www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

İSLAM’IN GÜZELLİKLERİ

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler


بسم الله الرحمن الرحيم

إِنَّ الْحَمْدَ لِلَّهِ ، نَحْمَدُهُ ، وَنَسْتَعِينُهُ ، وَنَسْتَغْفِرُهُ ، وَنَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ شُرُورِ أَنْفُسِنَا ، وَمِنْ سَيِّئَاتِ أَعْمَالِنَا ، مَنْ يَهْدِهِ اللَّهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ ، وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هَادِيَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ  تُقَاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ  إِلاَّ وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ. يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَتَسَاءَلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا.  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلا سَدِيدًا . يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ  وَيَغْفِرْ  لَكُمْ  ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعْ  اللَّهَ  وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا. أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّ خَيْرَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللَّهِ وَخَيْرُ الْهُدَى هُدَى مُحَمَّدٍ وَشَرُّ الأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ، وَكُلَّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ


Hamd, ancak Allah içindir. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.

Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şahadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasülü'dür.

“Ey iman edenler! Allah'tan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak müslüman olarak ölün.” (Al-i îmran:102)

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa: l)

“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve Rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab: 70-71)

Bundan sonra:

“Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah'ın Kelam'ı, yolların en hayırlısı Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'in yoludur. işlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bid'at, her bid'at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir.” *

'Hutbetü'1-Hace' ismiyle meşhur olan bu duayı, cuma hutbelerinde vesair konuşmalarında okuyan Rasulullah, bizzat sahabelere öğretmiştir.  Müslim (867), Nesei (1387)

Harun Yıldırım
0 555 761 43 04

KİTAP VE SÜNNETİ İHYA YAYINEVİ
HACIBAYRAM KİTAPÇILAR ÇARŞISI 2 KAT NO:36 06250 ULUS / ANKARA
0 312 310 48 08


İSLAM’IN GÜZELLİKLERİ

 



ÖNSÖZ


Hamd, Allah içindir. O’na hamd eder, O’na sığınır, O’ndan mağfiret ve hidayet dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidayet verdiğini saptıracak, saptırdığına da hidayet verecek yoktur. Allah’tan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah ve O’nun hiçbir ortağı olmadığına şehadet ederim. Yine şehadet ederim ki Hz. Muhammet O’nun kulu ve Rasûlüdür. Salat ve selam O’nun, ailesinin ve sahabesinin üzerine olsun.

Allah Azze ve Celle, insanı, yüce bir gaye için yaratmıştır. O da,  şirk koşmaksızın yalnızca O’na ibadet/kulluk etmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 « Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım. Ben onlardan bir rızk istemiyorum; bana yedirmelerini de istemiyorum » [1]

İnsan, bu yer yüzünde oyun ve eğlence olsun için değil, belirli bir amel ve zamanı geçirmesi için yaratılmıştır.Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 « Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve bize geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? » [2]

« İnsan başı boş bırakılacağını mı sanıyor? » [3]   Yani, emrolunmayan ve yasaklanmayan bir şekilde.

Bu gayeyi gerçekleştirmek için Allah Azze ve Celle peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş ve ikisi arasındakini de takip etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

  « Biz her ümmete, yalnız Allah’a ibadet etmeleri ve tağuttan da sakınmaları için peygamberler gönderdik. » [4]

Allah peygamberlerin sonuncusunu da, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed’i yapmıştır. Tıpkı insanoğluna indirdiği en son risaletin peygamberimizin getirdiği İslam yapması gibi. Allah Azze ve Celle’nin bütün risaletleri hayır işlemek ve kötülükleri terk etmekle ayırt edilmiştir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

  « Onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyetmiştik. Hepsi de ibadet eden kimselerdi. » [5]

Bu dindir… Çünkü dinlerin sonuncusu ve nebinin gönderilişinden bu yana kıyamete kadar tüm insanlığın dinidir. Allah Azze ve Celle bu dini yüce ameller, üstün ahlak, hoş görülü kanunlar, her zaman ve mekanda selim insan fıtratına ( yaratılışına ) uygunluk üzerine bina etmiştir. Onda bütün hayırları dilemiş, her güzel olanı mübah kılmış, her şerden yasaklamış, her pis olanı ve insana eza veren,  dünya ve dinine zarar veren şeyleri de haram kılmıştır. Buların hepsi müslümanın bu dünya da mutlu yaşaması ve güzel bir hayat sürmesi  sonra oradan da mutluluk, tam kurtuluş ve en büyük şeref olan yere intikal etmesi içindir. O da Allah Azze ve Celle’nin rızası ve ahiretteki cennetidir.

Her kim Habir ve Hakim olan Allah’tan indirilen bu yüce dini yakından incelerse, yüksek mana ve yüce hedefler üzerine bina edildiğini idrak eder. Allah Azze ve Celle dini, insanoğlunun dünya ve âhiretinde mutlu olması için şeriat olarak koymuştur. Nasıl aksi olsun ki?! Allah Azze ve Celle, Nebisi sallallahu aleyhi ve sellemden bahsederek şöyle buyurur:

« İşte bunlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı olarak buldukları ümmî Nebiyle, Rasûl’e tâbi olanlardır. O Rasûl, (Peygamber), onlara, iyi ve temiz olan şeyleri helâl, kötü ve pis olan şeyleri de haram kılar. Üzerlerindeki ağırlıklarını ve zincirleri onlardan kaldırıp atar. Ona iman edenler, onu yücelterek himaye edenler, ona yardım edenler ve onun vâsıtasıyla indirilen nûra tâbi olanlar, işte kurtuluşa erenler bunlardır.[6] »

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

« Kim benim hidayetime uyarsa, ne sapıtır, ne de bedbaht olur.[7] »

« Allah size kolaylığı kolaylığı ister, güçlüğü istemez.[8] »

«  Din de üzerinize herhangi bir güçlük yüklememiştir.[9] »

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

« Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.[10] »

        «Benden önce gönderilmiş hiçbir peygamber yoktur ki, ancak ümmetini onlar için bildiği hayra teşvik etmek ve onlar için bildiği şerden de onları uyarmak onun üzerine haktır.»[11]

Nasıl olur da aksi olur ki?! Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ahlak, iffet, taharet, müsamahanın tamamlanmasında, kulluk, huşu, Allah önünde zelil olma ve tevazunun tamamlanmasında gayesini gerçekleşmiştir. Allah Azze ve Celle’de şu sözüyle buna şahitlik etmiştir:

« Sen, yüce bir ahlâk üzeresin .»[12]

Sonra Allah Azze ve Celle, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme uymayı şu sözüyle bizlere emretmiştir:

« Sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü arzu edenler kimseler için, Allah’ın Rasûlünde güzel bir örnek vardır. »[13]

İslam ehlinin katında iyilik-hayır kemale ermiş ve onların üzerine her yönden nimet, diğer yönden itaati ve iyilikleri emir, isyanı ve kötülükleri yasaklama, insanların efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme kâmil sıfatlarını ve ona uymayı tamamlamıştır. Allah’a hamd olsun ki bu olgularla dinimiz her açıdan kâmil bir din olmuştur. Dinimiz, emirlerden her emir, nehiylerden her nehy, kanunlardan her kanun, üstünlüklerden her üstünlük ve sevdirmeyle alakalı bütün güzellikleri bir araya getirmiştir.    

İslam’ın güzelliklerini bilmek, bir müslümanın dinine olan bağlılığını, ona olan muhabbetini ve ona bağlılıktaki hırsını artırır. Tıpkı, hak yoldan sapmış birisinin, İslam’ın güzellikleri sayesinde İslam’a meyletmesi gibi. Bununla onun için kanaat etme kapılarından büyük bir kapı açılır ve onunla doğru yolu bulur ve Müslüman olur. Böylelikle hem dünyada hem de âhirette kazananlardan olur.

İbnu Seken’in rivayetine göre, Eksem b. Sayfi’ye Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin peygamber olarak gönderildiği haberi ulaşınca onun yanına gitmek istedi. Kavmi, onun gitmesine engel olup dediler ki: Sen bizim büyüğümüzsün, sana bu haberler gizli kalmaz. Eksem dedi ki: Öyleyse bana ondan, ona da benden haber iletecek birisi gelsin. Onun  adına iki kişi Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin yanına gittiler. Dediler ki: Bizler Eksem b. Sayfi’nin elçileriyiz. O, senin kim olduğunu, ne olduğunu ve ne getirdiğini soruyor. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya vermeyi emreder. Kötülük ve fuhşuyattan da sizleri yasaklar.” [14] 
Eksem’e gelip dediler ki: Nesebini söylemekten kaçındı. Biz de onun nesebinden sorduk. Mudar kabilesinden, orta ve en iyi nesebe sahip olduğunu gördük. Bize bazı sözler söyledi ki biz onları ezberledik. Eksem, o sözleri işitince şunları söyledi: “Ey kavmim! Görüyorum ki bu adam güzel ahlâkı emrediyor ve kötülüklerinden de yasaklıyor. Bu dinde başı çeken olun, alt tabaka olmayın. Bu dinde ilklerden olun, sonuncular olmayın.”  Çok geçmeden  ölüm ona yaklaştı. Kavmine şöyle vasiyette bulundu: “Sizlere Allah’tan hakkıyla korkmanızı ve akrabaya iyiliği tavsiye ederim. Çünkü, o ikisiyle kök yıpranmaz.”

İslam’ın güzelliklerinden birisi onun için  açığa çıktığı zaman Allah, Eksem b . Sayfi’yi küfrün derinliklerinden alıp onu imanın en doruk noktasına taşıdı. Kendisinden sonra indirilen İslam’ın diğer manalarının farkına varsa, onları idrak etse acaba durum nasıl olurdu?!

Hiç şüphe yok ki bugün durum bazı âlimlerin dedikleri gibidir: “Müslümanları, bugün bilakis âlemin  hepsi Allah’ın dininin açıklamasına, güzelliklerinin açığa vurulmasına ve hakikatinin beyanına ihtiyacı vardır. Allah’a yemin oldun ki, şayet bugün insanlar, şayet bütün âlem İslam’ın  hakikatini bilselerdi, Allah’ın dinine toptan girerlerdi.”

Burada dikkat edilmesi gereken şudur ki, İslam’ın güzelliklerini kimse sayamaz. Çünkü iyilik, güzellik, olgunluk/kemâl ve manalarından her yüce, incelik, her emir ve yasaklamada gerçekleşir. Şayet birisi tevhidin veya namazın güzelliklerinden konuşmak istese, ciltler dolusu   kitaplar yazardı.

Buradaki maksat kapasite değildir. Ondaki ibare ancak işarettir. Arkasına yönelen kelime, kelimelerden bir tanesidir. Sözden az olanıyla anlayış, fehmdir. Hidayete ermiş olan, Allah’ın hidayet verdiğidir. Dalâlette olan, hak yoldan ayrı olan ise kalbi haktan uzaklaşmış olan kimsedir. Ona melekler inse, onunla ölüler konuşsa bile, ona Allah’ın dilediğinden başka kimse hidayet edemez. Bize diniyle hidayete erdiren Allah’a hamd olsun. Allah bize hidayet vermeseydi biz hidayete eremez, hak yolu bulamazdık. Rabbimizin peygamberleri hak ile gelmişlerdir. Salat ve selam  peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, ailesinin ve ashabının üzerine olsun.




İSLAM ŞERİATİNİN ÖZELLİKLERİ VE FAZİLETLERİNE
GİRİŞ



 Şeriat: Allah Teâlâ’nın peygamberi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme hüküm, itikad ve amel olarak indirdiklerinin ismidir.

Bu hükümler, istikâmetinden ve tatlı suyun kaynağına benzetildiğinden dolayı “Şeriat” diye isimlendirilmiştir. Tıpkı bedenlerin suyla hayat bulduğu gibi, akılların ve gıdası ve selâmeti,  nefislerin yaşamı ve kurtuluşu da bu Şeriat hükümleridir.

