www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

SÜNNETE UYMAK VE ONUNLA ÇELİŞEN SÖZLERİ TERK ETMEK

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

(Peygamberimizin Namaz Kilma Sekli) Mukaddimesi
SÜNNETE UYMAK VE  ONUNLA ÇELİŞEN SÖZLERİ TERK ETMEK  HAKKINDA MÜÇTEHİD ÂLİMLERİN GÖRÜŞLERİ
Şeyh Muhammed Nasiruddin el-Albani (rahimehUllah)
 (tercüme: Osman Arpacukuru/tercümeyi yeniden gözden gecirme: AbdulKerim Cobanoglu)

بسم الله الرحمن الرحيم
Hamd, ancak Allah içindir. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah`a sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.
Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür.
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin” (Âl-i İmrân Suresi, 102.ayet)
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir” (Nisa Suresi, 1.ayet)
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki, Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve Rasûlün’e itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur”(Ahzâb Suresi, 70.-71.ayetler)
Şüphesiz, sözlerin en doğrusu Allah’ın kelâm’ı, yolların en güzeli Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in yolu ve işlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her yenilik bid’at ve her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık da ateştedir.
bundan sonra,
(Sünnete uymak ve onunla celisen sözleri terk etmek hakkinda)  Müçtehid âlimlerin bu konuyla ilgili görüşlerinden ulaşabildiklerimizi veya bir bölümünü aktarmamız faydalı olacaktır. Belki bu görüşler, onları hatta daha alt seviyede olanları körükörüne taklit eden[1] ve onların mezheblerine ve görüşlerine gökten inmiş açık hüküm ve delil gibi sarılan insanlara bir nasihat ve uyarı olur. Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurmaktadır: “Rabbinizden size indirilene uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!”[2]



1- Ebû Hanife
Bu müçtehid âlimlerin ilki, Allah rahmet eylesin, İmam Ebû Hanife Numan b. Sabit’tir. Mezhebinden olanlar, ondan çeşitli söz ve ifadeler nakletmişlerdir. Hepsi de aynı sonuca götürmektedir ki, o da, “Hadisle amel etmenin ve imamların ona ters olan görüşlerini terk etmenin vacip olmasıdır.”
1- “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.”[3]
Ayrıca İbn Abidin “Şerhu’l-hidaye”de, İbnu’l-Hümam’ın hocası İbnu’ş-Şahna el-Kebîr’den onun şöyle dediğini nakleder:
“Hadis sahih olduğunda, mezhebin görüşüne ters de olsa hadisle amel edilir. Bu durumda o kişinin mezhebi, amel ettiği o hadisin hükmü olur. Hadisle amel etmekle kişi, Hanefî olmaktan çıkmaz. Çünkü Ebû Hanife’nin “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.” sözü sabit olmuştur. İbn Abdülberrr bu sözü, Ebû Hanife’den ve başka âlimlerden rivâyet etmiştir.”
[Ben diyorum ki (böyle baslayan sözler Seyh el-Albani’ye aittir. A.C.): Bu, onların ilim ve takvadaki olgunluklarından ileri gelmektedir. Çünkü onlar sünnetin tamamını bilmediklerine işaret etmişlerdir. İleride geleceği üzere, İmam Şafiî bunu açık bir şekilde dile getirmiştir. Bazen kendilerine ulaşmamış bir sünnete ters görüş beyân etmişler; fakat bizlere sünnete uymamızı ve o sünneti onların görüşü ve mezhebi olarak kabul etmemizi emretmişlerdir. Allah hepsine rahmet etsin.]
2- “Nereden aldığımızı bilmedikçe hiç kimseye bizim görüşümüzle amel etmesi helâl değildir.”
Bir başka rivayette: “Delilimi bilmeyen kimsenin görüşlerimle fetva vermesi haramdır.” [4]
[Ben diyorum ki: Delillerini bilmeyenler hakkında müçtehid âlimlerin sözleri böyle ise, görüşlerinin delile muhalif olduğunu bile bile onların sözlerini esas alarak, delile aykırı fetva verenlerin durumu nedir acaba! Bunun üzerinde düşün. Çünkü bu söz bile tek başına, kör taklidi yıkmaya yeterli belgedir. Bundan dolayı bir taklitçi hoca, delilini bilmeden Ebû Hanife'nin görüşüyle fetva verip de ben onun bu fetvasını Ebû Hanife'nin yukarıdaki sözüyle reddettiğimde bu sözün ona ait olduğunu kabul etmemiştir.]
