GÜZEL ve ÇİRKİN İSİMLER
insan güzel bir varlıktır. Yaratıcı onu güzel bir şekilde yaratmıştır. O her şeyin iyisine ve güzeline layıktır. Doğumundan Ölümüne kadar ona her şeyin güzelini layık görmek, ona isim koyarken de bu hususa dikkat etmek gerekir.
insana konulan ismin güzel bir mana taşıması önemlidir. Güzel isimler, güzel manaları çağrıştırır. Bu bakımdan yeni doğan çocuklara güzel isimler koymak gerekir. Çocuklara güzel isimler koymak anne babanın görevidir. Resul-i Ekrem Efendimiz bir baba olarak oğlu İbrahim dünyaya geldiği zaman "Bu gece bir oğlum oldu, ona atam İbrahim'in adını verdim" buyurarak bu görevini yerine getirmiş, oğluna ibrahim peygamberin ismini vermiştir.
Efendimiz ibrahim ismini severdi. Onu kendi çocuğuna koyduğu gibi, başkalarının çocuklarına da koyardı. Ebu Musa el-Eş'ari'nin de bir erkek çocuğu dünyaya geldiği zaman Efendimiz ona da aynı şekilde İbrahim ismini verdi. İbrahim ismi, öncelikli olarak İslam ümmetin hakkıdır. Zira insanların ibrahim aleyhisselama en yakın olanlar, başta Efendimiz ve ona iman eden müminlerdir. Yüzyıllardır müslümanların çocuklarına bu ismi koymaları güzel bir gelenektir ve bu geleneğin bundan sonra da devam ettirilmesi gerekir.
Efendimiz her şeyin güzelini beğendiği gibi isimlerin de güzel olanlarını beğenir, güzel isimli olanlara daha çok değer verirdi. Bir defasında devesini hac sırasında kurban edilmek üzere Harem'e kadar kimin götüreceğini sordu. Adamın biri kendisinin ulaştıracağını söyledi. Efendimiz adama adının ne olduğunu sordu. Adam adını söyledi. Efendimiz adamın adını beğenmediğinden ona oturmasmı emretti. Sonra bir başkası kalktı. Ona da adını sordu. O da adını söyledi. Efendimiz onun adından da hoşlanmadığından ona da oturmasını emir buyurdu. Sonra bir başkası kalktı. Efendimiz ona da aynı soruyu sordu. O adam adının Naciye olduğunu söyledi. Bunun üzerine Efendimiz ona kendisinin bu işe ehil olduğunu, deveyi onun götürmesini söyledi.
Efendimizin kurbanlık devesini Hareme kadar sürüp götüren kişinin adı Zekvan'dı. Kureyş müşriklerinden kurtulup İslam'ı kabul ettiği zaman, Efendimiz ona Naciye ismini vermişti. Naciye kurtulan, umduğuna kavuşan demekti. Mana olarak güzel bir mana taşıdığından kulağa hoş geliyordu. Efendimiz güzel isimleri sevdiğinden onu beğendi ve develerin götürülmesi işini ona verdi. İslam'da uğursuzluk olmamakla birlikte hüsnü tefe'ül denilen bir şeyi hayra yorma vardır. Hayra yorulan şeylerden hayır umulur. Zira bir şeyi hayra yorma kalbi rahatlatır, gönlü ferahlatır.
Hayır konusunda ilk akla gelen insanlar hiç şüphesiz peygamberlerdir. İnsanlığın en büyük hayır önderleri onlardır. Efendimiz bu bakımdan bir tavsiye olmak üzere kendi çocuğuna İbrahim ismini koyduğu gibi ümmetine de peygamberlerin isimleri ile isimlenmelerini tavsiye buyurmuştur. Bu bakımdan Abdullah Ibni Selam'ın oğluna da Efendimiz Yusuf ismini vermiştir. Abdullah İbni Selam, aslen yahudi alimlerinden olup İslamiyet'i seçerek müslüman olanlardandır. Yusuf bu zatın oğludur. İslam ümmeti sünnette geçen tavsiyelerin gereğini yerine getirmiş, asırlardır çocuklarına peygamber isimlerini koyarak bu güzel sünneti yaşatmaya çalışmışlardır.
