www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

Ahlakın anlam ve önemi

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

Ahlakın anlam ve önemi
Sözlük anlamıyla ahlak, halk veya hulkun çoğuludur. Halk ve hulk aynı manada kullanılır. Halk, gözle görülebilen siret, şekil ve durumlara, hulk da gönülle anlaşılabilen kuvvetlere ait olmuştur. Ahlakiyatçılar ufak nüanslarla ahlak kavramını tanımlamışlardır. Ahlak; insanın doğuştan beraberinde getirdiği veya sonradan kazandığı davranışlardır.
Ahlak; insanın doğuştan beraberinde getirdiği veya sonradan kazandığı davranışlardır. Ahlak, iyi ve kötü erdemleri ifade eden genel bir deyimdir. Ahlak, insan topluluklarınca zamanla benimsenen, fertlerin birbirleriyle, aile-toplum-devlet ve bütün insanlarla ilişkilerini düzenleyen ilkeler ve inançlar bütünüdür.
Ahlakî olmak, insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliktir. İslâm, en çetin şartlarda bile yüce ahlakî değerlerle bezenmeyi, en acı neticelere yol açsa da doğruyu söylemeyi, doğruluktan ayrılmamayı, kendi çıkarlarından fedakârlık etmeyi, dürüst davranmayı öngörmektedir. Hz. Peygamber. “Ben ahlakî erdemleri tamamlamak için gönderildim.” “En erdemliniz, ahlaken en iyi olanınızdır.” “Yalanı terk etmeyen biri iman etmemiştir.” demek suretiyle, ahlakın önemini ve gönderiliş gayesini özetlemiştir.
Ahlak, dindarların da sekülerlerin de üzerinde birleştikleri bir olgudur. Alman filozofu Ferberg, “Din, evrene ahlaksal bir düzen verme inancıdır” demektedir. İslâm, mitolojik ahlakı değil, insanın tüm edimlerini kuşatan, insanın ruhunu disiplin altına alan bir ahlak önerir. Güven ile oluşmayan bir ilim, cehaletten daha zararlıdır. Söz gelimi güvenirlilikleri tartışılan idareci ve bilim adamlarının toplum için zararları yararlarından fazladır. Ferdin kişilik oluşumu, ancak ahlakî değerlerine dayalı olarak gerçekleşebilir. Kitlesel aktivite de ahlakın etkinliğinin artmasına ve eksilmesine paralel olarak artar veya eksilir. Binlerce insanın ölümüne sebebiyet verecek bir proje veya yapının çökmesi, belirli bir kuşağı etkilerken, ilimde gayri ahlakî davranmak gelecek tüm kuşakları etkiler boyuttadır. İkisi de gayri ahlakî davranışlar olmasına karşın ilimde gayri ahlakîliğin zarar ve etkisi daha fazladır.
AHLAKIN TASNİFİ
A- Mutedil ahlak
Ahlakta itidalden gayemiz, herhangi bir ahlakî tutum karşısında değişmeyen, sabit ve açık ahlakî ölçülere örtüşen ahlaktır. Başka bir ifadeyle Hz. Peygamberin hayatıyla özdeşleşen İslam ahlakıdır. İman özerine bina edilmiştir, iman ahlakı olarak da tarifi mümkündür. Yani Söz konusu ahlakta duygu ve kişisel arzular niyet ve davranışları etkilemez; sahibini kah sağa, kah sola sürüklemez.
Mutedil ahlakî ölçüler, kuşkusuz hak, adalet, hayır ve iyiliği gözeten kurallardır. İnsanların bir konuya ‘mutedildir’ veya ‘mutedil değildir’ demeleri, onu terk ettirmeyi gerektirmez. Bunun için şu iki örneği verelim. Biri arkadaşının belli bir suçla cezalandırılacağını öğrenir. Delil ve şahitlerin tümü onun suçu işlediği yönünde olmasına rağmen, arkadaşı söz konusu suçu işlemediğine kesin olarak bilmektedir. Buna rağmen, şahsın arkadaşını kurtarmak için hilelere başvurması, ya da ifadelerini değiştirmeleri için şahitlere rüşvet vermesi kabul edilmez. Keza, bir yargıcın önüne suç işleyen bir adamın dosyası gelir. Deliller ve şahitlerin ifadeleri sanığın suçlu olduğunu gösterir. Yargıç rüyasında, Hz. Peygamber’in kendisine şöyle dediğini iddia eder: ‘Bu kişinin aleyhindeki deliller geçersizdir, şahitler de yalancıdır. Yargıç ne yapacağını şaşırır. Yörenin meşhur âlimlerini toplar ve kendilerine danışılırsa da şu kararı vermeleri gerekir: “Rüyalara göre hüküm verilmez. Delil, kanun ve şahitlerin ifadesine göre verilir. Sen zahire göre kararını ver. Bilinmeyen gizli durumları Allah bilir ve ona o hüküm verir.”
