www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

ALANA NASIHAT

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

BAYRAM HUTBESİ
Tarih boyunca hemen hemen bütün dinlerde kurban uygulamaları olmuştur. Ancak kurbanlıklar, kurban etme şekilleri ve amaçları farklı olmuştur. Bazı dinlerde bitkiler, kümes hayvanları hatta kuşlardan bile kurban verilirdi. Hıristiyanlar Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesini bir Kurban olarak telakki ederler. Bununla da insanların günahlarına karşılık Allah’ın Hz. İsa’yı feda ettiğine inanırlar.
Kurban, Allah yolunda fedakârlığın ona teslim olmanın ifadesidir. Mü’minler Kurban kesmekle, cedleri Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in şanlı hatıralarını anmakta, tazelemekte ve gerektiğinde kendilerinin de aynı teslimiyet ve fedakârlığa hazır olduklarını ifade etmektedirler. Kurban, fedakârlık, ihlâs ve cömertliğin sembolüdür. Kişilik kazanılmasında da etkisi büyüktür.
Kurban, gerektiğinde canan için candan vazgeçebilmektir. İsmailleri ortaya koymaya vesile olmayan kurban, kasaplık yapmakla oyalanmaktır. “Kurbanın ne etleri ne kanları Allah’a ulaşır. Belki kesenlerin takvası Allah’a ulaşır.” (Hac 22/37) âyeti bu gerçeğe işaret etmektedir. “İnananlardan, Allah’a verdiği ahdi yerine getirenler vardır. Kimi bu uğurda canını sermiş kimi de beklemektedir. Ahitlerini hiç değiştirmemişlerdir.”
Allah katında değer ölçüsü fedakârlık ve ümmet insanı olma bilinciyle bağlantılıdır. Tek başına zevki için yaşamayı hedefleyen kişi çok rahat yaşayabilir. Başta peygamberler olmak üzere ilk Müslümanlar, canı Allah’a adamanın gerçek anlamda hayat sürdürmek ve kurtuluş olduğunu, sergiledikleri duruş ile ortaya koymuşlardı.
   En makbul kurban, kişinin kendisini Allah’a ve O’nun dinine adamasıdır. Ceddimiz Hz. İbrahim dünya ateşini ahiret ateşine tercih etmekle bunu gösterdi. İkinci derecedeki Kurban, kişinin sevdiklerini Allah’a adamasıdır. Bi’ri Mauna vakasında Haram b. Milhan, isabet alıp kan içinde yere yığılınca, “Kâbe’nin rabbine yemin olsun kurtuldum” dedi. Kendisine darbeyi indiren kişi Haram’ın bu ifadesi karşısında şaşırıp kaldı. Allah yolunda şehit olmayı kurtuluş olarak telakki ettiğini duyunca etkilendi ve Müslüman oldu. İslam’a giriş gerekçesini kendisinden dinleyelim: Müslümanlardan birine mızrak sapladım. “Kâbe’nin rabbine yemin olsun kurtuldum” dedi. “Ölmek üzeresin, nasıl kurtulduğunu iddia edersin?” Şehadet kurtuluştur, şehit oluyorum. Müslüman’ın bu sebat ve fedakârlığı benim de İslam’a girmeme neden oldu.” 
İsmaillerini ortaya koyamayanlar kasaplıkla oyalanıp durmaktadır.  İnsan, belirli ilkeler istikametinde insanlığın yararı için çalışırsa etki ve hizmeti ebedi hayata kadar uzar, tüm insanlığa yarar sağlar.  Sadece kendisi için yaşayan ise “hayırda çığır açma” sevabından mahrum kalır. Müslüman, nasıl istirahat edebilir ki? Hz. Peygamber “Kim müminlerin dertleriyle ilgilenmezse onlardan değildir”  dediği halde mümin nasıl rahat edebilir? Yerine getirmediği vecibeleri duruyorken nasıl olur da rahat eder? Mukaddesatı ayaklar altında çiğnendiği halde nasıl rahat edebilir? Şuursuz ve dini hissiyatı ölmüşlerin dışında kim rahat edebilir?
Kur’an bu bilinç dışında ortaya konulan kurbanların bir anlam ifade etmediğini belirtmektedir.“ O kurbanların ne etleri, ne kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır.” (Hac 22/37).
      Zor şartlarda gerçeği dillendirmenin atası İbrahim’dir (a). O, müşrik bir toplumda ve tek başına hiç kimseye aldırış etmeden en zor şartlarda davasına devam ettirmiştir. En yakınları ona cephe açtı. Bu nedenle Allah onu tek başına bir ümmet olarak yâd etti. Biricik ciğer paresi İsmail’ini ilk olarak o ortaya koydu; yurdundan hicret etti. Her şeyden arınıp kendine hiçbir pay ayırmadan nefsini olduğu gibi Rabbi’ne adadı; ateşe, hicrete, cenge evet dedi; “halim” gül gibi kokladığı, bağrına bastığı, kucakladığı biricik oğlu İsmail’ini hiçbir tereddüde mahal bırakmadan ortaya koydu. Hz. İbrahim’in boyun eğmekten, tereddütsüz teslim olmaktan başka bir seçeneği yoktu. Bu teslimiyette üzülme, kaygı, ıstırap yok, ah vah yok; emre rıza ve teslimiyet var. Zaten, “Allah ve Resulü bir işe karar verdiği zaman gerek inanan bir erkeğin gerek inanan bir kadının kendilerine ait bir işte tercih hakları yoktur.”  (Ahzab 33/36) âyeti mü’minlere tereddüt ve itiraz seçeneğini vermemiştir. O, oğlunu savaşa göndermiyor, eliyle kurban etme hazırlığı yapıyordu. Allah’a iman etmenin ona teslim olmanın ne anlama geldiğini insanlığa sunuyor. İmanın sadece dillerde dolaşan bir kelam olmadığını öğretiyordu.
İşte iman ve kurban budur. Allah’ın İsmail’i kurban etmesini istemesi, onlara azap etmek için değildi. Hz. İbrahim’ın zatında kıyamete dek gelecek bütün nesillere fedakârlığın, imanın, kurbanın ne olduğunu göstermek istiyordu. Hiçbir şey Allah’ın rızası ile kıyaslanamaz. Rabbi kendisini kendisinden daha çok tanıyor, seviyor. Hayatın, tamamı Allah Teâlâ’nın rızası karşısında hiçbir değer ifade etmez.
Netice, kan dökmekten ibaret olan kurban kasaplıktan öteye geçmez. Allah Teâlâ kurban vasıtasıyla akide uğruna her şeyin feda edilebileceğini öğretmek istemiştir. En zor şartlarda bile Müslümanın sebatı, kaya ve dağlardan daha köklüdür. Nitekim bu varlıklar sarsıntı geçirebilecekleri halde Müslüman inancında, davasında asla sarsılmaz, tereddüde düşmeden her münasebette gerçeği söyler. Canı pahasına da olsa hiç bir kınayanın kınamasından korkmadan bu vecibeyi yerine getirir. Müslüman, yeryüzünde tek başına da kalsa, yanlışa boyun eğmez. Bu konuda tek seçeneği vardır. O, tüm varlığıyla insanları hakka davet edecek, hiç kimse ona icabet etmese bile tek başına sebat gösterecektir.
Ey Allah’ın kulları!.. Allah’tan hakkıyla korkun ve gözlerin şaşkınlıktan bakakalacağı günde O’nun önünde duracağınızı sürekli olarak hatırlayın.

