misafire ikram
Misafire ikramda bulunmak İslam ahlakının üzerinde durduğu en önemli konulardan biridir. O müslümanlığın olduğu kadar insanlığın da bir gereğidir. Onsuz ne müslümanlığm ne de insanlığın bir değeri olabilir. Misafire ikram, bütün güzellikleri içinde toplayan cömertlik gibi güzel ahlakın zirve kavramının içinde yer alır. İkram denildiğinde akla cömertlik, cömertlik denildiğinde de ikram akla gelir. O cömertliğin ayrılmaz parçasıdır.
Cömertlik Yüce Mevla'nın en çok sevdiği özelliklerden biridir. Bunun için en sevgili kullarını hep cömert olarak yaratmış, kendilerine her zaman cömert olmalarını emir buyurmuştur. Peygamberler içinde İbrahim aleyhisselam bu emri en güzel şekilde yerine getirenlerden bir tanesidir. Misafir ağırlamayı çok seven Hz. İbrahim bir defasında gelen konuklarına hemen bir dana kesip kızartmış ve onlara ikram etmiştir.
Resul-i Ekrem Efendimiz misafire ikram konusuna büyük bir önem vermiş, onu dinin en temel iki esası ile ilişkilendirerek "Allah'a ve ahiret gününe iman edenin kimse misafirine ikram etsin" buyurmuştur.
Efendimiz Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimsenin misafiri bir gün ve bir gece ağırlaması gerektiğini, misafirliğin üç gün olduğunu, misafiri üç günden fazla ağırlamanın ise sadaka yerine geçeceğini söylemiştir. Normal haller dışında üç günden fazla bir müslümanın din kardeşinin yanında misafir olarak kalması doğru değildir. Zira misafirini ağırlayacak bir şey bulamayan bir insanın yanında üç günden fazla kalmak onu sıkıntıya sokar. Neşesini ve huzurunu kaçırır. Bu da misafirden kazanacağı sevabın yok olmasına sebep olur. Misafir bu şekilde ev sahibine gereksiz yük olmaktan, onu günaha sokmaktan kaçınmalıdır.
İslam'ın ilk devirlerinde müslümanlar geçim sıkıntısı çekmekte olduklarından o zamanlar misafire ikramda bulunmak farz kılınmıştı. Fetihler çoğalıp müslümanlar rahat yaşamaya başlayınca, misafire ikram konusu eskisi gibi farz değil, bir sünnet olarak devam etti. Eve gelen konuğa Allah misafiri gözü ile bakılması, misafire ikram edilecek şeylerin ev halkmı zora sokmayacağı, misafirin kendi kısmetiyle geleceği anlayışı misafire verilen değeri gösterir.
Misafire ikram etmek, onları yedirip içirmek güzel bir davranıştır. Misafire hakkını vermek gerekir. Efendimiz bu durumu Allah'a ve ahiret gününe iman eden misafire hakkını vermesi gerektiğini ifade buyurarak açıklamış, ashabdan birinin misafirin hakkının ne olduğunu sorması üzerine Efendimiz bunun bir gün ve bir gece olduğunu, bu zaman içinde misafire ikram edileceğini, misafirliğin üç gün olduğunu, bu zaman içinde misafire mevcut imkanlardan yedirilip içirileceğini, bundan fazlası ikramın misafire sadaka olduğunu ifade buyurmuştur.
Misafire birinci gün, fazla ikram ve iltifatta bulunulur. İnsan kendi çoluk çocuğuna yedirdiğinden daha fazla ve iyi bir şekilde müsafirini konuklar, onu güzel bir şekilde ağırlar, ikinci ve üçüncü günlerde farklı muamelede bulunulmaz, hazır bulunan şeyler ikram edilir ve bir zorluğa katlanılmaz. Üç günden sonra yapılacak ikramlar sevab yerine geçer, sahibine sadaka sevabı kazandırır. Misafire ikram, duruma göre farz-ı ayın, farz-ı kifaye ve müstehab olur. Şiddetli bir ihtiyaç içinde kıvranan kimseyi barındıracak başka kimse bulunmadığı takdirde onu insanın barındırarak hayatını kurtarması üzerine farz olur. Bu durumda başkaları varsa durum değişir ve farz-ı kifaye olur.