İslam Şeriati’nin özellikleri sayılı ve çeşitli olması, onun şerefini, mekanının yüceliğine ve işinin yüceliğine delâlet eder. Çokluğundan dolayı bu özellikleri saymak mümkün değildir, Fakat, en önemlilerine işaret etmek mümkündür. Onlar ise şunlardır:

1- Rabbânî Olması: İslam Şeriati’ni ayrıcalıklı yapanların ilki Rabbânî (Allah’tan) olmasıdır.
Buradaki Rabbânî olması, iki şey ifade eder:
Birincisi: Bu Şeriat, Rab Subhânehû ve Teâlâ’dandır. O ise, peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme indirilen Allah Azze ve Celle’nin vahyidir. Yaratılmışların uydurdukları bir şey değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

« Elif. Lâm. Râ. Bu,  hikmet sâhibi olan ve her şeyden haberi bulunan Allah tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonra da iyice açıklanmış bir kitaptır. »[15]

« Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, göğüslerdeki (dert ve sıkıntılar) için bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir. »[16]

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bu Şeriat’taki görevi ancak karşılıklı tebliğ ve koruma, sonra tebliğ ve beyandır. Allah Subhânehû’nun buyurduğu gibi:

« Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen (âyetler)i tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, Rabbinin peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun . Allah seni insanlardan korur. Allah, şüphesiz kâfir kavme hidâyet etmez. »[17]

« Sana da, insanlara, kendilerine indirileni açıklayasın diye Kurân’ı indirdik. Belki onlar da düşünürler. »[18]

İslam Şeraiti, kaynağı tek, Allah’ın vahyi ve âlemde tek olan kanun ve dindir. Allah’tan olup değiştirilmekten korunmuş olan Allah’ın kâmil kelimeleridir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

«  Zikri biz indirdik. Onu koruyacak olan da biziz. »[19] 

Bunun içindir ki, İslam Şeraiti, kemâl, kapsama, merhamet ve tam şekliyle adaletle vasıflandırılır. Çünkü onu indiren, insanlığın yaratıcısı ve işlerin sahibidir. Ve O, üstün ve kemâl sıfatlarla vasıflandırılmış, bütün ayıp ve noksanlıklardan veya cehâlet ve hevâdan beridir. Allah, insanlık için neyin uygun olduğunu bilendir. Onlar için güven, huzur ve mutluluğu gerçekleştirmiştir. Allah Subhânehû onları bir gâye için yaratmış, onlara risaletini yüklemiş, onları bununla ikramda bulunmuş, yarattıklarından bir çoğunun üzerinde üstün kılmıştır. O, emrinde Latîf’tir, hükmünde Hakîm’dir, yarattıklarının üzerine Kadîr’dir, tasarrufunda Alîm’dir ve kullarına karşı Rahîm’dir.

İnsanlık, bu Şeraiti almak, yükümlülük ve onunla amel etmekle sorumludur. İşte bununla dünyada hayır, âhirette saâdet ve büyük hesap gününde de emniyette olmak gerçekleşir.

Mü’minler katında bu Şeriat, mukaddes, nefislerinin hükmü ve kalplerinin huşusudur. Hiçbir yol veya nizam buna eşit olamaz, bununla kıyaslanamaz ve insanlığın hiçbir çabası da ona benzemez.

İkincisi: Bu Şeriat’ın gâyesi  en yüksek, hedefi ise Allah’ın rızasıdır. O ise, Rabbânî bir gâye ve amaçtır. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

« De ki: “Benim namazım da, kurbanım  da, hayatım ve ölümüm de, âlemlerin Rabbi Allah içindir.” O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim. »[20]  

Hiç tartışmasız İslam Şeriati’nin dünyada kul için, güzel bir hayatın gerçekleşmesi için başka gâye ve hedefleri vardır. Fakat düşünüldüğünde bu gâye ve hedefleri –hakikatte- yüce bir gâye ve en büyük bir hizmet ettiğini buluruz. O ise, Allah Teâlâ’yı razı etmek ve Subhânehû ve Teâlâ’yla olan güzel bağıdır. İşte bu, o hedeflerin hedefi ve gâyelerin gâyesidir.

İnsanın bu Rabbânî Şeriate olan bağlılığı kendi nefsinin mutluluğunun kaynağıdır. Zira o, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah’ın apaçık yoluna bağlanmıştır. Allah’ın rızasına koşar. Bu dindeki her şeyin Allah’tan olduğunu ve Allah Azze ve Celle’ye döneceğine iman eder.

2- Kemâl ve Şumulluk (Kapsama):

İslam Şeraiti, mükemmel ve eksiksiz kanun koyucudur. İnsanı, dünyada insanlığın en yüce olgunluk (kemal) derecesine yücelten, âhirette de kurtuluşa götüren şerî temeller getirmiştir.

Yine İslam Şeraiti, insan ve cinler için genel kanun koyucudur ve herhangi bir kavim/topluluk için ve ne de bir zamana özel değildir. Bilakis, insanlığın tamamına yöneltilmiştir.

Tıpkı İslam Şeriati’nin hayatın her sahasında ve toplumun her nahiyetinde genel kanun koyucu olması gibi. Bu din, gözden hiçbir şeyi kaçırmayıp ondan haber vermeyi veya hüküm olarak içine almayı veya bir kaide veya asıl altında almayı ihmal etmemiştir. İnsanların işlerinden hiçbirini zorlaştırmamış, hangi topluluk olursa olsun ulaştığı yüksek seviyeden de geride kalmamıştır. Aksine her asır ve şehirde insanların maslahatlarını gerçekleştirir. Her hal ve zamanda onların ihtiyaçlarını yerine getirir.

Şeriat’in genel ve kapsamlı olduğuna dair Kitab ve Sünnetten gelen deliller pek çoktur. Onlardan bazıları şunlardır:

« (Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Ben, sizin hepinize birden gönderilmiş Allah’ın peygamberiyim.” »[21]  

« (Ey Muhammed!) Biz seni, ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat onların çoğu bilmiyor. »[22] 

« Sana, Müslümanlar içinde her şeyi açıklamak, doğru yolu göstermek, rahmet ve müjde olmak üzere bu Kitab’ı indirdik. »[23]   

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyuruyor:

« Bir peygamber kendi kavmine özel olarak gönderilirdi. Ben ise, bütün insanlara gönderildim. »[24]   Başka bir rivayet ise şöyledir:

« Her peygamber özel olarak kendi kavmine gönderilirdi. Ben ise her kırmızı ve siyaha (bütün insanlığa) gönderildim. »[25]

Bu deliller, Muhammedî risaletin genellilik ve evrenselliliğine işaret eder. Müslüman olmayan tarihçilerin iddia ettikleri şu sözün zıttınadır: İslam daveti mahalli olarak ortaya çıktı. Sonra, İslamî fetihlerin alanının genişlemesinden sonra bütün dünyaya yöneldi.

Şüphesiz ki bu iddia batıldır. Aksine bu din evrensel olup her zaman ve her mekanda, türleri, renkleri ve dillerinin farklılığıyla bütün insanlara yöneliktir.

Kurân-ı Kerim, peygamberlerin davetinden ve geçmiş peygamberlerden bahsederken, onları kavimlerine özel kılar. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

« Muhakkak ki biz, Nuh’u kavmine gönderdik. O dedi ki: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. »[26]  

« Âd kavmine kardeşleri Hûd’u gönderdik. »[27]  

« Semud kavmine kardeşleri Sâlih’i gönderdik. »[28]  

Daha önceki geçen hadislerde peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin davetinin genel ve evrensel olduğunu ilan etmektedir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

« Âlemlere uyarıcı olması için kuluna Furkan’ı indiren Allah ne yücedir. »[29]

« Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik. »[30]    

Bunun belirlenmesinde bazı âlimler şöyle diyorlar: “Bu İslam dininden gereksinimle bilinmiştir ki, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin daveti, arabıyla, acemiyle, kralıyla, zâhidiyle, âlimi ve avamıyla bütün insanlar içindir. Bu davet kıyâmet gününe kadar dâima kalıcı olacaktır. Bu insanlar ve cinler içindir. Hiçbir yaratılmış Nebi sallallahu aleyhi ve selleme tâbi olmaktan ve O’na itaat etmekten, ümmetine din adına emrettiği şeylerden, onlara sünnet kıldığı, emrettikleri fiillerden ve mahzurlu şeylerin terkinden dışarı çıkamaz. Bilakis, O’ndan önceki peygamberler şimdi yaşasalardı, O’na uymaları ve itaat etmeleri vâcib olurdu.”

Doğrudur. O’nun peygamberliği, peygamberliğin sonuncusudur. Kendisinden önceki risaletler gibi ne bir kavim, ne bir ırk ve ne de bir mekana özel kılınmıştır. İnsanlık, peygamberlik yolunda, son peygamberliği mümkün kılmak için bu yolda ilerlemiştir. Her davet, her peygamberlik, gönderildiği topluluk ve mekana uygun kanunlar içermiştir. Bu son peygamberlik geldiğinde, temel kurallarda tam, fıkhî meselelerde kapsamlı, zamanla ve asırlardır bütün âlemler için uygun olarak gelmiştir.

Evet, İslam Şeraiti, inançları ve hükümleriyle hayatın bütün işlerini kapsamış, insanın tüm ihtiyaçlarını içine almış, maksatların arasını bulmuş ve yaratılmışların hedeflerini göstermiştir. Rabbisiyle olan alakasını ve yaşadığı toplumdaki kardeşleriyle olan bağlarını düzenlemiş, hak ve görevleri belirlemiştir. Problemleri halletmek ve hakkın hak sahibine ulaşması için kurallar koymuştur. Hayatlarının her sahasında, işlerinde ve faaliyetlerinde insanlar arasında adalet kanunları  oluşturmuştur.

Muhakkak ki o, dünyayla-dinin, görünenle-görünmeyenin ve insan için dünya ve âhiretin hayrını bir araya getiren kâmil bir hayatın apaçık yolu olan Şeriattır.

Müslüman bir kimsenin üzerine düşen ise, kendisi için yolunu aydınlattığı, büyüğü ve küçüğüyle, gizlisi ve saklısı, görüneni ve görünmeyeni ile  herkes için yolunu belirleyen bu tam ve kapsamlı Şeriat ile mutlu olması gerekir. Bu yüce Şeriati vasfederken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin buyurduğu gibi:

« Sizleri gecesi gündüzü gibi pırıl pırıl olan bir din üzere bıraktım. Benden sonra ondan ancak helak olan ayrılır. »[31]


3- Geçmiş Şeriatlere Şahitlik Etmesi:

Hiç şüphe yok ki, hakikat şudur ki: Allah’ın dini birdir. Peygamberler onunla gelmiş ve Âdem aleyhisselamdan peygamberlerin sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme kadar devam etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Dini dosdoğru tutun ve onda tefrikaya düşmeyin” diye Allah’ın Nûh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve Îsa’ya tavsiye ettiğini, size dinden şeriat olarak koymuştur.” [32]

Fakat Nebi ve Peygamberlerin asılda dinleri birde olsa, onlarda her birinin şeriat ve yolu vardır. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

“Sizin her biriniz için bir şeriat ve bir yol vazettik.” [33]

Asılda din tekdir. Fakat ümmetlerin durum ve konumunun değişikliliğine ve sadece Allah Tebâreke ve Teâlâ’nın bildiği bazı durumlardan dolayı şeriatleri farklıdır.

İslam Şeriati önceki şeriatlerin sonuncusu, onların güzelliklerini tamamlayıcısı ve ona şahid olmak üzere gelmiştir.

Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

“(Ey Muhammed!) Sana da, kendinden önceki kitabı tasdik edici ve ona şâhid olmak üzere, hak ile Kurân-ı indirdik.” [34]

Muhammedî Risalet ise, Semâvî risalelerin hepsini kapsamış, eksiksizliği ve yüceliğiyle onlardan üstün olmuştur.

Bazı âlimler şöyle demişlerdir: “Allah, yüz dört kitap indirmiş ve bunların ilimlerini dörde yerleştirmiştir: Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan (Kur’ân). Sonra üçünün ilmini Kur’ân’a yerleştirmiştir.”

Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: “Kur’ân, geçmiş kitaplarda bulunan Allah ve Kıyâmet Günü’nden haberler aktarmış, onun üzerine ayrıntılar eklemiş ve bu konudaki delilleri açıklamıştır. Bunun üzerine bütün peygamberlerin peygamberliklerini ve gönderilenlerin risaletlerini anlatmıştır. Şeriatlerini, çeşitli delilleriyle beraber anlatıp, Allah’ın onlara verdiği cezaları ve kendisine tabi olan ve Kitaplara uyanlara yardımını açıklamıştır. Onlardan tahrif edilip değiştirilenleri, Ehli Kitabın geçmiş kitaplara ne yaptıklarını, Allah’ın açıkladığı emirlerden neleri gizlediklerini, peygamberlerin hepsinin Kur’ân’ın getirdiği en güzel şeriatler ve apaçık yollarla geldiklerini açıklamıştır. Çeşitli yönlerden ellerindeki kitaplara şahitlik eder konumuna gelmiştir. Kur’ân, onların doğruluğuna ve onlarda tahrif edilen kısımdaki yalanlara, Allah’ın anlattıklarının doğruluğunun ve geçersiz kıldığının iptaline şahittir. O, haber verdiklerine şâhid, emirle alakalı konularda da hüküm verendir... Önceki ve sonrakilerin usûlid-din (tevhid) ve ilâhi ilimler, âhiret, peygamberlik, ahlak, siyaset, ibadetle (kulluk)alakalı işlerde ve diğer insanların kemali, kurtuluşu, saadeti ve mutluluğuyla alakalı konuşmalarını düşünürse, Kur’ân’ın getirdikleri dışında ne önceki ve sonraki peygamberlerde ne rey ehli ve ne de başkasında bulabilir.

Anlatılanların özeti şudur: İslam, insanlığın ilâhi şeriatlerin sonuncusudur. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem peygamberlerin sonuncusu, İslam Şeriati ve çağrısı Kıyamet saatine kadar var olacaktır. İslam Şeriati, insanlığın hayatını islah, onu yerine getirmek için onun yanında duran, müstakil bir zamanla belirlenmiş, sınırlı değildir. Bilakis İslam Şeriati, bütün insanlığı içine alan ve nebilerin ve peygamberlerin sonuncusuna indirilen bir risaledir, davettir, çağrıdır. İnsanın aklına ve fıtratına uygun bir davet olup, gayretini en yüce işlere artıran, onun için kanunlar koyan, ona yol belirleyen ve o yolda, hayatında ona ışık tutandır. Ona düşen ise sadece onun gölgesinde yürümektir. İşte o zaman her içinden çıkılmaz şeyin çözümünü, her yeni olanın hükmünü, her büyük ve küçük şeyde yol gösterme ve bir emir bulacaktır.

4- Vasat (Orta Yollu) Olması:

İslam Şeriatinin vasat olması, kaynağının, hedefinin, kemalinin ve hükümlerinin genelinin Rabbânî (Allah’tan) olmasından ve kendisinden önceki Şeriatlere şâhitlik yapmasından kaynaklanmaktadır. Yine Şeriatinin Kıyamet saatine kadar kalıcı ve hükümlerinin her iş ve her açıdan dengeli olmasındandır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sizleri orta (vasat) bir ümmet kıldık.”[35]

Bazı âlimler şöyle demişlerdir: “Allah Teâlâ’nın onları “vasat” diye vasfetmesinin sebebi, onların dinde orta yollu olmalarından dolayıdır. Onlar dinde ne aşırılığa giderler ne de eksikliğe. Fakat onlar, orta yolu tuttukları, vasat oldukları için onları bununla vasfetmiştir. Allah’a en sevimli gelen iş orta yollu olanıdır.”

Vasat, arab dilinde, en hayırlı, en iyi anlamına gelir. Falanca, kavminde vasat birisi denildiği zaman, o kimsenin değeri yükseltilmek istenmiştir. Onun içindir ki vasat, adaletle açıklanmıştır. Çünkü insanların en hayırlısı, âdil olanıdır.

Kanunlarda, metotlarda, işlerde vasat olmak, kolaylıkta değil. Zira insanlardan hukuki olanlar acizliğe düşerler. Bu konuda kimi en sola meylederken, kimisi de en sağa meyleder. Fakat İslam Şeriati, bu konuda yegâne ve tek örnek olarak gelmiştir. Şeriatinde ne ifrat vardır ne de tefrit (aşırılık-ihmal etme, gevşeklik). Aksine orta yoldan ve adaletten ayrılmaz.

Bu da göstermektedir ki, İslam Şeriatı tek başına nizam kurmaya kâdirdir. Çünkü o, en ince ayrıntısına kadar her şeyin hakkını vermiş, hassas ve yüce bir terazi indirmiştir. Her şeyin adedini sayan ve hiçbir şeyi boş yere yaratmayan Allah’ı, her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederiz. İşte buradan kaynakla İslam Şeriatı, vasat olmakla (vasatiyye) vasıflanmıştır. İslam Şeriatının vasat olmasının manası ise, Allah’ın dilediği gibi adaletli olmasıdır. Kısa akıl ve görüşleriyle eksik olan insanların hayal ettikleri gibi değil. Vasat ise, aşırılığa gitmeden adaletli olmak ve kısaltmaya-ihmalkârlığa varmadan da orta yollu olmaktır.


BİRİNCİ ARAŞTIRMA:

İSLAM’IN RÜKUNLERİ AÇISINDAN İSLAM’IN GÜZELLİKLERİ



Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem, İslam’ın rükunlerini altı olarak belirlemiştir. Bunlar: Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Âhiret Gününe ve hayrı ve şerriyle Kadere iman etmektir. [36]     

Bu altı rükun, söz ve amellerin üzerine bina edildiği ve ahlak ve faziletlerin üzerine tesis edildiği İslam akidesinin esaslarıdır.
       İmanın rükûnlarının güzellekleri, İslamın güzelleklerinin anasıdır. Onunla İslam akidesinin  ehemmiyeti ve insan hayatı için önemi ortaya çıkar. Bu rükûnlardan en önemlilerini açıklayacağız:

Birinci Rükûn: Allah’a Îman:

Bu rükûn, din usullerinin aslı, vâciblerin en önemlisidir. İçerisine Allah’ın Rububiyyeti, İsim ve Sıfatları ve Uluhiyyetine imanı alır.

Birincisi: Allah’ın Rububiyyetine Îman:

Manası: Allah Teâlâ’nın yaratmada, mülkünde, evrenin işlerini düzenlemede ve tasarrufta hiçbir ortağı olmaksızın tek olduğuna kesin itikad etmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.”[37]

“Rabbınız, şüphesiz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş üzerine istiva eden, geceyi, kendisini süratle takip eden gündüzle örten, güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan hep Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratma ve emir O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah, ne yücedir.”[38]

Allah’ın Rububiyyetine imanda güzellikler çoktur. En önemlileri şunlardır:

1-      İslam’ın fıtrat dini olduğunun ve hiçbir şeye muhalefet etmediğinin bilinmesi. Fıtrat: Allah’ın insanı ona göre yarattığıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“(Ey Muhammed!) Dosdoğru olarak yüzünü dine, Allah’ın insanları ona göre yarattığı fıtratına çevir. Allah’ın yarattığında hiçbir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmez.”[39]

Allah Azze ve Celle kullarını âlemlere rububiyyetini ikrar etme ve bilme-tanıma üzere yaratmıştır. İslam, bu fıtratı desteklemek, Allah Teâlâ’nın varlığını idrak etmenin ilerlemesi, Rububiyyetini, Allah Subhânehû’nun birliğini, Ulûhiyyetindeki ve en güzel isimleri ve yüce sıfatları ikrarı için gelmiştir.

Bir kulun îmanı şudur: Allah onu yaratmış, bu yeryüzünde hayat ve yaşam yollarını onun için kolaylaştırmış, bu evreni insanın yaratılışına uygun kılmış, onun oturması için onu hazırlamış, ihtiyaç duyduğu her şeyi techiz etmiştir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

“Hiç görmüyor musun, Allah göklerde ve yerde olan her şeyi sizin emrinize vermiş, açık ve gizli bütün nimetlerini size ihsan etmiş?”[40]

İşte bununla, Allah’ın üzerine olan fazlını idrak eder, Allah Subhânehû’nun ihsan ettiği iyilikleri itiraf etmesini sağlar. Bu, kuluna nimet verene ona itaatle ve masiyetten uzak durmakla şükretmesine teşvik eder.

Allah’a Rububiyyeti’nde iman, insanı, Celali ve Kemaliyle Allah’ı bilmeye ulaşmaya ve Allah’ın hükümdarlığında tefekküre götürür. Muhakkak ki O, ondan başka hakkıyla ibadet edilecek bir başka ilah olmayandır. Tıpkı, O’nun benzeri gibi bir Rabbın olmadığı gibi. Bu harika ve göz alıcı mahlukat, çokluğuna ve çeşitlerinin farklılığıyla lisanı hali Allah’ı yüceltmeye ve O’nu birlemeye davet eder. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde, akıl sahipleri için (ibret alınacak) deliller vardır. Ayakta, oturarak ve yatarak yerin yaratılışı hakkında tefekkürde bulunan (o akıl sahipleri derler ki): “Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Seni (her türlü noksan sıfatlardan) tenzih ederiz. Bundan dolayı bizi cehennem azabından koru.”[41]   

İnsanın Allah’ın Rububiyyetine olan imanı, Allah’ın her şeyin Rabbi ve sâhibi olduğunu, yarattıklarından zatıyla zengin ve Kâdir olduğunu, O’ndan başka her şeyin yaratılmış, Rabbisine ve yaratanına zatıyla fakir olduğunu idrak etmesini sağlaması onun adetidir. Kulunu nefsinin hakikatinin eksikliliğini, zayıflılığının farkına varıp aşırılığa gitmekten ve yeryüzünde büyüklenmesinden uzaklaşmasını sağlamak onun adetidir.

Allah Subhânehû’nun insan için yaratması, onun terbiyesi ve ıslahı için uğraşması, rızkı ve sıhhati için kefaleti altına alan, din ve dünyası için ne gerekiyorsa yapan Allah Teâlâ’ya olan muhabbeti, sâdık ve hâlis muhabbet olmalıdır.

Allah’ın Rububiyyetini (Rablık-İlahlık) kabul etme, O’nu bilme ve onda tefekkür, insanı, Rabbi yüceltmeye, O’na hürmete, O’na huşuya, saygıya ve O’na muhabbete götürür. Bunların hepsi O’nun emrine itaat etme, boyun eğme ve hanif dinine itaat göstermedir. Kul, Allah Teâlâ’nın Rububiyyetine imanıyla, O’nun hakkının isyan değil itaat etmek olduğunu, yüceliğine boyun eğmeyi ve O’na itaati ve kulluğu/ibadeti idrak eder. Bununla beraber saadetin, mutluluğun ve kurtuluşun ancak Allah’a itaattle ve dinine sımsıkı sarılmakla mümkün olacağını görür. Öyle ki, varlığının ve hayatının, işlerinde her küçüğün ve her büyüğün Allah Azze ve Celle’den olduğuna ve O Tebareke ve Teâlâ’nın elinde olduğunun farkına varır.

Faydalı şeyleri celbetme veya zararlı şeyleri defetmekte Allah’tan gayrisine bağlanmaktan kurtulmaktır. Çünkü Allah, sadece O, faydalı şeyleri celbetmeye ve zararlı şeyleri defetmeye kâdirdir, gücü yetendir. Verdiğini engelleyecek, engellediğini de verecek yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“(Ey Muhammed!) De ki: “Ey mülkün sâhibi olan Allah’ım! Mülkü dilediğine verir, dilediğinden de alırsın. Dilediğini aziz eyler, dilediğini de zelil edersin. Hayır, yalnız senin elindedir. Şüphesiz sen, her şeye kâdirsin.”[42]

2-                      Bu kâinatın gizemli sorularından insanın başına gelenlerin açık cevabıdır. İnsan, kâinattaki olaylar ve belirtilerin çoğunun açıklamasından genellikle aciz kalır. Yine bazı görüş ve belirtilerin karşısında sık sık şaşkınlık içerisinde kalır. Şayet her şeyde Allah Teâlâ’nın  Rububiyyetini kesin bir şekilde bilirse, işleri hallolur, her kaplayan Allah Teâlâ’nın kudretine imanı açılır ve insanın, onunla ihata etmesinden çok büyük olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“(Ey Muhammed!) Sana rûhtan soruyorlar. De ki: “Rûh, Rabbimin emrindendir. Onun hakkında size çok az bilgi verilmiştir.”[43]

İkincisi: Allah’ın İsim ve Sıfatlarına İman:

Allah Teâlâ’nın kendi nefsi için ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin de O’nun için ispat ettiği en güzel isimlerini ve yüce sıfatlarını ispat etmektir. Allah Teâlâ’nın onlarda tek olduğuna ve Tebâreke ve Teâlâ’nın fiil ve sıfatlarında benzersiz olduğuna inanmaktır.

