www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

GÜZEL AHLAK 1

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

GÜZEL AHLAK   1
Güzellik bütün insanlarca sevilen ve beğenilen bir kavramdır. İçin­de güzellik olan her şey sevilip beğenildiği gibi, güzel huylar da bütün insanlarca sevilir ve beğenilir. Zira güzel şeyler, iyi ve güzel olduğu için sevilir, beğenilir. Bunun tersi düşünülemez. Güzel olan şeyler gözlere sürür, gönüllere huzur verir.
İyi bir insan olmanın yolu güzel ahlaka sahip olmaktan geçer. Bütün güzelliklerin kaynağı Allah Teala'dır. Allah Teala her şeyin güzelini sev­diği gibi, kullarına da güzel olan şeyleri sevmelerini, onları benimsemele­rini emretmiştir. Kur'an bu anlamda baştan sona güzelliklerle doludur ve orada insanlara her şeyin güzel olanları emredilmiştir. Bu bakımdan bü­tün güzel huyların kaynağı da Kur'an'dır. İslam ahlakı Kur'an'a dayanır. Kur'an vahiy yoluyla belirlenen davranışlar bütünüdür. Vahiy yoluyla belirlenen bu davranışlar bütünü ve güzel huylar bir insan şahsında top­lanarak insanlığa sunulmuştur, insanlığa örnek olmak üzere sunulan bu yüce insan Resul-i Ekrem Efendimizdir. Hak Teala en güzel şekilde yarat­tığı bu insanı ahlak bakımından da en güzel şekilde donatmış ve onun hakkında "Sen yüce bir ahlak üzeresin" buyurmuştur.Kalem (68), 4
Kur'an'ın bu ifadesi Efendimizin en güzel ahlaka, en güzel huylara sahip olduğunu tespit ve tescil etmiştir. Efendimizin kendisi de ayette belirtilen gerçeği tasdik ederek "Ben ahlaki prensipleri tamamlamak üzere gönderildim" buyurmuştur.Ahmed, II, 381
Onunla güzel ahlak tamamlanmış, onun şahsında insanlığa en güzel sözler söylenmiş, en güzel davranışlar sergilenmiştir. Onun sözleri sıradan bir söz olmadığı gibi, davranışları da sıradan bir davranış değildir. Aksine onun her sözü hikmetli, her davranışı değerlidir. Onun hayatı bu gözle okunmalı, yaşayışı bu çervevede değerlendirilmelidir.
Efendimizin bütün sözleri müminlerin birbirlerine karşı daha iyi davranmaları konusunda onlara görev yüklemektedir. Dolayısıyla is­lam'ın getirdiği ahlak anlayışı bir görev ahlakıdır. Her mümin üzerine düşen görevi yerine getirmekle mükelleftir. Dini hükümlerin ve emirle­rin insanlar tarafından benimsenip uygulanması durumunda islam ah­lakı hayata hakim olmaya başlar. İnsanların huylan iyileşip ahlakları güzelleşmeye başlayınca iyi birer müslüman haline gelirler. Dinin en büyük gayesi güzel ahlakın birey ve toplum hayatında yaşanmasını sağ­lamak ve böylece insanları dünya ve ahiret saadetine kavuşturmaktır. Zira Efendimizin beyanına göre mizanda güzel ahlakdan daha ağır ba­sacak bir şey yoktur. Mizanın ağır basmasmda etkili olabilecek hayırlı amellerin başında dünyada güzel ahlak sahibi olarak yaşamış olmak gelmektedir. Dünya ahiretin tarlası olduğundan bu dünyada iyilik ya­pan iyilikle karşılaşacaktır. İyi bir müslüman olabilmenin yolu da güzel ahlaka sahip olabilmektir. Efendimizin ifadesiyle en seçkin müminler, ahlak bakımından en güzel olanlardır. Ahmed, II, 193,467
Demek ki seçkin insan olmanın yolu güzel ahlaka sahip olmaktan geçmektedir. Güzel ahlaka sahip olamayanların halka yakın olmaları mümkün değildir. Nerede kaldı ki Hakk'a yakın olmaları mümkün ol­sun. Halkın sevip beğenmediği birini, Hak da sevip beğenmez. Halk Hakk'ın lisanı, onun yeryüzündeki şahitleridir. Halk nazarında makbul olmayan Hak katında da makbul olmaz. Bir insanda ahlak yoksa, onda insanlık da yok demektir. Hele hele seçkin ve mümtaz bir kişiliğe sahip olmasının hiç imkanı yoktur. Hak Teala ancak güzel olardan sever. Çir­kin ve kötü olan şeylerden nefret eder. Böyle birini yanma yaklaştırmak, seçkin kullan araşma almak şöyle dursun, kendisi sevmediği gibi melek­lerine, insanlara da sevdirmez. Ona ancak güzel davranışlarla, salih amellerle yaklaşılabilir, o şekilde nzası ve hoşnutluğu kazarulabilir.
Hak Teala son peygamberini en üstün ahlaka sahip olarak gönder­miş, onun şahsında neyi sevip neyi sevmediğini kullarına göstermiştir. İnsanlık tarihi içinde en güzel ahlak şüphesiz onun ahlakıdır. Onun ah­lakı baştan sona Kur'an ahlakıdır. Kur'an ahlakı onun şahsında temessül edip canlanmış, bir insan olarak vücud bulup yaşanmıştır. Güzel ahlakı en mükemmel şekilde yaşayarak ahlakın zirvesine çıkan yegane zat odur. Güzel ahlakın eksik ve noksan yönleri onun sayesinde tamam­lanmış, kemale ermiştir. Ahmed, II381
Gerçekten de öyle olmuş, o güzel ahlakın en güzel örneklerini yaşayarak bütün insanlığa göstermiştir.
İnsanlık onun sayesinde güzel ahlakı tanımış, yediden yetmişe herkes onun sayesinde güzel ahlakın ne olduğunu öğrenmiştir. O insanlara insan gibi davranmanın önemini anlatmış, bütün insanlara değer vermenin ehemmiyetini vurgulamıştır. O insanlığa alemlere rahmet olarak gönde­rildiğini en güzel şekilde göstermiş, insanlık tarihine yaşadığı hayatın ha­tıralarım altın harflerle yazılmasını sağlamıştır. Bütün insanlık bu anlam­da ona şükran borçludur. O rahmet ve şefkat peygamberidir. İnsanlık gü­zel ahlakın en güzel yansıması olan şefkat ve merhameti ondan öğrenmiş, sevmeyi sevilmeyi en güzel şekilde onun hayatında görmüştür.
İslam, onun ahlakı ile ahlaklanmaktan ibarettir. Onun ahlakını yaşa­yan ona yakın olur. Ona yakın olmanın sırrı budur. Kıyamet günü ona en yakın olanlar en güzel ahlaka sahip olanlar olacaktır. Buhârî, el-Edebü'1-müfred, s. 90
Onun dünyadaki en büyük hedefi güzel ahlakı insanlara Öğretmek, onu benimsetmek olmuş­tur. O bütün hayatı boyunca bunun için çalışmış, bu uğurda mücadele etmiştir. Güzel ahlaka sahip olanlar onun yolunu benimsemiş, onun izini takip etmiş olurlar. Resul-i Ekrem Efendimizin ahlakı Kur'an ahlakı, Kur'an da Allah kelamı olduğuna göre, onun üstünde hiç bir ahlak düşü­nülemez. İslam'ın bu yüce ahlakıyla ahlaklanabilmek için Efendimizin hayatını öğrenmek, onun sünnetini her yönüyle benimsemek gerekir.
