şekilde onunda ismini Muhassin olarak değiştirdi ve sonra onlara Harun'un çocukları olan Şeber, Şubeyir ve Müşebbir isimleri ile ad verdiğini söyledi. Harb, vu­rucu ve dövüşgen manalarma geldiğinden Efendimiz ondan daha güzel olan ve güzellik kökünden gelen Hasan, Hüseyin ve Muhassin isimlerini koydu. Burada daha güzeli tercih vardır. Harb ismini vermek mutlak manada yasak değildir. Eğer yasak olmuş olsaydı, Ali üç defa Harb ismi üzerinde ısrar etmezdi. Nitekim ashab, tabiinden ve hadis alimle­rinden Harb ismini taşıyanlar vardır.
Efendimizin değiştirdiği isimlerden biri de Ebu Üseyd'in oğlunun ismidir. Efendimiz yeni doğan bu çocuğunu adını beğenmemiş ve ona Münzir admı koymuştur. Babası da o günden sonra çocuğuna Münzir diye hitap etmeye başlamıştır. Münzir, Allah'ın emirlerine ve yasakla­rına karşı insanları uyaran manasını taşıdığından güzel bir isimdir. Müjdeleyici manasmda Beşir ve yine korkutucu manasında Nezir de böyle isimlerdendir.
Daha önceden pek duyulmayan, yapmacık ifadeler taşıyan isimlerin konulması pek doğru değildir. Çocuğa konulan isimler bu dünyada oldüğü gibi ahirette de geçerliliğini sürdürecek, orada da dünyadaki isim­leriyle anılacaklardır. Efendimizin "Kıyamet gününde babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Çocuklarınızın isimlerini güzel koyunuz" hadisi bunu gösterir.
Konulan isimler mana ve telaffuz bakımından bir sakınca taşımıyor­sa onları durup dururken değiştirmeye gerek yoktur. Zira isimler, mer­mer üzerine kazman yazılar gibi, zamanla zihinlere yerleşerek orada ka­lıcı hale gelirler. Onları bir çırpıda söküp atmak kolay olmaz. Efendimiz yeni müslüman olan kişilerin isimlerinde bir sakınca yoksa onları değiş­tirmez, genellikle aynen bırakırdı. Ancak bu isimler arasında uygun ol­mayanlar varsa onları daha güzelleri ile değiştirir, daha uygun isimler koyardı. Uzza'nın kulu anlamındaki Abdüluzza, Ka'be'nin kulu anla­mındaki Abdülkabe ve benzeri isimleri genellikle, Allah'ın kulu mana­sında Abdullah veya Rahman'ın kulu manasında Abdurrahman gibi isimlerle değiştirirdi. Kesmek anlamına gelen Sarim ismindeki bir sahabinin ismini de mutlu anlamına gelen Said olarak değiştirmişti.
Efendimizin değiştirdiği isimlerden biri de sahibini tezkiye eden isimlerdir. Bazı isim ve künyeler vardır ki sahibini tezkiye eder, temize çı­karır. Ona üstün bir paye verir. Halbuki insana yakışan tevazu ve alçak gönüllülüktür. Bunun için Efendimiz bazı isim ve künyeleri de bu anlam­da hoş görmemiş, onları daha uygun olanlarla değiştirmiştir. Bunlardan biri Ebu'l-Hakem künyesidir. Bir sahabinin adı Hani İbni Yezid idi. Kav­mi ile birlikte Efendimize gelmişti. Efendimiz kavminin ona Ebu'l-Hakem künyesi ile hitap etmekte olduğunu işitti. Bundan hoşlanmadı. Ona neden Ebu'l-Hakem künyesini aldığını sordu. Hani, kendisinin bu künyeyi edinmediğini, kavminin bir şey hakkında ihtilafa düştükleri zaman ken­disine geldiklerini, kendisinin onlar arasında hüküm verdiğini, her iki ta­rafın da buna razı olduğunu, bu sebeple kendisine bu künyenin verildiği­ni söyledi. Bunun üzerine Efendimiz yaptığı şeyin güzel olduğunu söyle­di. Ona dua ettikten sonra Hakem olanın ve hüküm sahibi olanın Allah olduğunu söyledi. Sonra çocuğunun olup olmadığını sordu. Hani, Şureyh, Abdullah ve Müslim adında üç oğlunun olduğunu söyledi. Efendimiz onlardan en büyüğünün hangisi olduğunu sordu. Şureyh olduğu­nu öğrendi. Bunun üzerine Efendimiz, "O halde sen Ebu Şureyh'sin, kün­yen budur!" buyurdu. Kendisine ve ailesine dua etti.
