www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

BÂTIL

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

BÂTIL


Batıl Nedir?


Bâtıl kelimesi Arapça olup Be-Ta-Le fiil kökündendir. Lûgatta "boşa gitmek, hükümsüz ve geçersiz olmak, yok olmak" gibi mânâlara gelir. Kur'ân-ı Kerîm'de 28 âyette geçen "bâtıl" kelimesi; "hak ve gerçek olmayan, hükümsüz, gayr-i meşrû ve yok olup giden, boş, temelsiz, yanlış şey" mânâlarında kullanılmıştır.
‘Batıl’ sözlükte;  boş, boşa giden, doğru ve hakk olmayan, devamlı olmayan, hükümsüz olan, yok olan şeydir.
‘Hak’ kavramının karşıtıdır.
‘Batıl’ yapılmış olsa da, meydanda bulunsa da hiç bir hükmü ve geçerliği olmayan şeyler hakkında kullanılır. Meselâ, bir kimse iki kız kardeşle aynı anda evlenmiş olsa, bu evlilik ortada olduğu halde yapılan iş ‘batıl’dır, hakk değildir.
İlmin olduğu yerde cehaletin, adaletin bulunduğu yerde zulmün tutunamadığı gibi, hakkın olduğu yerde de batıl tutunamaz.

Kur’an’da Batıl:


Kur’an ‘batıl’ kelimesini bir kaç anlamda kullanmaktadır. Söz gelimi, ‘batıl’ hakkı örten bir perdenin adıdır.
“Ey kitap Ehli, neden hakkı batıl ile örtüyor ve siz de bildiğiniz halde hakkı gizliyorsunuz?” (Âli İmran: 3/71)
‘Batıl’, hakkın, yani Allah’tan gelen doğrunun karşıtı olan yanlış ve geçersiz inançlardır.
‘Batıl’ bir âyette gerçek bilgiye dayanmayan delil anlamındadır.
‘Batıl’ bir âyette ise boş şey, amaçsız ve faydasız bir iş manasında kullanılmaktadır.
“Ayakta, oturarak veya yanları üzerinde Allah’ı zikredenler derler ki: Rabbimiz, Sen bunu (yeri ve göğü) batıl olarak (boşu boşuna) yaratmadın.” (Âli İmran: 3/191)
Kur’an, insanların bir kısmının Allah’ı bırakıp ta tapmakta oldukları ilâhlara veya putlara da ‘batıl’, geçersiz, hükmü olmayan temelsiz şeyler demektedir.
“İşte böyle, hiç şüphesiz Allah, O, Hakk olandır ve hiç şüphesiz O’nun dışında tapmakta oldukları (tanrılar) ise batıldır ...”  (Lukman: 31/30)
Haklı bir sebebe ve gerekçeye dayanmayan, zulüm olan ve hak edilmeyen şeye de ‘batıl’ denilmektedir. Kur’an bu anlamda ‘insanların mallarını batıl yollarla yemeyin’ buyurrnaktadır. Bir takım ahbar (yahudi din adamları) ve ruhbanların (hırıstiyan din adamlarının) insanların mallarını haksız yere yedikleri haber veriliyor.
Allah hakkın batılla gizlenmesini yasaklıyor:
"Hakkı batılla karıştırıp bile bile gizlemeyin." (el-Bakara: 2/42).
"Ey ehl-i kitap, neden hakkı batıla karıştırıp bildiğiniz halde (bile bile) hakkı gizliyorsunuz." (Âli İmrân: 3/71).
İnsanların birbirlerinin hak ve hukukuna riayet etmeleriyle ilgili olarak batıl kavramı şöyle ifade edilir:
"Ey iman edenler mallarınızı aranızda batıl yolla (haksızlıkla) yemeyiniz." (en-Nisâ: 4/29).
Bunların dışında bu kelime yerine göre yalan, zayi etme, boşa çıkarma, zulüm ve haksızlık, şirk put ve tağut anlamlarında kullanılmıştır.
Ayrıca Kur'an'da "Hak geldi, batıl yok oldu. Zaten batıl ortadan kalkmaya mahkûmdur." (el-İsra: 17/81) buyrularak hakkın hakim olduğu yerde, batıl'ın barınamayacağı ve her zaman batıl sistem ve yönetimlerin yıkılmağa mahkûm olduğu gerçeği ifade edilmektedir.