Onun yolunu benimseyenlerin sahip olacakları en güzel özellikler­den biri kendi şahıslan için hiçbir zaman intikam almamak, af yoluna gitmektir. Bunu yapabilmek için büyük bir hoşgörüye, geniş bir gönle sahip olmak gerekir. Yaratılanı yaratandan dolayı sevmeyi, ondan dola­yı hoşgörüp affetmeyi gerektirir. Bu ise iman bakımından büyük bir ol­gunluk, güzel bir davranıştır. Günah olmadığı sürece affetmek, kolay olanı tercih etmek İslam ahlakının en önemli ilkelerindendir. Zira Efen­dimiz, muhayyer bırakıldığı iki iş arasında günah olmadığı sürece en kolay olanını seçerdi. Kolay olan iş günah olduğu zaman da ondan in­sanların en çok uzak kalanı olurdu. Allah Teala'nın emir ve yasaklan çiğnenmedikçe Efendimiz kendi nefsi için intikam almazdı. Ancak Allah Teala'nın emir ve yasakları çiğnendiği zaman intikam alırdı.
İnsanın intikam peşinde koşmaması, affedip bağışlaması insanlar arası ilişkileri seviyeli hale getirir, hayan güzelleştirir. İnsanın kendi nef­si için intikam almaması, affedip bağışlaması güzel ahlakın en önemli göstergelerinden biridir. Bunu ancak üstün ahlaka sahip olanlar yapabi­lir, bunu yapanlar ancak üstün ahlaka sahip olabilirler. Güzel ve üstün bir ahlaka sahip olanlar bundan dolayı yaratana şükretmelidirler. Allah Teala, insanlar arasında rızıkları bölüp taksim ettiği gibi, ahlaki özellik­leri de bölüp dağıtmış, herkese değişik huy ve kabiliyetler vermiştir. Al­lah Teala malı sevdiğine ve sevmediğine vermesine rağmen güzel ahlakı ancak sevdiği kişilere ihsan etmiştir. Gönlünde iyiliğe ve güzelliğe karşı bir meyil bulanlar bu nimetin değerini bümeli, en azmdan yaratıcı nezdinde iyi bir mevkide olduklarını düşünerek daha güzel ve daha iyi davranışlar sergilemeye gayret etmelidirler.
Güzel ahlaka sahip olmak dünya malına sahip olmaktan daha ha­yırlıdır. Dünya malı harcamakla biter tükenir. Ama güzel ahlak yaşan­makla bitip tükenmez. Güzel ahlak sahibi güzel davrandıkça, halk naza­rında itibarı arttığı gibi Hak katında da değeri ve kıymeti artar. Dünya malı fanidir, gelip geçicidir. Bugün zengin olan yarın fakir olabilir. Bek­lenmedik bir anda bütün serveti elden çıkabilir. Fakat güzel ahlak sahibi böyle bir tehlike ile karşılaşmaz. Kendinde güzel ahlakın gereği olan cömertlik ve fedakarlık gibi güzel huylar bulamayanlar,  düşmanla mücahededen korkan ve gecenin uykusuzluk verdiği gibi kendisine me­şakkat ve sıkıntı gelmesinden korkanlar gönüllerini Hakk'a açmalıdırlar. Onun bitmez tükenmez hazinelerini düşünerek bu kötü huylardan vaz­geçmeye, cömert ve fedakar olmaya çalışmalıdırlar. Tehlil, teşbih, tahmid ve tekbir getirmeli, bu zikirlere çokça devam etmelidirler." Zik­rin güzel ahlaka sahip olmada önemli bir yeri vardır. Hastaların ilaçla tedavi edilmeleri mümkün olduğu gibi kötü huylara mübtela olanların da zikir ve fikirle bir nebze olsun tedavi edilmeleri mümkündür.
İnsanların ahlakları, huy ve karakterleri birbirinden farklı olduğun­dan her karakterin tedavisi farklı, ilaçları değişik olacaktır. Üstün ahlaka sahip olanlar hayatlarını o şekilde devam ettirmelidirler. Üstün ahlak sahibi olamayanlar da işin ucunu bırakmamalı, güzel ahlaka sahip ola­bilmenin yollarını araştırmalı, bu hususta mücahede ve mücadele etme­lidirler. Malı harcamakta cimri olmak, düşmanla mücahededen kork­mak ve gece meşakkatinden sakınmak iyi özellikler değildir, Kendisinde bu olumsuz özellikler bulunanlar kınanır ve makbul kimselerden sayıl­mazlar. Bunlar bir çeşit kusur ve hastalıktırlar. Bu hallerini terk edeme­yenler manevi hastalıklarına şifa, dertlerine deva bulabilmeleri, onlar­dan kurtulabilmeleri için manalarını anlamak şartıyla evrad ve ezkara devam etmelidirler. Belki o sayede bu kötü huylarından kurtulup, güzel huylara sahip olabilirler.
Tehlil denilen lailaheillallah, Allah'dan başka ibadet edilecek hiç bir ilah olmadığına, yalnız ona ibadet edilip ondan yardım isteneceğine, dünyada ve ahirette sığınılacak yegane varlığın o olduğuna inanmak demektir. Bu şekilde inanan bir İnsana Allah Teala güven verir. Onu himayesine alır, korktuklarından emin, umduklarına nail eyler. Bu du­rumdaki bir mümin Allah'tan başkasından korkmaz. Alnı ak, başı dik olur. Yerenin yermesine aldırış etmediği gibi, övenin övmesine itibar etmez. Kişilik sahibi akıllı biri olur. Güzel ahlak ise baştan sona kişilik sahibi olmayı, Allah' tan başkasından korkmamayı gerektirir.
Tesbih anlamına gelen sübhanellah, Allah'ın noksan sıfatlardan beri ve yüce olduğuna, kemal sıfatları ile vasıflandığına, eşi benzeri olmadı­ğına, her şeyin onun kudret ve iradesiyle meydana geldiğine, öldüren ve diriltenin o olduğuna, mülk ve tasarrufunda ortağı bulunmadığına iman edip teslimiyet gösteren bir insanı Hak Teala sıkıntı ve üzüntülerinden kurtarır, korkularını giderir. Böyle bir insan izzet sahibi olur, zilletten kurtulur. Bu ise güzel ahlakın zirvesine çıkmak, vakar ve onur sahibi olmak demektir.                                                                            
Tahmid demek olan elhamdülillah her türlü nimetleri, yiyecek ve içecekleri kullarına ihsan ettiğine, bu bitip tükenmez ikram ve izzetine karşüık şükürde bulunmarun bir görev olduğuna kanaat getirmek de­mektir. Malı mülkü verenin de alanın da o olduğunu düşünen, bu ni metlere karşı şükrün yalnız dille yapılamayacağını anlayan, ibadetin varanda var olan maldan hayır yollarına ve fakir fukaraya harcanması gerektiğini bilen bir insana Hak Teala bu sorumluluğu karşısında onu cimrilik hastalığından kurtarır, ona vermeyi tasadduk etmeyi kolaylaştırır. Bu durumdaki bir insan cömert olur. Gönül zenginliğine ulaştığı gibi, zillet ve meskenet denilen başkasına el açma aşağılığından da kur­tulur. Böyle bir insan gerçek zenginliğe, kanaat denilen tok gözlülüğe ulaşmış olur ki bunlar güzel ahlakın vazgeçilmez unsurlarındandır.
Tekbir anlamına gelen Allahu Ekber, Allah'ın her şeyden büyük ve yüce olduğuna, hiç bir şeyin onun dengi ve benzeri olmadığına, onun azameti karşısında her şeyin küçülmeye ve yokluğa mahkum olduğuna ihlas ve samimiyetle inanan bir kula Hak Teala tevazu ve alçak gönüllü olmayı nasip eder. Ondan kibir ve gururu giderir. Tevazu ve alçak gö­nüllülük ise toprak gibi olmaktır. Orada iman ağacı yeşerdikçe yeşerir, ilim ve hikmet meyveleri olarak yemiş verir.