Allah’ın isim ve sıfatlarına iman, Allah Teâlâ’ya imanın bölümlerinden en önemlilerindendir. Bu konuda Kitab ve Sünnetteki delillere bağlı kalmak, yüceliğinden, kemalinden ve zahirinden çıkaran tevillerle araştırma yapmamak gerekir. Çünkü Allah Teâlâ, kendini kullarına bununla tanıtmış, onların ibadet etmeleri, onlara imanla olmuş, onlarla dua etmiş ve yine onlarla O’nu övmüşlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’ın en güzel isimleri vardır; O’na bu isimlerle duâ edin. O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları terk edin. Onlar, yapmış olduklarının cezasını çekeceklerdir.”[44]

Allah’ın isim ve sıfatlarında sınırlama yoktur. Bunun içindir ki, onlara imanın güzelliklerinin de sınırlaması yoktur. Burada ise ancak bu güzelliklerden bazılarına işaret edeceğiz. Bunlar:

1- Allah Teâlâ’yı doğru olarak tanıma: Allah Subhânehû ğaybidir, görünmeyendir. Mücerred akılla geniş bir şekilde sıfatlarının bilinmesi mümkün değildir. Bunun içindir ki, kullarının kendisini Celâline, Cemâline ve Kemâline yakışır bir şekilde doğru olarak tanıması için Allah Azze ve Celle, Kitab ve Sünnette gelen sıfatlarla kendisinden haber vermiştir.

Bu marifeye (bilmeye) ise Allah’ın isim ve sıfatlarına imanda ancak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin, sahabesinin ve sünnet imamlarının gittikleri yolu tutarak ulaşılır. O yol ise, temsile ve tekyife gitmeden isbat, tevil ve tatil etmeksizin ve tenzih etmektir. Bu doğru yolla, Allah’ın isim ve sıfatlarını en iyi bilen, Allah Teâlâ’yı en iyi tanıyandır.

2- Allah Teâlâ için, tazim (yüceltme) ve muhabbetin, korku ve ümidin, teşvik etme ve korkutmanın müminin kalbinde bir araya gelmesidir. Bu ise Allah Teâlâ’ya imanın ve güzelliklerinin en önemli özelliklerindendir. Bu vasıflar, ancak Allah Azze ve Celle’nin dışında bir şey için bir araya gelmez. Allah Azze ve Celle’nin Yücelik ve Rahmet, kulları için Şefkat, İyilik, Şiddet, Galebe ve Galip Gelme sıfatlarından bazılarıdır. Her kim Allah Teâlâ’ya isim ve sıfatlarında Allah’ın kendisini vasfettiği şekilde iman ederse, kalbiyle bu yüce sıfatlara gereği gibi iman, Allah Teâlâ’yı yüceltmiş ve O’nu sevmiş, O’ndan korkmuş ve O’ndan ümid etmiş, O’ndan istemiş ve O’ndan korkmuş olur ki, bunların hepsinde Allah Teâlâ’yı birlemiş olur.

3-                      Allah Teâlâ’ya noksanlık isnad etmekten ve O’nu şanına yakışmaz bir şekilde vasfetmekten kurtulmaktır. Allah’ın en güzel isimleri ve yüce sıfatları işaret etmektedir ki, Allah Subhânehû her açıdan mutlak Kemâl’le sıfatlanmış, her açıdan mutlak olarak noksanlıklardan ve ayıplardan münezzehtir. Her kim, Allah Subhânehû’ya yakışır şekilde isim ve sıfatlarına iman ederse, ona tezat teşkil eden vasıflamalardan selim olmuş olur. Her kim de isim ve sıfatlardan bir şeyi ihlal ederse, bozarsa, bu konuda kendisinde ne kadar ihlal etme varsa, o derecede Allah Subhânehû ve Teâlâ hakkında noksanlığa gitmiş olur.   

Bunun içindir ki, yahudi ve hıristiyanların akidesinde, Allah Teâlâ’nın tenzih edilmesi gereken vasıflar bulursun. Tıpkı Allah’ın çocuk edindiği, ağlama ve hüzün, fakirlik gibi burada açıklanmasına mecal olmayan vasıflar gibi.

Müslümanlardan sapık fırkaların akidelerinde de Allah Subhânehû’nun uzak olduğu şeyler bulursun. Temsil, Ta’til, zorlama, erteleme ve şirk ve buna benzer Allah Teâlâ’nın Kitabı’nda ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin diliyle kendisini vasfettiği vasıflara zıt olanlar gibi.

4- Gizlilikte ve açıklıkta insanlara Allah korkusundan iyi davranma, söz ve amelde Allah’a samimiyet, emrettiği ve yasakladıklarında veya takdir edipte gerçekleşen şeylerde O’na karşı hüsnü zan beslemesi, kötülüğü savma ve iyiliği celbetmede Allah’a tevekkül, söz, amel ve kalple alakalı ibadet çeşitlerinden isim ve sıfatları içerdiğinde sıhhatli-doğru ibadet etme.

5-                      Allah’ın sevdiği ve kendisini de onunla vasfettiği, kulun da uygun olan övülmüş vasıflarla muttasıf olmak. Tıpkı Rahmet, doğruluk, adalet, yumuşak huyluluk, hoşgörü, sabır, iyilik ve benzerleri gibi. Bu sıfatların Allah Teâlâ hakkındaki müsemması ile kul hakkındaki müsemmasının arasındaki farkın da bilinmesi gerekir. Allah Teâlâ’nın ne zatında ne de isim ve sıfatlarında ve ne de fiillerinde hiçbir şey O’na denk değildir.

Nebi sallallahu aleyhi ve sellemden gelen hadiste O şöyle buyuruyor: “Allah güzeldir, güzelliği sever.”[45]

“Allah yumuşak huyludur, yumuşak huyluluğu sever.”[46]

Bu vasıflarla muttasıf olmanın mukabilinde ise: Kulluğu bozan ve kula uygun olmayan sıfatları terktir. Bir kulun, ondan hiçbir şeyi hak etmediği, hakkı olmadığı Azamet, Yücelik, Nefsi Kutsallaştırma ve benzerleri sıfatlar gibi. Onlar ancak O’ndan başkasının Rabbine özel olan sıfatlardır. Celal, Kemal ve Azamet yalnızca Allah’a âittir.

6-      Yüce sıfatlarından her bir sıfatlarıyla ve güzel isimlerinden her bir ismiyle kendini Allah yoluna adamak, her ismin ve her sıfatın özel anlamı olduğunun bilinmesi. Kulun üzerine düşen görev ise alaka ve bağlantıdır. Bunların bazı misalleri şunlardır:

a)      Semi Basir (duyan Gören): Bir kul, bu iki isim ve sıfata iman eder ve bilir ki Allah Teâlâ görür ve işitir. Bu ise her zaman ve her mekanda, söz ve fiillerde, gizlilik ve açıklıkta Allah’ın murakabesi onun için yönlendirme olur.

b)      Rahman Rahim: Bir kul bu iki isme ve bu iki sıfata iman eder. Bilir ki, Allah, yüce Rahmet sahibidir ve O, kullarına merhamet eder. Çokça umut etme ve Allah Teâlâ’nın katındaki isteme, özlem ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmeme bunun eserlerindendir.

c)      Alîm: (Her Şeyi Bilen): Bir kul, bu isim ve sıfata iman eder ve bilir ki Allah Teâlâ her şeyi ilmiyle kuşatmıştır ve ilim sıfatı, O’nun zâtî sıfatlarından biridir. Bir şeyden haberdar olmaması mümkün değildir. Bilakis cehalet-bilmeme Allah Subhânehû hakkında imkânsızdır ve her açıdan O’ndan nefy edilmiştir. İmanın gerekliliğinde birisi de o dur ki, bir müslümanın Allah Teâlâ’ya ihlasta ve bütün amellerde çalışması, O’ndan hakkıyla sakınıp, her işinde O’ndan korkması gerekir. Çünkü Allah Azze ve Celle onun gizlisini-saklısını, görünenini ve görünmeyeni bilir. Kulun hiçbir işi O’na gizli kalmaz.


Üçüncüsü: Allah Teâlâ’nın Ulûhiyyetine İman:

Bunun manası ise; Allah Teâlâ’nın hak ilah olduğuna kesin iman etmektir. Yani hiçbir ortağı olmaksızın kulluğu/ibadeti O’nun hakkı olması, ibadetin her çeşidinde O’nu birlemek, kim olursa olsun ibadetten/kulluktan bir şeyi O’ndan gayrisine sarf etmemektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bu, şüphesiz Allah’ın hak, O’ndan başka yalvardıkları şeyleri ise, bâtıl olması sebebiyledir. Allah; çok yüce olan, çok büyük olan işte O’dur.”[47]

İşte bu, bütün peygamberlerin onunla gönderildiği, onunla kitapların indirildiği, onun için insanı ve cinleri yarattığı, Lâ İlâhe İllallah’ın manasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona, “Benden başka ilah yoktur; bu itibarla bana ibadet edin” diye vahyetmiş olmayalım.”[48]

“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.”[49]

Allah Teâlâ’nın Ulûhiyyetine iman, Rububiyyet ve İsim ve Sıfatlara imanı da içine alır. Çünkü Allah Teâlâ, âlemlere Rablığıyla hiçbir şeyin onda denk olmadığı ve hiçbir kimsenin onda ortak olmadığı Kemal sıfatlarla sıfatlanmış olan, ibadette hiçbir ortağı olmayan Allah, ancak bunu haketmektedir. Bunun içindir ki, Ulûhiyyete imanın güzellikleri Allah Teâlâ’ya imanın güzelliklerini tamamlayıcı olarak bilinir.
En önemli güzelliklerden bazıları şunlardır:

1-      İlahlık sıfatlarında tek olma, samimi ve hak olana ilahlığın isbatı ve belirlemesi. O ise, hiçbir ortağı olmayan Allah Teâlâ’dır ve kendisinde ilahlık sıfatını kaybetmiş ve onu hak etmeyenden bunu nefyetmektir. O ise Allah’tan başka ibadet edilen her şeydir.

İbadeti/kulluğu hak eden ilah, ancak tek olur. Evrenin iki yaratıcısının yada iki Rabbinin olmasının imkansız olduğu gibi ilahların çok olmasını da imkansızdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Oysa yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, her ikisi de bozulur giderdi. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.”[50]

İslamın temellerinin en yücesi ilahlığın yalnızca O’na tayin etmedir. Allah Subhânehû Cemal, Celal ve Kemallikte tekdir ve her açıdan mutlak vahdaniyyetle (teklik) muttasıftır. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

“De ki: “O Allah birdir.” Allah Sameddir. (Her şeyden mustağni. Her şey O’na muhtaçtır.) Doğurmamıştır; doğmamıştır. Hiç kimse (ve hiçbir şey) O’na denk değildir.”[51]

“De ki: “Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, âcizlik sebebiyle bir yardımcıya da ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur. O’nu, şânına yakışır bir şekilde tekbîr et.”[52]

İslam’ın önemli şeylerinin en yücesi de ibadette/kullukta Allah Teâlâ’yı birlemeye davet O’ndan başka bütün ibadet edilenleri terk etmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Oysa onlar, dini yalnız Allah’a has kılarak ve doğruya yönelerek Allah’a ibadet etmekten, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekatı vermekten başka bir şeyle emrolunmamışlardı. Zira dosdoğru din bu idi.”[53]

Nebi sallallahu aleyhi ve sellemden gelen hadiste O şöyle buyurdu:

“Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah Rasûlü olduğuna, namazlarını kılıp, zekatlarını verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunu yaparlarsa, İslam’ın hakkı dışında mallarını ve canlarını benden kurtarmış olurlar. Hesapları ise Allah’a aittir.”[54]  

2-      Allah Teâlâ’nın hakkı ile yaratılanın arasını ayırt etme ve her hak sahibinin hakkını verme. Bu ise, hayatın ancak kendisiyle ıslah olduğu adâletin hakikati, gerçeğidir. Bir kul, Allah’ın azabından ancak bununla kurtulur.
Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki hakkı, ibadet edilmesi, kullukta O’nun birlenilmesi ve O’nadan başkasına ibadet/kulluk edilmemesidir. Kulların yapması gereken ise, onu yaratan Rabbisi Azze ve Celle’ye itaat eden bir kul, Allah’tan başka tapınılan her şeyi inkar etmesi ve ondan uzak olması gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ey insanlar! Sizi de, siz[55]den öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet ediniz; belki böylece korunmuş olursunuz.”

