www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

KOLAYLIK

KOLAYLIK
Kolaylık, yumuşak ve hoşgörülü olmak, şiddet göstermemek de­mektir. Kur'an ve sünnetin temel ilkelerden biri kolaylıktır. Allah mü­minlere zorluk değil kolaylık diler. Müfessirler söz konusu ayetteki kolaylığı yolculuk halinde oruç tutmama, zorluğu da sefer halinde oruç tutma olarak açıklamışlardır. Allah Teala'nın bu ümmete kolaylık di­leyip zorluk dilememesi, ilahi rahmetin bir göstergesidir
Efendimiz de kolaylık ilkesine büyük bir önem vermiş bu hususta "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Teskin edin, nefret ettirmeyin" buyur­muştur.
Hadiste göze çarpan ilk husus kolaylaştırmaktır. Resul-i Ekrem Efendimiz özellikle ümmetine karşı hep kolaylığı tercih etmiş, her fırsat­ta sahabilerine kolaylaştırıp zorlaşürmamalarmı, müjdeleyip nefret et­tirmemelerini emretmiştir. Bu ilkenin önemini her zaman vurgulayan Resul-i Ekrem, kendisinin zorlaştırıcı ve şaşırtıcı değil, öğretici ve kolay­laştırıcı olarak gönderildiğini, İslam'ın kolay olduğunu, kimsenin onu zorlaştıramayacağını belirtmiştir.
İnsan, yaratılış gereği kolay olanı sever. Fıtrat denilen benlik, bunu gerektirir. Kolaylık hayatın belli bir alanını değil, bütününü kapsar, iba­det hayatında kolaylığın en güzel örnekleri, Resul-i Ekrem'in yaşantı­sında görülmektedir. Resul-i Ekrem, halkla olan ilişkilerinde bu prensibe son derece dikkat ederdi. Alemlere rahmet olarak gönderildiğini, rahmet ve merhamet peygamberi olduğunu sözleriyle ve uygulamalarıyla gösterirdi. Öyle ki bazı zamanlar cemaate uzun süreli namaz kıldırmak is­tediği halde, ağlayan bir çocuk sesi duyması üzerine namazı uzatmaktan vaz geçerdi. Bu durum çocuklara ve annelere karşı ne kadar merha­metli davranıldığını, bir an önce birbirlerine kavuşmaları için kendileri­ne ne kadar kolaylık gösterildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Sünnette­ki bu hassasiyet ve titizlik yalnız ağlayan çocuklarla sınırlı değildir. İmamlık yapanlara namazı kısa tutmaları, cemaat içinde yaşlı, hasta, za­yıf, ihtiyaç sahibi insanların bulunduğu da belirtilirdi.
Günümüz din görevlilerine, imamlık yapanlara namaz kıldırma ko­nusunda son derece ışık tutan bu bilgiler, sünnetin ne kadar insan psiko­lojisine önem verdiğim, insanlara zahmet değil, rahmet kaynağı oldu­ğunu açıkça göstermektedir. Demek ki liderler, vurdum duymaz, top­lumdan habersiz insanlar değil, aksine son derece duyarlı, hassas, anla­yışlı ve basiret sahibi insanlar olmalıdırlar. Kişi başkalarına uzak çağlar­da yaşanmış olaylardan, kütüphane raflarında bulunan kitaplardan ilim ve hikmet taşımaya çalışırken yanında bulunan kişilerin durumlarından habersiz olmak gibi bir gaflete düşmemelidir.
Karşılaşılan problemlerde müslümanlar için kolay olan tercih edil­melidir. Toplum içinde yaşayan insanların zaman zaman çeşitli zor­luklarla karşılaşmaları doğaldır. Bu zorluklar bazen basit, aşılabilir ol­duğu gibi, bazı zamanlar da içinden çıkılmaz çetin bir durumda olabilir­ler. Zaman zaman rahat ve huzurlu mekanlar olan mescid ve camilerde bile bu tür olaylara rastlanır. İnsanın hayal gücünü zorlamakla birlikte mescide giren, zemini toprak olduğu için boş bulduğu yere küçük ab-destini bozan birinin halini gören Resul-i Ekrem, adamı hırpalamak is­teyen ashabına karşı, ıslanan zemin üzerine bir kova su dökülmesini söyleyerek, "Siz ancak kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz. Zorlaştırıcı olarak gönderilmediniz" buyurmuş ve problemi en güzel şekilde hal­letmeyi bilmiştir.