Ey müslümanlar! Afetler iyice yerleşip sorunlar kökleştiğinde ve hastalıklar çoğaldığında akıllar ne yapacağını şaşırır ve anlayışlar hayret içinde kalır. Kişiyi ana yoldan uzaklaştırır ve doğru yoldan saptırır. Hayat düzeninde geniş bir bozukluk oluşturur. Düzensizlik ve eğrilik yayılır. Dengeler bozulur ve işler tersine döner. Geri kalan öne geçirilir ve önde olan geri bırakılır. Büyükler küçültülür ve küçükler büyütülür. Teferruat korunur ve aslıllar kaybedilir.

Ey Allah’ın kulları!.. Bu eski hastalığın yaşadığımız dünyada sayılamayacak kadar çeşidi vardır. İnsanlar arasında Rabbi’ne yaklaşmak, O’nun katında yüksek dereceler ve kalıcı nimetler elde etmek için gecesinde ve gündüzünde çeşitli ibadetler yapanlar görürsün. Fakat o; bununla birlikte gayretini bozacak,  ibadetini boşa götürecek şeyler de yapar. Dua ile, yardım dileme ile, kurban ile, adak ile ya da sadece Allah’ın hakkı olan ve O’ndan başkası için yapılması caiz olmayan ibadetlerden biri ile Allah’a şirk koşar. Kahine veya bakıcıya/medyuma gider. Ona sorar ve söylediğini tadik eder. Nazarlık takar ve onunla kendinden, ailesinden ve çocuklarından kötülüğü uzaklaştırdığını zanneder. Oysa Allah Teâlâ Kitabı’nda kullarına; bu şirk sonucu amellerin boşa gideceğini ve yapan kişiye ahirette hiçbir fayda vermeyeceğini, ona cennetin haram kılınacağını ve onun gideceği yerin cehennem olduğunu açıkça bildirmiştir.
  