Hakkın Karşıtı Olarak Batıl:


‘Hak ve batıl’ kavramları İslâm ile onun dışındaki dinleri nitelendirmek için kullanılıyor. Nitekim dinler tarihini yazan bir çok müslüman yazar dinleri ‘hak dinler’ ve ‘batıl dinler’ şeklinde  iki başlıkta incelemişlerdir.
Hak dinlere ‘milel’, batıl dinlere de ‘nihal’ denmiştir.
Kur’an, hakk kelimesini hem Allah (cc) için, hem de O’nun dini İslâm için kullanmaktadır. Çünkü Allah (cc) mutlak gerçektir, mutlak varlıktır, varlığı değişmeyen ve ebedidir. O’nun dini İslâm da doğrudur, temeli vardır, gerçektir ve kalıcı olandır.
‘Batıl’, geçersiz, hükümsüz ve kalıcı olmayandır.
Şu âyet hak ve batıl kelimelerini çok net bir şekilde ortaya koyuyor:
“(Allah) gökten bir su indirdi de kendi miktarınca sel oldu. Sel de yüze vuran bir köpük yüklendi. Bir süs veya meta (fayda) sağlamak için ateşte yakıp-erittikleri şeylerden (madenlerden) de bunun gibi bir köpük (posa) kalır. İşte Allah, hak ile batıla böyle örnekler verir. Köpüğe gelince, o atılır, insanlara fayda sağlayacak şey ise yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle örnekler  vermektedir.” (Ra’d: 13/17)
Allah (cc) mutlak Hak’tır. O kendi varlığı ile vardır ve her şeyin yaratıcısıdır. Kıyamette her şey ölecektir ve yalnızca O’nun varlığı kalacaktır. Öyleyse O’nun dışındaki her şey O’nun sebebiyle vardırlar. Kendi başlarına bir varlıkları ve bir gerçeklikleri yoktur. Bu anlamda onlar batıldırlar, yani mutlak gerçek değillerdir ve varlıklarının tek başına bir hükmü yoktur.
Hak olan Allah (cc) yeri ve gökleri hak olarak yarattı. Bunları ve diğer bütün varlıkları varlığının âyetleri, belgeleri yaptı. İnsan bunlara bakar, basiretle bunları idrak eder ve hak olan yola, İslâma teslim olur. Ayrıca Rabbimiz,  Muhammed’i hak peygamber olarak gönderdi. O’nunla beraber bir de hak Kitap indirdi.
Bütün bunlara rağmen bazı insanlar kalıcı, sağlam, doğru olan Hakk’ı bırakır, köpük gibi bir değeri ve kalıcılığı olmayan batıl’a uyar. Halbuki köpük kaybolmaya mahkûmdur, bir faydası da yoktur.
Kur’an  şöyle buyuruyor:
“De ki: Hak geldi, batıl zail oldu (yok oldu). Çünkü batıl yok olucudur.” (İsra: 17/81)  
“Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatırız o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir ...”  (Enbiya: 21/18)
Görüldüğü gibi ‘batıl’, köksüzdür ve güçsüzdür. Yok olmaya, dağılmaya, silinip gitmeye mahkûmdur. Hakk’ın karşısında tutunamaz. Suyun üzerindeki köpük gibi olan batıl’ın, demir gibi olan hakkın karşısında tutunması rnümkün olabilir mi?
Dünya hayatında ‘batıl’ bazen hakk’a galip gelmiş gibi görünür. İnsanlar öyle zannederler. Ya da müslümanların mağlup oluşlarına bakarak kimileri bunu batıl’ın galibiyeti gibi sayarlar. Halbuki gerçek böyle değildir. Müslümanlar da insandırlar; hataları, eksikleri vardır. Görevlerini yapmamış, gerekli tedbirleri almamış olabilirler. Onların zayıf durumu veya hataları, Hakk’ın zayıflığı veya zilleti değildir. Yeryüzünde hiç bir müslüman kalmasa bile Allah’ın adı ve Onun dini yine yücedir. O’nun kelimesi olan İslâm ve O’nun kitabı olan Kur’an yine üstündür.
Allah (cc) mücrimler, yani azgın günahkârlar istemese bile Hakk’ı gerçekleştirmek ve yerleştirmek, batıl’ı ise iptal etmek, geçersiz kılmak istiyor.
Köksüz, temelsiz ve doğru olmayan batıl’a, yani Allah (cc) katında geçersiz olan inançlara inanan kimseler elbette zarara uğrayacaklardır. Allah’ı inkâr eden kafirler, batıl’a din diye inanmaktadırlar. Bu da onlar için  büyük bir zarardır. Allah (cc) dururken, hiç bir şey yaratamayacak kadar aciz ve güçsüz, bir fayda sağlayamayan, bir zararı gideremeyen batıl şeylere (tanrılara) ibadet edenler çok büyük bir yanlışın içerisinderler. Bu gibilerin inandıkları din mahvolucudur ve bu batıl dinlere inananların yaptıkları işler de batıldır.
Küfre düşenler kendi akıllarınca hak olarak gönderilen Peygamberin davetine ve mesajına karşı mücadele ederler, hakkı iptal etmek, yani geçersiz kılmak için uğraşırlar. Ancak bu çabaları boş bir çabadır.
‘Batıl’, kavram olarak bazı insanların Allah’ın dışında uydurdukları ilâhların ortak adı olduğu gibi, bu ilâh fikrine uygun olarak inandıkları dinlerin de ortak adıdır. Allah (cc) katında geçerli olmayan, hükümsüz, temelsiz ve yanlış olan bütün inanç ve ibadetler batıldır.
“De ki; Hak geldi; batıl ise ne (bir şey) ortaya çıkarabilir, ne de geri getirebilir.” (Sebe’: 34/49)  
Günümüzde peşine gidilen; İslâm’a aykırı bütün inançlar, dünya görüşleri, hayat anlayışları, toplumsal düzenler, ideolojiler Allah’ın katında batıldır; geçersiz ve hükümsüzdür.        
Aynı kökten gelen ‘iptal’ bir şeyi geçersiz ve hükümsüz kılmak demektir. Bunun fail (özne) ismi olan ‘mubtıl’ ise iptal edici, işi gücü batıl olan, ya da işleri boşa giden anlamlarına gelir.
“... Allah’ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir ve işte burada (hakkı) iptal etmekte istekli olanlar (mubtıl) zarara uğrarlar.” (Ğafir: 40/78)