Karşılaştığı işlerde serbest olursa ümmeti için hep kolay olanı tercih eden, ümmetine zorluk çıkarmak istemeyen Resul-i Ekrem'in bu tavrı, cahil ve bilgisiz kişilere karşı onların gönüllerini kazanma bakımından çok etkili bir yöntemdir. Kızmak, bağırmak, camiden kovmak yerine, her türlü olumsuzluğa rağmen sabretmek, sonucu İslam'ın lehine çe­virmek gerekmektedir. Nitekim benzer bir hadiste, "Kolaylaştırın, zor-laştırmayın" ifadesinden sonra insanın öfkelendiği zaman susmasının ve oturmasının tavsiye edilmesi de dikkate değer bir noktadır. Karşıdaki insanı öfke ateşinden doğacak her türlü zor durumdan kurtarmanın, onun işini kolaylaştırmanın en iyi yolu, susmaktır. İşte bundan dolayı da hadiste susmak tavsiye edilmiştir.
Zor durumda olanlara kolaylık gösterilmelidir. Böyle davranana Al­lah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterecektir. Zor durumda olan kişi, bir borçlu olabilir. Maddi imkansızlıklar içinde sıkışan, çaresizlikten kıvranan, aldığı borcu ödeyemediği için mahcup olma korkusu çeken birine, borcunu imkan bulduğu zaman ödeyebilmesi için fırsat ve süre veren bir mümine, her gün için bir sadaka sevabı verileceği vaad edil­mektedir. Bununla ilgili olarak önceki ümmetler içinde yaşayan zen­gin bir adamın hikayesi meşhurdur. Amel defterinde hayırlı hiçbir ameli olmayan bu adamın yalnız bir iyi hali vardır. O da alışveriş yaptığı in­sanlara kolaylık göstermesi, zor durumda olan borçlulara karşı hoşgörü­lü davranması, yerine göre alacağından vazgeçmesidir. Onun bu halini bilen Allah Teala, adamın günahlarını affeder. Nitekim kıyamet gü­nünün zorluklarından kurtulmak isteyenlere, borçlulara süre verilmesi, gerekirse alacaktan vazgeçilmesi tavsiye olunur. Duasının kabul edil­mesini, sıkıntılarının giderilmesini isteyene de borçlu kimseye yardım etmesi öğütlenir Borçluya kolaylık gösterene Allah Teala'nın dünya ve ahirette kolaylık göstereceği haber verilir.
Kolaylaştırma hayatın her aşamasında insanın karşısına çıkar. Aile yuvası kurmak isteyen adayların evlenebilmelerini sağlamak toplumun huzuru için şarttır. Evlenmenin daha kolay yapılabilmesi için kız tarafı­na verilecek olan mehirde kolaylık gösterilmesi, aşırıya gidilmemesi tav­siye olunmuştur. Zira bu durum maddi imkanları zayıf olan bireylerin işlerini kolaylaştıracak, yüksek mehir yüzünden belki ayrılıklara sebep olacak adayların birleşmelerine, yuva kurmalarına imkan verecektir. Dolayısıyla muamelat denilen günlük işlerde sünnetin böylesine bir has­sasiyet göstermesi, toplumun sefalete sürüklenmesini önleyecektir. Bu şekildeki bir ideal anlayışın Efendimizin evrensel mesajları arasında yer alması müslümanlar için saadet kaynağı olmuştur, bundan sonra da ol­maya devam edecektir.
