www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

ALİM

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

ALİM


Alim: İlim sahibi, bilen, bilgin, bilgili, belli düzeyde bir bilgi birikimine sahip olan kimse. Âlim kelimesi Arapça'daki "bilmek" anlamında olan "A-lime" kökünden türetilmiştir.
İslâm'da âlim; Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerîm başta olmak üzere Rasulullah'ın hadîslerini ve bütün sünnetini bilen, diğer İslâmî ilimlerden gerektiği şekilde haberdar olup ileri seviyede bir bilgi birikimine ulaşmış kimseye denir. Bu kâbiliyetli kimseler temel İslâmî bilgileri aldıktan sonra, belli bir ilim dalında daha çok ilerleyip özel bir ihtisas alanına sahip olurlar.
Âlim; bilgisi artıp ilerledikçe görüş açısı genişleyen ve bilgisi ile ihtisası dışındaki alanlarda hüküm vermekten çekinen, bildiklerinin doğruluğunu sürekli olarak araştıran kimsedir.
İslâm toplumunda âlimin en önemli görevlerinden biri 'emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker'dir.
Âlimin toplumda Allah'ın emir ve yasaklarının tam anlamıyla uygulanıp uygulanmadığını, yöneticilerin Allah'ın hükümlerini uygulamada titiz davranıp davranmadıklarını kontrol edip bu hususta yöneticileri uyarması gerektiği gibi; bu konuda halkın da dikkatini çekmesi gerekir.
Âlim, ümmetin ileri gelen şahsiyeti demektir.
Âlim, her hususta İslâm'ın izzetini koruyan, İslâm'ın hâkimiyeti için gayret sarfeden, Allah'ın ahkâmını uygulama hususunda ihmalkâr davranan yöneticileri her zaman hak yola çekmeye çalışan kimse demektir.
Âlim; yöneticiler zulüm ve adaletsizliğe sapınca onlardan ayrılan ve onlara karşı İslâmî bir tavır takınan kimsedir.
İslâm âliminin, Allah'ın emirlerini çiğneyen yöneticilere yaltaklık eden İsrailoğulları âlimlerinden ayrı bir özellik taşıması, İslâmî izzetin gereğidir. Bu tavır İslâm âliminin takınması gereken bir tavırdır.
İslâm âlimi hevâ ve hevesine uymayıp kendi arzuları istikametinde dîne ilâvelerde bulunan kimse değildir. İslâm bu çerçevedeki âlime büyük değer vermiştir. İslâm, âlimin izzet ve haysiyetini korumuş ve ona gereken mevkîi vermiştir. "...Allah'ın kulları arasında ondan en çok korkan âlimlerdir." (Fâtır: 35/28). "Bilmiyorsanız ilim erbâbına sorunuz." (en-Nahl: 16/43). Ayetleriyle, Kur'an'ın âlimler hakkındaki hükmü en açık bir şekilde belirtilmiştir.
İslâm âlimi hevâ ve hevesine uymayıp kendi arzuları istikametinde dîne ilâvelerde bulunan kimse değildir. İslâm bu çerçevedeki âlime büyük değer vermiştir. İslâm, âlimin izzet ve haysiyetini korumuş ve ona gereken mevkîi vermiştir. "...Allah'ın kulları arasında ondan en çok korkan âlimlerdir." (Fâtır: 35/28). "Bilmiyorsanız ilim erbâbına sorunuz." (en-Nahl: 16/43). Ayetleriyle, Kur'an'ın âlimler hakkındaki hükmü en açık bir şekilde belirtilmiştir.
 Peygamber (s.a.s.), âlimleri birçok hadislerinde övmüştür. En çok övdüğü âlimler ise ilimleriyle amel edenler olmuştur. Dârimî, Mukaddime: 27
İnsanları ilimleriyle irşâd edip, onlara ilmini duyuran kimseyi Allah toplum içinde sözü dinlenir kimse kılar. İbn Hanbel, II, 162, 223-224
Buna karşılık ilmiyle dünyaya talip olan âlimler de yine Rasulullah tarafından yerilmiştir. Tirmizî, İlim: 6
Müslüman daima  Peygamber'in dua buyurduğu gibi, Allah'tan dünya ve ahiretine yararlı bir ilim ister. Müslim, Zikir: 73
İnsanların en hayırlıları âlimlerin en hayırlılarıdır. Dârimî, Mukaddime: 34, 55
"Âlimler peygamberlerin vârisleridir." Buhârî, İlim: 10 buyuran Rasulullah âlimlerin toplumu yönlendirme hususunda peygamberlere vekil ve halef olduklarını beyan etmiştir.