Kur’an’ın harflerinin yazılımına ve tecvidine, Kur’an okurken sesinin güzel olmasına özen gösterdiği halde O’nun sınırlarını çiğneyen ve Allah’ın O’nda indirdiği ile amel etmeyen, anlamını düşünmeyen, öğütlerinden etkilenmeyen, verdiği örneklerden ve anlattığı kıssalardan ders almayan kişileri görmen de bu türdendir.

İnsanlardan bazıları elbisesine pislik bulaşmaması için sakınır da dedikodudan ve laf taşımaktan, yalan söylemekten sakınmaz. Bazıları çokça sadaka verir fakat faizle muameleye aldırmaz ve haram yemekten çekinmez. Bazıları insanlar uyurken gece namazı kılar fakat farz namazları vaktinde kılmaz. Oruç tutar fakat komşularına eziyet eder. Haklarını çiğner ve namuslarına dil uzatır. Öyle ki, komşuluğu onlar için ağır bir sıkıntı ve büyük bir bela haline gelir. Bazıları tanıdıklarına ve çevresine iyi davranır ve onlarla sağlam ilişkiler kurar fakat anne-babasına ve kardeşlerine kötü davranır. Akrabaları ile ilişkilerini keser. Akrabalarını ve ailesini inkar eder. Bazıları uzak fakirlere yardım eder fakat ailesini başkalarına muhtaç, insanlara el açar halde bırakır. Vermesi gereken nafakayı kısar ve onlara yeteri kadar para harcamaz. Bazıları elbisesini, arabasını ve yatağını pisliklerden korur fakat gözünü ve kulağını en çirkin haramlarla pislenmekten korumaz. Bazıları büyük işlerde değil, küçük işlerde; zor işlerde değil kolay işlerde itaatkar olur.
Allah’ın kulları!.. Şüphesiz bu sapmanın ve eğriliğin kaynağı adetlerin sultasına boyun eğmektir. Kur’an ve Sünnet’in nurundan ve vahyin kurallarından uzak bir şekilde günlük olaylara kapılmaktır. Yine; Allah’ın hidayetinden ayrılıp hevâ ve hevese uymak, Allah’ın Dini’nde cahillik, nasihat edenlerin ve yardımcıların azlığıdır.
Ey kardeşler!.. Bütün bunlardan çıkış, ilim ve amel olmadan mümkün değildir. İlim; sahibini yan konuların üzerine bina edildiği kaidelere ve asıllara vakıf eder. Bu ona, tertipli ve düzenli bir düşünce kazandırır. Her şeyi yerli yerine koyar ve her şeyin konumunu bilir. Amel ise; Allah’ın şeriatına ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yoluna uygun olarak doğru bir şekilde yapılırsa kişi amelinin kabulü ile mutlu olur ve her isteğine kavuşur. Örf ve adet kurallarına uymada şeriat kurallarını ölçü alarak hevâ ve hevese muhalefet etmek de, ilim ve amel ile birlikte, bu sapmanın ve eğriliğin düzeltilmesine katkıda bulunur. Böylece müslüman, dininin doğru yoluna koyulur.
Ey Allah’ın kulları! Şüphesiz ki en büyük kayıp, teferruatı koruyup asılları kaybetmektir. Özellikle de bu asıllar tevhid ve iman olursa... Akıl sahibi insanların bu konuya dikkat etmeleri, bu yanlışa düşmekten sakınmaları ve ona götüren her yoldan uzak durmaya gayret etmeleri gerekir. Kişinin amelinin boşa gitmesinden, ecrinin eksilmesinden ya da günahının katlanmasından hangi kayıp daha büyüktür?!.
Allah’tan korkun ey Allah’ın kulları!.. Asılları kaybetmekten sakının! Herşeyin değerini bilin ve ona göre davranın ki işleriniz düzgün olsun, yaşamınız temiz olsun ve Rabbinizin rızasını kazanın. Alemlere rahmet olarak gönderilen nebilerin sonuncusu ve takva sahiplerinin önderine salât ve selamda bulunun. Allah’ın Kitabı’nda bu size emredilmiştir. Rabbiniz şöyle buyurur: (Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât ve çokça selam eyleyin) (33/el-Ahzâb/56)