Misafirin hakkı konusunda gelen bir başka rivayete göre Ukbe Ibni Amir bir gün Efendimize onun kendilerini gazaya gönderdiğini, onların da bir kavme inmiş oldukları halde bazen onların kendilerini konuklamadıklarını, bu hususta ne buyurduğunu sordu. Efendimiz onlara bir kavme inip de o kavmin misafire uygun olan şeyi emrederlerse kabul etmelerini, eğer bunu yapmazlarsa, onlara uygun düşen misafirlik hakkını kendilerinden almalarını tavsiye buyurdu. Bu hadis misafir hakkındaki hükümleri teyid etmekle beraber, bir hakkın zorla alınması manasını da taşımaktadır. Genel bir kural olarak bir müminin din kardeşinin malı üzerinde hakkı yoktur. Kardeşinin malı ona helal olmaz. Buna göre misafir zorla ev sahibinden bir şey alamaz. Fakat her kaidenin bir istisnası olduğu gibi bu genel hükmün de bir istisnası vardır. O da yiyecek maddeleri temin edilemeyen çöl ve dağlık arazilerde açlıktan çaresiz duruma düşen ve ölüm tehlikesi ile karşı karşıya bulunan bir misafirin zor kullanabileceğidir. Onun mahrumiyet ve çaresizliğini gidermek, ev sahibine bir borçtur. Bu borç ödenmediği takdirde uygun bir yolla bu borç alınır ve zaruret giderilir.
Efendimiz misafirin ağırlanmasına önem verir, ashabına da bu konuda aynı şeyi tavsiye ederdi. Nitekim bir gün adamın biri Efendimize gelerek aç olduğunu söyledi. Efendimiz hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şey göndermesini istedi. Hanımı evde sudan başka bir şey olmadığını belirtti. Efendimiz bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi. Resul-i Ekrem'in diğer hanımları da evlerinde sudan başka bir şeyin bulunmadığını ifade ettiler. Bunun üzerine Efendimiz ashabına dönerek bu şahsı kimin misafir etmek istediğini sordu. Ensardan biri kendisinin misafir edebileceğini söyleyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca karısına evde yiyecek bir şey olup olmadığını sordu. Hanımı sadece evdeki çocukların yiyeceği kadar bir şey bulunduğunu söyledi. Sahabi hanımına çocukları oyalamasını, sofraya gelmek isterlerse onları uyutmasını, misafirleri içeri girince lambayı söndürmesini, sofrada kendilerinin de yiyormuş gibi yapmalarını tenbih etti. Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu, onlar da aç yattılar. Sabahleyin o sahabi Efendimizin yanına geldi. Onu gören Resul-i Ekrem Efendimiz gece misafirlerine yaptıklarından Allah Teala'nın memnun olduğunu haber verdi. Bunun üzerine müminler arasında kendileri ihtiyaç içinde olsa bile, din kardeşlerini kendilerine tercih eden insanların olduğunu belirten ayet nazil oldu.
Ensardan olan bu adamın misafirine karşı gösterdiği bu olgunluk örneği bütün müminlere bir ibret dersi olacak niteliktedir. İnsanın başkasını kendisine tercih etmesi, hele zor ve çaresiz durumlarda bunu yapması sıradan bir şey değildir. Bu durum ancak üstün iman sahiplerine nasip olan bir meziyettir.
İnsanın misafirine bizzat hizmet etmesi güzel bir davranıştır. Kendisi hizmet edebileceği gibi uygun şartlarda ev halkından biri de hizmet edebilir. Ebu Üseyd es-Saidi, düğününe Efendimizi davet etti. Üseyd'in hanımı o gün gelin olduğu halde onlara hizmet ediyordu. Gelin Efendimiz için bir şıra hazırladı. Ona geceleyin bir çömlek içinde hurmalardan şıra yaptı. Ebu Üseyd'in adı Malik Ibni Rebia olmakla beraber Ebu Üseyd künyesiyle tanınırdı. Ensardandı. Bedir Gazvesi'nden itibaren Resul-i Ekrem ile beraber bütün savaşlara katıldı. Mekke fethinde Beni Saide oğullarının sancaktarıydı. Kısa boylu, sık saçlı idi. Saçı ve sakalı bembeyazdı. Sonraları gözlerini kaybetti. Seksen yaşmdayken Medine'de vefat etti. Bedir Gazvesi'nde bulunan ashab-ı kiram içinde en son vefat eden odur. Burada görüldüğü gibi düğün ve nikah davetleri sünnettir ve bu davetlere mümkün mertebe icabet gerekir. Ancak bu gibi davetlerin meşru adetler çerçevesinde olması şarttır. Açıktan haram işlenen davet ve ziyafetler bunun dışında kalır. Evin hanımı uygun şartlarda misafirlere hizmet eder, yemek işleri ile uğraşır, ev işlerini düzenler.