Muaz b. Cebel (Allah ona rahmet etsin) rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkını, kullarında Allah’ı üzerindeki hakkını bilir misin? Ben dedim ki: Allah ve Rasûlü en iyi bilendir. Dedi ki: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, O’na ibadet etmesi ve hiçbir şeyi O’na şirk koşmamasıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, kendisine şirk koşmayana azab etmemesidir.”[56]

3-      Kulun, istek ve niyette yönelme ve tevhid. Kul, haddi zatında o doğruyu arayandır. Çünkü o, Allah karşı fakirdir, ona zarar veren şeylerin define ve fayda veren şeyleri de elde etmeye muhtaçtır.

Sadece Allah Teâlâ’yı razı etmek, kulun tek hedefi ve tek arzusu olması gerekir. Çünkü O, Mülkünde ve her şeyde Kudret sahibi olmasında tekdir. Menfaatli şeyleri elde etmede ve zararlı şeylerin definde O yardımcıdır, yardım edendir. O’nun dilemesi ve yaratması dışında hiçbir şey olamaz.

Allah dışındaki her hedef ve arzu bâtıldır. Çünkü o, kendisinden başka yaratılmışları bir kenara bırakın, kendisi için bile fayda elde edemeyen bir kul ve yaratılmıştan başka bir şey olamaz.

Bunun içindir ki, kulun, Allah’tan gayrisine istek ve niyette yönelmesi ona zarar verir  ve emelleri içinde başarısız olmasıdır. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

“İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk O’nundur. O’ndan başka yalvardıklarınız, bir çekirdek lifine bile sâhip değillerdir. Eğer onlara dua ederseniz, duânızı işitmezler; işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyamet günü sizin ortak koşmanızı inkâr ederler. Her şeyden haberdar olan Allah gibi hiç kimse sana haber veremez.”[57]

“Allah’ı bırakıp, kendisine ne zararı ve ne de faydası dokunan şeylere yalvarır. İşte çok uzak sapıklık budur. Zararı faydasından daha yakın olana yalvarır. Ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaş!..”[58]

İslam, kulun, talep ve niyette, yerin ve göklerin sahibi, bütün güç ve yetkinin elinde olduğu hak olan ilaha olmasını gerekli kılar ve buna inandırır. Hak olan ilahtan (Allah) başkasına giden her yolun bâtıl olduğuna vebâlinin sahibinin üzerine olduğuna hükmeder.

4-      Kulun, kendisi gibi bir mahluka (yaratılmışa) ibadetten kurtulup yalnızca Allah’a kul olması.

       İnsan, görünen ve görünmeyen halleriyle hâlisâne bir şekilde yalnızca Allah’a kul olur ya da O’ndan başkasına kul olur. Onun ilahı ise ibadet ettiği, taptığı şey olur. Tıpkı hevası, şehveti, malı, sultanı veya kralı, reisi, kabilesi, hanımı-kocası, çocuğu, putu veya kendisi gibi mahluk (yaratılmış) gibi şeyler onun ilahı olur. İşte o zaman işi, bu çeşitli ma’budlar (ilahlar) arasında darmadağın olur. Kendisiyle huzura kavuştuğu bir ilahı olmaz. Ulaşmak istediği bir gâyesi, hedefi, sabit prensipleri ve temelleri olmaz. Bilakis, Allah Teâlâ’nın şu âyetinde bahsettiği kimseler gibi olur:

“Kim Allah’a şirk koşarsa, sanki o, gökten düşmüş de kuş kapmış, yahut rüzgâr kendisini uzak yere sürüklemiş gibi olur.”[59]                

Allah Teâlâ, mü’min-muvahhid birisiyle, kâfir-müşrik birisinin misalini de şöyle vermektedir:

“Allah, üzerinde ihtilaflı ortakları bulunan bir adamla yalnız bir kişiye bağlı bir adamı misal olarak verir. Hiç bu iki adam bir olur mu? Hamd Allah’a mahsustur; fakat çoğu bilmez.”[60]

Allah Teâlâ’ya şirk koşan kimse, ona söylenen her sözde, her istekte kendi aralarında tartışırlar. Onun içini işler bir karara bağlanmaz ve bu durumda da kalbinin mutmain olmadığını görürsün. Allah’ı birleyen kişi, Rabbini, yaratıcısını ve hak olan ma’budu (ilahı) tanımış, Allah’a ihlas ile bağlanmış ve O’nu ibadette birlemiştir. Böylelikle o, son derece rahat, en iyi huzur içerisindedir.

5-      Nefsin ıslahı, doyması, gıdası, bağlantısı, nimetinin tam olması, lezzeti ve mutluluğu.

Bunun açıklaması ise şudur: İnsanın gerçeği, ruhu ve kalbidir. O ikisinin ıslahı ancak kendisinden başka ilah olmayan Allah’ı ilah edinmekle mümkündür. Kalp ve ruh, dünyada ancak O’nun zikriyle huzura kavuşur, ancak O’na ibadette/kullukta lezzet alır. Allah’tan gayrisinde lezzet ve mutluluğa ulaşsa bile bu devam etmez. Bilakis inkıtaya uğrar. Hoşlandığı ve tat aldığı şey belki de eza ve zarar verici olabilir. Ancak Allah Teâlâ’ya iman ve hiçbir ortak edinmeksizin O’na ibadet/kulluk etmek, işte bu insanın gıdası, kuvveti, kurtuluş ve dayanma gücüdür. O, mutluluğun kaynağı, nimetlere ve âhiret yurdunda kalmaya ulaşmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Erkek olsun kadın olsun, mü’min olduğu halde kim iyi iş işlerse, ona güzel bir hayat yaşatırız. (Kıyâmet günü de) onlara ecirlerini, işlemiş olduklarının en güzeliyle öderiz.”[61]

“İman edenler ve sâlih amel işleyenler ise, bunlar da halkın en hayırlılarıdır. Bunların Rableri katındaki mükâfatları, içinde ebediyyen kalacakları (ağaçları) altından ırmaklar akan Adin Cennetleridir. Allah, onlardan hoşnud olmuştur; onlar da Allah’tan hoşnud olmuştur. Bu mükâfat Rabbinden korkan kimseler içindir.”[62]

6-      Hiçbir ortak edinmeksizin yalnızca Allah’a ibadet/kulluk etmek, insanları ona göre yarattığı fıtratıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“(Ey Muhammed!) Dosdoğru olarak yüzünü dîne, Allah’ın insanları ona göre yarattığı fıtratına çevir. Allah’ın yaratışında hiçbir değişme yoktur. İşte dosdoğru dîn budur; fakat insanların çoğu bilmez.”[63]
Hiçbir ortak edinmeksizin yalnızca Allah’a ibadet/kulluk, madem ki fıtratla müttefiktir, onunla birdir, öyleyse ancak onunla mutmain olur, huzura kavuşur ve onunla rahata erer. İnsan, ancak her işinde fıtratına uyum içinde olursa rahata kavuşur. Yine Allah Teâlâ’ya ibadet/kulluk, fıtratla uyum içerisinde olup onunla muvafık olduğu için, bu sebepten dolayı nefis rahata kavuşur, onunla mutmain olur, sebat gösterir, onun yerini alacak bir şey de istemez. İşte bu, Müslümanların dinlerini terk etmemeleri ve onun yerini alacak bir şeyi de istememelerinin sebeplerindendir. Çünkü o, onların fıtratlarına/yaratılışlarına uygundur. Müşrikler ise, huzursuzluk ve şaşkınlık içerisindedirler. Çünkü onlar, fıtratlarına/yaratılışlarına muhalif olan şeylere ibadet ediyorlar. Ya Allah’a ibadet ederek hidâyete, doğru yola girerler ve rahata kavuşurlar veya da sapıklıkları ve şaşkınlıkları içerisinde kalırlar. Tâ ki Rablerine kavuşurlar ve Allah da onların küfürlerinin ve sapıklıklarının cezasını verir. Allah’tan âfiyet dileriz.



İKİNCİ RÜKÛN: Meleklere Îman:

İslam, Meleklere imanı gerekli kılmıştır. Meleklerin, Allah Subhânehû’nun bize haber verdiği, Allah’ın ğaybî yarattıklarından olduğu ve onları sıfatlarla sıfatlandırdığı, onlardan bazısını bize isimlerini zikrettiği ve haber verdiği ölçüde onlara imanı bize emretmiştir. Onlara îmanı, imanın erkanlarının ikincisi yapmıştır. İman, ancak bununla tamamlanır.

Buradaki konumuz bu rükne imanda İslam’ın güzellikleri olduğu için, umarım imanın rükûnlerinden olan bu yüce rükne imanın güzelliklerinden bazılarını özet olarak anlatırım ve derim ki başarı Allah’tandır.

1-      Allah Azze ve Celle’nin ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin haber verdiği şekilde Meleklere imanda Yaratıcı Azze ve Celle’yi yüceltme vardır. Öyle ki, onların bazısının yaratılışı kudretli ve korkutucudur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin buyurduğu gibi:

“Arşın taşıyıcısı olan Allah’ın meleklerinden bir melekle konuşmam için bana izin verildi. Kulak memesi ile omuzun arası yedi yüz sene yürüyüş mesabesindeydi.”[64]

Yine başka bir hadiste şöyledir:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Cibril aleyisselamı, Allah’ın O’nu yarattığı sûrette/şekilde gördü. Ufuğu kaplamış altı yüz kanadı vardı.”[65]

Bundan ayrı meleklerin yaratıcısının, Rablerinin, işlerin sahibinin yüceliğine işaret eden şeylerdir. O ise Allah Subhânehû ve Teâlâ’dır.

2-      Vahyinde Allah Teâlâ’nın haber verdiği şekilde meleklere iman, onların muhabbetlerine yöneltir. Onlar, Allah Teâlâ’yla kulları arasında ki haberleri nakletmede vasıtalardır. Onlar, Allah’ın vahyini Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ulaştıranlardır. Allah’ın kulları hakkındaki emirleri yerine getirenlerdir. Yağmurun indirilmesi, rüzgârın estirilmesi, annenin karnındaki yaratılışta ceninin kontrol edilmesi, kulların fiillerinin yazılması, ölüm anında ruhların bedenden çıkarılması gibi kullarının işlerinin ilerlemesine ve faydasına olan bir çok işler.

3-      Kitab ve Sünnetin öngördüğü şekilde meleklere iman, kula, meleklerin hakikatlerini öğretir. Onlar, yaratılmış kullardır. İbadetten/kulluktan bir şey hak etmezler. Böylelikle Âdemoğlunun bir çoğunun içine düştüğü, onlar konusundaki şirkten emin olmuş, bundan kurtulmuş olur.

4-      Meleklere imanda Müslüman için bir rahatlama vardır. Çünkü o, en önemli ameli ve kastı olan Allah Teâlâ’ya ibadet  ve O’nun rızasını kazanma talebinde bu değerli varlıklarla ortaklık hisseder. Bu ise, şeytanlardan Allah’ı inkar etmeleri, O’na ortaklar edinmeleri ve mü’minlere olan düşmanlıkları sonucu meydana gelen tedirginliğin, rahatsızlığın karşılılğıdır.