İbn Mes'ud'dan rivayet edilen bir hadiste, "Allah'u Teâlâ kıyamet gününde âlimleri toplayarak buyuracak ki: 'Ben size sırf hayır murad ettim. Bunun için de kalblerinize hikmeti koydum. Haydi girin Cennetime. İşlediğiniz kusurlarınızı mağfiret ettim." buyrulur.
İlmi bir seviyeye sahip olan âlime, Allah katındaki değerinden dolayı itaat, Allah'ın emrine itaattir. Hak yolda ve hayra götüren bir hususta âlimin yaptığı tavsiyeye uymak müminler için farzdır. Bu farziyet ancak âlim, Allah'ın razı olduğu bir hususu tavsiye ederse söz konusudur.
Allah'ın razı olmadığı ve Allah'ın emretmediği, dinde olmayan bir bid'atı tavsiye eden âlimin tavsiyesine uyulmaz. Böyle bir bid'ate çağrıldığında reddetmek ise mümin için farzdır.
İslâm'da olmayan bir hususu dine sokmak ve kendinden bir hüküm koymak Rububiyyet iddiasında bulunmak demektir. Allah'ın emir ve yasakları dışına çıkıp İslâm dışı nizamlara yapışmak nasıl küfür ise, âlimlerin hevâ ve heveslerine uyarak koydukları hüküm ve gösterdikleri gayri İslâmî yol ve ibadetlere yönelmek ve bu ibadetleri dinden kabul etmek de küfürdür.
Bu duruma göre İslâm âlimi, toplumu yönlendiren ve Allah'ın hükümlerinin uygulanmasında titizlik gösteren bir rehberdir.
Âlimler ilimlerinin gereği olarak toplum içindeki görev ve fonksiyonlarını daima hatırlamak zorundadırlar.
Ümmetler, âlimlerinin doğru yolu izledikleri ve doğru yolda oldukları müddetçe ayakta kalırlar. Bunun için  Peygamber (s.a.s.) "Ali'min ölümü İslâm'da açılan bir gediktir" Dârimî, Mukaddime: 32 buyurmuşlardır.
İslâm kadar ilme önem veren başka bir din yoktur. Kur'an-ı Kerim'de sadece ilim kelimesi yüzbeş defa zikredilir. Bu kökten gelen diğer kelimelerle birlikte bu sayı sekiz yüzellidokuzu bulur. Ayrıca "akıl, fikir, zikr" gibi kelimeler Kur'an-ı Kerim'de çok zikredilir.
İslâm'a göre ilim ve hikmet müminin kaybolmuş malıdır; mümin, yerine ve söyleyene bakmaksızın onu nerede bulursa alır. Her fenalığın, hatta küfür ve şirkin de başı bilgisizlik ve cehalettir. Küfrün ne demek olduğunu bilen bir kimse kafir olmaz. şirkin ne demek olduğunu bilen, başkalarını Allah'a ortak koşmaz, Allah'tan başkasına ibadet etmez.
Bunun içindir ki Kur'an-ı Kerim'de "Sakın ha cahillerden olma" (el-En'âm: 5/35) buyurulmuştur. Kur'an-ı Kerîm'in açıkça ifade ettiğine göre "Kulları içerisinde Allah'tan ancak âlimler korkar." (el-Fâtır: 35/28).
Kur'an-ı Kerîm'de ilmin her çeşidi övülmüş, bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağı açıkça belirtilmiştir: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (ez-Zümer, 39/9)
İslâm ilmin, âlimin ve ilim yolcusunun değerini yükseltmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de "Allah, içinizden iman edenlerle kendilerine ilim verilenlerin değerini yükseltir" (el-Mücadele: 58/15) buyurulur.
Peygamber efendimiz (s.a.s) de hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: "İlim tahsil etmek maksadıyla bir yola giden kimseye Allah Teâlâ Cennet yollarından açar. Melekler, ilim ve tahsil edene karşı memnuniyetleri ve tevâzûleri sebebiyle kanatlarını yere sererler. Göklerde ve yerde olan her şey, hatta su içindeki balıklar, âlim için Allah'tan rahmet diler. Âlimin, bilmeden ibadet eden kimseye üstünlüğü, on dördündeki ayın, görünen diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne altın ne de gümüş bırakmışlardır, onlar miras olarak sadece ilmi bırakmışlardır. Kim ilmi almışsa büyük ve değerli bir şey almış demektir." Ebû Davud, İlm: 1
İslâm'da ilim, Allah'ın rızasını kazanmak ve amel etmek için öğrenilir. Peygamber efendimiz (s.a.s), dualarında; "Allah'ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır."; "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım." buyurururdu.