İnsanın çocuğuna veya ana babasına nispet edilerek isimlenmesine veya bazı vasıflarla vasıflanmasına künye denir. Hüküm, bir şeyi geçerli kılmak, kararlaştırmak ve neticeye bağlamak demektir. Önünde ve so­nunda gerçek söz ve hüküm sahibi Allah Teala olup insanlar arasında adaleti ile hüküm verecek olan odur. Allah Teala'nın güzel isimlerinden biri Hakem ismidir. Ona mahsus isimlerle künyelenmek edebe aykırı görülmüştür.
Yine Efendimiz aynı kavimden bir başka adamın Abdulhacer diye künyelendiğini işitti. Abdulhacer, taşın kulu demekti, insan taşın kulu olamazdı. Efendimiz bu künyeyi de beğenmedi ve adama "Hayır, sen Abdullah'sın!" buyurarak onun ismini daha güzeli ile değiştirdi. İn­sana böyle bir isim koyulmuşsa zaman geçirmeden değiştirmek gerekir. İnsanın her şeyinin güzel olduğu gibi isminin de güzel olması lazımdır.
Yine Efendimizin beyanma göre Allah katında isimlerin en çirkini, insanın kendisini Melikü'l-emlak, Mülklerin meliki diye isimlendirme-sidir. Bütün mülk ve melekütün sahibi Allah Teala'dır. Mülkiyet ve tasarruf hakkı onundur. İnsanların mülk sahibi oluşu gerçek manada değil, mecaz manadadır. Böyle olunca hiç kimsenin büyüklük taslayarak mülklerin meliki olmaya hakkı yoktur. Böyle bir ismi kendine veren ve­ya başkaları verip de ona razı olan Allah katında hoşa gitmeyen isim­lerin en çirkinini almış olur. Bu şekilde güzel olmayan kulağa hoş gel­meyen isimlerin kullanılmaması, kullanılmışsa değiştirilmesi gerekir.
Efendimiz günahkar manasına gelen Asiye ismini de değiştirmiş ve bu isimle isimlenen kadına "Sen Cemile'sin!" demiştir. Cemile güzel demektir. Müslümanm isyanla işi olmaz. Onun işi ibadet ve taatla, iyilik ve güzelliklerledir.
Aşırı övgü taşıyan, insanı temize çıkaran mübalağalı isimlerden de kaçınmak gerekir. Zira insan fani bir varlıktır. Ona tevazu ve alçakgönüllülük yakışır. Efendimiz bu konuda da dikkatli davranmış, bu şekildeki isimleri de değiştirmiştir. Nitekim eşi Zeyneb Binti Cahş'm önceden ismi Berre idi. Efendimiz onun ismini Zeyneb'e çevirdi. Aynı şekilde diğer eşi Ümmü Seleme'ye de adı Berre olan kızının ismini Zeyneb olarak değiş­tirmesini tavsiye etti. O da kızının ismini Zeyneb olarak değiştirdi. Bunun gerekçesini açıklamak üzere de ona "Kendinizi tezkiye etmeyin. Allah sizden iyi ve kötü olanın kim olduğunu daha iyi bilir!" buyurdu.