Yaratılmışlardan bu iki sınıf, yani melekler ve şeytanlar, bizi kuşatmalarına, onların bizi gördüğü bizim ise onları görmememizle beraber onlar görünmeyen varlılardır.





ÜÇÜNCÜ RÜKÛN:Kitaplara İman:

Bundan murad edilen ise şudur: Allah Teâlâ’nın bazı peygamberlerine, insanlara doğru yolu göstermesi ve onları irşad etmesi için indirdiği kitaplardır. Tevrat, İncil ve sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerim onlardandır.

Kitaplara imanın güzelliklerinden bazılarını zikredeceğiz:

1-      Kitapların hepsine iman etme, semâvî risalelerin hepsine Müslüman’ın ona bağlanmasıdır ve onlar Allah Azze ve Celle’nin katındandır ve hak olarak indirilmiştir. Mü’minlerden öncekiler ve sonrakiler âlemlerin Rabbinden tek olan bir yolla hidayet bulmuşlardır.

2-      Semâvî Kitaplara îman, Allah Teâlâ’nın kullarına olan risaletinin tek olduğunu açıklar. Kullarından istediği şey, tek, öncekilerle-sonrakiler arasında bir fark yoktur. Şayet hepsi Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibidir:

“İşte sizin bu dininiz tek bir dindir; ben de sizin Rabbinizim. O halde bana ibadet edin.”[66]               

3-      Allah katından kitapların indirilmesi, Allah Azze ve Celle’nin kullarına olan rahmetinin ve onlara ihtimamının işaretidir. Öyle ki gökten onlara okuyacakları, dünya ve dinlerinde kendilerini doğru yola götürecek kitap indirmiştir.

4-      Kur’ân-ı kerim’in, Allah Azze ve Celle’nin kelamı olduğuna, onda O’nu yüceltme ve ululama olduğuna iman etme. Çünkü o, sıfatlarından bir sıfat ve sözlerinden kelimelerdir. Bu ise, O’nu yüceltmeye, saygıya, emirlerini yerine getirmeye, yasaklarından kaçınmaya ve O’nun yoluyla hidayete yöneltir.  

5-      Kur’ân-ı Kerim, korunmuş, önünden ve arkasından bâtının yaklaşamadığı bir kitaptır. Bu ise, mü’min nefislere onda Allah’ın vaadettiği şeyde güven duygusunu getirir. Nefisler sarsılmaz ve tedirgin olmaz, şüphe duymaz ve Allah’ın vaadettiği ve muradında tereddüte düşmez.

6-      Kur’ân-ı Kerim, semâvî kitapların sonuncusu, Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin büyük mucizesi, Allah’ın yeryüzünü ve üstündekileri alana kadar âlemlere hüccettir.

7-      Kur’ân-ı Kerim, temiz sünnetle birlikte, büyük ve küçük Müslümanların her işlerinde döndükleri kaynaktır. Kitab ve Sünnete bağlı oldukları sürece, arzularda sapılmaz, istekler onun ayağını kaydırmaz, zanlar dosdoğru yoldan ve ihtimamdan sapmaz.





DÖRDÜNCÜ RÜKÛN: Peygamberler İman:


Rasûl ve Nebilerin hepsine iman etmek, imanın rükûnlerindendir. Allah, insanlardan, insanları Allah’ın emriyle doğru yoluna ve dinine çağıran peygamberler göndermiştir. Onlar insanların en hayırlısı, en olgunu, en doğru yolda olan, söz ve fiil olarakta en güçlü olanlarıdır. Onlar, insanları bütün hayırlara sevk eden ve bütün kurtuluşa erdirenlerdir. Allah Azze ve Celle’nin emrettiği ve onlardan haber verdiği kadarıyla onlara iman etmede büyük güzellikler ve çok büyük ayrıcalıkar vardır. Onlardan bazıları şunlardır:

1-      Allah’ın, insanları Allah’ın yoluna çağıran peygamberler, gönderdiğine imanda, Allah’ın kullarına olan ihtimamının, onlara karşı olan rahmetinin ve onları boşuna yaratmadığının ve onları başıboş bırakmadığının işaretidir. Bununla beraber, onların dünyada güzel bir hayat geçirmeleri için vesileler yaratmış, âhirette de ebedi mutlulukları içinde peygamberler göndermiştir.

2-      Peygamberlere ve Allah’ın onlara insanların en üstününü, en şereflisini ve en olgununu seçtiğine iman, Allah’ın, kullarına olan yüce rahmetinin ve onlara ihtimamının bir işaretidir. O ise, insanları doğru yola çağıran ve helâk olmaktan kurtaran olmaları için insanların en üstününü, en şereflisini ve en olgununu seçmekle Âdemoğullarına Allah’ın bir yardımıdır. Bununla beraber, bu Rasûl ve Nebiler (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) en yüce bir şeyle gönderilmelerine rağmen onlar, peygamberliğin yükünü bir insan olarak neredeyse yapamayacaktı, buna ise ancak Allah’ın emriyle bu sorumluluğu yüklendiler. Bunda ise, Allah’ın yarattıklarına olan ihtimamının ve korumasının en büyük işaretidir.

3-      Peygamberlerin tamamına iman, onların başlarına gelen olaylar, imtihanlarla alakalı kıssaları ışığında, doğru yolu bulma ve onlara uyma dâiresi genişler. Bununla Müslümana, güzel örnek bulabileceği geniş ufuklar açılır, ufku genişler.

4-      Peygamberler (Allah’ın salat ve selamı onların üzerine olsun) tek din olan İslam’a çağırmak için gelmişlerdir. Bunda, öncekiler ve sonrakiler ihtilaf etmemişlerdir. Onlar, insanlığa tek bir bina kurup, tutulacak tek bir ip ve tek hedef  belirlerler.Bu ise, Müslümana kesin olarak inanma hissi ve hakka güven verir. Öyle ki peygamberler, zamanların farklı olması ve durumların değişmesine karşın onların davetleri bir, milletleri birdir ve buna edip tekid ederler. Bu ise, sapık, haktan ayrılmış, müşrik ve benzerlerinin aksinedir. Onlar çeşitli olup birçok ilahları olması ve onların farklı olması, hak yoldan ayrılmaları, taptıkları şeylerin çeşitliliği, sapıklıktaki yollarının çeşitliliğiyle farklı farklıdırlar. Bu ise göstermektedir ki, onlar hakka uymuyor ve doğru yolu bilmiyorlar. Bilakis şeytanın ve nefislerinin kendilerine dikte ettiği dine aykırı meyillerin ve çeşitli arzuların peşinde koşuyorlar.

5-      Genel olarak peygamberlere imanda, peygamberlerin sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme şahidlik vardır. Yahudi ve hıristiyanlar O’nun ismini her ne kadar kitaplarından silmişse de yanlarında bulunan deliller, lafızlar açıkça O’na işaret eder ve diğer bütün peygamberler O’nun son peygamber olduğuna şahidlik ederler. Tıpkı, O’ndan önceki peygamberlerin risaletlerinin, O’nun risaletine muvafık olması gibi. Bu da açıkça göstermektedir ki hepsi Allah katındandır. Tıpkı, önceki peygamberlerin sonraki peygamberlere şahitlik etmesi gibi. Bunda da, önceki ve sonraki peygamberlerin hak olduğunun tekidi vardır.

6-      Nübüvvetin (peygamberliğin), bizim peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile son bulmasında büyük güzellikler ve yüce hikmetler vardır. Onlardan bazıları şunlardır: İnsanların mallarını haksız yere yiyen, onların dinleriyle ve akıllarıyla oynayarak peygamberlik iddiasında bulunan yalancı ve deccallerin yolunu tıkamıştır. Peygamberimiz Hz: Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden sonra peygamberlik iddiasında bulunanlardan hiçbirinin söz ve davranışlarına bakmaya hiç kimse ihtiyaç hissetmemiştir. Bilakis onun daha ilk peygamberlik iddiasında bulunduğu anda onun yalancı biri olduğu ve küfrüyle hükmedilmiştir. Böylelikle insanları dosdoğru yoldan ayıran bu yalanı arkasından tıkamıştır.




BEŞİNCİ RÜKÛN: Âhiret Gününe İman:


Son Gün: İnsanların, hesap ve ceza için diriltildiği kıyamet günüdür. Bu şekilde isimlendirilmesinin sebebi, ondan sonra günün olmamasındandır. Cennet ehli kendi yerlerinde, Cehennem ehli de kendi yerlerinde devam edip gideceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’tan başka ilah yoktur. O sizi, vukuunda hiçbir şüphe bulunmayan kıyâmet günü muhakkak toplayacaktır.”[67]

Kıyamet günü insanlar, ikinci Sûr’a üflenildiğinde, âlemlerin Rabbi için yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak kabirlerinden kalkarlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İşte o gün, göğü, kitap sahifesini dürer gibi düreriz. Onu ilk yaratmaya başladığımız gibi (hesap için) yeniden yaratırız. Üzerimize bir va’d olarak bunu mutlaka yapacağız.”[68]

“Sonra siz, bunun arkasından mutlaka öleceksiniz. Sonra kıyamet günü yeniden diriltileceksiniz.”[69] 

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurur:

“Kıyamet günü insanlar yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak diriltilirler.”[70]

O günde kul, ameliyle hesaba çekilir ve onun karşılığını görür. Buna Kitab, Sünnet ve müslümanların icması delalet etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra hesaplarını görmek de elbet bize düşer.”[71]

“(Kıyamet günü, Rabbine) kim iyilikle gelirse, onun için iyiliğin on misli (ecir) vardır. Kim de kötülükle gelirse, o, sadece onun misliyle cezalandırılır. (Orada) aslâ zulmedilmezler.”[72]

“Kıyamet günü adalet terazilerini kuracağız. Bu itibarla hiçbir nefis, hiçbir şekilde haksızlığa uğramayacaktır. Ameli, bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getirir (karşılığını veririz). Hesap gören (bir Hâkim-i Mutlak) olarak biz yeteriz.”[73]

İnsan, bir günün miktarı, elli bin sene olan bir mevkifte durur. Güneş, insanlara bir mil yaklaşır. Herkesin ameli nisbetinde insanlar tere boğulurlar. Onlardan kiminin teri onu tamamen kaplar. Kiminin böğürlerine, kimisinin aşık kemiğine, kiminin de ayaklarına kadar ulaşır. Onlardan kimi Rahman’ın Arşı’nın gölgesinde gölgelenmekle, Nebimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin havzının soğuk ve tatlı suyundan içmekle nimetlendirilir. Allah Teâlâ’nın fazlından isteriz.

O günde her ferde, içinde amellerinin yazılı bulunduğu kitabı verilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Her insanın her boynuna kendi amelini doladık. Kıyamet günü de kendisinin açık göreceği bir kitap (veya amel defteri) çıkarırız. (Ona:) “Kitabını oku; bugün nefsin, bir hesapçı olarak sana yeter.” (deriz).”[74]

O gün ona amelinden başka kimse fayda veremez. Ne anne, ne baba, ne kardeş ne de başkaları ona fayda verebilir. Bilakis, kendisinden bir şeyler ister korkusuyla, tanıdığı herkesten kaçar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“O gün, kişi kardeşinden, anasından, babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün, onlardan her kişinin kendini meşgul eden bir işi vardır.”[75]

“Sadece biribirlerine gösterirler: Günahkar o günün azabından kurtulmak için oğullarını fidye olarak verseydi de kurtulabilseydi.”[76]
Sırat köprüsü cehennemin üzerine kurulmuştur. Mü’minler oradan cennete geçerler. Kâfirler de oradan cehenneme toplanır. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin ümmeti sırat kprüsünden ilk geçenlerdir.