Görülüyor ki, dünya ve ahiret saadetinin anahtarı ilimdir. İlim amellerin en faziletlisidir. Yukarıdaki emir ve sözlerin ışığında İslâmiyet'le ilim birbirinden ayrılmaz iki şeydir demek mümkündür.
Dünya, ahiretin tarlası ve Allah'a giden yolun başlangıcıdır. Dünya düzenini ayakta tutmak için bildirilen bir takım düsturlar vardır. İşte bu dünyada insanların ekonomik, sosyal, dinî ve dünyevî bütün durumlarını düzenleyici ve insanları birleştirici kuvvet sadece ilim yoluyla kazanılır.
İlim, nefisleri helâk edici ahlaksızlıklardan temizler; insanları aydınlatarak güzel ahlâka kavuşturur ve ahiret yolunun aydınlanmasını öğretir. İlim, Allahü Teâlâ'nın kemâl sıfatıdır. Peygamberlerin ve meleklerin şerefi ilimden gelmektedir. Allah'ın huzuruna ilimle gidilir. İlim tek başına faziletin de kendisidir.
Âlim ise, bilmeyen kalabalığa gerçek ve doğru yolu gösterici olması bakımından "Rabbinden sana indirilen gerçekleri insanlara bildir" (el-Maide: 5/67) ilâhi emrine muhatap olan peygamberin izindedir.
İslâm; fıtrata, insanın yaratılışına en uygun bir din olduğu için bütün müslümanlara ilmi farz kılmıştır. Her müslümanın kulluk görevlerini (ki bütün dünyevî işlerini kapsar) yerine getirecek, helâl ile haramı, hak ile bâtılı ayırt edecek kadar bilgi sahibi olması farzdır. "İlim tahsil etmek, her müslüman erkek ve kadına farzdır." (İbn Mâce, Mukkaddime 17)
Kişinin müslüman bir kul olarak şirkten sakınıp tevhid şuuruyla yaşaması için gerekli ilme sahip olması farz olduğu gibi; içinde bulunduğu durumlar ve yapması gereken her çeşit ibadetle ilgili bilgileri öğrenmesi de yine faz-ı ayn'dır.
İslâm kadar ilme önem veren başka bir din ve sistem yoktur. Her kötülüğün, hatta küfür ve şirkin baş sebebi, bilgisizlik ve cehalettir. Küfrün ne demek olduğunu ve hangi kötülüklere yol açtığını bilen bir kimse kâfir  olmaz.  Şirkin  ne olduğunu  bilen,  başka  bir şeyi Allah'a ortak koşmaz, Allah'tan başkasına kulluk yapmaz.
Müslümanın çok şeyinin gasb edildiği gibi kavramları da İslam dışı güçler tarafından çalınıp Kur’anî anlamından içi boşaltıldıktan sonra câhiliyyenin istediği şekilde tahrif edilip değişik ve çarpık muhteva ile Kur’an’dan uzaklaştırılan insanlara sunulmaktadır.
Bu konuda örnekler sayılamayacak kadar çok. Din kavramından şehidlik kavramına, adalet ve zulüm anlayışından İslâm, Kur’an ve sünnet anlayışına kadar yüzlerce kavramın başına gelen budur.
Bilim denilen şey, şu haliyle müslümanların felâhına ve yeryüzünde etkinlik kazanmasına sebep olmamakta, bilim şu vaziyetiyle insanlığı sinsice tehdit etmekte, hidayetin yolunu tıkamaktadır.
İlim ki, aslında Yüce Allah’ın yeryüzüne ilettiği haberden, yani vahyden ve Peygamber’in öğretilerinden ibarettir; şimdilerde Peygamber’in getirdiği İslâm’ı başka türlü göstermek için kullanılmaktadır.
İlim ki, Allah’ın mahlûkatı olan kâinatın incelenmesinden ve Allah'a giden yola sarılmaktan ibarettir; şimdilerde evrenlerin Rabbinden uzaklaştırmak için en etkin ve geçerli bir güç olarak yürütülmektedir.
Gerçek anlamdaki ilim, tamamen bir Kur'an terimidir. Bu terim ilk defa Allah'ın kelâmında ve Rasülü'nün lisanında kullanılmıştır. Bu kelimenin başka hiçbir dilde aslî manada karşılığı yoktur. Bu bakımdan Yüce Allah'ın, Peygamberi ile gönderdiği hakikatler olmasaydı, bu âlemde "ilim" diye bir kavram da olmazdı. Ve ilim haysiyetine sahip bir de bulunmazdı. Belki olsa olsa beşerî ve câhilî planda mâlumatlar ve bilgi yığınları bulunabilirdi ki, bunlar da derde deva bir şey sayılmazdı.