Bütün bu zikirler insandaki mevcut manevi hastalıkların giderilme­sine yardıma olur. Zira gönüller Allah'ı anmakla huzur ve sükunet bu­lur. Yalnız bunların lafız olarak söylenmesi, evrad ve ezkar olarak çe­kilmesi yeterli olmaz. Okunan virdlerin, çekilen teşbihlerin, yapılan zi­kirlerin gereğinin yerine getirilmesi gerekir. O zaman insan kötü huy­lardan arınır, güzel huylarla süslenir. Korkaklıktan kurtularak cesaret kazanmaya, cimrilikten sakınarak cömert davranmaya başlar hale gelir. Yapılacak tek şey bu konuda samimi olmak, yapılan duaların dilden gönüle, sözden öze inmesine dikkat etmektir, insan o zaman ahlak ba­kımından olgunlaşır, kişilik bakımından kemale erer. Asıl zenginlik bu­dur. Nitekim Efendimiz zenginliğin mal çokluğu ile değil, gerçek zen­ginliğin gönül zenginliği olduğuna işaret ederken bu gerçeği ifade bu­yurmuştur. Buhâri Rikâk 15; Müslim, Zekât 120; Tırmizî, Zühd 40; İbni Mâce, Zûhd 9
Gerçek anlamda gönlü zengin olan kişiler güzel ahlak sahibi olur­lar. Bir başka ifade ile güzel ahlak sahibi olanlar gerçek anlamda gönül zenginliğe ulaşanlardır. Zenginlik, muhtaç olmamak ve ihtiyaç göster­memek demektir. Olanca gücüyle dünya malını topladığı halde, yine huzur ve sükuna kavuşamayıp madde peşinde koşanlar, maddeye ihti yaç gösterenler elbette gerçek manada zengin değildirler. Bunlar bir çe­şit doymak bilmeyen dilenciler, madde perest kişilerdir. Tedavisi müm­kün olmayan bir illete müptela olmuşlar, amansız bir hastalığa yaka­lanmışlardır. Güzel ahlaka sahip olmak şöyle dursun, en kötü huylardan biri olan cimriliğe mübtela olmuşlar, onun bütün hayırlara engel olan pençesine yakalanmışlardır.
Diğer taraftan kimsenin malında mülkünde gözü olmayan, Allah'ın kendisine takdir ettiğine kanaat edip onun şükrünü eda etmeye çalışanlar, kendi el emeğiyle geçinip hayatını ikame ve idare ederek kendi yağı ile kavrulanlar, işte asıl zenginler bunlardır. Allah kafanda makbul olan ve onun rızasına uygun düşen zenginlik budur. Bu zenginlik gönül zenginliği, ahlak güzelliğidir. Bu zenginliği hırsızlar çalamaz, zalimler zorla alamazlar. Bu zenginlik beşikten mezara kadar kişiyle birliktedir. Ondan hiçbir zaman ayrılmaz. Böyle insanlar varlığa sevinmedikleri gibi, yokluğa da yerinmez­ler. Her halde şükreder, her yerde güzel davranışlar sergilerler.
Güzel ahlakın en güzel Örneği Resul-i Ekrem Efendimiz bu şekilde bir hayat sürmüş, ümmetine de böyle bir hayat sürmelerini tavsiye bu­yurmuştur. Güzel ahlak sahipleri gönül zenginliğine ulaşmış kimseler­dir. Onların bütün davranışları birbirinden güzeldir. Güzel ahlak sahibi olmanm gereği budur. Onlar insana insan gibi davranır, ona değer verir­ler. Nitekim Enes Efendimize on yıl hizmet ettiği halde Efendimiz ken­disine hiçbir zaman "öf" bile dememiş, yapmadığı bir iş için keşke onu yapmış olsaydı temennisinde bulunmadığını gibi, yaptığı bir iş için de neden onu öyle yaptığını sormamıştır. Buhârî, Savm 53, Menâkıb 23; Müslim, Fedâil
Efendimiz sadece Enes'e değil Enes gibi herkese güzel davranmış, her insana değer vermiştir. Yerine göre insanların ufak tefek hata ve ku­surlarını bağışlamış, onları incitecek, gönüllerini kıracak en küçük bir davranışta bulunmamıştır. Zira insanlara kızıp öfkelenmek, bağırıp ça­ğırmak gönül zenginliğine aykmdır. Başkalarım eleştirip onları incitmek bir çeşit onlardan beklenti içinde olmak demektir. Bu ise gönül zenginli­ği değil, gönül fakirliğidir. İhtiyaç içinde olmak, muhtaç duruma düş­mek demektir. Halbuki Efendimiz bu türlü ihtiyaçlardan müstağnidir, gönlü zengindir. Gönlü zengin olduğu için güzel ahlak sahibidir.
Efendimizin güzel ahlak sahibi, gönlü zengin bir insan olduğunu gösteren daha başka örnekler de vardır. Efendimiz merhametli bir in­sandı. Kendisine gelip ihtiyacını arzedene, yanında varsa verir, vere­mezse eli boş çevirmezdi. Kendisinden bir şey istendiği zaman "Hayır!" dediği hiç görülmemişti. Ahmed, I, 168, 272
İsteyene vaadde bulunur, başka bir zaman ve­receğini söyleyerek muhatabın gönlünü alırdı. Soru sorana cevap verir, isteğini yerine getirirdi. Bir gün namaz için ikamet getirilmişti. Kendisi­ne bir bedevi geldi ve elbisesinden tutarak görülecek bir işi olduğunu, ondan az bir şey kaldığım, namaz sonrasına kalırsa unutabileceğin! söy­ledi. Bunun üzerine Efendimiz adamın işini bitirinceye kadar onunla birlikte ayakta durdu. Sonra dönüp namazım kıldırdı.
Halkın hizmeti­ni görmekle sorumlu olanların onlara bugün gidip yarın gelmelerini söyleyerek başlarından atmaları, olur olmaz insanlara engel çıkararak onları oyalayıp durmaları güzel ahlakla bağdaşmadığı gibi Efendimizin ahlakıyla da asla bağdaşmaz. Onun ümmeti olanlar böyle yanlışlardan uzak durmak, halka hizmeti Hakk'a hizmet bümek zorundadır.
Efendimiz bütün insanlara karşı her zaman şefkatli ve merhametli idi. Başkalarına bu kadar değer vermek, onlara zaman ayırıp sorunlarım sabırla dinlemek ancak gönlü zengin güzel ahlak sahiplerine müyesser olur. Bir şey istemek veya bir ihtiyacım karşılamak üzere kendisine baş vuranların işini hemen görmeye çalışmak, görme imkanı yoksa geleni ümidi kırılmış bir durumda geri göndermemek, başka bir zaman işini görebileceğini söyleyerek vaadde bulunmak büyük bir fazilettir. Bu du­rumda olan insanlar ahlak bakımından olgunluğa ermiş kişilerdir. Diğer taraftan görgüsü az, kaba saba insanlara karşı kızmamak, bÖylelerinin namaz öncesi dahi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmak üstün ahlakın en güzel örneklerinden sadece birisidir.
Efendimizin yakınında yaşayanlar insanların geneli de böyle gönlü zengin, cömert insanlardı. Hanımları içinde eşi Aişe ve baldızı Es­ma'dan daha cömert kimse yoktu, ikisinin de cömertlikleri bir başka idi. Aişe halka verebileceği hediyeleri biriktirir, ne zaman ki yanında toplu hale gelirse o zaman onu ihtiyaç sahiplerine gönderirdi. Esma ise
yanında hiç bir şey tutmazdı. Gün içinde hemen dağıtır, fakir fukaraya gönderip ertesi güne bir şey bırakmazdı. Güzel ahlakın en önemli belirti­lerinden biri olan cömertlik onların kişiliklerinin bir parçası idi. Fakir fu­karaya tasaddukta bulunmak, kimsesiz biçarelere yardım etmek güzel ah­lakın olmazsa olmalarındandır. Güzel ahlakla cimrilik bir arada bulun­maz. Biri varsa diğeri yoktur, Sirkenin balı bozduğu gibi, cimrilik güzel ahlakı bozar. Cömertlik güzel ahlakı ayakta tutan kemiklerinden biridir. Onsuz güzel ahlak olmaz. Güzel ahlak cömertlikle ayakta durur, onunla güzellik kazanır. Güzel ahlak sahipleri asla cimri ve pinti olmazlar. Zira Allah Teala cömerttir ve cömertleri sever. Onlar Allah'ın sevgisini kaza­nabilmek için cömert davranırlar, cömertleri kendilerine örnek alırlar.   