Tarihi Açıdan Batıl:


Tarih ilminin konusu, zaman içerisinde meydana gelen hadiselerdir. "Tarih, yaşanan zamanın ve hâlin aynasıdır. Tarihi hadiselere hâkim olan kanunlar hiçbir zaman değişmez. İçinde yaşadığımız hâl, maziyi aksettirir. Esasen yaşanan hayatın geçmişe intikal eden kısmına tarih denilmektedir. Onun için günlük hayatımızı, geçmişten tecrid edemeyiz. Tarihi ve geçmişi iyi öğrenmek, hal ve istikbal hakkında sağlam tesbitler ve doğru teşhisler yapılmasına imkân verir." diyerek, üzerinde iyi düşünülmesi gereken noktalara işaret etmektedir. Tarih sahasında tartışılmaz bir otorite olan el-Şehristani'nin meşhûr eserinin ismi el-Milel ve'n-Nihal'dir. Bilindiği gibi nihal "nıhle"nin çoğuludur. Nıhle ise, "kupkuru zan ve vehim" mânâsına gelir. Dolayısıyla "el-milel", vahye dayanan dinlerin (milletlerin) tarihi, "en-nihal" ise, vahye dayanmayan ideolojilerin ve sistemlerin tarihi mânâsınadır. Tarihi bu iki temele oturtmadığımız müddetçe, doğru sonuçlar elde etmemiz imkânsızdır. Zira  Âdem (as) ile başlayan insanlık tarihi, hak ile bâtılın mücadelesine dayanır.
 Âdem (as)'den, Resûl-i Ekrem (sav)'e kadar devam eden dönem içerisinde bütün peygamberler, yeryüzü müstekbirlerine karşı cihad etmiş ve adâleti ayakta tutmaya çalışmışlardır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de "Andolsun ki, biz peygamberlerimizi açık açık belgelerle gönderdik ve insanların adâleti ayakta tutmaları için beraberinde kitabı ve mizanı da indirdik." (Hadid: 57/25) hükmü beyan buyurulmuştur. "Adaletin ayakta tutulabilmesinden" maksat, Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerle amel edilmesidir. Zira insanların hevâ ve heveslerinden kaynaklanan kanunlar, kuvvetli olan zümrelerin hâkimiyetini ve zulmünü gündeme getirir. Mizân'dan murad ise, adâlet terazisidir ve kitaba bağlı olarak zikredilmiştir.
İmam-ı Şafii (rha): "Adâletten murad, Allahû Teâla (cc)'nın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır." diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. Yine diğer bir âyet-i kerime'de: "Ey Davud!.. Biz seni yeryüzüne halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adâletle hükmet!.. (Sakm) Hevâ ve hevese tâbi olma ki, bu seni Allah yolundan saptırır. Hesap gününü unuttukları için (heva ve hevese tâbi olanlara) çetin bir azap vardır." (Sad: 38/26) buyurulmuştur.
Bilindiği gibi peygamberler; akıllı, zeki ve kuvvetli rey sahibi olan kimselerdir. Buna, fetanet denilir. Allahû Teâla (cc) peygamberlere, tâğûtî güçlerin her türlü iddialarını ortadan kaldırabilmesi için, fetanet vasfını ihsan etmiştir. Dikkat edilirse âyet-i kerime'de; "hak ve adâletle hükmetmesi" emredilirken, hevâ ve hevesten sakınması da hatırlatılmaktadır. İbn-i Abidin: "Hukuk kelimesi, hak kelimesinin çoğuludur. Hak, lugâtte bâtılın zıddıdır, Mevcut olan demektir." tarifini zikretmektedir. Şurası muhakkatır ki, bâtıl, hakkın ve hakikatin zıddıdır.