 

  İlim, Ancak Amel Etmek İçin Öğrenilmelidir     


İslâm'da ilim, Allah'ın rızasını kazanmak ve amel etmek için öğrenilir. Peygamberimiz, şöyle dualar ederdi:
"Allah'ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır." (Tirmizî, Deavât 128) "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım!" (Tirmizî, Deavât 68)
"Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, kabul edilmeyen duadan, korkmayan kalpten ve doymayan nefisten Sana sığınırım." (Tirmizî, Kitabu'd-Deavât 68, hadis no: 3711; İbn Mâce Terc. ve Şerhi 1/416)
Hadis-i şerifte geçen faydasız ilimden şunlar anlaşılır: Bilinip onunla amel edilmeyen ilim, bilinip başkasına öğretilmeyen ilim, sahibinin durum ve davranışlarını düzeltmeyen ilim, sahibinin huyunu temizlemeyen ilim, bilinmesine ihtiyaç duyulmayan ilim, dinin tasvip etmediği caiz görmediği (sihir bilgisi gibi) ilim ve benzerleri.
 Peygamberimiz'e "ilim nedir?" diye sorulunca, "amelin kılavuzudur"   buyurdu. Âlim, âmil olmadığı (öğrendiklerini hayatına uygulamadığı) zaman onun ilmi vebal olabilir. "Ümmetimin helâkı (fâsık) âlimlerden ve cahil âbidlerden olacaktır."
İlmiyle amel etmeyen ve ilminden yararlanmayan kimselerin hali; sırtında su kapları olduğu halde çölde susuzluktan ölen devenin durumu gibidir. Amelsizlik bir fitnedir. "Fi'lü'l-ulemâ, delîlü'l-cühelâ" sözünde belirtildiği gibi; ilim adamları halkın örneğidirler. Âlim ilmiyle amel etmediğinde cahil de öğrenmekten kaçınır. Amelsiz ilim de yağmursuz bulut gibidir.
Bildiği ile amel etmeyenler, sayfaları ilimle dolu defter veya kitap gibidir; başkasına kârı olsa da kendisi ondan yararlanamaz. Bileği taşı gibidir; bıçağı biler, fakat kendisi kesmez. İğne gibidir; başkasını giydirir, fakat kendisi daima çıplak durur. Lâmba fitili gibidir; başkasına ışık verir, fakat kendisi yanmaktan kurtulamaz.
Bir şeyin ilmini yapmak, ondan istifade etmek içindir. Allah bu dini, insanlar "ona göre yaşasınlar" diye gönderdi; sözünü ve lafını etsinler diye değil. İlim olan yerde söz az olur; lafı uzatanı ilmi de azdır.
Şimdi laf çok, kitap çok, konferans, seminer ve benzeri etkinlikler çok. Fakat bu işler insanların davranışlarında bir değişiklik yapmıyor. İlim adamları (!) ve bazı din adamları (!) sadece meslekî görevlerini yapıyorlar o kadar. İslâm'ı tarihî bir olay konumundan, keramet masalları,  hurâfeler  ve tartışmalar yığını gibi algılanmaktan kurtarmak şarttır.
İslâm, Allah tarafından Kur'an'la tamamlanmış, Rasülullah'ca hayata geçirilmiş, ilke ve esasları belli olan Hak dindir. O dün olduğu gibi, bu gün için ve gelecek için de vardır. O şimdiki hayatın, fert ve toplum hayatının içinde olmak için vardır.
İslâm, duygulu şekilde hatırlanacak nostaljik bir hâtıra değildir.
Onu bir tarihî olay gibi algılayanlar, gerçek ilimden nasibi olmayan ilim kalpazanlardır.