Berre, iyi ve takva sahibi demektir. Halbuki Allah katında bir kim­seyi tezkiye etmek uygun değildir Kimse akıbetinin ne olacağını, sonu­nun nereye varacağını bilmemektedir. Her mümin Allah'ın rahmetini ummak ve azabından korkmakla sorumludur. İslam ahlakının gereği budur. Bundan dolayı Efendimiz Berre ismini güzel ve hoş kokulu bitki manasına gelen Zeyneb'e çevirmiştir. Müminlerin annelerinden biri olan Cüveyriye'nin ismi de önceleri Berre idi. Efendimiz ona da Cüveyriyye ismini verdi. Cüveyriyye cariye, kızcağız demekti. Müminlerin anne­lerinden biri olan Meymune'nin ismi de Berre idi. Efendimiz ona da Meymune ismini verdi. Berre, güzel bir isim olduğu halde nefsi temi­ze çıkarma ve günahlardan arınmış olma manası taşıdığından tevazuya aykırıdır. Bu bakımdan Efendimiz tarafından değiştirilmiş, onun yerine bereketli anlamına gelen Meymune ismi verilmiştir.
Her şeyde olduğu gibi isim koymada da orta yolu tutmak, ifrat ve tefritten, aşırı uçlardan sakınmak gerekir. Gönlü ferahlatan, kulağa hoş gelen kelimelerin telaffuz edilmesi güzellik duygusunu geliştirir, kalbe iyi şeyler hatıra getirir. Sıkıntı veren isimlerden kaçınmak gerekir. Bu anlamda Zahim adını almak da doğru değildir. Zahim, sıkışmak ve sı­kıştırmak manalarına gelir. Müminin sıkmak ve sıkıştırmakla işi olamaz. Onun işi rahatlatmak ve huzur vermektir. Nitekim İbni Nehik isimli bi­rine Efendimiz adının ne olduğunu sorduğunda Zahim olduğunu öğ­rendi. Bunun üzerine Efendimiz ona "Hayır, sen Beşir'sin!" buyurdu. İnsanın böyle bir isimle isimlenmesini uygun görmedi ve o kişiye müj-deleyici manasına gelen Beşir ismini verdi. O sahabi de ondan sonra Be-şir İbni Nehik olarak anıldı.
Aynı şekilde Eflah ismi de tezkiye anlamı taşıdığından hoş görül­memiştir. Efendimiz bir defasmda ''Eğer yaşarsam inşaallah ümmetime Bereke, Nafi ve Eflah isimlerini yasaklayacağım" buyurdu. Bereke bura­da mıdır? diye sorulur da "Burada değildir!" cevabı verilir. Böylece ora­da bereketin ve iyiliğin bulunmayışı ifade edilmiş olur. Böyle bir halden kaçınmak ve nimeti inkara yol açmamak için bu ve buna benzer diğer isimler konulmamalıdır. Ne var ki Efendimiz bu isimleri yasaklamadan vefat etti.
Eflah kurtuluş, Nafi faydalı, Bereke de bereketli demektir. Bu isim­lerden birini alan için şöyle bir durum meydana gelebilir. Mesela bir kimse arkadaşlarına sorar: Bereket yahut "Nafi, Eflah burada mıdır? Hayır, burada değildir ve yoktur" diye cevap alabilir. Bu takdirde o mecliste bereket, fayda ve kurtuluş gibi iyi hasletlerin bulunmadığı gibi bir mana çıkar. Halbuki müminin kurtuluşa, faydalı ve bereketli şeylere her zaman ihtiyacı vardır. Dili güzel kelimelere alıştırmak, hayata güzel bakmak edebe daha uygundur. Bu isimleri koymak mutlak manada ya­sak olmamakla birlikte, edebe uygun değildir. Efendimiz vefatına kadar bu isimleri yasaklamamış olmakla birlikte, bu isimlerin dışında başka isimlerin konulmasını daha uygun görmüştür.