Misafire ikram etmek bir görev olduğu gibi, onları korumak da bir görevdir. Lut aleyhisselam kavmine karşı "Misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin" demiştir. Hz. Lut misafirlerini korumaya ve onlara bir zarar gelmemesini sağlamaya çalışmıştır. Buna göre misafirlere ev sahipliği yapan kimselerin konuklarını koruması ve onlara bir zarar gelmemesi için elinden gelen gayreti göstermesi icab eder. Bu da onlara bir ikram olur.
Bir kimse evinin yakınma inen misafire karşı sorumlu olur. Misafir uğradığı bir beldede parası ile ikamet edecek yer ve yiyeceği gıda maddeleri bulamazsa veya ödeyecek para ve imkanı yoksa, böyle bir misafirin inmiş olduğu ev sahibi tarafından konuklanması, ev sahibi üzerine düşen bir borç olur. Ev sahibi borçlanınca, misafir de alacaklı durumuna geçer. Misafir bu bir gecelik konuklama alacağını dilerse ev sahibinden ister ve dilerse istemez. İstenen hakkı, ödemeye imkanı olup da ödemeyen ev sahibi günahkar olur. Efendimiz bu konuda "Misafir bir adamın evi civarında bulunursa, o misafiri konuklamak o ev sahibi üzerine borçtur. Misafir bu alacağını isterse talep eder, isterse terk eder" buyurmuştur.
Misafirine yemek ikram eden ev sahibi duruma göre namaza durup, namaz kılabilir. Nuaym İbni Ka'neb bir defasında Ebu Zer'i ziyarete gitmiş, fakat onu evinde bulamamıştı. Hanımına Ebu Zer'in nerede olduğunu sordu. Kadın ev işleriyle meşgul olduğunu, birazdan geleceğini söyledi. Nuaym onu beklemek için bir kenara çekilip oturdu. Az sonra Ebu Zer yanında iki deve olduğu halde geldi. Birini diğerinin arkasına takmıştı, bu iki deveden her birinin boynunda da bir su kabı vardı. Bunları yere indirdi. Nuaym ona kendisiyle karşılaşmaktan büyük bir mutluluk duyduğunu söyledi. Ardından cahiliye zamanında bir kızcağızı diri olarak gömdüğünü, onunla karşılaştığı takdirde kendisinin tevbesinin kabul edilmeyeceğini söylemesinden korktuğunu, yine de tevbesinin makbul olduğunu söylemesini ümit ettiğini belirtti. Ebu Zer cahiliye zamanında mı bu günahı işlediğini sordu. O da evet diye cevap verdi. Ebu Zer, Allah'ın geçmiş cahiliye günahlarını bağışladığını söyledi. Karısına da kendilerine yemek getirmesini emretti. Kadıncağız çekindi. Sonra ona yine emretti. Hanımı yemek getirmekten çekindi. Öyle ki ikisinin de sesleri yükseldi. Ebu Zer eşine sözü uzatmamasını, onların Resul-i Ekrem'in buyurduğunun ötesine geçemeyeceklerini söyledi. Nuaym Resul-i Ekrem'in onlar hakkında ne buyurduğunu sordu. Ebu Zer Efendimizin kadınının bir kaburga kemiği gibi olduğunu, doğrultmak istenirse kırılacağını, idare edilirse onunla geçinilebileceğini belirten sözlerini nakletti. Sonra hanımı dönüp gitti ve kendilerine tirit yemeği getirdi. Ebu Zer, Nuaym'a yemesini kendisinin oruçlu olduğunu söyledi. Sonra namaza durdu. Misafire ikram olsun diye Ebu Zer arkadaşına yemeğini verdikten sonra namaza durmuştur. Nuaym İbni Ka'neb de ashab-ı kiramdan değerli iyiliksever bir zat idi. Cömertliği Efendimizin hoşuna gitmesinden dolayı bir defasında Efendimiz onun yüzünü okşamıştı.