Aişe bir miktar topladığı erzakı, ihtiyaç sahiplerine bölmek su­retiyle üzerine düşen görevi yapmış, böylece cömertliğini göstermiştir. Esma da eline geçeni ertesi güne bırakmaksızın muhtaçlara dağıt­mak suretiyle hem görevini yapmış, hem de Allah'a tevekkül ve teslimi­yetin en güzel örneğini sergilemiştir. Bunda zamanıyla Efendimizin bal­dızı Esma'ya hitaben fakirlere infak edip malı hesap etmemesini, yoksa Allah'ın madı. Güneş batınca yemek hazırlaması için hizmetçisini çağırdığında hizmetçisi iftar yemeği olarak ona ekmek ve zeytinyağı getirdi. Hizmet­çinin taksim ettiği maldan bir dirhem ayırmış olsaydı onunla et satın alıp iftarda sofraya getirebileceğini söylemesi üzerine Aişe ona ken­disine zorluk çıkarmamasını, daha önce hatırlatsaydı dediğini kabul edeceğini söyledi. Yine bir başka defasında da baş örtüsüne sardığı yet­miş bin dirhemi dağıtması onun cömertliğini gösteren bir başka örnek olarak tarihe geçmiştir.      
Nefsin böyle cömertliğe ve gönül zenginliğine alıştırılmış olması İs­lam ahlakının gereğidir. Havanda su dövülmediği gibi, cimrilikle de gü­zel ahlak kazanılmaz. Ne var ki cömertlik kolay bir şey değildir, insanlar arasında Aişe gibi cömert olanlar azdır. İnsanların çoğu pinti ve cimridir. Malı mülkü biriktirmeyi, üst üste koyup yükseltmeyi daha çok sever. Hele hele Aişe'nin yaptığım yapabilenler yok denecek dere­cede azdır.
Cömertlik güzel bir huydur. Cömert olanlar sevilir. Cimrilik de kötü bir huydur. Bunun için de cimri olanlar sevilmez. Sevilmeyen bir huy müminde bulunmamalıdır. Zira cimrilikle iman bir müminin kalbinde toplanmaz. Cimrilik, kötü huyların başında gelir. Cimriliği aşırılığa va­ran kimse, helal haram ayırt etmez, zekat vermez, hayır ve hasenata koş­maz, açları doyurmaz, muhtaçları giydirmez. Bütün derdi para biriktir­mek, mal toplamaktır. Bu duruma düşenin kalbinde iman barınmaz. Cim­rilik öyle kötü bir hastalıktır ki mümin ondan aslandan kaçar gibi kaçmak, o derde yakalanmamak zorundadır. Müminde bulunmaması gereken iki kötü huy vardır ki bunlardan biri cimrilik, diğeri de kötü ahlaktır.
Olgun bir müminde bu kötü huylar bulunmamalıdır. Cimrilik öyle kötü bir illettir ki sahibinin huyunu da bozar. Onu kötü ahlak sahibi ya­par, dünyaya karşı hırsını artırır da kendisini iyice yoldan çıkarır. Hal­buki müminin kalbi geniş ve rahat olmalı, orada cimrilik barınmamalıdır. Kalpte cimrilik olmayınca cömertlik olur, cömertlik de insanı güzel ahlak sahibi yapar. Bir insanda cimrilik hastalığı varsa, o hastalığından şife bulabilmesi için Cenab-ı Hakk'a dua etmeli, kendisini bu kötü hastada kendisine verirken hesab edeceğini, malı biriktirip sayma­masını, yoksa Allah'ın da ona verirken biriktirip sayacağım söylemiş olması da onun bu şekilde davranmasına etkili olmuş olabilir.
Toplanan bir malın tamamını vermek, ele geçeni vermekten daha zordur. Fazla malın tamamım vermek, sahip olunan az malın tamamını vermekten nefse daha ağır gelir. Amellerin makbulü de daha zahmetli ve daha güç olan olduğuna göre Aişe'nin tutumunun Esma'nm tutumundan daha üstün olduğu söylenebilir. Ama her ikisinin de tutum­ları güzel ahlakın, cömertlik ve tasaddukun birer örneğini teşkil etmekte­dir. Bundan dolayı her ikisi de güzel birer örnektir ve müslürnanlara ibret olacak niteliktedir.
Aişe'nin cömertliği yalnız bununla sınırlı değildir. Yeğeni olan Abdullah İbni Zübeyr kendi hilafeti döneminde ona iki çuval dolusu mal ve yüzseksenbin dirhem para göndermişti. O gün Aişe oruçlu idi. Bundan dolayı kendisine gönderilen bu malı ve parayı gün içinde insanlara dağıtıp bitirdi. Akşam olunca, yanında bir dirhem dahi kal lıktan kurtarması için göz yaşı dökmelidir. Zira o öyle kötü bir hastalık­tır ki insanı toplum içinde küçük düşürür, değersiz hale getirir.
Kötü olan her huy böyledir. Sahibine zarar verdiği gibi başkalarına da zarar verir. Yaratılıştan gelen bazı kötü huyların tedavisi gerçekten zordur. Bunu kabul etmek gerekir. Nitekim Abdullah İbni Mesud'un yanında oturan bazı kişiler bir adamın ahlakından bahsettiler. Abdullah onlara adamın organlarının birer birer kesilmesi halinde o organlarının tekrar yerine gelip gelmeyeceğini sordu. Onlar gelmeyeceğini söyleyince Abdullah o halde o kişinin tabiatının değişmedikçe ahlakının da değiş­meyeceğini söyledi." Burada ahlakın değişmesinin zor olduğu ifade edilmekle birlikte büsbütün imkansız olduğu ifade edilmek istenmemiş­tir. Öyle olsa dini tekliflerin bir manası kalmazdı. İnsanın yakalandığı bir hastalığı tamamen tedavi etmesi mümkün olmazsa da onu zararsız hale getirmesi veya biraz olsun iyileştirmesi mümkün olabilir. Hayat bir mücadele süreci olduğuna göre bu mücadelede azimli ve kararlı olmak gerekir. Olaylar karşısında eli kolu bağlı durmak acziyetten başka bir şey değildir. Mümine aciz olmak yakışmaz. Hakk'ın verdiği aklı onun yolunda kullanmak, her şeyin en iyisini yapmaya çalışmak gerekir.
İnsanın huyları yaratılıştan gelmekle birlikte bu huyları biraz olsun geliştirip güzelleştirmesi kendi elindedir. Fıtratında cimrilik olan biri bu hastalığının tedavisi için dua ve niyazın yanında, cömert insanların ha­yat hikayelerini okumak, vermenin faziletine inanmak suretiyle biraz ol­sun kendini vermeye zorlayarak da tedavi etmeye çalışmalıdır. Aksi takdirde hiçbir hastalık durup dururken iyi olmadığı gibi, sahibi de şifa bulmaz. Nefis bineği kendi kendine uslanmaz. Onu zorlamak, itaata alıştırmak lazımdır. Nefsin hile ve tuzaklarını iyi tespit edip onlara karşı tedbir almak, akıllı davranıp ona mağlup olmamak gerekir. Eğer bu uğurda biraz olsun yol alınır, mesafe katedilirse bu gayret pek çok nafile ibadetten daha hayırlı hale gelir, insan güzel ahlakı sayesinde geceyi ibadetle geçirenlerin derecesine ulaşabilir.