Bir başka rivayette: “Çünkü biz insanız. Bugün bir söz söyler, yarın ondan vazgeçebiliriz.” şeklinde ziyade vardır.
Bir diğer rivâyette: “Aman ey Yakub (Ebû Yusuf)! Benden duyduğun her şeyi yazma. Çünkü ben bu­gün bir görüş dile getirir, yarın onu terk edebilirim. Yarın bir görüş dile getirir, öbür gün ise onu terk edebilirim.”[5]
[Ben diyorum ki: Bunun sebebi şudur: Ebû Hanife, çoğu zaman görüşlerini kıyasa dayandırıyordu. Sonra daha güçlü bir kıyası görünce veya o konu hakkında kendisine Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in bir hadisi ulaşınca, hadisi esas alıyor ve önceki görüşünü terk ediyordu.
Şa’rânî “el-Mîzân” (1/62)’da özetle şöyle demektedir: “İmam Ebû Hanife hakkında bizim ve her insaf sahibi insanın kanaati şudur: Şayet o, şer’î deliller derlenip düzenlendikten, bu amaçla hadis hafızlarının çeşitli bölgelere yaptıkları seyahatler bittikten sonra yaşamış ve bu hadislere ulaşmış olsaydı, kesinlikle hadisleri esas alır, hadise ters kıyasları terk ederek, hadisle amel ederdi. Bu takdirde diğer mezheplerde az olduğu gibi onun mezhebinde de kıyas az bulunurdu. Ancak şer’î deliller, onun döneminde ve tabiûn ve tebeu’t-tabiîn dönemlerinde çeşitli şehir ve bölgelerde dağınık bir hâlde bulunuyordu. Böyle olunca, zorunlu olarak, onun mezhebinde kıyas sayısı diğer mezheplere oranla daha fazla olmuştur. Çünkü kıyas yaptığı meselelerde, diğer müçtehit âlimlerin aksine o delile sahip değildi. Diğer müçtehit âlimlerin dönemlerinde hadis hafızları çeşitli şehir ve bölgelere yaptıkları yolculuklar sonunda hadislerin toplama işini bitirmişler ve onları ilmî bir disiplin altında biraraya getirmişlerdi. Böylece toplanan hadisler, sorunların da çözümünü getirmişti. Kıyasın sayısının onun mezhebinde çok, diğer müçtehitlerin mezheplerinde ise az olmasının nedeni budur.”
Bu bilgilerin büyük bir bölümünü Ebü’l-Hasenât, “en-Nâfiu’l-kebîr” adlı kitabında nakletmiş (s.135) ve bunu açıklayıcı ve destekleyici bilgilerle zenginleştirmiştir. Dileyen oraya baksın.
Ben diyorum ki: Eğer Ebû Hanife’nin bazı sahih hadislere muhalif fetva vermesinin ardındaki özrü bu olunca -kaldı ki bu kesinlikle geçerli bir özürdür; çünkü Allah hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz- bazı cahillerin yaptığı gibi bu konuda onu eleştirip, kötülemek doğru olmaz. Aksine ona karşı daha terbiyeli olmak gerekir. Çünkü o, bu dinin korunmasına ve bize kadar ulaşmasına sebep olan büyük âlimlerden biridir. Ayrıca hata da etmiş, doğruya da ulaşmış olsa her halükarda sevap kazanmıştır. Ona saygı duyanların, onun, sahih hadislere ters olan görüşlerine bağlı kalmaya devam etmeleri de doğru değildir. Çünkü belirlediği genel prensibe göre, sünnete ters bu görüşler onun mezhebi değildir. Onlar bir tarafta, bunlar bir tarafta; hak ise onlarla bunların arasındadır. “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr Suresi, 10. ayet)]


3- “Allah’ın Kitabı’na ve Peygamber(sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in hadislerine ters bir görüş bildirirsem, o görüşümü almayın.”[6]
[Ben diyorum ki: Şa’rânî “el-Mîzân”da bu söze istinaden şöyle demiştir (1/26): “Şayet müçtehit âlim vefat ettikten sonra, sahih olduğu ve onun bunlarla amel etmediği belli olan hadisleri ne yapayım? dersen, buna şöyle cevap verilebilir: Senin hadislerle amel etmen gerekir. Çünkü mezhep imamın, bu hadislere ulaşsa ve bunlar onun kriterlerine göre sahih olsaydı, kesinlikle sana bunlarla amel etmeni emrederdi. Çünkü imamların hepsi dine ileri derecede bağlıdırlar. Bu şekilde yapan hayrı iki eliyle avuçlamış olur. “Mezhep İmamımın amel etmediği bir hadisle ben amel etmem.” diyen kimse, pek çok hayrı  elinden kaçırmış olur. Nitekim mezhep mukallidlerinin çoğununun durumu böyledir. Halbuki onlara düşen, mezhep imamlarının vasiyetlerini yerine getirerek onlardan sonra, sahih olduğu belli olan her hadisle amel etmektir. Biz şuna inanıyoruz ki, onlar yaşasalar ve kendilerinden sonra sahih olduğu anlaşılan hadisleri elde etselerdi, kesinlikle hadi­leri esas alarak, gereğiyle amel ederler ve yapmış oldukları bütün kıyasları ve ileri sürmüş oldukları tüm görüşleri bırakırlardı.]