Misafiri yemek yemesi konusunda zorlamak doğru değildir. İbni Ömer zaman zaman dostlarma ziyafet verirdi. Bir defasında develerinden birinin bacağı kırılmıştı. Onun kesilmesini emretti ve Medine halkını davet etti. Ev halkının evde ekmeklerinin olmadığım söylemeleri üzerine İbni Ömer, kemikli et ve yanında çorba olduğunu, isteyenin yiyebileceğini, isteyenin de bırakıp gidebileceğini söyledi. Nikah ve sünnet düğünleri gibi maksatlar dışında verilen ziyafetlere me'dübe denilir. Sırf dostlar ve fakirlerin yemek yemesi için ziyafet çekilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır. Hatta güzel bir adettir. Ancak ziyafetlerde israfa meydan verilmemeli, yasak olan şeyler işlenmemelidir. Allah için yedirmek güzel bir ameldir. Efendimize hangi müslümanın daha hayırlı olduğu sorulduğunda Efendimiz "Tanıdık tanımadık herkese yemek yedirmektir" buyurmuştur.
Yemek yedirmek toplumda sıcak ilişkilerin, köklü dostlukların kurulması ve güzelliklerin artması için iki önemli iyiliktir. Bunların muhataplarının tanıdık tammadık herkes olması, her iki iyilik için de en geniş çerçevenin tesbiti anlamına gelir. Hz. Ali de kardeşlerinden birkaç kişiyi toplayıp da onları bir veya iki ölçek kıymetinde bir yemek üzerinde toplamasının, çarşıya çıkıp da bir köle azad etmekten kendisine daha sevgili olduğunu söylerdi.
Bir köle satın alarak onu hürriyete kavuşturmak elbetteki büyük bir sevaptır. Fakat karnı aç olanları doyurmak ve onların bu zaruri ihtiyaçlarını gidermek daha Önemli bir hayırdır. İnsan ancak yemek ve içmekle ayakta durabilir, ailesine, topluma ve Allah'a karşı olan vazifelerini yapabilir. Hayat bunlarla devam eder. Böyle hayati ihtiyaçları karşılamanın mükafatı da ona göre büyük olur. Fakirlere, yoksullara, düşkünlere, aç kalanlara veya eşe dosta yemek ikram etmek, cömertliğin ve güzel ahlak sahibi olmanın göstergesidir. Çünkü açlık, insanın hayatta karşılaşabileceği felaketlerin en başta gelenlerinden biridir. Bu sebepledir ki zekat ve sadaka mali ibadet sayılmış ve müminler bu ibadete ısrarla teşvik edilmişlerdir. Zira diğer bütün ibadetlerden farklı olarak bu ibadet toplumda dengeyi sağlar, huzur ve güvene katkıda bulunur, insanların birbirine sevgi ve saygı duymasında önemli rol oynar.
Ashab-ı kiramdan öyleleri vardı ki onlar dostlarıyla çok samimi idiler. Çok defa onlardan birinin evine misafir konuklardı ve onlardan birinin tenceresi de ateş üzerinde bulunurdu. Misafir sahibi, komşusunun bu tenceresini misafiri için alırdı. Bundan haberi olmayan tencere sahibi, tenceresini arardı da tencereyi kimin aldığını sorardı. Misafir sahibi komşu onu kendisinin misafirleri için aldıklarını söylerdi. Tencere sahibi de "Allah onun bereketini size versin" diye dua etmekle yetinirdi. Ekmek pişirdikleri zaman da böyle yaparlardı. Aralarında kamıştan örülmüş engelden başka duvar yoktu.1020 Gerçekten bu haberde rivayet edildiği gibi, ashabı kiram aralarındaki yakın sevgi ve bağlılığın bereketiyle bir aile ferdleri gibi yaşamışlar, hatta bundan daha ileriye vararak din kardeşlerini kendilerine, öz çocuklarına tercih etmişlerdir. Mallarının yarısını muhtaç kardeşlerine vermişler, kendileri yemeyip misafirlerine ikram etmişler, kardeşlerini kurtarmak için Allah yolunda can vermişlerdi. Yine ashabdan birine bir koyun başı hediye edildi. O da falan kişinin kendisinden daha muhtaç olduğunu söyledi. Koyun ona gönderildi. O diğer birine, o da başka birine göndererek tam yedi ev dolaştı. Nihayet koyun başı evvelkine döndü.