Gece ibadetinin fazileti elbetteki büyüktür. O peygamberlerin sün­neti, salihlerin adetidir. Ama her insanın gece ibadetine kalkması, seher vakitlerinde uyanık bulunarak teheccüd namazı kılması mümkün olma­yabilir. Hayatın yükü ağırdır. İnsanlar nice çile ve ızdıraplar içinde ya­şama mücadelesi vermekte, sıkıntı ve meşakkatlere göğüs gererek haya­ta tutunmaya çalışmaktadır. Her zaman istenilen ibadetlere vakit ayıra-mayabilirler. Ama güzel bir ahlaka sahip olmak suretiyle nafile ibadetle­rin açığını kapatmak mümkün olabilir. Allah'a saygı duyan, onun kulla­rına şefkat ve merhamet nazarıyla bakan, kimseyi incitmeyen, kimseye zarar vermeyen, özü sözü birbirine uyan, kendi halinde yaşayan insan­ların bu yaptıkları güzel bir davranıştır. Bu davramş Yüce Mevla naza­rında itibar görür. Güzel ahlaka sahip olmak bu bakımdan son derece önemlidir ve Allah katında değerlidir. Gece ibadetine kalkamayanlar en azından güzel ahlak sahibi olmaya çalışmak suretiyle gece ibadetinin ec­rini kazanmaya gayret etmelidirler. Güzel ahlak insana böylesine büyük yarar sağlar. Hele hele güzel ahlakla birlikte bir de ilim olursa kişi o za­man daha da değer kazanır. Efendimiz bu hususa işaret ederken İslam bakımından en hayırlı insanların bilgili oldukları takdirde ahlak bakı­mından da en güzel kişiler olduklarını söylemiştir.
İlim rütbelerin en büyüğü, güzel ahlak da şereflerin en yükseğidir. Bir insanda bu iki güzel hasletin ikisi de bir araya geldiği zaman o insan en hayırlı, en faziletli bir insan haline gelir. İlim kişinin söz ve davranışla­rını güzele ve iyiye doğru yönlendirir. Söz ve davranışları güzel olan, ya­ratıcının emrine uyan, insani ölçüler içinde yaşayan bir insanın üstün bir kişiliğe sahip olacağında hiç şüphe yoktur. Her şeyin bir kıvamı olduğu gibi, insanın kıvamı da ilim ve güzel ahlakladır. Tabir caizse ilim iç güzel­liği, ahlak da dış güzelliğidir. İnsan zahiri ile batını ile dışı ile içi ile belli bir kıvama ulaştığı zaman kemale ermiş, olgunlaşmış olur. Bu ise büyük bir meziyet, büyük bir fazilettir. Allah katında kişiyi değerli hale getiren üstün hasletlerdir. Allah kişilerin şekillerine ve kalıplarına değil, gönülle­rine ve kalplerine bakar, ilahi nazargah kulun kalbidir. Hak Teala oraya nazar eder. Kendi rızasına uygun niyetler taşındığını, kendi hoşnutluğu­nu kazandıracak ameller yapıldığını gördüğü zaman oraya nazar eder. Padişahlar mamur olan hanelere konarlar. Hak Teala da mamur olan gö­nüllere, güzel ahlak sahibi müminlerin kalplerine tecelli eder.
ilim ve güzel ahlak bakımından sahabe-i kiramın dinde ayrı bir yeri vardır. Onlar ilim bakımından da ahlak bakımından da değerli insanlar­dı. Bunda hiç şüphe yoktur. Bazı istisnai siyasi mücadeleler öne sürüle­rek bu durumun göz ardı edilmesi doğru değildir. Hüküm genele göre verilir ve istisnai durumlar bu genel hükmü değiştiremez. Onların ilim bakımından üstün yerlerine, ahlak bakımından güzel örneklerine tarihi rivayetler şahitlik etmektedir. Nitekim Zeyd Ibni Sabit'in azadlı kölesi insanlarla oturduğu zaman, Zeyd'den daha vakarlısını ve ondan hür­metkarını, evinde de ondan daha hoş sohbet bir kimseyi görmediğini söyleyerek bu duruma işaret etmiştir. Zeyd ibni Sabit'in azadlısı olan kişi onun güzel ahlakına vakıf olmuş, onun gerek evindeki hal ve hare­ketlerine, gerekse dışarıdaki tutum ve davranışlarına yalandan şahit ol­muştur. Bu bakımdan Zeyd'in güzel meziyetlerini ve üitün hallerini di­ğer müslumanlara haber vermiştir. Bu konudaki örnekler yalnız onunla sınırlı değildir. Onun dışında daha yüzlerce güzel örnekler hadis kitap­larında zikredilmiş, müslümanlara İbret olacak bir çok bilgiler sonraki nesillere nakledilmiştir.
Müslümanlık baştan sona güzel ahlaktır. Allah Teala'nın en son dini olan islam bütün güzelliklerin kaynağı, her türlü faziletlerin menbaıdır. O güzelliklerden ve üstün hallerden biri insanlara kolaylık göstermektir. Nitekim Efendimize dinlerin hangisinin Allah Teala'ya daha sevgili ol­duğu sorulduğunda Efendimiz kolay olan dosdoğru din olduğunu ifade buyurmuşlardır ki o din de islam dininden başkası değildir.
İslam dini her mükellefin rahatlıkla yapabileceği hükümleri, ahlaki kural ve kaideleri ihtiva eder. Bu hüküm ve kuralların her zaman ve mekanda uygulanması mümkündür. Bu bakımdan Allah katında en sevgili din İslam'dır. İslam'da her insanın yapabileceği ölçüde kolay hü­kümler, özlü ahlaki ilkeler mevcuttur. Bu sevgili ve güzel dini yaşayan­lar en güzel ahlaka, en mükemmel kişiliğe sahip olurlar.
Mümin güzel ahlaka sahip olduğu zaman başka şeyler için çok fazla teessüf etmemelidir. Nitekim Abdullah İbni Amr dört hasletin bir in­sanda olması halinde o insanın hiçbir şeye üzülmemesi gerektiğini söylemistir ki bu dört hasletin başında güzel ahlak gelmektedir. Bir insan güzel ahlaka sahip oldu mu ardından diğer üç şey olan helal lokmaya, doğru söze, emanet duygusuna da sahip olur. Zira güzel ahlak bunları de peşinden getirir ve sahibini her türlü üstün meziyet ve faziletlerle donatır hale gelir.
İnsanın hayatını devam ettirebilecek ve vazifelerini yerine getire­bilecek kadar lokmaya ve geçim imkanlarına sahip olması, onun yaşama hakkıdır ve bunları kazanmak için çalışmak zorundadır. Meşru yollar­dan elde edilen kazançlar insanı azgınlığa ve cimriliğe sevketmez de or­ta bir hayat yolunu tutar ve haramlardan sakınırsa, bu davranışlar da güzel hasletlerden biri olur. Fazlasına, azgınlığa ve günaha götüren im­kanların bulunmayışı insana zarar vermez, aksine yarar sağlar.
Doğru söz söylemek, yalandan sakınmak da güzel huylardan biridir. Bu tür hareketler insanı selamete ve saadete götürür. Bu haslete sahip olan, diğer bazı hasletlerden mahrum da olsa kendisine fazla bir zararı olmaz. Emaneti korumak, hak sahibine hakkını vermek ve her şeyi yerli yerine koymak, emaneti gözetmektir. Buna göre emanet iki kısımdır.
Birincisi Allah'ın emaneti ki, onun emirlerini gözetmek ve gereğini yerine getirmek demektir. Bunu yerine getirmeyen Allah'ın emanetine ihanet etmiş olur. Allah'ın emaneti olan ve bu dini kabul edip tahriften ve tebdilden korumak ve onu üstün kılmak için çalışmak, yaymak ve uygulamak, bu emaneti gözetmek olur.