Müslümanlık, yalnız bilgi işi değil, iman ve sâlih amel işidir. İlim de, imana ve sâlih amele götürdüğü nisbette faydalı ve faziletli. Bilgisi, kendisini hakikate ulaştırmayan kimse, mutlak surette bilginin hammalıdır. Yolcuyu gitmesi gereken yere (gerçek kurtuluş limanına) götürmeyen gemi, çok güzel de olsa basit bir süsten başka bir işe yaramaz, buna gemi de denmez.
İnsan için marifet ve hüner, yön belirleyen pusulayı cepte taşımak değil; şu çalkantılı dünya gemisinde asıl hedefe gidecek yönü belirlemek ve o yola koyulmaktır. O yüzden, ilim; satırlardaki   değil,  sadırlardaki  (göğüslerdeki)dir   denilir. 
Senin  hayatını  düzenlemeyen,  seni Hakk'a iletmeyen, üzerinde eseri görülmeyen ve İslâm için olmayan ilimde hayır yoktur. Bilginin papağan gibi hâfızı ve hammalı olmak boşuna yorulmaktır. Ortalıkta bu kadar kitap ve araştırmacı yokken, ortada hakiki ilmin özü ve şimdikinden daha güzel, daha müslümanca bir hayat vardı.
Sahabe-i Kiram, Kutlu Elçi'den aldığı ilim ve özellikle halleri ile, somut ve gözle görülür bir müslümanlığı yaşıyor ve temsil ediyorlardı. Peygamber, canlı bir Kur'an; O'nun ashabı da Küçük Muhammed'lerdi. Bir rivâyetleri varsa, bin halleri ve o kadar da amelleri vardı. Sözleri az, fakat amelleri çoktu.
Kur'an'ın itikadda hedefi iki şey üzerinde yoğunlaşır. Bunlar: İlmî tevhid ve amelî tevhid'dir. Allah Rasülü, bu iki tehvidi sağlamk için gönderilmiş, diğer peygamberlerin daveti de yine bunları üzerine olmuştur. Çünkü saadet, manevî kemal şu iki şeyden gelir: Faydalı ilim ve sâlih amel. İlmî tevhid, faydalı ilim; amelî tevhid de sâlih ameldir.
Faydalı ilim, Allah'ı bilmek; sâlih amel de Allah'ın emri gereği hareket etmektir. Faydalı ilim, iman ile, Peygamberin haber verdiği şeyleri tasdik etmek; sâlih amel de şeriki olmayan tek bir Allah'a  kulluk ve Rasülü'ne itaattir ki İslâm dini de işte budur.
Bize düşen, müslümanlığı gaye edinmek ve onu hayatın mihveri saymaktır. Artık bize gereken, Rasül'ün dünyaya bıraktığı "mîras" ile kalbimizi diri tutmak, böylece fikrimize ve hayat yolumuza aydınlık ufuklar açmaktır. Üzerimize borç olan, fikrimizi ve ilmimizi Allah'ın nimeti kabul etmenin gereği olarak Allah yolunda kullanıp O'na fiilî şükrümüzü yerine getirmek, kulluğumuzu kanıtlamak.
İnsanın övünçle, aldatıcı bir güvenle taşıdığı dünyada bile pek bir şeye yaramayan diploma ve etiketten ve tehlikeli ve faydasız bir yükten ibarettir; Artık o bilgi bir silâhtır, ama yalnızca imhâ ve intihar etmek için kullanılacak bir silâhtır. Bu bilgi ve onun taşıyıcıları, dalâletin hâmili, hakikatin katilidirler. Onlar, sırat-ı müstakimin önünde eşkiyadırlar; hak yolu keser, hevâya ve tâğutlara kulluğa giden yolları açarlar. İlmiyle âmil bir âlim olamayıp sadece bilgi taşıyıcıları olanlar da bunların değirmenine su taşımaktadırlar.
Dünyanın neresinde olursa olsun bütün mü’minler kardeş olup aynı akîdeye bağlı olan bir tek ümmettirler. Hepsi, ümmet vücûdunun birer organlarıdırlar.