Eğitim öğretimde de kolaylaştırma ilkesi son derece önemlidir. İlim müesseselerinde, okullarda bu faaliyetler yürütülürken tedriciliğe, yani bilgilerin sınıflara göre aşamalı olarak verilmesi, kolaydan zora doğru gidilmesi, başlangıçta sevdirilmesi, öğrenmeyi kolaylaştırır ve başarıyı olumlu yönde etkiler.
Ağırlaştırıp zorlaştırmak yerine, hafifletip kolaylaştırmak daha gü­zeldir. Sünnetin ruhu ve Allah Resulü'nün yolu budur. Bu yol, sünnetin yaşanmasında göz önüne alınması gereken bir ilke, gerçekleştirilmesi gereken bir idealdir. Çünkü ibadetlerde kalp huzuru aranır. Dini yaşan­tının en güzel olanı, kolaylıkla yapılanıdır. Kalp huzuruyla yapılan ibadetlerin devamlı olması, kesintiye uğramadan sürekli yapılması daha kolay olur. Yalnız burada şunu da önemle belirtmek gerekir ki, dini emirleri yerine getirirken ruhsatlarla, kolay olanlarla amel edildiği gibi, zaman zaman azimetlerle de amel edilmelidir. Allah Teala, ruhsatlarla amel edilmesini sevdiği gibi, azimetlerle de amel edilmesini sever.
Hadisteki ikinci temel ilke zorlaştırmamak, yani kolaylaştırmaktır. Kolaylığın tersi olan zorluk, darlık ve şiddet göstermek anlamlarına ge­lir. Kur'an'da zorlukla birlikte kolaylığın olduğu iki defa zikredildiğin-den, zorluğun iki kolaylığa asla galip gelemeyeceği belirtilmiştir.
Bir şeyi zorlaştırmak onu uğursuz ve bereketsiz yapar. Bereketi, artışı giderir, yok eder. Kalplerde tiksinti oluşturur. "Kendinize zorluk çıkar­mayın. Sonra Allah da size zorluk çıkarır" buyuran Resul-i Ekrem, geçmiş ümmetlerden bir topluluğun kendilerine zorluk çıkardığını, Al­lah'ın da onlara zorlaştırdığını, onlardan geriye kalanların kilise ve ma­nastırlarda yaşamaya mahkum olduklarını ifade etmiştir. Çünkü bu in­sanlar üzerlerine farz olmadığı halde, daha fazla ibadet edebilmek için ruhbanlık çıkarmışlardır. Resul-i Ekrem ashabı içinde ruhbanlık yoluna heveslenen, çok ibadet etmeye çalışan, geceleri dahi uyumayıp devamlı namaz kılan bir hanımın bu durumu kendisine haber verildiğinde bu ya­pılanı hiç doğru bulmamış, kadına gücünün yettiği amelleri yapmasını, kulların bıkmadıkça Allah'ın bıkmayacağını hatırlatmıştır. Bir başka kadının mescidin iki direği araşma bir ip uzatarak namaz kıldığını, gev­şeklik ve yorgunluk hissedip ağırlaştığı zaman ipe tutunduğunu öğrendi­ği zaman ipin hemen çözülmesini emretmiş, insanın kendini iyi hissettiği zaman namaz kılmasını, yorulduğunda da oturmasını söylemiştir.
Yine bazı kişilerin namaz için geceleyin yanında toplanmaya başladı­ğını gören Resul-i Ekrem aynı tavsiyeyi onlara da yapmış, güçlerinin yet­tiği ibadeti yapmalarını söylemiştir. Ümmetine farz olur korkusuyla sevdiği bazı ibadetleri yapmak istediği halde sırf merhametinden dolayı bunları terk etmiş, bu konuda onlara zorluk çıkarmak istememiştir. Ya­lın ayak Kabe'ye yürüyerek gitmeyi adayan bir kıza "Hem yürüsün, hem binsin" buyurmuş, onun kendisini zorlamasını doğru bulmamıştır.