Çocuklara verilecek isimlerin Allah'a kulluk ifade eden isimlerden seçilmesi de güzel bir adettir. Bu bakımdan Allah'ın en çok sevdiği isimlerden biri Abdullah, diğeri de Abdurrahman'dır. Zira bu isimler Allah'a kulluğu hatırlatır. Bir insan için Allah'a kulluğu hatırlatan isimlerle isimlenmekten daha büyük bir şeref olamaz. Her seslenişte Yüce Mevla'nın isimlerinden birini telaffuz etmenin başta ismin sahibine olduğu kadar, o ismi telaffuz edenlere de büyük bir haz vereceği şüphesizdir.
Bu isimlerin dışında Efendimiz isimlerin mana bakımından en doğrularının Haris ve Hemmam, en çirkinlerinin de Harb ve Mürre olduğunu söylerdi. Haris kar sağlayan, mâl toplayan ve ahiret sevabı elde eden demektir. Bu yönüyle güzel bir isimdir. Hemmam, çalışan ve gayret eden anlamına gelir. Bunlar, müminlerin özellikleridir. Harb, şiddet ve düşmanlık, Mürre de cimrilik ve acılık manasını taşıdığından mana olarak olumsuz anlamlar içermektedir. Böyle olunca akla olumsuz şeyler getirecek isimlerden kaçınmak gerekir. Ali oğlu Hasan doğduğunda ona Harb ismini vermişti. Efendimiz torununu görmeye geldiğinde ona hangi ismi verdiklerini sordu. Harb isminin verildiğini öğrenince Efendimiz, "Hayır, o Hasan'dır!" buyurdu.
Sonra Hüseyin doğunca Ali ona Harb ismini verdi. Yine Efendimiz gelip çocuğa hangi ismi verdiklerini sordu. Harb olduğunu öğrenince bu defa da "Hayır, o Hüseyin'dir!" buyurdu. Üçüncü çocuk doğunca Ali ona da Harb ismini verdi. Efendimiz aynı şekilde onunda ismini Muhassin olarak değiştirdi ve sonra onlara Harun'un çocukları olan Şeber, Şubeyir ve Müşebbir isimleri ile ad verdiğini söyledi. Harb, vurucu ve dövüşgen manalarma geldiğinden Efendimiz ondan daha güzel olan ve güzellik kökünden gelen Hasan, Hüseyin ve Muhassin isimlerini koydu. Burada daha güzeli tercih vardır. Harb ismini vermek mutlak manada yasak değildir. Eğer yasak olmuş olsaydı, Ali üç defa Harb ismi üzerinde ısrar etmezdi. Nitekim ashab, tabiinden ve hadis alimlerinden Harb ismini taşıyanlar vardır.
Efendimizin değiştirdiği isimlerden biri de Ebu Üseyd'in oğlunun ismidir. Efendimiz yeni doğan bu çocuğunu adını beğenmemiş ve ona Münzir admı koymuştur. Babası da o günden sonra çocuğuna Münzir diye hitap etmeye başlamıştır. Münzir, Allah'ın emirlerine ve yasaklarına karşı insanları uyaran manasını taşıdığından güzel bir isimdir. Müjdeleyici manasmda Beşir ve yine korkutucu manasında Nezir de böyle isimlerdendir.
Daha önceden pek duyulmayan, yapmacık ifadeler taşıyan isimlerin konulması pek doğru değildir. Çocuğa konulan isimler bu dünyada oldüğü gibi ahirette de geçerliliğini sürdürecek, orada da dünyadaki isimleriyle anılacaklardır. Efendimizin "Kıyamet gününde babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Çocuklarınızın isimlerini güzel koyunuz" hadisi bunu gösterir.
Konulan isimler mana ve telaffuz bakımından bir sakınca taşımıyorsa onları durup dururken değiştirmeye gerek yoktur. Zira isimler, mermer üzerine kazman yazılar gibi, zamanla zihinlere yerleşerek orada kalıcı hale gelirler. Onları bir çırpıda söküp atmak kolay olmaz. Efendimiz yeni müslüman olan kişilerin isimlerinde bir sakınca yoksa onları değiştirmez, genellikle aynen bırakırdı. Ancak bu isimler arasında uygun olmayanlar varsa onları daha güzelleri ile değiştirir, daha uygun isimler koyardı. Uzza'nın kulu anlamındaki Abdüluzza, Ka'be'nin kulu anlamındaki Abdülkabe ve benzeri isimleri genellikle, Allah'ın kulu manasında Abdullah veya Rahman'ın kulu manasında Abdurrahman gibi isimlerle değiştirirdi. Kesmek anlamına gelen Sarim ismindeki bir sahabinin ismini de mutlu anlamına gelen Said olarak değiştirmişti.