O günün sonunda ya cennet vardır ya da cehennem. O ikisi insanlar için ebediliğin başlangıcıdır. Cennet, Allah’ın kendilerine gerekli kıldığı şeylere iman eden, Allah’a ve Rasûlüne itaat eden, Allah’ın ihlaslı olan ve Rasûlüne uyan, Allah’ın kendisinden hakkıyla korkan kulları için hazırladığı nimetler diyarıdır. Orada, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin aklına-hatırına gelmeyen çeşitli nimetler vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İman edenler ve sâlih amel işleyenler ise, bunlarda halkın en hayırlılarıdırlar. Bunların Rableri katındaki mükâfatları, içinde ebediyyen kalacakları (ağaçları) altından ırmaklar akan Adin cennetleridir. Allah, onlardan hoşnud olmuştur; onlar da Allah’tan hoşnud olmuşlardır. Bu mükâfat Rabbinden korkan kimseler içindir.”[77]

“Yaptıkarına mükâfat olmak üzere hoşlarına gidecek nimetlerden kendileri için gizli tutulan şeyleri hiç kimse bilemez.”[78]

Cehennem ise, Allah’ı inkâr eden, Rasûlüne isyankâr olan, zâlim kâfirler için Allah Teâlâ’nın hazırladığı azab diyarıdır. Orada akla gelmeyen ceza ve azabın çeşitlerinden vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“ Kâfirler için hazırlanan ateşten sakının.”[79]

“Biz, zâlimler için, alevi kendilerini kuşatacak olan bir ateş hazırladık. Eğer yardım isterlerse, yüzleri kızartan erimiş maden gibi bir su ile yardım olunurlar. (O su) ne kötü bir içecek ve (o ateş) ne kötü bir dayanaktır.”[80]

Kıyamet gününe iman hakkında bu özet olarak anlattıklarımızdan sonra, kıyamet gününe imanın güzellikleri hakkında konuşabiliriz ve deriz ki başarı Allah’tandır.

1- Karşılık ve hesabın olduğu o güne imanda, Allah’ın adaletinin ve rahmetinin kemaline yüce bir delildir. Öyle ki o günde zâlim zulmünün, iyilik sahibi de iyiliğinin karşılığını görecektir.

2- Âhiret gününe iman, nefsin dine aykırı arzularından, aşırılığından, düşmanlığından ve birşeylere zorlamasından alıkoyan en yüce caydırıcı etkendir. Öyle ki, bir şeyi yapmaya niyetlendiği zaman, bilir ki, ameli onun karşısına çıkacak ve zulmünden dolayı bunun cezasını çekecek, işte o zaman bu düşünce onu o ameli yapmaktan caydırır, alı koyar.

3- Âhiret gününe iman, nefisleri iyiliğin tüm çeşitleriyle yaratılmışlara iyiliğe ve sâlih amellere ileten en yüce unsurdur. Öyle ki, insan bilir ki bütün bu yaptıkları yazılmaktadır ve Kıyamet günü onu katlanmış bir şekilde yanında bulacaktır. Böylelikle Allah katındaki derecesini yükseltmek ve karşılığının çoğalması için hayırlı işlere çalışır durur.

4- Âhiret gününe iman, insana, bela ve musibetlere sabretmesinde en büyük yardımcıdır. Çünkü insan, bu dünya hayatında, dert ve sıkıntıdan kurtulamaz. Kıyamet günü, Allah’ın sabreden kulları için hazırladığı ecir ve sevaplara ulaşmak için sabrını muhafaza eder. Bu ise, sıhhat, mal ve evlattan yana kaybettiği her şeyde onun en büyük tesellisi olur.

5- Âhiret gününe iman, insana dünyaya itimat etmekten (güvenmekten) ve aldatılmaktan alıkoyar. Çünkü âhiret gününe iman eden bir mü’min bilir ki bu dünya geçicidir, menfaati az ve kısa ömürlüdür. Dünyaya ancak ona aldanandan başkası bel bağlamaz.

 6- İnsan yakında bu dünyadan ebedilik diyarına göç edecektir. Âhiret gününe iman, müslümanın her işinde orta yollu olmasına yardımcı olur. Kendisine dünyadan bir nasip gelse, onunla kibire ve şerliğe varacak şekilde büyük bir sevinçle sevinmez. Bilakis, ondan hacetini alır, Allah Teâlâ’nın bahşetmiş olduğu nimetiyle sevinir ve onunla Allah Azze ve Celle’nin taatiyle yardım ister. Orada kendisine bela ve sıkıntı isabet ettiği zaman o, ümitsizliğe düşmez. Bilakis sabreder ve sevabını Allah’tan umar. Bilir ki, her belanın ardında kurtuluş vardır. Dünyanın tamamı geçicidir. Rahatlık ve saadet, dünyada Allah Teâlâ’ya itaat edenler için âhiret hayatındadır.

7- Âhiret gününe iman, sâlih amellerde ve itaat etmede yarışa sevk eder. Çünkü âhiretteki karşılık amelin değerinde ve amelin cinsindendir. Bu da İslam’ın hoş görmediği fiilleri terk edip hayırlı işler yapmaya sevk eden muharrik unsur olur.

8-   Âhiret gününe iman, insanlarla ve toplumun tümüyle güzel ahlaka yöneltir. Çünkü bunların hepsi Kıyamet günü Allah katında karşılığının görüleceği amellerdir. Buradan hareketle Allah’a ve Âhiret gününe iman eden birinin ahlakı güzel olur, hayatı güzelleşir, hayrı çoğalır ve şerri azalır.

Bunlar Âhiret gününe imanın bazı güzellikleri. Umulur ki burada zikredilenler, kullar üzerindeki tesirinin ve bilinen faydalarının çokluğuna binaen yeterlidir.




ALTINCI RÜKÛN: Kaza ve Kadere İman:


Kader: Hikmetinin gerektirdiği ve önceki ilmine göre kâinata olan takdiridir. Kaza ise, Allah’ın onun için takdir ettiği şeyin gerçekleşmesidir.

Kazaya iman, dört emri içine alır:

Birincisi: Kullarının fiilleri veya kendi fiillerine bağlı olsun, ezeli ve ebedi olarak, hepsini ve tafsilli olarak Allah’ın her şeyi bildiğine imandır.

İkincisi: Allah Teâlâ’nın bunu Levh-i Mahfuz’da (korunmuş kitab) yazdığına iman. Bu iki emir hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bilmiyor musun ki Allah, gökte ve yerde olan her şeyi bilir; bu, Levh-i Mahfuz’da yazılıdır. Bu, şüphesiz Allah’a kolaydır.”[81]
Sahihi Muslim’de, Abdullah b. Amr b. Âs’ın rivayet ettiği hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah, yaratılmışların takdirlerini, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene önce yazdı.”[82] 

Üçüncüsü: Yaratılmışların fiilleri olsun veya da kendi fiilleri olsun, kâinatlardaki her şeyin ancak Allah’ın dilemesiyle olacağına iman. Kendi fiiline bağlı olanı hakkında şöyle buyurur:

“Rabbin dilediğini yaratır ve seçer.”[83]

Yaratılmışların fiillerine bağlı olarakta şöyle buyurur:

“Eğer Allah dileseydi, onları sizin üzerinize musallat eder, onlar da sizinle dövüşürlerdi.”[84] 

“Eğer Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Bu itibarla onları uydurduklarıyla başbaşa bırakın.”[85]

Dördüncüsü: Hareketleri, sıfatları ve zatlarıyla kâinatların tamamını Allah’ın yarattığına iman. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah her şeyin yaratıcısıdır; O, her şeye vekildir.”[86]

Vasfettiğimiz şekilde kadere iman, kulun fiillerinde dileme, seçme ve güç sahibi olmasına engel değildir. Çünkü hakikat ve şeriat bunu ispat etmektedir.

Şeriata gelince, Allah Azze ve Celle şu sözünde buyurduğu gibi kullarını fiillerinden sorumlu tutmuştur.

“Her kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse.”[87]

“Her kim bir kötülük işler, yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı, çok merhametli bulur.”[88]

Bunun gibi misaller çoktur. Hakikat ise: Her insan bilir ki onunla yapıp onunla terk ettiği gücü ve dilemesi vardır. Tıpkı yürümek gibi kendi iradesiyle, kendi isteğiyle vuku bulan şeylerle, titreme-sarsılma gibi kendi iradesi dışında vuku bulan şeylerin arasını ayırır. Fakat kulun dilemesi ve fiili, Allah Teâlâ’nın dilemesi ve kudretiyle gerçekleşir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:


“İçinizden doğru yola girmeyi dileyen kimseler için. Şu da bir gerçektir ki, âlemlerin
Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz bir şey dileyemezsiniz.”[89]

Çünkü evrenin hepsi, Allah Teâlâ’nın mülküdür. O’nun ilmi ve dilemesi olmadan mülkünde hiçbir şey olmaz.

Kaza ve Kadere imanla alakalı bu özet olarak anlattıklarımızdan sonra, Kadere imanla alakalı bazı güzellikleri zikredeceğiz.

1-                      Gönlüne yalnızca Allah’a güvenme ağacını yetiştirir (diker). Çünkü fayda ve zarar veren O’dur. Allah’ın onun için yazdığı dışında Allah’tan başka kimse ona fayda veremez, yine ancak Allah’ın yazdığı şeyin dışında da zarar veremez. Akıllı kimse, fayda ve zarar vermeye güç yetiremeyen biri için ameliyle kastetmeyi kendine yakıştıramaz. Dünya ve âhirette zarar ve fayda verme elinde olana arz eder. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, İbnu Abbas’a şu şekilde vasiyet etmiştir:
      
“Şunu bil ki, ümmet sana bir fayda dokundurmak için bir araya gelse, ancak Allah’ın sana yazdığı kadarıyla faydalı olurlar. Şayet sana bir zarar vermek için bir araya gelseler, ancak Allah’ın senin üzerine yazdığı kadarıyla zarar verebilirler. Kalemler kaldırılmış ve sayfalar kurumuştur.”[90]     

2- Bir Müslümanı, istediği şeye ulaştığı, onu elde ettiği zaman kendini beğenme duygusunu uzaklaştırır. Çünkü bir Müslüman, isteğine, Allah Azze ve Celle’nin takdiri ve fazlıyla ulaşır. Kendini beğenme, kişiye, hakiki nimet verici olan Allah Azze ve Celle’yi unutturur.

3-Allah Teâlâ’nın kaderinden olan şeylerde nefsin rahat ve huzur duyması. Sevdiklerinin ölümüyle veya başına hoş olmayan bir olayın gelmesiyle tedirgin olmaz. Çünkü bunlar göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan Allah’ın kaderiyledir ve muhakkak olacaktır, ondan kaçış yoktur. Onun içindir ki Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Gerek yerde ve gerek kendi nefislerinizde başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmazdan önce, bir kitapta yazılmamış olsun. Bu, şüphesiz Allah’a çok kolaydır.
       Bunu önceden yazmış olmamız, elinizden kaçana üzülmemeniz, Allah’ın size verdikleriyle de sevinip şımarmamanız içindir. Allah, büyüklenip övünen hiç kimseyi sevmez.”[91]

“Hiçbir musibet, Allah’ın izni olmadıkça isabet etmez. Kim Allah’a iman ederse, Allah da onun kalbine hidayet verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”[92]

Âlimlerden biri şöyle der: O, öyle bir adamdır ki, kendisine bir musibet/bela isabet eder ve o bilir ki, o, Allah katındandır, razı olur ve ona teslim olur.

İbnu Abbas şöyle dedi: “Kalbine kesin bir şekilde bilme hidayeti verir. Bilir ki, onun başına gelen hatasından dolayı olmayıp, onun hata yapması da onun başına gelenden dolayı olmamıştır.”[93]
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Mü’minin işine şaşılır. Onun bütün işi hayırdır. Bu ise ancak mü’minde bulunur. Ona bir mutluluk isabet etse şükreder. Onun için daha hayırlı olur. Kendisine bir zarar isabet etse sabreder. Onun için daha hayırlı olur.”[94]

Kadere iman etmeyene gelince, ona, kendini beğenme, büyüklenme duygusu gelir ve Allah’ın mülkünden verdiğini, Allah’tan gayri kendi ilmi ve deneyimi sayesinde kendisine verildiğini iddia eder. Kendisine de bir kötülük gelse, tedirgin hale gelir ve hayatı düzensizleşir. Sabretmemekten ve öfkesinin şiddetinden intihara kadar gidebilir. Günümüzde, özellikle maddi imkanlarda zirveye ulaşmış yerlerde çokça rastlanmaktadır.