Resul-i Ekrem sahabilerinden Zübeyr Ibni Avvam'a bazı tavsiyeler­de bulunurken, "Sen zorlaştırma, sana da zorlaştırılır" buyurmuştur. Normalde bir yaşını dolduran hayvanın kurban edilmesini emrettiği halde, böylesinin bulunamaması, bunun güç olması durumunda ko­yundan bir kuzu kesilivermesini tavsiye ederek ashabına kolaylık göstermiş, geçmiş ümmetlerden, özellikle İsrail oğullarından yapılacak ri­vayetlerde zorluk çıkarılmamasını tavsiye etmiştir.768 Bundan maksat onlar içinde yaşanmış olan bir takım ilginç, ibret dolu hikayelerin müslümanlara aktarılması, bu konuda onların bilgilendirilmesidir. Müs­lümanların haram olmayan bir konuda soru sorarak o şeyin haram kı­lınmasına sebep olmasını, gereksiz yere müslümanlara zorluk ve me­şakkat verilmesini doğru görmemiştir.
Resul-i Ekrem ashabı içinde Abdullah İbni Amr'm sürekli ibadet etme teklifini aynı şekilde, güç yetiremeyeceği gerekçesiyle kabul etme­miştir. Nitekim Abdullah, yaşı ilerleyip de söz konusu bu ibadetleri yapmakta zorlanır hale geldiğinde yaptığının doğru olmadığını anlamış, Resul-i Ekrem'in oruçla ilgili söylediği her aydan üç gün oruç tutma fik­rini kabul etmiş olmayı ailesinden, malından ve çocuğundan daha çok istemiş, kendisinin ağırlaştırdığını, dolayısıyla kendisine de ağırlaştırıl-dığını belirterek pişmanlık duyduğunu ifade etmiştir. Ebu'd-Derda da ashabın çok ibadet edenlerindendir. Onun sürekli oruç tuttuğunu, gece namazı kılarak eşini ihmal ettiğini öğrenen Selman-ı Farisi, Ebü'd-Derda'yı ibadette aşırı gitmemesi konusunda uyarmıştır. Selman'm yap­tığı bu uyarıları doğru bulan Resul-i Ekrem, onun bu tavrım son derece beğenmiş ve "Gerçekten Selman doğru söylemiştir" buyurarak kendisini takdir etmiştir.
Yine aralarında Ali İbni Ebu Talib, Abdullah İbni Amr ve Osman İbni Maz'un'un bulunduğu üç kişiden birinin ömrümün sonuna kadar bütün gece uyumaksızın namaz kılacağını, bir diğerinin hayatı boyunca gün­düzleri oruç tutacağını, oruçsuz gün geçirmeyeceğini, üçüncü kişinin de sağ olduğu sürece kadınlardan uzak kalacağını, asla evlenmeyeceğini öğ­renen Resul-i Ekrem, Allah'a yemin ederek, kendisinin Allah'tan en çok korkan ve O'na en saygılı olan kişi olduğu halde bazen oruç tuttuğunu, bazen da tutmadığını, geceleri namaz kıldığını, sonra yatıp uyuduğunu, kadınlarla da evlendiğini söylemiş ve ardından, "Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir" buyurmuştur.773 Osman Ibni Maz'un'un fazla ibadet etmek, kendisini tamamen ibadete vermek anlamına gelen tebettiil ve erkeklik özelliğini gidermek konusunda Resul-i Ekrem'den izin istediğinde Resul-i Ekrem ona bu konuda izin vermemiştir.
Bu sahabiler, kolay yoldan çıkıp Allah'ın emretmediği ibadetleri ken­di kendilerine adamışlardır. Bundan dolayı Resul-i Ekrem onları kınamış, kendi yoluna irşad ederek; "Benim sünnetimden yüz çeviren" buyurmuş­tur. Yani, sahabeden bu kişilerin yaptığı gibi kendi yolunun güzel ol­madığına inanarak onu kabul etmeyenin kendisinden olmadığını ifade etmiştir. Halbuki Resul-i Ekrem fazla ibadet yapmayı, ümmetine olan şef­kat ve merhametinden dolayı terk etmiş, bu konuda onlara zorluk çıkar­mak istemediğinden onlara orta yolu tutmalarını tavsiye etmiştir. İbadet etmeyi sevdiği halde halk kendisini görür de amel ederler, böylece de kendilerine farz olur korkusuyla bazı amelleri yapmamıştır.