Efendimizin değiştirdiği isimlerden biri de sahibini tezkiye eden isimlerdir. Bazı isim ve künyeler vardır ki sahibini tezkiye eder, temize çıkarır. Ona üstün bir paye verir. Halbuki insana yakışan tevazu ve alçak gönüllülüktür. Bunun için Efendimiz bazı isim ve künyeleri de bu anlamda hoş görmemiş, onları daha uygun olanlarla değiştirmiştir. Bunlardan biri Ebu'l-Hakem künyesidir. Bir sahabinin adı Hani İbni Yezid idi. Kavmi ile birlikte Efendimize gelmişti. Efendimiz kavminin ona Ebu'l-Hakem künyesi ile hitap etmekte olduğunu işitti. Bundan hoşlanmadı. Ona neden Ebu'l-Hakem künyesini aldığını sordu. Hani, kendisinin bu künyeyi edinmediğini, kavminin bir şey hakkında ihtilafa düştükleri zaman kendisine geldiklerini, kendisinin onlar arasında hüküm verdiğini, her iki tarafın da buna razı olduğunu, bu sebeple kendisine bu künyenin verildiğini söyledi. Bunun üzerine Efendimiz yaptığı şeyin güzel olduğunu söyledi. Ona dua ettikten sonra Hakem olanın ve hüküm sahibi olanın Allah olduğunu söyledi. Sonra çocuğunun olup olmadığını sordu. Hani, Şureyh, Abdullah ve Müslim adında üç oğlunun olduğunu söyledi. Efendimiz onlardan en büyüğünün hangisi olduğunu sordu. Şureyh olduğunu öğrendi. Bunun üzerine Efendimiz, "O halde sen Ebu Şureyh'sin, künyen budur!" buyurdu. Kendisine ve ailesine dua etti.
İnsanın çocuğuna veya ana babasına nispet edilerek isimlenmesine veya bazı vasıflarla vasıflanmasına künye denir. Hüküm, bir şeyi geçerli kılmak, kararlaştırmak ve neticeye bağlamak demektir. Önünde ve sonunda gerçek söz ve hüküm sahibi Allah Teala olup insanlar arasında adaleti ile hüküm verecek olan odur. Allah Teala'nın güzel isimlerinden biri Hakem ismidir. Ona mahsus isimlerle künyelenmek edebe aykırı görülmüştür.
Yine Efendimiz aynı kavimden bir başka adamın Abdulhacer diye künyelendiğini işitti. Abdulhacer, taşın kulu demekti, insan taşın kulu olamazdı. Efendimiz bu künyeyi de beğenmedi ve adama "Hayır, sen Abdullah'sın!" buyurarak onun ismini daha güzeli ile değiştirdi. İnsana böyle bir isim koyulmuşsa zaman geçirmeden değiştirmek gerekir. İnsanın her şeyinin güzel olduğu gibi isminin de güzel olması lazımdır.
Yine Efendimizin beyanma göre Allah katında isimlerin en çirkini, insanın kendisini Melikü'l-emlak, Mülklerin meliki diye isimlendirme-sidir. Bütün mülk ve melekütün sahibi Allah Teala'dır. Mülkiyet ve tasarruf hakkı onundur. İnsanların mülk sahibi oluşu gerçek manada değil, mecaz manadadır. Böyle olunca hiç kimsenin büyüklük taslayarak mülklerin meliki olmaya hakkı yoktur. Böyle bir ismi kendine veren veya başkaları verip de ona razı olan Allah katında hoşa gitmeyen isimlerin en çirkinini almış olur. Bu şekilde güzel olmayan kulağa hoş gelmeyen isimlerin kullanılmaması, kullanılmışsa değiştirilmesi gerekir.