2- Malik b. Enes
İmam Malik şöyle demiştir:
1- “Ben bir insanım; doğruya ulaştığım da olur, yanıldığım da olur. Benim görüşlerime bakın; onlardan Kitap ve Sünnet’e uyanları alın, onlara uymayanları bırakın.”[7]
2- “Allah Resulu‎ (sallAllahu aleyhi ve sellem)’den başka herkesin sözü alınır da, terk edilir de. Ancak Peygamber (sallAllahu aleyhi sellem) bunun dışındadır.”[8]
Takıyuddin es-Subkî de “el-Fetâvâ” (1/148)’da bunu İbn Abbas’ın sözü olarak nakletmiş ve çok güzel bir söz olduğunu dile getirerek, şöyle demiştir: “Bu sözü İbn Abbas’tan Mücahid, o ikisinden de İmam Malik almıştır. Daha sonra onun sözü olarak meşhur olmuştur.”
[Diyorum ki: Sonra da onlardan İmam Ahmed almıştır. Ebû Davud “Mesâilu’l-İmam Ahmed” (s. 276) adlı kitabında şöyle der: “Ahmed’in şöyle dediğini işittim: Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) dışında her insanın bazı görüşleri alınıp, bazı görüşleri terk edilebilir.”]
3- İbn Vehb şöyle demiştir: İmam Malik’e, abdest alırken ayak parmaklarının aralarını yıkama meselesi sorulduğunda şu cevabı verdiğini duydum: “Bu, insanlar için, yapmaları zorunlu olan bir şey değildir.” İnsanlar çevresinden dağılıncaya kadar bekledim. Sonra ona: “Bu konuda bizde bir sünnet var.” dedim. “Nedir o?” dedi. Dedim ki: “Leys b. Sa’d, İbn Lehia ve Amr b. Haris’in bize haber verdiğine göre; Yezid b. Amr el-Meâfirî, Ebû Abdurrahman el-Hu­bu­lî’­den el-Müstevrid b. Şeddad’ın şu sözünü nakletmiştir: “Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘i serçe parmağıyla ayak parmaklarının arasını ovalarken gördüm.” İbn Vehb şöyle dedi: [Malik dedi ki:] “Bu hasen bir hadistir, ilk defa şimdi duyuyorum.” Artık kendisine bu mesele sorulduğunda, insanlara parmak aralarını ovalamayı emrettiğini duydum.[9]

3- İmam Şafiî
İmam Şafiî’ye gelince; bu konuda ondan gelen nakiller daha fazla ve daha güzeldir.[10] Şafiî mezhebinin müntesipleri, bu nakillerle en fazla ve en iyi şekilde amel eden insanlar olmuşlardır. Bu konudaki sözlerinden bazıları şunlardır:
1- “Her insana Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in istisnasız tüm sünneti ulaşmamıştır. Dile getirdiğim görüşlerde ve belirlediğim prensiplerde, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in sünnetine aykırı bir durum varsa, bu durumda Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in hadisi, benim görüşümdür.”[11]
2- “Müslümanlar şu konuda ittifak etmişlerdir: Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in sünneti açıkça belli olduktan sonra onu başka birinin sözü için terk etmesi helâl değildir.”[12]
3- “Kitabımda Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in sünnetine ters bir şey bulursanız, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in sünnetiyle amel edin; benim görüşümü bırakın.” (Bir başka rivayette: “Ona uyun; başkasının sözüne itibar etmeyin.”)[13]
4- “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.”[14]
[Diyorum ki: Onun bu açıklamasının hemen ardından gelen sözü, bu anlamı açıkça dile getirmektedir. Nevevî özetle şöyle der: “Mezhep kitaplarından bilindiği üzere mezhebimizin âlimleri, tesvib meselesinde ve hastalık özürüyle ihramdan çıkmanın şart koşulması hususunda bununla amel etmişlerdir. Mezhep âlimlerimizden hadisle fetva verdiği bildirilenlerden ikisi şunlardır: Ebû Yakub el-Buveytî, Ebü’l-Kasım ed-Dârekî. Bu sözle amel eden muhaddis âlimlerimizden biri de İmam Ebû Bekr el-Beyhakî’dir. Bu sözü kullanan daha başka muhaddis âlimlerimiz de vardır. Mezhebimizin ilk âlimlerinden bir grup, bir meselede Şafiî’nin mezhebi hadisle çeliştiğinde hadisi esas alır ve onunla amel eder ve “Şafiî’nin mezhebi, hadise uygun olandır.” diyerek hadisin gereğince fetva verirlerdi.