Efendimiz aynı şekilde Yala ve Yesar gibi isimleri de yasaklamak is­tedi. Fakat daha sonra sükut etti de bir şey söylemedi. Muhtemelen ümmetine zorluk çıkarmak istemediğinden vazgeçti. Bu isimlere benzer Rebah ismi ise sakıncalı isimlerden değildir. Ömer Efendimizin ha­nımlarından ayrılıp yalnız başına kalınca Efendimizin ziyaretine gidip kapıda hizmetçisi Rebah ile karşılaştı. Ona "Ey Rebah, benim için Resul-i Ekrem'den izin iste!" diye seslendi. Efendimiz Rebah isminden hoş­lanmamış olsaydı muhtemelen onun ismini başka bir isimle değiştirirdi. Değiştirmediğine göre bu isimde bir sakınca görmemiş olmalıdır.
Hazn ismi de değiştirilen isimlerdendir. Hazn İbni Ebi Vehb'in de­desi bir gün Efendimizin huzuruna vardığında Efendimiz ona ismini sordu. O da Hazn olduğunu söyledi. Bunun üzerine Efendimiz ona "Sen Sehl'sin!" buyurdu. O babasının kendisine vermiş olduğu ismi değiştir­mek istemediğini söyledi. Fakat ondan sonra kendilerinden de sıkıntı ve meşakkat keder ve üzüntü hiç eksik olmadı. Sehl, kolay ve yumuşak demektir. Hazn ise, sıkıntı ve üzüntü anlamına gelir. Efendimizin isteği­ne uymayıp eski isminde ısrar eden Hazn, kendi soy ve sülalesine inti­kal eden bir güçlük ve zorluk bırakmış oldu. Demek ki söz dinlemek, güzel tavsiyelere kulak vermek gerekir.
Efendimizin isim ve künyesinin kullanılması konusuna gelince bu konuda farklı görüşler vardır. Ensardan birinin bir çocuğu oldu da ona Kasım ismini verdi. Arkadaşları ona Ebu'l-Kasım künyesi vermeyecekle­rini, hayırlı olsun demeyeceklerini söylediler. Adam, Efendimize gelip arkadaşlarının kendisine söylediklerini haber verdi. Bunun üzerine Efendimiz arkadaşlarının güzel söylediğini, ismiyle isimlenmelerini, an­cak künyesini almamalarını, zira kendisinin Kasım olduğunu söyledi. Aynı şekilde çocuğuna Kasım ismi verilen bir çocuğun ismini Efendimiz Abdurrahman olarak değiştirmiştir.
Efendimizin devrinde Ebu'l-Kasım künyesi ile künyelenmek yasak­lanmış, ama Muhammed ismi ile isimlenmeye ruhsat verilmiştir. Nite­kim Efendimiz bir gün çarşıda bulunduğu sırada adamın biri diğerine "Ya Ebe'l-Kasım!" diye seslendi. Bunun üzerine Efendimiz ona dönüp baktı. Adam Efendimize kendisini kasdetmediğini, bir başkasını çağır­dığını söyledi. Bunun üzerine Efendimiz ismiyle isimlenmelerini, ama künyesini kullanmamalarını emir buyurdu. Ensardan bir adamın er­kek bir çocuğu doğdu ve ona Muhammed ismini vermek istedi. Çocuğu omuzunda taşıyıp onu Efendimize götürdü. Efendimiz ona ismiyle isim­lenmelerini söyleyerek kendi isminin konulmasına izin verdi.
Efendimizin hayatından sonra hem ismi ile isimlenmek, hem de kün­yesi ile künyelenmek hususunda herhangi bir sakınca kalmamıştır. Bu­nun yalnız Ali'ye mahsus bir ruhsat olduğunu ileri sürenler de ol­muştur. Nitekim Ali Efendimize kendisinden sonra bir çocuğu olursa ona Efendimizin ismini ve künyesini verip veremeyeceğini sorduğunda Efendimiz, "Evet!" buyurmak suretiyle verebileceğini söyledi.