Yaratılış gayesi, yalnızca Allah’a ibadet etmek olan muvahhid mü’min müslümanlara, hidayet rehberliği yapacak muttaki İslâm Ulemâsının yeniden ümmete önderlik vazifesini kuşanması gerekir.
Allah’a inanmayan ve Allah’dan gelen ilâhî hükümlere itibar etmeyip Allah’dan korkmayanlar, Allah’dan başka varlıklardan korkarlar... Allah’a şirk koştukları varlıklar­dan korktukları gibi, muvahhid mü’minleri de onlarla kor­kutup Tevhid akîdesinden ve İslâm nizamından vazgeçir­meye çalışırlar... Fakat muvahhid mü’minlerin katıksız iman güçlerinin ve tavizsiz tavırlarının karşısında her za­man yenik düşmüş ve her zamanda yenik düşeceklerdir... Çünkü Allah, muvahhid mü’min kullarına kâfîdir... Muvahhid mü’minler, yalnızca Allah’a ibadet eder, yal­nızca Allah’dan yardım diler, yalnızca Allah’dan korkar ve yalnızca Allah’a dayanıp güvenirler. Bilgi, kendisine sahib olan kişileri hayra ve iyiliğe sevk eder... Hayra ve iyiliğe doğru yol almayan bilgi sahibi olan­lar, bildikleriyle amel etmeyenlerdir... Eğer ilimden fayda­lanmak istiyor, böylece kâmil bir insan olmak istiyorlarsa, onunla amel edecek, bununla beraber onu, insanlığın hiz­metine sunmak için ehli olanlara taşıyacaklardır.
Muvahhid âlim, canını ve malını verir, ama İslâm Dini’nden tavizi asla vermez, veremez de! Onun katıksız imanı ve kendisiyle âmil olduğu ilmi bunu engeller... O, Allah’dan korktuğu için başka bir şeyden korkmaz. O, devamlı kendisinden faydalanacağı ilmi öğre­nir, onunla amel eder ve diğer insanlara öğretir.
Bir anne ve babanın evladından sorumluluğundan daha çok âlim, ümmetten sorumludur... Bir anne ve baba nasıl ki, çocuklarının sıhhatinden, hasta olduğunda tedavisinden ve ameliyatından, eğitim ve öğretiminden, edeb, terbiye ve güzel ahlakından, iktisadî hayatından, meslek ve işinden, ayrıca istikbalinden sorumlu ise, âlim de ümmet için aynı sorumluluğu taşımaktadır... Çünkü ümmetin genel vela­yeti, muttaki ve mücahid ulemâdadır. İslâmın âlimleri, ümmetin sağlığından, hastalığının sıhhatli tedavisinden, ekonomisinin helâl üzere devam etmesinden, yabancı un­surlardan temizlenmesinden, düşman saldırısından korun­masından, eğitim ve öğretim, edeb ve güzel ahlâklı olma­sından sorumludurlar. Ümmet hayatının Allah’ın hü­kümlerine ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünnetine uygun olma­sından muttaki ulemâ sorumludur... Eğer bu konularda herhangi bir noksanlık var ise, âlimler tarafından tesbit edilip giderilmesine çalışılmalıdır.
Eğer bilgi yüklü kişiler, ümmete rehberlik yapmıyor ve onların dertleriyle ilgilenmiyorlarsa, onlar, gerçekten âlim olamazlar... Âlimler, Allah’dan gereği şekilde korkar ve kendilerine yükletilen sorumluluğunun idrakinde oldukları için vazifelerini yerine getirirler... İmanı sağlam bir şekilde ilmiyle âmil olmayan kişiler, sadece bilmekten do­layı âlim olamazlar...