Müslüman birinin, fakir, muhtaç ve zor durumda olan bir komşusu olduğunu varsayalım. Kendisi de fakir olduğu için komşusuna herhangi bir yardımda bulunamıyor. Zengin, cimri bir komşuları da vardır. O muhtaç ve fakir komşusunun ihtiyacını gidermek için zengin adamın yolunu kesip malını alması doğru olmaz. ‘Ahlakta İtidal’in anlamı budur.
Müslüman’ın tüm hareket ve davranışlarında itidalli davranması asıldır. İtidal, iki kötülük arasındaki iyiliktir, yani ifrat ile tefritin arasını bulmaktır. İslam, kötülüğün düzeltilmesini emreder, ancak onu düzeltirken daha büyük bir kötülüğün meydana gelmesini caiz görmez. Çünkü aşırılık ıslah değil, ifsattır, kötülüğü körükler. “Aşırıya kaçmadan dostunu sev; ola ki bir gün düşmanın ola. Keza, aşırıya kaçmadan düşmanına nefret et; ola ki bir gün dostun ola. “İblis dedi ki: Öyle ise and olsun, beni azdırmana karşılık ben de onları saptırmak için senin doğru yoluna oturacağım. Sonra onlara önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından sokulacağım.
Sen de çoğunu şükredici olarak bulmayacaksın.” âyetinin de işaret ettiği gibi, Şeytan insanları mutedil yoldan saptırmak için devamlı pusuya yatmaktadır. İlk adım olarak inkâra yönlendirir. Bunda muvaffak olamayınca bid’at, hurafeyle karışık amel ettirmeye çalışır. Onda da netice alamazsa iki dürtüsünden biri ile saptırır: İnsanı ifrat ve tefritten birine; yani aşırılığa saptırmaya çalışır. Şöyle ki: Ya sünnetle belirlenmiş sınırları aşmaya, ona ilaveler yapmaya ya da emirleri eksik yapmaya yönlendirir. Bunu gerçekleştirmek için de şu yönteme başvurur: İtidal çizgisinden saptırmak için eğildiği kişinin sapmaya elverişli olup olmadığına dikkat eder. Muhatap sapmaya elverişliyse onu itidal çizgisinden saptırıp, aşırılığa yönlendirir. Amelde onu ifrata kaçmaya zorlar, fazlasıyla ibadet ettirir, sünnetten ayrılmasını sağlar.
Bununla da tatmin olmazsa, ruh ve bedenine işkence ettirmeye başlar, uyumamaya, istirahat etmemeye özendirir. İfrat konusunda başarılı olamazsa eksik ibadet yapmaya, yani tefrite yönlendirir. Amelin önemli olmadığını, iyi niyet ve kalp temizliğinin önemli olduğunu işlemeye çalışır ve itidal çizgisinden tefrite doğru saptırır. Konuyla ilgili olarak İbn Teymiyye şöyle der: “Şeytan her konuda insanı itidalden saptırıp aşırılığa; yani ifrat ve tefrite düşürmeye çalışır.
Mesela merhamet duygusunu ortaya koyan birinin Allah için nefret etme, Allah için buğzetme, haram ve münkerler karşısında reaksiyon gösterme duygularını köreltmeye çalışır. Birisinde kabalık ve katılık görse, onun bu özelliğini Allah rızası dışına kayırmaya çalışır; ihsan, merhamet ve esnekliği unutturur.
Mutedil ahlakı, insanı taş, ağaç, hayvan vs. gibi başıboş gören anlayış ile onu insan olma vasfının üzerine çıkarılıp tanrılaştıran anlayış arasında vasat yolu ortaya koyar. İnsan, akıl, ruh ve irade sahibidir. Bu değerlerini iyilikte kullanabileceği gibi, kötülükte de kullanabilir. “Biz ona iki yolu -doğru ve yanlışı- göstermedik mi?” ayetinin de belirttiği gibi, insan yaratılışıyla iki yola da koyulabilir. Kur’an, insanı melek gören ifratçı duruşla onu hayvan seviyesine indiren tefritçi duruş arasında mutedil bir duruş sergiler; “İnsan ruhu, beden zindanının tutsağıdır” anlayışını reddeder. Bedenin topraktan yaratılmış olması insanın madde tarafına, “Bunun için ben onu muntazam bir insan kıvamına getirip içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun için secdeye kapanın.” âyetinde belirtildiği gibi, ruhun üfürülmesi de manevi yönüne işarettir. Mutedil ahlak dünya ve ahiret arasına bir ayırım yapmaz.