Şurası unutulmamalıdır ki; doğrudan doğruya (yalın olarak) bâtılı savunmak mümkün değildir. Ancak hak ile bâtılı birbirine karıştırıp, hakkı gizlemek, şüphe ve inkârı artırmak sözkonusu olabilir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de kitap ehline hitaben: "Kendiniz bilip dururken (bile bile) hakkı bâtıla karıştırıp, hakikati gizlemeyin." (Bakara: 2/42) buyurulmuştur. Hak ile batılı birbirine karıştırmak ve hakkı gizlemek, kâfırlerin değişmez bir taktiğidir. Hatta tuzak kurmak niyetiyle (tıpkı "Mescid-i Dırar" hadisesinde olduğu gibi) ve gayet gizli olarak, mü'minlerin hoşuna gidecek amellerde bile bulunabilirler. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliğe başladığı dönemde, Yahudiler gizli bir toplantı yaparak, şu kararı almışlardır: "Sabahleyin iman edelim. Hatta gidip müslümanlarla birlikte sabah namazını kılalım. Akşam olunca yine kendi dinimize (yahudiliğe) dönelim. Böylece bazı bilgisiz kimselerin kalbine şüphe tohumlarını ekmiş oluruz."
Dikkat edilirse tuzağı kuranlar gayet kurnazdırlar. Bu ve benzeri tuzaklar üzerine Allahû Teâla (cc); "Ey kitap ehli!... Siz bilip dururken niçin hakkı bâtıl ile karıştırıyor (sentez yapıyor) ve hakkı gizliyorsunuz? Kitap ehlinden bir zümre dedi ki: `İman edenlere indirilene (Kur'ân-ı Kerîm'e) gündüzün evvelinde iman edin, günün sonunda (akşam vakti) inkar edin. Olur ki (müslümanlar da şüpheye düşerek dinlerinden) dönerler." (Al-i İmran: 3/71-72) hükmünü indirmiş ve kurulan tuzağı bildirmiştir.
İdeolojiler, hakikati bulmanın değil, ancak birbirlerinin yanlışlarını tespit etmenin ve hakikatten mahrum kalmanın vasıtalarıdır. Hakikate tâlip olan her insan, mutlaka ve mutlaka vahye sarılmalıdır. Unutulmamalıdır ki; hak birdir, bâtıl ise sayısızdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan (zulûmattan) nura çıkarır. Küfredenlerin velisi ise tâğûttur. O da kendilerini nurdan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. Onlar, (tevağıt zümresi) cehennemin arkadaşlarıdır. Onlar orada, bir daha çıkmamak üzere ebedî kalıcıdırlar." (Bakara: 2/257) hükmü beyan buyurulmuştur. Fahrüddin-i Razi; bütün müfessirlerin "Nûr ile zulûmat kelimelerinden kasdın, iman ve küfür olduğunda ittifak ettikleri" üzerinde durmuştur. İbn-i Kesir, önemli bir inceliğe işaret ederek, şöyle demektedir: "Allahû Teâla (cc) bu âyette nuru tekil, zûlumatı ise çoğul olarak zikretmiştir. Şüphesiz ki hak (nur) tektir. Küfrün çeşitleri ise, çoktur. Hepsi de bâtıldır."
        