Efendimiz günahkar manasına gelen Asiye ismini de değiştirmiş ve bu isimle isimlenen kadına "Sen Cemile'sin!" demiştir. Cemile güzel demektir. Müslümanm isyanla işi olmaz. Onun işi ibadet ve taatla, iyilik ve güzelliklerledir.
Aşırı övgü taşıyan, insanı temize çıkaran mübalağalı isimlerden de kaçınmak gerekir. Zira insan fani bir varlıktır. Ona tevazu ve alçakgönüllülük yakışır. Efendimiz bu konuda da dikkatli davranmış, bu şekildeki isimleri de değiştirmiştir. Nitekim eşi Zeyneb Binti Cahş'm önceden ismi Berre idi. Efendimiz onun ismini Zeyneb'e çevirdi. Aynı şekilde diğer eşi Ümmü Seleme'ye de adı Berre olan kızının ismini Zeyneb olarak değiştirmesini tavsiye etti. O da kızının ismini Zeyneb olarak değiştirdi. Bunun gerekçesini açıklamak üzere de ona "Kendinizi tezkiye etmeyin. Allah sizden iyi ve kötü olanın kim olduğunu daha iyi bilir!" buyurdu.
Berre, iyi ve takva sahibi demektir. Halbuki Allah katında bir kimseyi tezkiye etmek uygun değildir Kimse akıbetinin ne olacağını, sonunun nereye varacağını bilmemektedir. Her mümin Allah'ın rahmetini ummak ve azabından korkmakla sorumludur. İslam ahlakının gereği budur. Bundan dolayı Efendimiz Berre ismini güzel ve hoş kokulu bitki manasına gelen Zeyneb'e çevirmiştir. Müminlerin annelerinden biri olan Cüveyriye'nin ismi de önceleri Berre idi. Efendimiz ona da Cüveyriyye ismini verdi. Cüveyriyye cariye, kızcağız demekti. Müminlerin annelerinden biri olan Meymune'nin ismi de Berre idi. Efendimiz ona da Meymune ismini verdi. Berre, güzel bir isim olduğu halde nefsi temize çıkarma ve günahlardan arınmış olma manası taşıdığından tevazuya aykırıdır. Bu bakımdan Efendimiz tarafından değiştirilmiş, onun yerine bereketli anlamına gelen Meymune ismi verilmiştir.
Her şeyde olduğu gibi isim koymada da orta yolu tutmak, ifrat ve tefritten, aşırı uçlardan sakınmak gerekir. Gönlü ferahlatan, kulağa hoş gelen kelimelerin telaffuz edilmesi güzellik duygusunu geliştirir, kalbe iyi şeyler hatıra getirir. Sıkıntı veren isimlerden kaçınmak gerekir. Bu anlamda Zahim adını almak da doğru değildir. Zahim, sıkışmak ve sıkıştırmak manalarına gelir. Müminin sıkmak ve sıkıştırmakla işi olamaz. Onun işi rahatlatmak ve huzur vermektir. Nitekim İbni Nehik isimli birine Efendimiz adının ne olduğunu sorduğunda Zahim olduğunu öğrendi. Bunun üzerine Efendimiz ona "Hayır, sen Beşir'sin!" buyurdu. İnsanın böyle bir isimle isimlenmesini uygun görmedi ve o kişiye müj-deleyici manasına gelen Beşir ismini verdi. O sahabi de ondan sonra Be-şir İbni Nehik olarak anıldı.
Aynı şekilde Eflah ismi de tezkiye anlamı taşıdığından hoş görülmemiştir. Efendimiz bir defasmda ''Eğer yaşarsam inşaallah ümmetime Bereke, Nafi ve Eflah isimlerini yasaklayacağım" buyurdu. Bereke burada mıdır? diye sorulur da "Burada değildir!" cevabı verilir. Böylece orada bereketin ve iyiliğin bulunmayışı ifade edilmiş olur. Böyle bir halden kaçınmak ve nimeti inkara yol açmamak için bu ve buna benzer diğer isimler konulmamalıdır. Ne var ki Efendimiz bu isimleri yasaklamadan vefat etti.