Kadere iman, tembellik etmeden, elinden geleni yaparak ve çaba harcayarak kendisine faydalı olan şeylere hırsa, büyüklenmeden uzak, tevazuyla beraber istenilene ulaşmada işini önemsemeye yönlendirir. Kitab, Sünnet ve müslümanların hakikatleri işaret etmiştir ki, dinlerine tutunduklarında, kadere imanları onları ciddiyete ve amele yöneltir, tembelliğe ve acizliğe değil.

Hayırlı şeylerin terkine ve şer fiillere kaderi delil olarak getirmek, ancak müşriklerin yapageldikleri şeylerdendir. Allah Teâlâ’nın müşrikler hakkında buyurduğu gibi:

“Allah’a şirk koşanlar deyeceklerdir ki: “Eğer Allah dileseydi, ne biz şirk koşardık, ne de babalarımız; hiçbir şeyi de kendimize haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de böyle yalan söylemişlerdi.”[95]

Mü’min ise, kendisine faydalı olan şeylerde hırslı olur ve acze düşmez. Sebeplere sarıldıktan sonra isteklerinin gerçekleşmesi için Allah’tan yardım diler ve kaderi delil getirerek ameli terk etmez.

Şayet çaba sarfetmesinden ve işine ihtimamından sonra işinde başarısız olursa, işte o zaman üzerine düşen onu kaderine ve Allah’a bağlaması, Allah’ın dilemesine ve kudretiyle huzurlu olup şöyle demesi gerekir: “Allah böyle takdir etti ve dilediğini yaptı.”

Bu, Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünün tastiğidir:

“ Güçlü mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allah’a daha sevgilidir. Hepsinde hayır vardır. Sana faydalı olan şeylerde hırslı göster, Allah’tan yardım dile, acizliğe düşme. Şayet başına bir bela-musibet gelirse, sakın: Şayet şöyle yapsaydım, böyle böyle olurdu” deme. Fakat şöyle söyle: “Allah takdir etti ve dilediğini yaptı.” Muhakkak ki “keşke/şayet” şeytanın ameline kapı açar.”[96]

4- Mü’min, Allah’a olan imanıyla yücedir, değerlidir. Allah Subhânehû dışında hiç kimse için zelil olmaz, boynunu eğmez. Çünkü o bilmektedir ki, fayda ve zarar verme yalnızca Allah’ın elindedir. Her şeyin mülkü elinde olan Allah’tır. O’nun emri dışında hiçbir şey meydana gelmez. “Yaratma ve emir O’nundur.”[97] Mahlukat, O’nun yarattığıdır, emir O’nun emridir. Bundan sonra hiç kimseye bir şey kalmaz.
5- Güzel sonun muttakilerin (Allah’tan hakkıyla korkanların) olduğunu kesin bir bilgiyle bilme. Bu ise, Allah’a iman eden bir mü’min kalbini, güzel sonucun muttakilerin olduğuna emin kılar. Yardım, sabırla beraber gelir ve her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır. Musibetler, belalar en fazla yaz bulutudur ve muhakkak dağılır giderler. Muhakkak her gecenin ardında bir sabah vardır. Hakk, muhakkak surette ortaya çıkacaktır. Bunun içindir ki, ümitsizlik, ümidi kesme yasaklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; zira Allah’ın rahmetinden, kâfir olanlardan başkası ümit kesmez.”[98]

“Bilemezsin, belki bundan sonra Allah, yeni bir durum çıkarıverir.”[99]

“Allah, “Ben ve Peygamberim mutlaka gâlip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, dâima kuvvetlidir; gâliptir.”[100]

6- Kadere iman, hayır ve şerri ayırt etmesi, hangisinde maslahat var, hangisinde hileler, düzenbazlıklar var, insanlarda vuku bulan doğruluk, yalan, adalet, zulüm ve her şeyi anlaması için Allah’ın kuluna verdiği, ihsan ettiği aklı idrak etmesini sağlar. Yine ona, var olan şeyleri seçme hürriyeti, seçtiği şeyi yapma gücü verdiğini, onun yaptığı şeylerden sorumlu kılmasını idrak eder. Buna ziyada olarak, fazlından peygamberler gönderdiğini, kitaplar indirdiğini, kendisine neyin fayda ve neyin zarar verdiğini açıkladığını, emrini ve yasağını, yalnızca O’ndan yardım dilediği zaman yardım edeceğini ihsan etmiştir. İnsanın bilmediği ğaybî olan kadere güvenerek sebeplere sarılmayı terk etmesi câiz değildir.

7- Allah’ın takdir ettiği ve kişinin gücü ve seçmesi dışında başına gelen musibetlere bir mü’minin razı olmasını, Allah, kanun olarak koymuştur. Fakat itaati terk etme, masiyet Allah’ın yasakladığı şeyleri yapmaya razı göstermesi câiz değildir. Bilakis, o kişinin günahları terk edip, taatte cühdunu sarf etmesi gerekir. Şayet, vâcib olan, yapması gereken itaati terk eder veya günâh işlerse, Allah’a tevbe etmesi gerekir. Yaptığına pişman olma, ona rıza göstermeme de tövbenin şartlarındandır. 

8- Hased, kin, nefret gibi kalbi hastalıkların giderilmesi. Çünkü, hakkıyla kadere iman eden bir mü’min bilir ki rezzak olan, rızık veren, çetin kuvvet sahibi olan Allah’tır. Filana verip, falana vermeyen O’dur. İleride ise şayet buna itiraz ederse, o, ancak Allah’la kaza ve kaderine itiraz etmiş olur.

9- Hakkı-gerçeği bütün çıplaklığıyla söylemek, onu açığa vurmak, hakta cesur olma, kâfir veya zâlimlerden korkmama. Bu ise, Allah’a, kaza ve kaderinde imanı ve ona güvenle O’na tam bir tevekkülle ve O’nun yolunda başına gelen belalara sabretmeyle gerçekleşir. Çünkü o, ecellerin yalnızca Allah’ın elinde olduğunu ve rızıkların yalnızca O’nun katında olduğunda ikna sahibidir. Kullar, ellerinde ne kadar kuvvet ve asker bulundururlarsa bulundursunlar, bundan hiçbir şey elde edemezler.

10- Kadere iman, cesarete ve gözü pekliğe teşvik eder. Çünkü eceller (insanın ne zaman öleceği) önceden takdir edilmiştir. Ömür, hayat Allah Azze ve Celle’nin elindedir. Ona ancak Allah’ın onun için yazdığı isabet eder, o başına gelir. İnsanın şunu iyice bilmesi gerekir ki, Allah bir şeyi takdir etmediği müddetçe ona hiçbir şey zarar veremez. Çünkü o Allah’ın koruması altındadır. İnsan, Allah’a davette ve şerefli, onurlandırıcı işlerde yiğitlik ve gözü peklik içerisinde yola koyulur. Çünkü o, şunu iyice bilmektedir ki ona ancak Allah’ın yazdığı isabet eder, ancak o yazılan başına gelecektir.             



[1] Zariyat Suresi 56-57
[2] Mu’minun Suresi 115
[3] Kıyamet Suresi 36
[4] Nahl Suresi 36
[5] Enbiya Suresi 73
[6] A’râf Suresi: 157
[7] Tâhâ Suresi: 123
[8] Bakara Suresi: 185
[9] Hacc Suresi: 778
[10] Beyhaki Süneninde, 10/191, İbnu Ebdil-Ber Temhid’de 16/254, Albani Rahimehullah Silsile Sahiha’sında sahihlemiştir. (45)
[11] Muslim: 3/1472, 1844
[12] Kalem Suresi: 4
[13] Ahzâb Sûresi: 21
[14] Nahl Sûresi: 90
[15] Hûd Sûresi: 1
[16] Yûnus Sûresi: 57
[17] Mâide Sûresi: 67
[18] Nahl Sûresi: 44
[19] Hicr Sûresi: 9
[20] En’âm Sûresi: 162-163
[21] A’râf Sûresi: 158
[22] Sebe Sûresi: 28
[23] Nahl Sûresi: 89
[24] Buhari Sahihinde, Fethul-Bari 1/435-436  (335 nolu)
[25] Muslim: 1/370-371 (521 nolu)
[26] A’raf Sûresi: 59
[27] Hûd Sûresi: 50
[28] A’raf Sûresi: 73
[29] Furkan Sûresi: 1
[30] Enbiyâ Suresi: 107
[31] İbnu Mace: 1/16 (43 nolu) İmam Ahmed Musned’inde: 4/126. Albani “Zilalul-Cenne” de (48 nolu)
[32] Şûrâ Sûresi: 13
[33] Mâide Sûresi: 48
[34] Mâide Sûresi: 48
[35] Bakara Sûresi: 143
[36] Bu, uzun Cibril hadisinde gelmiştir. Muslim: 1/36-38 (8 nolu)
[37] Fatiha Sûresi: 1
[38] A’râf Sûresi: 54
[39] Rûm Sûresi: 30
[40] Lokman Sûresi: 20 
[41] Âl-i İmran Sûresi: 190-191
[42] Âl-i İmran Sûresi: 26
[43] İsrâ Sûresi: 85
[44] A’râf Sûresi: 180
[45] Muslim: 1/93 (91 nolu)
[46] Muslim: 4/2003-2004 (2593 nolu)
[47] Lokman Sûresi: 30
[48] Enbiya Sûresi: 25
[49] Zariyat Sûresi: 56
[50] Enbiya Sûresi: 22
[51] İhlas Sûresi
[52] isra Sûresi: 111
[53] Beyyine Sûresi: 5
[54] Buhari Sahihinde (Fethul-Bari) 1/75  (25 nolu) Muslim: 1/53 (22 nolu)
[55] Bakara Sûresi: 21
[56] Buhari Sahihinde (Fethul-Bari) 6/58 (2856 nolu) Muslim: 1/58 (30 nolu) 
[57] Fâtır Sûresi: 13-14
[58] Hacc Sûresi: 12-13
[59] Hacc Sûresi: 31
[60] Zumer Sûresi: 29
[61] Nahl Sûresi: 97
[62] Beyyine Sûresi: 7-8
[63] Rûm Sûresi: 30
[64] Ebu Davud Süneninde 5/96 (4727 nolu) İsnadın sahihtir.
[65] Buhari Sahihinde (Fethul-Bari) 6/313 (3232 ve 3234 nolu)
[66] Enbiya Sûresi: 92
[67] Nisâ Sûresi: 87
[68] Enbiyâ Sûresi: 104
[69] Mü’minûn Sûresi: 15-16
[70] Buhari Sahihinde (Fethul-Bari) 11/377-378 (5627 nolu) Muslim: 4/2194 (2859 nolu)
[71] Ğâşiye Sûresi: 25-26
[72] En’âm Sûresi: 160
[73] Enbiya Sûresi: 47
[74] İsra Sûresi: 13-14
[75] Abese Sûresi: 34-37
[76] Meâric Sûresi: 11
[77] Beyyine Sûresi: 7-8
[78] Secde Sûresi: 17
[79] Âl-i İmran Sûresi: 131
[80] Kehf Sûresi: 29
[81] Hacc Sûresi: 70
[82] Muslim: 4/2044 (2653 nolu)
[83] Kasas Sûresi: 68
[84] Nisâ Sûresi: 90
[85] En’am Sûresi: 137
[86] Zumer Sûresi: 62
[87] Nisa Sûresi: 69
[88] Nisa Sûresi: 110
[89] Tekvir Sûresi: 28-29
[90] Tirmizi Süneninde: 4/5756 (2516 nolu). Ahmed Musnedinde: 1/293. Sahih bir Hadistir.
[91] Hadid Sûresi: 22-23

[92] Teğâbun Sûresi: 11
[93] Taberi tefsirinde: 12/115-116
[94] Muslim: 4/2295 (2999 nolu).
[95] En’âm Sûresi: 148
[96] Muslim: 4/2052 (2664 nolu)
[97] A’raf Sûresi: 54
[98] Yûsuf  Sûresi: 87
[99] Talâk Sûresi: 1
[100] Mucâdele Sûresi: 21