Fıkıh İlminde Batıl:


Fıkıh ilminde ‘batıl’, ya da bunun masdarı olan ‘butlan’, rükün veya şartları tamamen veya biraz eksik olan ibadetler ve hukuk işlemlerine denir.
Bilindiği gibi İslâm’a göre bir ibadetin geçerli (sahih), yani kabul edilebilir olması için, o ibadete ait rükünlerin ve şartların yerine getirilmesi gerekir. Yine bir hukuk işleminin, örneğin bir alım-satımın, bir evlilik işleminin (nikâh akdinin) İslâm şeriatına göre geçerli olması için bazı şartlara uymak gerekir. Bu şartlara uyulmadığı zaman o ibadet veya işlem geçersiz, yani ‘batıl’ olur.
‘Butlan’, ibadetin veya hukukí işlemin hükümsüz olması; ‘batıl’ ise; hükümsüz olan, geçersiz hale gelen işlemin adıdır. Bunlar birbirinin yerine kullanıldığı gibi, bir işlemin geçersiz olmasına ‘fesat’, geçersiz olan işleme veya ibadete de ‘fasit’ denilmektedir. Müfsid de ibadeti geçersiz kılan sebeptir.
Abdest almak namazın rükünlerinden biridir. Dolaysıyla abdestsiz kılanan bir namaz batıl; abdestsiz namaz kılma durumu ise butlandır. Ortada mevcut olmayan bir malın satışı batıl’dır, geçersizdir. Çünkü satışla ilgili şartlardan biri yerine gelmemiştir. Zorla kıyılan bir nikâh geçersizdir, batıl’dır. Çünkü nikâhın şartlarından olan ‘icab’, yani evlenme teklifi şartı yerine getirilmiş olsa bile ‘kabul’, yani evlenme teklifini kabul etme şartı gerçekleşmemiştir.
Batıl akit, dış görünümü itibariyle mevcut olsa bile, hukuken yok hükmündedir ve sahih olması durumunda meydana getireceği hüküm ve sonuçları meydana getiremez. Meselâ, temyiz gücünden yoksun çocuğun yaptığı alım-satım; vakıf gibi kamuya ait mallar ile domuz ve şarap gibi kullanılması ve ticareti yasaklanmış haram malların satılması durumunda, söz konusu işlemler akit görünümünde olsalar bile kurucu unsurlarındaki kusur ve eksiklik sebebiyle hukuk nazarında yok sayılırlar.
İslâm hukukçuları, bölünme imkânı bulunan batıl akdin, sahih kısmını korumak amacıyla, bölünebileceğini genelde kural olarak kabul etmişlerdir. Bunun gibi, başka bir akdin unsurlarını kendinde bulunduran batıl akdin, bazı özel şartlarla o akde dönüşebileceğinin de bazı örnekleri vardır.
Batıl akde bazı istisnaî ve ârızî sonuçların yüklenmesi, hukukî işlemlerdeki istikrarı sağlama yanında, karşı tarafın veya üçüncü şahısların hukukunu koruma amacına da yöneliktir.