Şeyh Ebû Amr şöyle demiştir: “Şafiîlerden biri kendi mezhebine ters düşen bir hadisle karşılaştığında bakar: Şayet mutlak olarak veya sadece o konuda yahut meselede içtihat etme şartları onda tam olarak mevcutsa, bağımsız olarak o hadisle amel eder. Fakat bu şartlar onda tam olarak bulunmuyorsa ve hadise muhalefet için kalbi tatmin edecek bir cevabı bulunmayıp, bu yüzden hadise muhalefet etmek ona ağır geliyorsa, İmam Şafiî’den başka bir âlim de o hadisle amel etmişse, o da onunla amel eder. Bu durum, kendi imamının mezhebini bırakma hususunda onun için mazeret kabul edilir. Bu söylediği, bilinen güzel bir şeydir. Allah daha iyi bilir.”
Diyorum ki: Burada İbn Salâh’ın değinmediği başka bir mesele var. O da şudur: Bu kimse, hadisle amel eden birini bulamazsa, bu durumda ne yapacaktır? Takiyyüddin es-Subkî: “Ma’nâ kavli’ş-Şafiî izâ sahha’l- hadîs” (c.3, s.102) isimli kitabında bu soruya şu cevabı veriyor: “Bana göre; bu durumda en doğru olan, hadisle amel etmektir. İnsan kendini Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in huzurunda ve hadisi ondan işittiğini kabul etmelidir. Böyle olunca, hadisle amel etmekten geri kalabilir mi? Allah’a yemin olsun ki, hayır… Herkes anladığı kadarıyla amel etmekle mükelleftir.”
Bu konuda geniş bilgi ve araştırmayı, “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/ 302, 370) ve el-Fullânî’nin “Îkâzü himemi uli’l-ebsâr li’l-iktidâi bi-seyyidil-muhâcirîn ve’l-ensâr ve tahzirihim ani’l-ibtidâi’ş-şâi fi’l-kurâ ve’l-emsâr min taklîdi’l-mezâhib maa’l-hamiyyeti ve’l-asabiyyeti beyne fukahâi’l-a’sâr” adlı kitabında bulabilirsin. Bu, alanında eşsiz bir kitaptır. Hakkı seven her kişinin anlayarak ve üzerinde titizlikle düşünerek bu kitabı okuması gerekir.]
5- “Siz[15] hadisleri ve ricali benden daha iyi bilirsiniz. Sahih hadis olduğunda onu bana bildirin. Kûfeli, Basralı veya Şamlı, hangi diyardan olursa olsun, sahih olduğunda ona gideyim.”
[(Diyorum ki:)Bu sözün İmam Şâfiî’ye ait olduğu doğrudur. Bu yüzden İbn Kayyim “İ’lâm” (2/325) ve el-Fullânî “el-Îkâz” (s.152)’de bu sözün İmam  Şâfiî’ye ait olduğunu kesin bir şekilde dile  getirmişler ve şöyle demişlerdir: “Beyhakî şöyle demiştir: Bu yüzden İmam Şafiî çoğunlukla hadisi esas almıştır. O, Hicazlıların, Şamlıların, Yemenlilerin ve Iraklıların ilmini kendisinde toplamıştır. Birini diğerine kayırmaksızın ve kendi beldesindeki halkın mezhebine meyletmeksizin, kendine göre sahih olan hadisleri almış ve onlarla amel etmiştir. Hakikat, başkasının veya kendisinden önce yaşamış olup da sadece belde halkının mezhebiyle yetinip, muhalif olduğu hadislerin sağlamlık derecesini öğrenmek için gayret göstermemiş olan âlimlerin görüşlerinde ortaya çıkmış olsa da durum aynıdır. Allah bizi de, onu da bağışlasın.”]