Eflah kurtuluş, Nafi faydalı, Bereke de bereketli demektir. Bu isimlerden birini alan için şöyle bir durum meydana gelebilir. Mesela bir kimse arkadaşlarına sorar: Bereket yahut "Nafi, Eflah burada mıdır? Hayır, burada değildir ve yoktur" diye cevap alabilir. Bu takdirde o mecliste bereket, fayda ve kurtuluş gibi iyi hasletlerin bulunmadığı gibi bir mana çıkar. Halbuki müminin kurtuluşa, faydalı ve bereketli şeylere her zaman ihtiyacı vardır. Dili güzel kelimelere alıştırmak, hayata güzel bakmak edebe daha uygundur. Bu isimleri koymak mutlak manada yasak olmamakla birlikte, edebe uygun değildir. Efendimiz vefatına kadar bu isimleri yasaklamamış olmakla birlikte, bu isimlerin dışında başka isimlerin konulmasını daha uygun görmüştür.
Efendimiz aynı şekilde Yala ve Yesar gibi isimleri de yasaklamak istedi. Fakat daha sonra sükut etti de bir şey söylemedi. Muhtemelen ümmetine zorluk çıkarmak istemediğinden vazgeçti. Bu isimlere benzer Rebah ismi ise sakıncalı isimlerden değildir. Ömer Efendimizin hanımlarından ayrılıp yalnız başına kalınca Efendimizin ziyaretine gidip kapıda hizmetçisi Rebah ile karşılaştı. Ona "Ey Rebah, benim için Resul-i Ekrem'den izin iste!" diye seslendi. Efendimiz Rebah isminden hoşlanmamış olsaydı muhtemelen onun ismini başka bir isimle değiştirirdi. Değiştirmediğine göre bu isimde bir sakınca görmemiş olmalıdır.
Hazn ismi de değiştirilen isimlerdendir. Hazn İbni Ebi Vehb'in dedesi bir gün Efendimizin huzuruna vardığında Efendimiz ona ismini sordu. O da Hazn olduğunu söyledi. Bunun üzerine Efendimiz ona "Sen Sehl'sin!" buyurdu. O babasının kendisine vermiş olduğu ismi değiştirmek istemediğini söyledi. Fakat ondan sonra kendilerinden de sıkıntı ve meşakkat keder ve üzüntü hiç eksik olmadı. Sehl, kolay ve yumuşak demektir. Hazn ise, sıkıntı ve üzüntü anlamına gelir. Efendimizin isteğine uymayıp eski isminde ısrar eden Hazn, kendi soy ve sülalesine intikal eden bir güçlük ve zorluk bırakmış oldu. Demek ki söz dinlemek, güzel tavsiyelere kulak vermek gerekir.
Efendimizin isim ve künyesinin kullanılması konusuna gelince bu konuda farklı görüşler vardır. Ensardan birinin bir çocuğu oldu da ona Kasım ismini verdi. Arkadaşları ona Ebu'l-Kasım künyesi vermeyeceklerini, hayırlı olsun demeyeceklerini söylediler. Adam, Efendimize gelip arkadaşlarının kendisine söylediklerini haber verdi. Bunun üzerine Efendimiz arkadaşlarının güzel söylediğini, ismiyle isimlenmelerini, ancak künyesini almamalarını, zira kendisinin Kasım olduğunu söyledi. Aynı şekilde çocuğuna Kasım ismi verilen bir çocuğun ismini Efendimiz Abdurrahman olarak değiştirmiştir.
Efendimizin devrinde Ebu'l-Kasım künyesi ile künyelenmek yasaklanmış, ama Muhammed ismi ile isimlenmeye ruhsat verilmiştir. Nitekim Efendimiz bir gün çarşıda bulunduğu sırada adamın biri diğerine "Ya Ebe'l-Kasım!" diye seslendi. Bunun üzerine Efendimiz ona dönüp baktı. Adam Efendimize kendisini kasdetmediğini, bir başkasını çağırdığını söyledi. Bunun üzerine Efendimiz ismiyle isimlenmelerini, ama künyesini kullanmamalarını emir buyurdu. Ensardan bir adamın erkek bir çocuğu doğdu ve ona Muhammed ismini vermek istedi. Çocuğu omuzunda taşıyıp onu Efendimize götürdü. Efendimiz ona ismiyle isimlenmelerini söyleyerek kendi isminin konulmasına izin verdi.