İkincisi insanların emaneti ki, herkesi ehliyet ve kabiliyetlerine göre görevlendirmek, insanlara sahip oldukları haklarını vermek, emanet bıra­kılan mal ve söz gibi şeyleri koruyup zarar vermeden muhafaza etmek, insanlar arasında gözetilmesi gereken emanetlerdir. Bunları en güzel şe­kilde ifa eden kimse güzel hasletlere, iyi özelliklere sahip olmuş demektir. Ona başka şeylerin zararı dokunmaz. İnsanın bütün organları da kendisi­ne verilen emanetlerdir. Bunların hepsini yerli yerinde, hayır işlerinde ve helal yollarda kullanmakla sorumludur. Organlarım meşru ve mubah yol­larda kullanmayanlar emanete hiyanet etmiş olurlar. Bu emanetlerin hak­kım verenler sorumluluktan kurtulur, güzel ahlak sahibi olurlar.
İnsan kendisine ve organlarına sahip olamazsa, güzel ahlak sahibi olamaz. Zira organlarına hakim olamayan ona mahkum olur. Mahku­miyet ise insana izzet değil zillet getirir. Onlara vezir olup idare edeme­yen rezil olur. Nitekim bir defasında Efendimiz ashabına insanı en çok cehenneme sokan şeyin ne olduğunu sordu. Ashabın Allah ve resulü­nün daha iyi bildiğini söylemeleri üzerine Efendimiz onlara cevap ola­rak insanı en çok cehenneme sokan şeyin iki boşluk olduğunu, bunlar­dan birinin cinsel organ diğerinin de ağız olduğunu söyledi. Ardından insanı en çok cennete sokan şeyin ne olduğunu sordu. Buna cevap ola­rak da bunların "Allah'dan korkmak ve güzel ahlak sahibi olmak" oldu­ğunu haber verdi.
İnsana emanet edilen iki organ vardır ki bu iki organ iyi gözetilmediği, Allah'ın emrine uygun kullanılmadığı zaman inşam felakete götü­rür. İnsanların genellikle dünya ve ahirette helake sürüklenmeleri bu iki organ yüzünden olur. Bu iki organdan biri ağız, yani dildir. İnsanlar arasında fitne ve fesada yol açan, yeryüzünde ilişkileri bozan, insanları birbirine düşüren hep bu dildir.
İkincisi, cinsel organdır. Bunu korumamak, şunun bunun namusu­na göz dikmek, meşru olmayan ilişkilere girmek, şehvet peşinde koşmak insanı perişan eder. Böyle haramları irtikap etmek, aile düzenini bozar, toplum hayatını darmadağın eder. Nefsine ve diline hakim olamayanlar her zaman zarara uğrar, rezil olurlar. Cehennemi doldurur, orada mah­volurlar. Güzel ahlak olmazsa insan böyle perişan olur, ebedi hayatında da kahrolur gider. Demek ki güzel ahlaka sahip olmanın temel şartla­rından biri de dil ile cinsel organa sahip olmaktır.
İnsanları cehennemden kurtarıp cennete götüren en önemli özellik­lerin başında güzel ahlak gelir. Müminlerin çoğu takvalarından ve güzel ahlaka sahip olmalarından dolayı cennete girmeyi hak ederler. Allah'ın emirlerini yerine getiren, yasaklarından korunan, yalnız Allah'dan kor­kan kimseler takva sahibi olurlar. Takva sahibi oldu mu güzel ahlak sa­hibi de olur. Zira güzel ahlak takvanın meyvesidir. Bu iki haslet en makbul ve en güzel hasletlerdir, insanların çoğu bu iki haslet yüzünden cennete girerler. Buna göre takva ve güzel ahlak insanı cennete götüren en önemli iki özelliktir.
Ümmetin ileri gelenleri bu iki güzel özelliğe veya en azından birine sahip olmanın yolunu aramışlardır. Nitekim Ümmü'd-Derda'nın anlat­tığına göre bir gece kocası Ebu'd-Derda kalktı ve namaz kıldı. Sonra ağ­lamaya başladı ve sabah oluncaya kadar "Allahım! Yaratılışımı güzel yaptın, ahlakımı da güzelleştir diye dua etti. Ümmü'd-Derda kocasına geceden beri yalnız güzel ahlak için dua ettiğini haber verince Ebu'd-Derda müslüman bir kulun ahlakı güzel olduğu takdirde güzel ahlakın onu cennete götüreceğini, ahlakı kötü olursa kötü ahlakın da onu ce­henneme sokacağını söyledi. Bunun için güzel ahlakın yeri dinde bir başkadır. Nitekim bir hac sırasında değişik bölgelerden gelen kalabalık bedeviler Resul-i Ekrem Efendimize gelerek kendisine bazı sorular sor­dular. Bu sorular arasında insana ihsan edilen en hayırlı şeyin ne oldu­ğunu sordular. Onların bu sorusuna Efendimiz insana ihsan edilen en hayırlı şeyin ''Güzel ahlak" olduğunu söyleyerek cevap verdi.
İnsana verilen şeylerin en hayırlısı hiç şüphesiz güzel ahlaktır, insa­nı cennete götüren, ebedi kurtuluşa vesile olan ameller içinde ondan da­ha hayırlı bir amel yoktur. Nasıl hayırlı bir amel olsun ki cömertlik gibi en faziletli özellikler güzel ahlakın içinde yer almaktadır. En hayırlı, en güzel ahlaklı insanlar hep cömert olmuşlar, cömertlik güzel ahlakla, gü­zel ahlak cömertlikle neredeyse eşdeğer hale gelerek bir bütün olmuş­lardır. Nitekim en hayırlı ve en güzel ahlak sahibi insan olan Resul-i Ek­rem Efendimiz cömertlik ve sehada bir başka idi. Efendimiz hayır işle­mekte insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu zaman da ramazan ayında Cibril'le karşılaştığı vakitti. Cibril ramazanda her gece onunla karşılaşır, Kur'an'ı ona arzederdi. Efendimiz Cibril'le karşılaştığı zaman hayır işlemekte sürekli esen rüzgar gibi olurdu.
Efendimiz güzel ahlakın her çeşidini kendisinde toplayan müstesna bir insandı. İnsanların en cömerdi idi. Her zaman cömert olmakla birlik­te sevdikleriyle karşılaştığı zaman bu cömertliği daha da artar, adeta ar­dı arkası kesilmeyen rüzgarlar gibi devamlılık gösterirdi. Ramazan ayı­nın feyiz ve bereketiyle daha da cömert hale gelirdi. Cibril'le karşılaş­manın ve ona ilahi kelamı arzetmenin manevi zevki sayesinde bu cö mertlik bir çağlayan gibi coşardı. Efendimizin cömertliği, bu mülakatlar zamanında devamlı esen rahmet rüzgarlarına benzetilmesiyle onun ke­rem ve ihsanının bolluğu ve genişliği hatta rüzgarın bereketinden daha ileri olduğu anlatılmış olmaktadır. Devamlı hareket halinde olan rüzga­rın çeşitli bölgelere bereket götürmesi, her tarafı kısa zamanda fayda­landırması, rüzgarsız bulutların yağmurundan çok daha bereketlidir. Onun için Resul-i Ekrem'in mülakat esnasındaki cömertliği, bu geniş ve bol rahmete vesile olan devamlı rüzgara benzetilmiştir.
Güzel ahlak böylesine güzel ve hayırlı bir nimettir. O baştan sona iyilik ve faziletlerde doludur. Onun kendisi başlıbaşına bir iyiliktir. Ni­tekim Resul-i Ekrem Efendimize iyiliğin ne olduğu sorulduğu zaman Efendimiz iyiliğin güzel ahlak olduğunu söylemiştir.