Yermuk Savaşı'nda şehidler içinde son nefesine gelmiş olan yaralıların, kendilerine verilen bir yudum suyu bile içmeyip, yanında inleyen arkadaşına onun da arkadaşın da diğer bir arkadaşına göndermek suretiyle din kardeşlerini kendi canlarına tercih etmeleri Müslümanların din kardeşlerine ne kadar değer verdiklerinin müstesna örneklerinden sadece biridir.
Müslüman olmayanların davetleri duruma göre değerlendirilir. Hz. Ömer'in azadlısı Eslem'in anlattığına göre kendisi halife ile birlikte Şam'a vardıkları zaman köy ağası olan bir gayr-i müslim ona gelip müminlerin emirine yemek hazırladığını, seçkin kişilerle davetine gelmesini, bundan dolayı mutlu olacağını söyledi. Fakat Hz. Ömer kendilerinin suretler bulunan kiliselerine giremeyeceğini söyleyerek bu teklifi kabul etmedi.1021
İslam idaresi altında kalıp yaşamaya razı olan gayr-i müslimlere zımmi, zimmet ehli denir. İslam devletine vergi ödemek mecburiyetine girip, bu zimmete katlandıklarından onlara bu ad verilmiştir. Dihkan köy reislerine verilen bir addır ki, köy ağası demektir. Ömer zamanında bütün Şam ve Filistin bölgeleri fethedilip, İslam idaresi altına girdikten sonra, halifenin karşısına çıkan bir zimmet ehli onu davet etmiştir. Aslında gayr-i müslimlerin yemekleri yenir. Burada Hz. Ömer yemeği reddetmemiş, içinde putlar ve şekiller bulunan kiliseye girmek istememiştir. Bundan da ziyafetin kilisede tertip edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Yoksa İslam'ın haram kıldığı yiyecek maddeleri dışında olan yemeklerini yemek caizdir.
Abdullah İbni Ömer de kişinin yolculukta yol arkadaşlarma yemek yedirmesi ve para harcaması onun soylu ve asil bir insan olduğunun işareti olarak kabul ederdi. İlk müslümanlar, bir yerde toplanıp Kur'an dinledikleri zaman, arkasından topluca bir yemek de yerler ve bu yemeği, Kur'an dinlemek gibi bir ahiret ameli sayarlardı. Medine'de ilk cuma namazını kıldıran Es'ad İbni Zürare, namazdan sonra bir koyun kesip cemaate yemek yedirmiştir.
Yemek yedirmek böylesine faziletli ise de kimseyi yemek yedirmeye zorlamak veya yemek zamanında emri vaki yapıp ev ve iş yerine gitmek caiz değildir. İzin verilmedikçe bir yere gitmek ve davet edilmedikçe yemek zamanını kollamak İslam ahlakına aykırıdır. Davet edilmediği bir yemeğe giden, fasık olarak gider ve haram olan bir yemeği yer. Ancak, memnun olacağım kesin olarak bildiği bir dost ve akrabanın evine yemek için gitmek veya onun gıyabında yemeğini yemek caizdir. Baba, kardeş, amca, dayı gibi akrabanın ve yakın dostların yemeğini izinsiz yemekte bir sakınca yoktur. Dostlara yapılan ikram ve cömertlik, tekel-lüf sınırına vardırılmamalıdır. Tekellüf, sıkıntıya girmek demektir. Bu sebeple, ikram maksadıyla borç altına girmek veya evdeki çoluk çocuğun nafakasım kesmek caiz değildir.