Bu ahlakta, “Sezar’ın hakkı Sezar’a, tanrı’nın hakkı tanrıya.” anlayışı yoktur. Yer gök ve içindekilerle hepsi Allah’ındır. “Deki : Allah’ın kulları için ziyneti ve temiz hoş rızkları kim haram etmiş?” âyetinin de işaret ettiği gibi, hepsi insanın yararlanması içindir.
İslam mutedil bir ahlakı önermektedir. Hz. Peygamber bu tür,yani erdem vasfına haiz mutedil ahlakı tamamlamak için gönderildiğini beyan etmişti. İslam, düşmana bile adil davranmamızı emretmiştir. Sağ yanağa tokat atana sol yanağı göstermek görünürde ahlakî bir tavsiye gibi gelse de uygulanması nerdeyse imkânsız bir temennidir; tefrite götürür. Zira bu tavsiye genelleştirilir ya da uyulması gerekli bir kural halini alsa, art niyetlere malzeme olur, istismara alet edilir. “Kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affedip ıslah ederse onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz o zalimleri sevmez.” , “Eğer ceza ile karşılık verecek olursanız, ancak size yapılan cezanın misli ile cezalandırınız. Şayet sabrederseniz, andolsun ki bu, sabredenler için elbette daha hayırlıdır.”
Affetmede veya intikam alma konusunda insanlar değişik yapılara sahiptirler. Kimileri af ve hoş görüyü tercih ederken, kimileri de haksızlığın önüne geçmek için meşru müdafaa ve misilleme hakkını kullanır. Sabır, iffet, cesaret ve adaleti; sabırdan sapma ise aceleciliği, tahammülsüzlüğü beraberinde getirir. İffetten yüz çevirme, arsızlık ve hayâsızlığa, utanma duygusunun körelmesine; cesaretten sapma, canavarlığa veya korkaklığa, kanaatten yüz çevirmek, açgözlülüğe, hırsa, gayri meşru yollardan mal edinmeye, hırsızlığa, rüşvete götürür.
Müslüman’ın mutedil ahlaka sarılmasının arkasındaki gaye, Allah’ın rızasıdır. Müslüman’ın ahlakî davranışları bu gayeye uygun ve onunla iç içedir. Örneğin tüm insanlar tarafından beğenilen bir ahlak olan cömertlik hususunda şunu görüyoruz: Veren kişi Müslüman ise, tanınmaması için malından gizlice vermektedir.
Mutedil ahlakı sabittir; yani yöreden yöreye, ya da kişiden kişiye değişiklik arz etmez. İslam’dan önceki dönemde, Arap toplumunda ırkçı bir ahlak anlayışı hâkimdi. Ahlaki bir değer olan adalet, hürlere karşı farklı, kölelere karşı farklı idi. İslam’ın mutedil ahlakındaki bu evrensellik sadece insanla sınırlı değildir. Hayvan ve diğer cansızları da kapsar. Ahlaki bir değer olan merhamet hem insana hem de hayvana yöneliktir. İnsana karşı haram olan sertlik ve şiddet, hayvana karşı da haramdır. İslam ahlakî, kötülüğün düzeltilmesini emreder, ancak onu düzeltirken daha büyük bir kötülüğün meydana gelmesini caiz görmez. Çünkü her konuda olduğu gibi, ahlakta da aşırılık ıslah değil, ifsattır; kötülüğü körükler.
B- Aşırı ahlak
Aşırı ahlak, mutedil ahlak dışında kalan ahlaktır. Söz gelimi, aşırı ahlak, ruhun yücelmesini bedenin işkencesiyle bağlantılı görür. Ruha rahatı yasaklar, rahat bir bedende ruhun barınamayacağını savunur. “Onlar, bu dünya hayatının dış yüzünü bilirler; ahiretten ise hep gafildirler.” âyeti, ahlakî değerlere riayet etmeden faaliyetlerde bulunanların portrelerini ortaya koymaktadır.
Aşırı ahlak anlayışında haya ve iffet, Allah’tan korkma, acıma vb. olgular yoktur. Nitekim Alman parlamentosu 9.6.1971 tarihinde
a) Eş değiştirmeyi,
b) Homoseksüelliği,
c) 18 yaşını geçmiş herkese porno resim ve fotoğraf ticaretini serbest bırakmıştır.