İyilik, ahlakın her çeşit güzelliklerini içine alan bir kavramdır. Gö­nül ondan huzur duyar, mutlu olur. Sevinir, rahatlar. Kimseden gocun­maz, rahatsız olmaz. Zira onda feyiz ve bereket, hikmet ve fazilet vardır. Güneş gibi berrak ve aşikardır. Etrafa ışık ve nur saçar. Yapılması insana haz verir, gönlü iman ve ilahi nurla doldurur. Günah ise böyle değildir. Çünkü o güzel ahlak sınırlarının dışındadır. O yüz karası, boş belasıdır. İnsanın nefsini gıcıklar, kalbini sıkar, işleyip işlememekte tereddüt ve şüphe uyandırır, Utanç duyulacak, nefret edilecek şeydir. İnsan onun farkına varılmasından rahatsız olur, hoşlanmaz. Kalbi böyle kötülüklerle doldurmaktan, gönlü kirletip bulandırmaktan uzak durmak gerekir. Güzel davranışlar varken, çirkinlere bulaşmamak lazımdır. Mümine her şeyin güzeli yakışır. Çünkü inandığı yüce yaratıcı güreldir, güzeli sever. Çirkinden nefret eder. Mümin de güzel olmalı, güzel ahlaka sahip olmaya çalışmalıdır.
Cimrilik ne kadar kötü ise, aşın derece mal harcamak, saçıp savur­mak, israf edip dağıtmak da güzel ahlaka aykırıdır. Nitekim Resul-i Ek­rem dedi kodudan, mal israfından, lüzumsuz çok soru sormaktan, hayra engel olup hakkı olmayan şeyi istemekten, annelere isyan etmekten, kız çocukları diri diri gömmekten menederdi. Burada yasaklanan bu şeylerin hiçbirisinin güzel ahlakla yakından uzaktan ilgisi yoktur. Bu huyların hep­si, kötü huydur ve bir müminde bulunmaması gereken özelliklerdendir.
Dedikodu ki, boşu boşuna ve lüzumsuz konuşmaktır. Eğer müslümanları çekiştirmek ve aleyhlerinde konuşmak tarzında olursa, bunun günahı daha büyüktür. Her ne olursa olsun, boşuna ve faydasız konuşmaları Efendimiz yasaklamıştır. Ya hayırlı şey konuşmalı, yahut susmalıdır. Dedikoduya alışmak, tembelliğe ve laubaliliğe sebep olduğu gibi, toplumun ahlakının bozulmasına da yol açar.
İsraf güzel ahlaka aykırıdır. Malı Allah yolu dışında harcamak, ha­ram içlerde kullanmak, ölçüsüz harcamak, saçıp savurmak hepsi malı zayi ermek demektir. Hatta aklı başında olmayan ve malı kullanamayan birine mal vermek, koruyamayacak bir kimseye emanet etmek yine is­raftır ve malı zayi etmek anlamına gelir. İslam'ın ölçülerine bağlı olarak yerli yerince malı esirgemeyip harcamak, Allah'ın emirlerine itaat olur ve mümin bundan dolayı sevab kazanır. Bunun aksine hareket etmek vebal olur. Zaruri ihtiyaçları dışında alabildiğine lükf hayat peşine ko­şarı, Allah yolunda harcamaları unutan, sırf nefsani arzularını tatmin için yüzbinleri harcayanlar, elbette israfın ve mal zayiatının en kötü örneklerini vermektedirler, Böyle hareketler toplumu felakete sürükler, anarşi doğurur, ferdler arasındaki kardeşlik bağlarını koparır,
Çok soru sormak da güzel ahlakla bağdaşmaz, Zaruret olmadıkça bir şeyi (azla irdeleyip gereksiz derinleştirmek doğru değildir, islam'da her şey açıktır/ hükümleri bellidir, Bu hükümler içinde kolay olan tercih edilir. insanları zora sokan, onlara külfet veren sebeplerden biri de çok toru sormaktır, Çok toru sormak, sorumluluğu artırır, insanların hayat alanını daraltır. Ayrıca boşuna vakit kaybına da sebep olur, öyle iae yerli yerince konuşmak, gereksiz söz söylernemek gerekir, Sözün hayırlısı az ve öz olandır. Fazla mal göz çıkarmaz belki ama fazla söz usanç, getirir,
Annelere itaat etmemek de güzel ahlaka tersdir, Onlara asi olmak, isyan etmek haramdır, Burada yalnız annelerin zikredilmesi, onların Öneminden kaynaklanmaktadır. Anneler çabuk kırılır, çabuk hiddetle­nir. Onların çocuklar Üzerinde bokları daha fazladır. Bu hükme babalar da dahildir, Aynı şekilde babalara da itaat vacibdir
Cimrilik ve israf her ikisi de kötü huydur. Güzel ahlak sahipleri bu ikisinden de uzak dururlar Onların harcamaları ölçülüdür, insanların menfaatinedir. Onlar hiçbir şeyi boşa harcamaz, kimseyi boş çevirmez ler. Nitekim Efendimizin ahlakı böyle İdi. O kendisinden bir şey İstenil­diği de asla yok demezdi.
Nimet güzel ahlaka sahip imanların elinde bulunduğu zaman in­sanlara rahmet ve bereket kaynağı olur. İyi bir insanın elinde mal bir nimettir. Nitekim bir defasında Efendimiz Amr ibni As'a haber gönde­rip elbisesini ve silahını kuşanıp kendisine gelmesini emretmişti. Amr da emrin gereğini yerine getirerek yanına geldiğinde Efendimiz abdest alıyordu. Gözünü kaldırdı, sonra aşağı indirdi. Sonra onu cihad için or­dunun başında göndermek istediğim, böylece Allah Teala'nın ona ga­nimet ihsan edeceğini, kendisinin de ona topluca mal vereceğini söyledi. Fakat Amr mala rağbet ederek mal hırsıyla müslüman olmadığını, ancak Allah'ın Resulü ile birlikte olmak için müslüman olup İslam'a rağbet et­tiğini söyledi. Bunun üzerine Efendimiz ona "Ey Amr! İyi kimse için ha­yırlı mal ne güzeldir" buyurdu.
Meşru ve mubah yollardan kazanılan mal, hayırlı maldır. Cihad farz bir ibadet olduğundan sevabı büyük olduğu gibi, savaşta elde edi­len ganimet mallan da kazançların en temizlerindendir. Bu yoldan ka­zanılan mallar hayırlı mallardır. Bu hayırlı mal, iyi kimselerin eline ge­çerse değeri bir kat daha artmış olur. Çünkü iyi kimseler, malı değerlen­direrek Allah yolunda harcarlar. Müslümanların yararına kullanır, ha­yırlı kurumlara sarfederler. Amr ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden biri olduğu için, onun eline geçecek ganimet malı hayra vesile olacak, kendi­sine sevap kazandırdığı gibi; insanlara da faydalı olacaktır. Demek ki iyi insan elinde mal hayır vesilesi, saadet sebebidir.
Günlük yiyeceği bulunmayan başkasına muhtaç olan kimsenin izze­ti olmaz. Kendisini onurlu hissedemeyeceği gibi kişiliği de zedelenir. Güzel ahlaka sahip olma hakkını kaybeder. Alan elde zillet olacağı için kendini zelil ve değersiz görür. Halbuki iman zilleti götürmez. O ancak izzeti kabul eder. Bunun için kimseye muhtaç olmamak, kendi kendine yeterli olmak gerekir. Bu konuda Efendimiz malı ve canı konusunda güven içinde olan, sağlığı yerinde olduğu halde günlük yiyeceği de ya­nında bulunan kişiye dünyanın bütün nimetlerinin verilmiş gibi oldu­ğunu ifade buyurmuştur.
Emanete dikkat, imanın gereğidir. Kadere rıza, iman bakımından olgunluğun, her şeyi Hak'tan bilmenin sonucudur. Emanet, verilen gö­revleri hakkıyla yerine getirmek, onları koruyup tebliğ etmek demektir. Bunları yapmamak hıyanettir. Peygamberler başta emanet sıfatı ile va­sıflanmış olarak tebliğ görevine başlamışlardır, imanla emniyet kelimesi aynı kökten türeyen kelimelerdir. Aralarında sıkı bir ilişki vardır.