6- “Hadis âlimleri tarafından benim görüşlerime aykırı olarak sahih hadis rivayet edilecek olursa, ben hadise muhalif o görüşlerimden sağlığımda da, öldükten sonra da vaz geçtim.”[16]
7- “ Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in sabit olan sahih bir hadise rağmen benim ona ters bir söz söylediğimi görürseniz bilin ki, aklım gitmiştir.”[17]
8- “Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in hadisine muhalif olan bütün söz ve görüşlerimde, Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in hadisi uyulmaya daha layıktır; beni taklid etmeyin.”[18]
9- “Benden duymamış olsanız dahi Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen her hadis benim görüşümdür.”[19]

4- Ahmed b. Hanbel
İmam Ahmed’e gelince; o, müçtehid  âlimler arasında en fazla hadis toplayan ve onlara en çok bağlanan kişidir. Hadise bağlılıkta o kadar ileriydi ki, dinin ayrıntı ve reyle ilgili konularında kitap kaleme alınmasını hoş görmezdi.”[20] O, hadise bağlılık hususunda şöyle demiştir:
1- “Beni taklid etme. Malik’i de, Şafiî’yi de, Evzaî’yi ve Sevrî’yi de taklit etme. Onlar bilgiyi nereden aldılarsa, sen de oradan al.”[21]
Bir başka rivâyette şöyle demiştir: “Dininde bunlardan hiç kimseyi taklit etme. Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’den  ve ashabından ne gelmişse, onu al ve onunla amel et. Onlardan sonraki nesil olan tâbiûndan gelenlere gelince, kişi onların görüşleriyle amel edip etmemekte serbesttir.”
Bir keresinde de şöyle demiştir: “İttibâ, kişinin,  Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’den  ve ashabından gelene tâbi olmasıdır. Tabiûndan sonra kişi, dilediğine tâbi olmakta serbesttir.”[22]

2- “Evzaî’nin görüşü, Malik’in görüşü, Ebû Hanife’nin görüşü... Bunların tümü birer görüşten ibarettir ve bana göre hepsi eşittir. Delil sadece eserlerdedir.”[23]
3- “Kim Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in hadisini kabul etmezse, o helâkın eşiğindedir.”[24]
İşte bunlar, müçtehit âlimlerin sünnete sarılmayı emreden ve kendilerini basiretsiz bir şekilde taklit etmeyi yasaklayan sözleridir. Bunlar yorum ve tartışma kabul etmeyecek derecede gayet açık ve net sözlerdir. Bundan dolayı, sünnetle sabit olan bir şeyi yapan kimse, böyle yapmakla o konuda kendi mezhep imamının bazı görüşlerine aykırı düşse dahi, onun mezhebinden ve yolundan çıkmış olmaz. Tam aksine müçtehit imamların hepsine birden tâbi olmuş ve kopması mümkün olmayan sağlam kulpa tutunmuş olur. Ancak müçtehit âlimlerin görüşlerine aykırı olmasından ötürü, sabit sünneti terk eden kimsenin durumu bundan farklıdır; o, âlimlere karşı gelmiş ve onların yukarıda geçen sözlerine aykırı davranmıştır. Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyuruyor:
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[25]
“Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”[26]

Hafız İbn Receb (rahimehUllah) bu konuda şöyle demiştir:
“Kendisine, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in emrinin ulaştığı ve onu bilen her insanın yapması gereken ve onun hakkında vacip olan şudur: İleri gelen bir âlimin görüşüne aykırı olsa dahi bu emri halka duyurup açıklamak ve onlara öğüt verip,  Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in emrini yerine getirmelerini emretmek.
Çünkü Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in emri, yüceltilmeye ve uyulmaya, bazı konularda yanılarak sünnete aykırı düşebilen herhangi bir büyük âlimin görüşünden daha lâyıktır. Bu sebeple sahâbîler ve onlardan sonra gelen nesiller, sahih sünnete aykırı davranan herkesi eleştirmişler ve bazen bu eleştirinin dozunu çok yükseltmişlerdir.”