Misafir de fırsat düşkünü olmamalı ve kendisine verilen değeri, önüne konulan yemekle ölçmemelidir. Dostlar arasında yemek, kaynaşmaya bir vesiledir. Gönül sohbet ister, kahve bahanedir. O halde önemli olan, kalplerin kaynaşmasıdır. Nitekim biri Hz. Ali'yi yemeğe çağırdı. Hz. Ali ona üç şartla davetini kabul edeceğini, çocuklarının nafakasını kendisine yedirmemesi, çarşıdan özel bir şey alıp getirmemesi, evdeki fazlalığı esirgememesi şartıyla geleceğini söyledi. Selman-ı Farisi de misafirlerinin önüne mütevazi bir yemek koydu ve Resul-i Ekrem'in güçlerim aşan masraftan kendilerini nehyettiğini, varlıktan da cimrilik yapmamalarını emrettiğini, kendisinin o anda durumunun ona müsait olduğunu söyledi.
Kişinin durumu müsaitse, misafirin nasıl bir yemek istediğini sorması ve yemeği buna göre hazırlaması müstehabtır. Samimi ve özel durumlar dışında misafire yemek yiyip yemeyeceğini sormak yerine, yedi-rilecek bir şey varsa kendisine ikram edilmesi daha doğru olur. Kısacası müslüman ev sahibi ise, cömert, samimi ve güler yüzlü olmalı; misafir ise, tok gözlü olmalı, halden anlamalı ve teferruata aldırmamalıdır.
Ev sahibi misafirini gücünün son sınırında ağırlamalı, misafir ise istek ve beklentilerini ev sahibinin haline göre ayarlamalıdır. Bu bazen onun yemeğini yememek veya az yemek şeklinde olabildiği gibi, bazen de ondan daha çok istemek şeklinde de olabilir.
İmam Şafii, Bağdat'ta iken varlıklı, cömert birine misafir olmuştu. Bu zat imamı çok seven birisiydi. Bu durumu bilen Şafii, bir gün evin hizmetçisine canının istediği bir yemek söyledi. Adam bunu duyunca sevindi. Ona istediği yemeği hazırlattı.
Yemeğe davet etmek olan ziyafet, güzel bir iştir. Bu sebeple, Resul-i Ekrem ashabına ziyafet verir, bunun için bazen borca da girerdi, ibrahim aleyhisselam kendi zamanında misafir babası olarak tanınmıştı. Kendiliğinden gelen misafiri bulunmadığı takdirde, şehri dolaşıp misafir bulmaya çalışırdı. Kur'an-ı Kerim, meleklerin insan suretine girip ona misafir gittiklerini ve kendisinin hemen genç bir dana kesip onlara yemek hazırladığını haber vermiştir.
Resul-i Ekrem Medine'ye hicret ederken, yolda çok sayıda sığır, koyun ve diğer hayvanları bulunan zengin bir adamın yanından geçti. Adam ona yemek teklif etmedi, ondan sonra yalnızca birkaç koyunu bulunan bir kadının yarımdan geçti. Kadın onu ve hicret arkadaşlarını çadırına davet etti ve kocasını bile beklemeden bir koyun kesip onlara yemek hazırladı. Bunun üzerine Resul-i Ekrem arkadaşlarma bu iki insan karşılaştırmalarını, güzel ahlak'ın Allah'ın elinde olduğunu, onun bunu zengin, fakir, erkek, kadın ayırımı yapmadan istediği kuluna verdiğini söyledi.
Misafirin girmediği eve rahmet melekleri girmez. Ziyafet, muttaki ve salih kimselere verilmelidir. Bu ilgi, onların moralini arttırır ve hallerinin devamına yardımcı olur.
Resul-i Ekrem "Yersen cömertlerin yemeğini ye, yedirirsen de yemeğini muttakilere yedir" buyurmuştur. Bunların içinden de fakir ve muhtaç olanlara öncelik verilmelidir. Zira en kötü yemek, zenginlerin çağırı-lıp fakirlerin çağrılmadığı ziyafet yemeğidir. Dost ve akraba da yabancılara tercih edilmelidir.