Hasan, ve Hüseyin'den sonra Ali 'nin en büyük ve en faziletli oğlu Muhammed İbnü'l-Hanefiyye'dir. Nitekim kendisine Efendimizin ismi verilmiş ve ayrıca Ebu'l-Kasım künyesi ile de künyelenmiştir. Bu­nunla beraber İmam Malik ve alimlerin çoğu, isim ve künyeyi bir arada almamn yasaklığını Efendimizin zamanı ile sınırlı olduğunu söylemiş­lerdir. Fakat İmam Şafii, ismin ister Muhammed, ister Ahmed olsun ve isterse bunlardan başkası olsun, hiç kimseye Ebu'l-Kasım künyesini al­manın helal olmadığını, ihtiyatlı olanın da bu olduğunu söylemiştir.
Efendimiz kendi ismiyle isimlenilmesini, fakat künyesi olan Ebu'l-Kasım ile künyelenilmemesini, çünkü kendisinin Ebu'l-Kasım yani hak ve adaleti, dünya malı olan ganimetleri bölüştürüp taksim eden oldu­ğunu söylemiştir. Bundan da anlaşıldığına göre Ebu'l-Kasım künyesi Efendimize izafe edilen özel bir isimdir. Onun hayatında künye ile künyelenmek caiz değildi. Ama hayatından sonra Ebu'l-Kasım künyesi­ni almakta herhangi bir sakınca olmamalıdır. Sadece Kasım adını ver­mekte zaten bir maur yoktur. Efendimizin isimleriyle isimlenmek her durumda güzel bir şeydir.
Künye kullanmak müşrikler için de söz konusudur. Resul-i Ekrem Efendimiz içinde bir gün Abdullah İbni Ubey İbni Selul'ün bulunduğu bir meclise vardı. Bu olay Abdullah İbni Ubey'in İslam'a girişinden önce idi. Abdullah, Efendimize hitap ederek kendilerini meclislerinde rahat­sız etmemesini söyledi. Sonra Efendimiz Sa'd İbni Ubade'nin yanına va­rıp ona "Ey Sa'd! Ebu Hubab'ın dediğini işitmedin mi?" buyurdu. Efen­dimiz, Ebu Hubab künyesi ile Abdullah İbni Übey İbni Selül'ü kasdediy or du.
Çocuğa doğmadan önce künye verilmesinde bir sakınca yoktur. Abdullah, Alkame'ye henüz çocuğu doğmamışken ona Ebu Şibl, Şibl'in babası künyesini vermiştir. Künye, çok kere yaşayan veya daha önce doğmuş olan bir çocuğa nispetle verilir.
Kadınlara da künye verilebilir. Aişe bir gün Efendimize hanım­larına künye verdiğini, arkadaşlarının künyesi olduğunu, kendisinin ço­cuğu olmadığından künyesinin olmadığını, kendisine de bir künye ver­mesini söyledi. Bunun üzerine Efendimiz ona kız kardeşi Esma'nın oğlu Abdullah İbni Zübeyr ile künyelenmesini tavsiye buyurdu. O da Ümmü Abdullah, Abdullah'ın annesi diye künyelendi. Hanımların en fazilet­lisi olan Aişe'nin hiç çocuğu dünyaya gelmediği için, çocuğuna iza­fetle künyelenememişti. Efendimiz bundan müteessir olan Aişe'nin gönlünü almak için, ona en yakın bulunan yeğeni Abdullah ile onu künyelemiş ve o da Ümmü Abdullah diye anılmıştır.
Bir adamı kendisinde olan bir şeyle veya herhangi biriyle künyelemekte bir sakınca yoktur. Ali'ye isimlerinin en sevgilisi, Ebu Türab idi, bu isimle çağrılmaktan sevinirdi. Ona bu ismi Efendimiz ver­di. Ali, bir gün Fatıma'ya kızdı. Bu kızgınlık üzerine evden çıkıp mescide gitti ve orada bir yere uzanıp yattı. Efendimiz onu evde bula­mayınca mescide geldi. Ali'nin toz toprak içinde uzanmış olduğunu gö­rünce onun üstünü çırpmaya başladı ve bir taraftan da ona "Otur, Ebu Türab!" diyordu. Ebu Türab, Toprak babası, toprak sahibi manasını taşır. Ali toprağa bulandığından Efendimiz onu içinde bulunduğu o hal ile vasıflandırdı. Efendimizin vermiş bulunduğu bu isimden şeref duyan Ali için Ebu Türab isimlerinin en iyisi ve sevgilisi oldu ve o günden iti­baren o şekilde çağrılmaktan hoşlanır hale geldi.