İngiltere’de ise kilise yetkilileri homoseksüelliğe ruhsat vermişlerdir. Hz. İsa’ya nispeti tartışılan, “Düşmanınızı seviniz; sağ yanağına tokat atana sol yanağını gösterin; merhamet ve şefkatten sapmamak için et yemeyin; kurban kesmeyin; gömleğinizi çalana entarini takdim edin.” gibi anlayışlar ahlakta tefritin;yani aşırılığın yansımalarıdır. Bu nedenle Kur’an ve sünnette destek görmemiştir.
Allah’a, kitaplarına ve peygamberine inanmayı gerekli görmeyen materyalist ahlak da aşırı ahlak cümlesindendir. Genelde hiçbir kitap veya vahye inanmayan bu zümre hayatın maneviyatından ve ruhtan uzak olduğuna, Allah, Peygamber, kitap, diriliş, sevap ve cezanın olmadığına inanır. Hayata böyle bakanlar doğal olarak sadece dünya hayatı için çalışırlar, arzularını tatmin için, meşru, gayri meşru her yönteme başvurur. Çevresiyle ilişkilerinin tek ölçüsü, kişisel çıkardır. Öyleleri, maddi çıkarlarını korumak veya kazanmak için faizden, hileden, yalandan, iftira ve ihanetten, cinayet ve komplodan asla çekinmez. Ahlakî yapıları inkâr ve nifak üzerine kurulmuştur. Mutedil ahlak sahipleri ise değişik vesilelerle, “Gayemiz Allah’tır.” şiarını tekrarlarlar. Bundan maksatları, yaptıkları ibadet, verdikleri sadaka, harcadıkları çabanın gayesinin Allah rızasını kazanmak olduğunu ifade etmektir.
Aşırı ahlakın iki şubesi
1. Küfür/inkâr ahlakı
Küfür veya inkâr ahlakı inkâr üzerine kurulmuştur. Allah’a kitaplarına ve Peygamberine imanı reddeder. İnkâr ahlakını benimseyen güruh, hayatın maneviyatından ve ruhtan uzak olduğuna, Allah, Peygamber, kitap, diriliş, sevap ve cezanın olmadığına inanır. Hayata böyle bakanlar doğal olarak sadece dünya hayatı için çalışırlar: Arzularını tatmin için, meşru, gayri meşru her yönteme başvururlar. Çevresiyle ilişkilerinin tek ölçüsü, kişisel çıkardır. Bunlar, maddi çıkarlarını korumak veya kazanmak için faizden, hileden, yalandan, iftira ve ihanetten, cinayet ve komplodan asla çekinmezler.
2. Nifak ahlakı
Nifak üzerine kurulmuş ahlak biçimidir. Bu ahlak yapısıyla bezenenlere münafık denir. Münafıklar tutumlarında açık değillerdir. Neye inandıkları, ne yaptıkları net değildir. Ne kâfir ne de mümindirler. Her toplumda bulunan bu zümrenin ne kendilerine ne de insanlıklarına saygıları vardır. Onlarda ne cesaret, ne kişilik ne de haysiyet vardır. Muhtaç oldukları zaman boyun eğerler, dalkavukturlar, korkaktırlar, gece karanlığında bozguncu ve komplocudurlar. İnanmadıkları şeyleri söylerler, açıkta söz verirler, gizliden hainlik ederler.
Sonuç
Genel anlamda ahlak, mutedil ve aşırı olmak üzere ikiye ayrılır. İslam, mutedil bir ahlakı önerir. Mutedil ahlak, rant ve çıkar karşısında değişmeyen erdemli ölçülerle bezenen ahlaktır. Müslüman’ın mutedil ahlaka sarılmasının arkasındaki gaye, Allah’ın rızasıdır. Müslüman’ın ahlakî davranışları bu gayeye uygun ve onunla iç içedir. Mutedil ahlak sabittir, yöreden yöreye, ya da kişiden kişiye değişiklik arz etmez. Mutedil ahlak evrenseldir. Bu evrensellik sadece insanla sınırlı değildir. Hayvan ve diğer cansızları da kapsar. Doğruluk, sabır, güvenirlik, adalet, hayır, vefakârlık, ihlâs, sebat, özveri, merhamet, şefkat, iffet, temizlik, cömertlik, hikmet, ağırbaşlılık, açıklık, tevazu vb. güzel vasıflar mutedil ahlakın özellikleridir. Bunların dışında kalan/olan vasıflar ise, müminin uzak durması gereken aşırı ahlak vasıflardır. Yalancılık, sahtekârlık, hile, ihanet, iki yüzlülük zulüm, fuhuş, açgözlülük, gıybet, dalkavukluk, saldırganlık, cimrilik bu cümledendir. Aşırı ahlak, ıslah değil, ifsattır; kötülüğü körükler.