Ziyafet, riya ve gösteriş için değil, Allah Teala'nın hoşlandığı bir işi yapmak, Efendimizin sünnetini ihya etmek ve müslümanlarla kendi arasında dostluk, kardeşlik ve sevgiyi kuvvetlendirmek için verilmelidir. Diğer yandan, meşru bir mazeret bulunmadıkça, davete icabet edilmelidir. Resul-i Ekrem davetlere icabet ederdi. Kölelerin davetlerini bile geri çevirmezdi. Davete icabet etmeyen kimse, Allah ve Rasulü'ne karşı gelmiş olur.
Hz. Ali'nin oğlu Hasan bir gün katırına binmiş, giderken yol kenarında birkaç dilencinin topladıkları ekmek kırıntılarını yemekte olduklarım gördü ve onlara yaklaşıp selam verdi. Dilenciler onu, kendileriyle birlikte yemeğe davet ettiler. Hasan kabul etti, Allah Teala'nın kibirli insanları sevmediğini söyleyerek inip onlarla birlikte ekmek kırıntılarını yedi. Ondan sonra da onlara kendisinin onların davetine icabet ettiğini, onlara da kendisinin davetini kabul edip yarın gelmelerini söyledi. Ertesi gün bu dilencilere mükellef bir ziyafet hazırladı ve onları kendi evinde ağırladı.
Yemek kendisi için hazırlanmışsa, sünnet orucunu tutmuş olan kimse, orucunu bozabilir. Çünkü müslüman kardeşini sevindirmek, nafile oruç kadar sevaplıdır. Yemek ve ziyafet vermekte olduğu gibi, yemeğe ve ziyafete icabet etmekte de maksat sadece yemek yemek olmamalı, Allah Teala'nın rızasını kazanmak olmalıdır. Çünkü birinci halde bu işler, basit dünya işleri iken, ikinci halde ahirete yönelik salih amellerdir. Bu amellerde Allah hesabına müslüman kardeşlerini sevindirmek, onları saymak ve onlarla kardeşlik ve dostluk bağlarım kuvvetlendirmek gibi yüce manalar vardır. Verdiği yemeği minnet sayan ve onunla kibir ve gurura kapılan kimselerin davetine icabet edilmez.
Kazancının tamamı haram olan veya ziyafet verdiği yerde haram şeyler bulunan kimsenin de davetine icabet etmek caiz değildir. Böyle bir davete icabet edildiği takdirde, oradaki haram şeylere karşı uyarı görevini yapmak, uyarıya kulak asılmayınca da o yeri terk etmek gerekir.
Gidilen davet ve ziyafet yerinde, herkes kendi haline münasip bir yere oturmalıdır. Mecliste aşağı yerde oturmak, Allah için tevazuun bir çeşididir. Yerleştirme ev sahibi tarafından yapılırsa, o zaman durum değişir. Çünkü onun kimseden tevazu ve fedakarlık bekleme hakkı yoktur.
Ev sahibinin görevi misafiri ağırlamak olduğu gibi, misafirin görevi de kendisine ikram edilen şeyleri memnuniyetle kabul etmek ve bu ikramları asla küçümsememektir. Misafirin bir diğer görevi de evinde misafir olduğu kimsenin maddi gücü zayıfsa, orada gereğinden fazla kalarak onu zor durumda bırakmamaktır. Şartları uygun olmayan birinin yanında gereğinden fazla kalarak onun "şu adam da nereden çıktı!" gibi sözlerle günaha girmesine yol açmak yahut misafirim ağırlayabilmek için başkalarından borç almasına sebep olmak doğru bir davranış değildir. Bugün bazı yerlerde görüldüğü üzere, evinde misafir kabul edebilecek durumda olmayanların konuklarını bir misafirhanede veya otelde ağırlaması normal karşılanmaktadır.
Misafirlik süresi en fazla üç gündür. Birinci gün misafir elden geldiğince ağırlanacak, diğer günler böyle bir telaşa girilmeyecektir. Zira maddi durumu uygun olmayan bir kimsenin yanında onu sıkıntıya sokacak kadar fazla kalmak günahtır. Ona fazla yük olmamak lazımdır.
Mümin insanı günaha sokan, ona ağırlık veren biri değil, aksine karşısındakini sevindiren, ona sürür veren, müjdeleyen insan olmalıdır. Evine ziyarete gelen misafirlerden dolayı sevinmeli, zaman zaman da din kardeşlerini ziyaret etmelidir.