[ Ben diyorum ki: Bu tutumu babalarına ve âlimlerine karşı da göstermişlerdir. Nitekim Tahâvî “Şerhu Meâni’l-âsâr”da (1/372) ve Ebû Ya’lâ da “Müsned”inde (3/1317) ravileri güvenilir olan sahih bir senedle Sâlim b. Abdullah b. Ömer’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Mescidde İbn Ömer’le oturuyorduk. Derken Şamlılardan bir adam geldi ve ona temettü haccını sordu. İbn Ömer: “Bu, güzel bir şeydir.” dedi. Adam: “Fakat baban bunu yasaklıyordu.” dedi. İbn Ömer ada­ma: “Yazıklar olsun sana! Babam bunu yasaklamış olabilir; ama Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem) bunu yapmış ve yapılmasını emretmiştir. Şimdi sen ResulUllah’ın emrine mi yoksa babamın yasağına mı uyarsın?” karşılığı verdi. Adam: “Resûlullah’ın emrine uyarım.” dedi. İbn Ömer: “Artık git.” dedi. Bu rivâyetin bir benzerini de İmam Ahmed (Hadis no: 5700) rivâyet etmiştir. Tirmizî de “Şerhü’t-Tuhfeti” (2/82) bunu rivâyet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. İbn Asâkir (1/51/7) de İbn Ebû Zi’b’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Sa’d b. İbrahim (yani Abdurrahman b. Avf’ın oğlu), bir adam hakkında Rebia b. Ebû Abdurrahman’ın görüşüyle hüküm verdi. Bu hüküm adamın aleyhine idi. Ben ona, Resûlullah’tan, bu hükümle çelişen bir hadis aktardım. Bunun üzerine Sa’d, Rebia’ya: “Bu İbn Ebû Zi’b’tir. Bana göre güvenilir bir ravidir. Bana, Resûlullah’tan, verdiğim hükmün aksine bir hadis nakletti.” Dedi. Rebia ona: “Sen içtihat ettin ve hükmün geçerli oldu.” dedi. Sa’d ise: “Ne acayip durum! Ben Resûlullah (salAllahu aleyhi sellem)’in hükmününü bırakacağım, Sa’d’ın hükmüyle hükmedeceğim, öyle mi?! Bilakis Sa’d’ın hükmünü bırakıyor ve Resûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in hükmüyle hükmediyorum.” dedi. Ardından davayı yazdığı kağıdı getirterek, onu yırttı ve adamın lehine hüküm verdi.”]
(Hafiz Ibn Receb el-Hanbeli  devamla der ki:)”Bunu ise, o insanlara kin ve nefret duydukları için yapmamışlardır. Aksine onlar, sevip, değer verdikleri insanlardır. Ancak gönüllerinde Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in sevgisi daha ileri ve onun emri bütün yaratıkların emrinin üstündedir. Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem) emri ile başkalarının emri çatışınca, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in emri öne alınıp uyulmaya daha lâyıktır. Yanlış içtihadının sorumluluğu bağışlanmış olsa bile, Allah Resulu‘nun emrine muhalif görüş bildiren âlimlere duyulan sevgi ve saygı, Peygamber’in emrine uymaya engel olamaz.”
[Ben diyorum ki: Bilakis o bu içtihadından dolayı ecir alacaktır. Çünkü Resûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem): “Hakim için, içtihat ederek (meseleyi veya davayı inceleyerek) hüküm verip isabet ettiği zaman iki ecir, yanıldığı zaman bir ecir vardır.” buyurmuştur. Bu hadisi Buhârî, Müslim ve başkaları rivâyet etmiştir.]
(Ibn Receb söyle sözünü bitirir:) Aksine yanlış içtihadının sorumluluğu bağışlanmış olan o âlimler, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)‘in görüşüyle çeliştiği zaman kendi görüşlerinin aksine hareket edilmesini çirkin görmemişlerdir. [27]
[Diyorum ki: Mademki yukarıda geçtiği üzere müntesiplerine bunu emretmişler ve kendilerinin sünnete aykırı görüşlerini terk etmeyi gerekli kılmışlarken, kendi görüşlerinin aksine hareket edilmesini ne diye çirkin görsünler? Hatta İmam Şafiî kendi müntesiplerine, kendisi onu almamış veya aksini almış olsa bile sahih sünneti kendisine atfetmelerini emretmiştir. Araştırmacı büyük âlim İbn Dakik el-İyd, dört imamdan herbirinin sahih hadise teker teker ve topluca muhalif olan görüşlerini çok büyük bir cilt hâlinde biraraya getirdiği kitabının (muhtemelen bu kitabin ismi: [Iza Sahhahel Hadis Fe Huve Mezhebi] yayincilara duyurulur, A.C.) önsözünde şöyle der:
“Bu meseleleri müçtehit âlimlere atfetmek haramdır. Onları taklit eden fakihlerin, bunları onlara atfederek kendilerine iftirada bulunmamaları için bu meseleleri bilmeleri gereklidir.”]