Efendimizin hayatından sonra hem ismi ile isimlenmek, hem de künyesi ile künyelenmek hususunda herhangi bir sakınca kalmamıştır. Bunun yalnız Ali'ye mahsus bir ruhsat olduğunu ileri sürenler de olmuştur. Nitekim Ali Efendimize kendisinden sonra bir çocuğu olursa ona Efendimizin ismini ve künyesini verip veremeyeceğini sorduğunda Efendimiz, "Evet!" buyurmak suretiyle verebileceğini söyledi.
Hasan, ve Hüseyin'den sonra Ali 'nin en büyük ve en faziletli oğlu Muhammed İbnü'l-Hanefiyye'dir. Nitekim kendisine Efendimizin ismi verilmiş ve ayrıca Ebu'l-Kasım künyesi ile de künyelenmiştir. Bununla beraber İmam Malik ve alimlerin çoğu, isim ve künyeyi bir arada almamn yasaklığını Efendimizin zamanı ile sınırlı olduğunu söylemişlerdir. Fakat İmam Şafii, ismin ister Muhammed, ister Ahmed olsun ve isterse bunlardan başkası olsun, hiç kimseye Ebu'l-Kasım künyesini almanın helal olmadığını, ihtiyatlı olanın da bu olduğunu söylemiştir.
Efendimiz kendi ismiyle isimlenilmesini, fakat künyesi olan Ebu'l-Kasım ile künyelenilmemesini, çünkü kendisinin Ebu'l-Kasım yani hak ve adaleti, dünya malı olan ganimetleri bölüştürüp taksim eden olduğunu söylemiştir. Bundan da anlaşıldığına göre Ebu'l-Kasım künyesi Efendimize izafe edilen özel bir isimdir. Onun hayatında künye ile künyelenmek caiz değildi. Ama hayatından sonra Ebu'l-Kasım künyesini almakta herhangi bir sakınca olmamalıdır. Sadece Kasım adını vermekte zaten bir maur yoktur. Efendimizin isimleriyle isimlenmek her durumda güzel bir şeydir.
Künye kullanmak müşrikler için de söz konusudur. Resul-i Ekrem Efendimiz içinde bir gün Abdullah İbni Ubey İbni Selul'ün bulunduğu bir meclise vardı. Bu olay Abdullah İbni Ubey'in İslam'a girişinden önce idi. Abdullah, Efendimize hitap ederek kendilerini meclislerinde rahatsız etmemesini söyledi. Sonra Efendimiz Sa'd İbni Ubade'nin yanına varıp ona "Ey Sa'd! Ebu Hubab'ın dediğini işitmedin mi?" buyurdu. Efendimiz, Ebu Hubab künyesi ile Abdullah İbni Übey İbni Selül'ü kasdediy or du.
Çocuğa doğmadan önce künye verilmesinde bir sakınca yoktur. Abdullah, Alkame'ye henüz çocuğu doğmamışken ona Ebu Şibl, Şibl'in babası künyesini vermiştir. Künye, çok kere yaşayan veya daha önce doğmuş olan bir çocuğa nispetle verilir.
Kadınlara da künye verilebilir. Aişe bir gün Efendimize hanımlarına künye verdiğini, arkadaşlarının künyesi olduğunu, kendisinin çocuğu olmadığından künyesinin olmadığını, kendisine de bir künye vermesini söyledi. Bunun üzerine Efendimiz ona kız kardeşi Esma'nın oğlu Abdullah İbni Zübeyr ile künyelenmesini tavsiye buyurdu. O da Ümmü Abdullah, Abdullah'ın annesi diye künyelendi. Hanımların en faziletlisi olan Aişe'nin hiç çocuğu dünyaya gelmediği için, çocuğuna izafetle künyelenememişti. Efendimiz bundan müteessir olan Aişe'nin gönlünü almak için, ona en yakın bulunan yeğeni Abdullah ile onu künyelemiş ve o da Ümmü Abdullah diye anılmıştır.