Ebu’d Derda (r.a.) şu tesbitte bulunmuştur:
- Öğrenci olmadıkça âlim  olamazsın. Kendisiyle amel etmedikçe ilimden dolayı âlim olamazsın.

İbn Mübarek (rh.a.) ise şöyle der:
- Âlim, okumaya devam ettiği müddetçe âlimdir. Ne zaman âlim olduğunu zanneder ve ilmini arttırmaktan vazgeçerse, işte o zaman cahil olur.

Şöyle diyor İmam Hasan el-Basrî (rh.a.): - İlim sahibleri dışında olan insanların tümü helâke uğramışlardır. İlim sahibi olanların da amel edenleri dışındakileri helâke uğramışlardır. Amel edenlerin de ihlaslıları dışında kalanlar, helâke uğramışlardır. İhlaslılar ise, büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.

Sehl (rh.a.) şöyle demiştir:
- İlmin hepsi dünyalıktır. Ahiret için olanı, kendisiyle amel edilendir. Amelin hepsi havadır. Ancak Allah rızası için olan başka.
İnsanlar hep ölüdürler, yalnız âlimler ölü değil. Âlimler de sarhoşturlar, yalnız amel edenler müstesnâ. Amel eden­ler de aldanmıştır, yalnız ihlas ile amel edenler başka. İhlâs ile amel edenler de neticeyi bilinceye kadar korkudadır.

İmam Hasan el-Basrî (rh.a.), sorumluluğunun ve vazi­fesinin şuurunda olan muttaki âlim şahsiyet için şunları beyan ediyor:
- Akıllı ve âlim kişi odur ki, dünyasını harab eder ve harab ettiği dünyanın enkazı üzerine ahiretini inşâ eder. Ahiretini harab edip de bunun enkazı üzerine dünyasını inşâ etmez.

İmam Hasan el-Basrî (rh.a.):- Hakikaten kişi, ilimden bir konuyu elde edip, onunla amel ederdi de bu, onun için dünya ve içindekilerinin kendi­sinin olması, sonra da bunları ahiret (yoluna) vermesinden daha hayırlı olurdu. (Önceleri) adam, ilim tahsil ettiği zaman bunun (te’sirinin) onun basiretinde, huşû’unda, dilinde, elinde, namazında ve zühdünde görülmesi gecikmezdi.
Fudayl b. Iyaz (rh.a.), sorumlu ulemânın vazifesinin ne kadar çetin olduğunu ve vazifesini hakkıyla yapanların azınlıkta kaldığını beyan ile şunları söylemiştir:
- Şimdiki zamanda üç şeyi aramayınız, zirâ bulamaz­sınız: İlmi, ameline mutabık olan âlim aramayınız, zirâ böyle birini bulamaz ve âlimsiz kalırsınız. Ameline muvafık ihlâsı bulunan bir âmil aramayınız, zirâ böylesini bulamaz ve amelsiz kalırsınız.Kusursuz dost aramayınız, zirâ böyle birini bulamaz ve dostsuz kalırsınız.
İlmin felâketi, onu unutmak ve terk edip amel etmemektir... İlim, ehli olmayana rivayet edilip öğretildi mi kaybolup gider... Böyle bir hareket ilmi zayi eder. Ehli olmayanların yanında oldukça hayra değil, şerre kullanılır... İnsanlığın faydasına değil, zararı için harcanır.
Dâvâmızın başı ve sonu, Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd etmektir.