(Seyh el-Albani’nin sözlerin burada bitmektedir. RahimehUllah.Bazilarinin Seyh el-Albani hakkinda ileri geri konusmalari sakin seni sasirtmasin. Bunlar akidelerindeki bir cok saplantilarini Seyh el-Albani’nin calismalariyla düzelttiler. Bu tiplerin büyük örnegi makamindaki AbdUllah Azzam der ki: “Nerede bir zayif hadis görsem tüylerim diken diken olur, bunu da Seyh el-Albani‘ye borcluyum.“ Emin ol ki kardesim kücükleri de pek farkli degil…)
                                     --------------------------------------------------------------------------------
dipnotlar:
[1]    Bu, İmam Tahâvî’nin de kendisinden muztarib olduğu taklittir. O şöyle demiştir: “Taassup sahibinden veya aptaldan başkası taklit etmez.” İbn Abidin, risalelerinden “Resmü’l-müftî, Mecmûatü’r-resâil” (c.1, s.32) de bu sözü nakleder.
[2]    A’raf Suresi, 3. Ayet)
[3]    İbn Abidin, “el-Hâşiye” (1/63), “Resmü’l-müftî, Mecmûatü’r-resâil” (c.1, s.4) ve Şeyh Sâlih el-Fullânî, “Îkâz’ul-himem” (s.62) ve başkaları nakletmişlerdir.
[4]    İbn Abdülberr, “el-İntikâ fî fedâili’s-selâseti’l-eimmeti’l-fukahâ” (s. 145); İbn Kayyim, “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/309); İbn Abidin “el-Bah­ru’r-râik”e yaptığı “el-Haşiye” (6/293), “Resmü’l-müftî”
(s.29,32); Şa’rânî, “el-Mîzân” (1/55), ikinci rivâyet. Üçüncü rivâyeti ise, Abbas ed-Dûrî, İbn Main’in “et-Târîh”inde (6/77/1), İmam Züfer’den sahih bir senedle rivâyet etmiştir. Benzer bir söz de Ebû Hanife’nin talebeleri Ebû Yusuf, İmam Züfer, Afiye b. Yezid’den rivâyet edilmiştir; bkz. “el-Îkâz”, s. 52. İbn Kayyim, Ebû Yusuf’tan gelen rivâyetin kesinlikle sahih olduğunu söyler (2/344). “el- Îkâz”a yapılan yorumda yer alan fazlalık (s.65), İbn Abdülberr ve İbn Kayyim’den rivâyet edilmiştir.
 [5]    5. Dipnot yukaridaki Seyh el-Albani’nin „Ben  diyorum ki…“ sözüdür. Tercümede dipnotlar ve el-Albani’nin sözleri asagidadir,  faydali olmasi acisindan seyhin sözlerini yukaridaki metnin icine  yerlestirdik.
[6]   el-Fullânî, “el-Îkâz” s.50. Bu görüşü İmam Muhammed’e nisbet etmiş ve şöyle demiştir: “Elbetteki bu ve benzeri sözler müçtehit âlimler için söylenmemiştir. Çünkü müçtehid âlimin bu konuda onların görüşlerine ihtiyacı yoktur. Bilakis bu görüş, mukallidler hakkında geçerlidir.”
 [7] İbn Abdülberr, “el-Câmi” (2/32). Ondan naklen İbn Hazm, “Usûlü’l-ahkâm” (6/149). Ayrıca bkz. el-Fullânî (s. 72).
[8]   Bu sözün İmam Malik’e ait olduğu, sonradan gelen âlimler arasında meşhurdur. İbn Abdülhâdî, “İrşâdü’s-sâlik” (1/227) adlı kitabında bu sözün ona ait olduğunu doğrulamıştır. İbn Abdülberr “el-Câmi” (2/ 91)’de, İbn Hazm “Usûlü’l-ahkâm” (6/145,179)’da bunu Hakem b. Uteybe ile Mücahid’in sözü olarak nakletmişlerdir.