İslam'ın gayesi güzel ahlakı gerçekleştirmek ve yaşatmaktan ibaret­tir. Güzel ahlakın toplum içinde yaşanılır hale gelmesiyle yalnız dünya saadeti değil, aynı zamanda ebedi olan ahiret saadeti de kazanılmış olur. İnsan hayatında huzurunu kaçıran pek çok olaylarla karşılaşabilir. Böyle olaylar karşısında endişeye ve korkuya kapılmadan güven ve itminan içinde yaşayabilmek, dimdik ayakta durup hayata direnebilmek kolay iş değildir. Bunu ancak Allah'a güçlü bir şekilde iman eden, takva sahiple­ri yapabilir. Allah ne takdir etti ise, ona nza gösterip kulluk vazifelerini yerine getirmek tek çıkar yoldur. Geçmişten üzüntü duymak ve hasret çekmek, gelecekten endişe ve korku içinde olmak, bulunulan ve yaşanı­lan anın bereketini giderir. Bunun çaresi Allah 'm kaderine razı olmaktır.
Mümin bu özelliklere sahip olmayı Yüce Mevla'dan ister, bunlara sa­hip olarak yaşama imkanı elde ederse o zaman Allah'ın ahlakı ile ardaklanmış olur. Allah'ın istediği şeyler, beğendiği huylar Kur'an'da açık­ça zikredilmiştir. Nitekim Aişe'ye Resul-i Ekrem Efendimizin ahlakının ne olduğu sorulduğunda Aişe bu soruya Efendimizin ahlakının Kur'an olduğunu söyleyerek cevap vermiş, Müminun suresinin başından itibaren okunmasını söylemiştir. Soran kişi "Müminler gerçekten kurtuldu- Onlar namazlarında huşu içindedirler, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler, zekatı verir, iffetlerini korurlar" ayetlerini okudu. Ardından Aişe işte Resul-i Ekrem'in ahlakının bu şekilde olduğunu söyledi.
 Efendimizin ahlakının Kur'an olması demek, Kur'an'ın emirlerine tamamen bağlı olup, onları yerine getirip yasaklarından kaçınması de­mektir. O Hak Teala'run indirdiği yüce dinin bütün güzelliklerini yaşa­mış, yasakladığı bütün her şeyden sakınmışhr. Bundan dolayı Cenab-ı Hak peygamberini överek, "Şüphesiz ki sen en büyük ahlak üzeresin" buyurmuştur.
Aişe'nin Efendimizin ahlakının Kur'an olduğuna işaret ettikten sonra Müminun suresinin okunmasını tavsiye etmesi bu surenin başın­dan itibaren müminlerde bulunması gereken sıfatlan özetlemesi bakı­mındandır.
Güzel ahlaka üstün özelliklere sahip olan mümin eline, diline ve her türlü söz ve fiiline dikkat eder hale gelir. Eli ile kimseye zara vermediği gibi, dili ile de kimseyi incitmez. Ağız disiplinine sahip olur. Zira dil, kalbin tercümanıdır. Dilden kötü şeyler çıkar, uygunsuz sözler sarf edi­lirse, iman kalbe tam olarak yerleşmemiş demektir.
Güzel ahlak, kardeşlik toplumda huzuru artırır. Huzur, hayra ulaşma, mesud ve bahtiyar olma demektir. Huzur ve mutluluk her insa­nın yegane arzusudur. Bu arzunun gerçekleşmesinde nimetlere şükrün de önemli bir yeri vardır. Allah'ın ihsan buyurduğu nimetlere karşı hamd etmek ve şükürde bulunmak bir ibadettir ve nimetin çoğalmasına vesiledir,iyilik de güzel ahlakın ayrılmaz parçalarındandır. iyilik güzel ol­makla birlikte yerinde yapılan iyilik daha güzeldir. Kamı tok olan birine ikramda bulunmak bir iyilik olmakla birlikte, karnı aç olan birine ik-ramda bulunmak daha büyük bir iyiliktir. Çaresiz ve kimsesizlere yapı­lan iyilikler bu bakımdan büyük önem arzeder. Her mümin iyi bir insan olmaya çalışmalı, ahlakını güzelleştirmesi, kendisine güzel haller lüt­fetmesi için Cenab-ı Hakk'a dua etmelidir. Nitekim Efendimiz "Ey Allahıml Senden sağlık, iffet, emanet, güzel ahlak ve kadere rıza iste­rim" diyerek dua ederdi.'
Güzel ahlaka sahip olan mümin eline, diline ve her türlü söz ve fiiline dikkat eder. Eli ile kimseye zara vermediği gibi, dili ile de kimseyi incit­mez. Ağız disiplinine sahip olur. Zira dil, kalbin tercümanıdır. Dilden kö­tü şeyler çıkar, uygunsuz sözler sarfedilirse, iman kalbe tam olarak yer­leşmemiş demektir. İyi şeyler çıkarsa bu da onun için bir nimet olur.
Bu nimetler insanın güzel ahlak sahibi olmasını kolaylaştırır. Dün­yada huzur ve mutluluk içinde yaşamayabilmek için bazı şeylere sahip olmak gerekir. Bunlardan ilki mal ve can emniyetidir. Malının çalınıp yağmalanmasından, gasbedilip kaçırılmasından her türlü saldın ve bas­kından uzak bir ortamda emniyet ve güven içinde yaşayabilmek huzur­lu bir hayatın temel şartıdır. Mal ve can güvenliği her şeyin başında ge­lir. Bir toplumda mal ve can emniyeti olmazsa anarşi hüküm sürer, hak ve adalet kavramları yok olur. Zorbalar ve zalimler toplumun başına ge­çer, onlara bela olur. Onun için mal ve can emniyeti çok büyük önem ta­şır. Dünyada düzenin kurulması, huzur ve sükunun sağlanması için mal ve can emniyetinin sağlanması şarttır.
İkincisi beden sağlığıdır. İnsanın iki önemli görevi vardır ki bun­lardan biri kendi nafakasını ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin nafakasmı temin etmektir. Diğeri de Allah'a ibadet etmek ve onun emir­lerini yerine getirmektir. Bütün bu görevler ve işler vücud sağlığına bağ­lıdır. Sağlık olmadan hiç bir iş yapılamaz ve başarı sağlanamaz. Beden insanın bineğidir. O olmadan bir yere gidemez, bir işi yerine getiremez. Bu bakımdan sağlık da büyük önem taşır.
Üçüncüsü günlük yiyeceğe sahip olmaktır, insanın kimseye muhtaç olmadan kendi ihtiyaçlarını kendisinin karşılayabilmesi büyük bir nimet­tir. Namerde değil, merde bile muhtaç olmamak insan için büyük bir saa­det kaynağıdır, insanın dünyada yiyip içeceği gıdaya, giyip dolaşacağı el­biseye, yatıp kalkabileceği eve barka sahip olması, onun dünyadan nasi­bini alması demektir. Bunlara bir de beden sağlığı, mal ve can emniyeti eklendi mi artık o kişiye dünyanın bütün imkanları verilmiş gibidir. O in­san dünyadan nasibini almış, her imkana sahip olmuş demektir.
Bütün bu nimetlere bir de güzel ahlak eklendi mi artık o insan kamil ve olgun bir mümindir. Kendisine faydalı olduğu gibi, çevresine, hatta bütün insanlığa faydalı olur. İnsanlığın aradığı, ekmek su gibi muhtaç olduğu insan tipi böyle güzel ahlak sahibi, aklı başında olgun insanlar­dır. Bu insanlar güzel ahlaklarının gereği olarak ilk önce ana babalarına, sonra da sırayla diğer insanlara iyilik ederler.