Kainatın yaratıcısına mahsus olup başka hiç bir varlığa isim olarak verilemeyen lafız Allah kelimesidir. Bundan başka Allah Teala'nın isimle­ri olan esma-i hüsnadan herhangi biri ile isimlenmek caizse de doğru olan bu isimlere izafetle Abdullah, Abdurrahman, Abdulkerim, Abdurrezzak, Abdulhadi şeklinde adlanmaktır. Allah'a kullukla isimlenmek insan için büyük bir şereftir. Yalnız ona mahsus olup, başka hiç bir varlığa isim ola­rak verilemeyen lafız Allah kelimesidir. Bundan başka Allah Teala'nın isimleri olan esma-i hüsnadan herhangi biri ile isimlenmek caizse de edeb gereği o isimlere izafetle anılmaktır.
insanlara hitap ederken küçültme ismi kullanılabilir. Talk İbni Hubeyb şefaati inkar eden insanların en şiddetlisi idi. Şefaatin sabit olup olmadığını bir gün Cabir'e sordu. O da "Ey Tulayk, ey Talakcık!" diye­rek ona seslendi ve Efendimizden işittiği günahkarların cehenneme gir­dikten sonra şefaat sayesinde cehennemden çıkacaklarım haber verdi.1711 Bir sevgi ve merhamet ifadesi olarak küçültme lafzı ile başkasına hitap etmekte bir sakmca yoktur. Bu gibi hitaplar karşıdakini rahatsız etmiyorsa adaba aykırı düşmez. Cabir'in bu hadis vesilesiyle ismi Talk olan arkada­şına Tulayk, Talakcık hitab etmesi bunu gösterir. Türkçede isimlerin so­nuna cik, cuk, cağız ekleri getirilerek bu küçültme yapılır. Mehmetçik, oğulcuk, yavrucağız gibi küçültme isimleri yapılır. Ancak hakaret maksadıyle başkasına böyle hitaplarda bulunulması caiz değildir. Başka­sını incitecek ve gönlünü kıracak söz ve hareketlerden sakınmak gerekir.
insanın en sevdiği ismiyle ve künyesiyle çağrılması Efendimizin ho­şuna giderdi. Bir kimseye birden çok isim vermek ve birkaç künye takmak bazı yerlerde adet olduğundan bunlar içinde sevilen ve sevil­meyenler olur. Bir insana isimleri içinde en hoş olan isim hangisi ise onunla çağırmak terbiye ve nezaket ifadesidir. İsim sahibinin gönlünü hoşnud etmektir. Başkasının gönlünü incitmeyip onu memnun etmek sevabtır, Allah katında mükafatı vardır. Onun için muhatabın hoşuna giden ismi neyse onunla onu çağırmak gerekir.
İsmi kısaltmak da caiz olan davranışlardandır. Sözü kolaylaştırmak için, çağrılan kimsenin isminden son harf kaldırılır ki, buna Arap gra­merinde terhim-i münada denir. Resul-i Ekrem Efendimiz bazen Aişe'ye, "Ey Aiş!" diye hitap ettiği olurdu. Efendimiz Osman'a hi­tap ederken de bir defasında isminin sonunu kısaltarak "Usme!" diye hi­tap etmiştir. Malik ismindeki bir adamın ya Mali şeklinde çağrılması da bu kabildendir. Kelamda kolaylık ve hafiflik ifade eder. Böyle çağırma­larda dini bir sakınca olmadığına hadis delildir. Sakıncası olamayan şeyleri yapmak insana güzel huylar kazandırır. Güzel huylar elbette ki bu anlatılanlardan ibaret değildir. Daha başka güzel huylar da vardır.