Bir adamı kendisinde olan bir şeyle veya herhangi biriyle künyelemekte bir sakınca yoktur. Ali'ye isimlerinin en sevgilisi, Ebu Türab idi, bu isimle çağrılmaktan sevinirdi. Ona bu ismi Efendimiz verdi. Ali, bir gün Fatıma'ya kızdı. Bu kızgınlık üzerine evden çıkıp mescide gitti ve orada bir yere uzanıp yattı. Efendimiz onu evde bulamayınca mescide geldi. Ali'nin toz toprak içinde uzanmış olduğunu görünce onun üstünü çırpmaya başladı ve bir taraftan da ona "Otur, Ebu Türab!" diyordu. Ebu Türab, Toprak babası, toprak sahibi manasını taşır. Ali toprağa bulandığından Efendimiz onu içinde bulunduğu o hal ile vasıflandırdı. Efendimizin vermiş bulunduğu bu isimden şeref duyan Ali için Ebu Türab isimlerinin en iyisi ve sevgilisi oldu ve o günden itibaren o şekilde çağrılmaktan hoşlanır hale geldi.
Kainatın yaratıcısına mahsus olup başka hiç bir varlığa isim olarak verilemeyen lafız Allah kelimesidir. Bundan başka Allah Teala'nın isimleri olan esma-i hüsnadan herhangi biri ile isimlenmek caizse de doğru olan bu isimlere izafetle Abdullah, Abdurrahman, Abdulkerim, Abdurrezzak, Abdulhadi şeklinde adlanmaktır. Allah'a kullukla isimlenmek insan için büyük bir şereftir. Yalnız ona mahsus olup, başka hiç bir varlığa isim olarak verilemeyen lafız Allah kelimesidir. Bundan başka Allah Teala'nın isimleri olan esma-i hüsnadan herhangi biri ile isimlenmek caizse de edeb gereği o isimlere izafetle anılmaktır.
insanlara hitap ederken küçültme ismi kullanılabilir. Talk İbni Hubeyb şefaati inkar eden insanların en şiddetlisi idi. Şefaatin sabit olup olmadığını bir gün Cabir'e sordu. O da "Ey Tulayk, ey Talakcık!" diyerek ona seslendi ve Efendimizden işittiği günahkarların cehenneme girdikten sonra şefaat sayesinde cehennemden çıkacaklarım haber verdi.1711 Bir sevgi ve merhamet ifadesi olarak küçültme lafzı ile başkasına hitap etmekte bir sakmca yoktur. Bu gibi hitaplar karşıdakini rahatsız etmiyorsa adaba aykırı düşmez. Cabir'in bu hadis vesilesiyle ismi Talk olan arkadaşına Tulayk, Talakcık hitab etmesi bunu gösterir. Türkçede isimlerin sonuna cik, cuk, cağız ekleri getirilerek bu küçültme yapılır. Mehmetçik, oğulcuk, yavrucağız gibi küçültme isimleri yapılır. Ancak hakaret maksadıyle başkasına böyle hitaplarda bulunulması caiz değildir. Başkasını incitecek ve gönlünü kıracak söz ve hareketlerden sakınmak gerekir.
insanın en sevdiği ismiyle ve künyesiyle çağrılması Efendimizin hoşuna giderdi. Bir kimseye birden çok isim vermek ve birkaç künye takmak bazı yerlerde adet olduğundan bunlar içinde sevilen ve sevilmeyenler olur. Bir insana isimleri içinde en hoş olan isim hangisi ise onunla çağırmak terbiye ve nezaket ifadesidir. İsim sahibinin gönlünü hoşnud etmektir. Başkasının gönlünü incitmeyip onu memnun etmek sevabtır, Allah katında mükafatı vardır. Onun için muhatabın hoşuna giden ismi neyse onunla onu çağırmak gerekir.
İsmi kısaltmak da caiz olan davranışlardandır. Sözü kolaylaştırmak için, çağrılan kimsenin isminden son harf kaldırılır ki, buna Arap gramerinde terhim-i münada denir. Resul-i Ekrem Efendimiz bazen Aişe'ye, "Ey Aiş!" diye hitap ettiği olurdu. Efendimiz Osman'a hitap ederken de bir defasında isminin sonunu kısaltarak "Usme!" diye hitap etmiştir. Malik ismindeki bir adamın ya Mali şeklinde çağrılması da bu kabildendir. Kelamda kolaylık ve hafiflik ifade eder. Böyle çağırmalarda dini bir sakınca olmadığına hadis delildir. Sakıncası olamayan şeyleri yapmak insana güzel huylar kazandırır. Güzel huylar elbette ki bu anlatılanlardan ibaret değildir. Daha başka güzel huylar da vardır.