[9]   İbn Ebû Hatim, “el-Cerh ve’t-ta'dil” isimli kitabının önsözü (s. 31, 32). Beyhakî “Sünen”de (1/81)’de bunu tam olarak rivâyet etmiştir.
[10]   İbn Hazm şöyle demiştir (6/118): “Taklit edilen fakihlerin bizzat kendileri taklidi kabul etmemişlerdir. Onlar, öğrencilerini taklitten sakındırmışlardır. Bu hususta en fazla titizlik gösteren de İmam Şafiî’dir. Çünkü o, sahih hadislere uyma ve hadislerin gereğince amel etme konusunda kimsenin ulaşamadığı seviyeye ulaşmış ve tümüyle taklit edilmekten de uzak olduğunu açıkça ilan etmiştir. Allah bu davranışından dolayı onu mükâfatlandırsın ve sevabını ona bol bol versin. O birçok hayrın sebebiydi.”
[11]   Hâkim bunu İmam Şafiî’ye ulaşan bir rivâyet zinciri ile rivâyet etmiştir. Bkz. İbn Asâkir, “Târîhu Dımaşk” (15/1/3); “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/ 363-364) ve “el-Îkâz” (s.100).
[12]   İbn Kayyim (2/361); el-Fullânî (s.68).
[13]   el-Herevî, “Zemmü’l-kelâm” (3/47/1); Hatîb, “el-İhticâc bi’ş-Şâfiî” (8/ 2); İbn Asâkir (15/9/1); Nevevî “el-Mecmû” (1/63); İbn Kayyim (2/ 361); el-Fullânî (s.100). Diğer rivâyet için bkz. Ebû Nuaym “el-Hilye” (9/107); İbn Hibbân “es-Sahîh” (3/284 - el-İhsân) sahih bir senedle.
[14] Nevevî, a.y.; Şa’rânî (1/57) (Bu sözü, Hâkim ve Beyhakî’ye dayan­dır­mış­tır); Fullânî (s.107). Şa’rânî şöyle demiştir: “İbn Hazm şöyle dedi: “Yani hadis, ona veya başka âlimlere göre sahih olduğunda.”
 [15]   Burada hitap İmam Ahmed b. Hanbel’edir. Bkz. İbn Ebû Hâtim “Âdâbü’ş-Şâfiî” (s.94-95); Ebû Nuaym “el-Hilye” (9/106); Hatîb “el-İhticâc biş-Şâfiî” (8/1); ondan naklen İbn Asâkir (15/9/1), İbn Abdülberr “el-İntikâ” (s.75); İbnü’l-Cevzî “Menâkibü’l-İmâm Ahmed” (s.499); Herevî (2/47/2). Bunlar, üç ayrı senedle Abdullah b. Ahmed b. Hanbel’in, babasından, İmam Şâfiî’nin böyle dediğini naklettiğini rivâyet etmişlerdir.
[16] Ebû Nuaym, “el-Hilye” (9/107), el-Herevî (47/1), İbn Kayyim, “İ’lâ­mü’l-muvakkiîn” (2/363), el-Fullânî (s.104).
[17]   İbn Ebû Hâtim, “Âdâbü’ş-Şâfiî” (s. 93); Ebû’l-Kâsım es-Semerkandî, “el-Emâlî”; ondan nakille Ebû Hafs el-Müeddib, “el-Müntekâ” (1/234); Ebû Nuaym “el-Hilye” (9/106) ve İbn Asâkir (15/10/1) sahih senedle rivâyet etmiştir.
[18] İbn Ebû Hâtim (s.93); Ebû Nuaym ve İbn Asâkir (15/9/2) sahih bir senedle rivâyet etmiştir.
[19] İbn Ebû Hâtim (s.93-94).
[20] İbnü’l-Cevzî, “el-Menâkıb” (s.192).
[21]   el-Fullânî (s.113), İbn Kayyim, “İ’lâm” (2/302).
[22]   Ebû Davud, “Mesâilü’l-İmâm Ahmed” (s.276-277).
[23]   İbn Abdülberr, “el-Câmi” (2/149).
[24] İbnü’l-Cevzî (s.182).
[25] Nisa, 65.
[26] Nur, 63.
[27] Bunu, “Îkâzü’l-himem”e yaptığı dipnotta nakletmiştir (s.93).
[28] el-Fullânî (s.99).