Bu rivayetler Kur'an ve sünnetin yaşanmasında aşırılıktan uzak durmanın, zorluk çıkarmamanın, ölçülü ve dengeli olmanın önemini vurgulamaktadır. Zira aşırı gidenler, taşkınlık yapanlar helak olurlar. Sözlerinde ve davranışlarında ölçüsüz davranan, ne söylediğini, ne yaptı­ğını bilmeyenler hem kendilerine hem de diğer insanlara zarar verirler. Ölçüye dikkat edebilmek için yapılan ibadetlerin insanın gücü dahilinde olması gerekir. Güç sınırını aşan ibadetlerin kişiyi zorlayacağı, zamanla kesintiye uğrayacağı ve yapılamaz hale geleceği açıktır. Hristiyanların güç sınırlarını aşarak üzerlerine gerekli olmadığı halde, sırf Allah rızasını ka­zanmak için kendilerine bir takım sorumluluklar yükleyerek ibadette aşırı gitmeleri, sonra da bunun gereğini yerine getiremeyip terketmeleri Kur'an diliyle kendilerinin kınanmalarına sebep olmuştur. Dolayısıyla Kur'an ve sünnetin ruhunda yatan gerçek müslümanlara zorluk çıkar­mamaktır. Bu yüzden fazla ibadet edenlerin diğer sahabileri ve arkasın­dan gelecek müslümanları etkileyecek olan zorluğa yönelik bu tavırları doğru bulunmamıştır.
Kolaylık, işlerin benimsenmesine, gönül huzuru ile yapılmasına ve­sile olur. Zorluk ve güçlük çıkarmak insanları soğutur ve yapılacak iş­lerden uzaklaştırır. Gerek dini, gerekse dünyevi işlerin yapılmasında di­nin ana ilkelerine aykırı düşmeyecek şekilde kolay yollardan faydalan­mak lazım gelir.
İşlerde karışıklığa ve şüphelere sebebiyet vermeyip, huzur ve itmi­nan sağlamak da başarı ve muvaffakiyetin temel şartıdır. Aşırılığa kaçıp ürkütücü bir metod insanların nefretine sebep olur. Bunlardan uzak durmak gerekir. Allah'ın dini kolaydır. Onu zorlaştırmak doğru değil­dir, insana huzur verir, onu korkulacak, uzak durulacak bir din haline getirmek kimsenin hakkı değildir. İslam yaşanmak için vardır. O bütün güzellik ve iyiliklerin kaynağıdır. O kaynaktan yararlanmaya herkesin hakkı vardır.
İnsanların kalplerini yumuşatmak, birleştirip birbirine ısındırmak için daima en kolay usulü uygulamak ve kolaylık çarelerini aramak ge­rekir. Hayatın güzel bir şekilde yaşanmasında kolaylık önemlidir. Kolay ve huzurlu bir şekilde yaşayabilmenin en önemli şartlarından biri de afiyet içinde yaşamaktır. Afiyet, Allah Teala'nın kulundan her türlü sı­kıntı ve belayı kaldırması, onu rahat ve huzurlu bir şekilde yaşatmasına denir. Bunun için insana imandan sonra verilen en büyük nimettir. Afi­yetin böyle büyük nimet oluşundan dolayı Efendimiz, dünya selameti için afiyeti istemeyi insanlara emretmiştir. Afiyet aynı zamanda başkası­na eziyet etmemek ve başkasından da eziyet görmemektir. Efendimiz Medine'ye geldiği ilk günlerde yaptığı bir konuşmada afiyetin önemin­de dikkat çekmiş, Allah'dan afiyet istemelerini, çünkü insana imandan sonra afiyetten daha hayırlı bir şey verilmediğini beyan buyurmuştur.
Yine bir gün Efendimiz "Allahım, senden nimetin tamamını iste­rim" diyen bir adama rastladı da ona nimetin tamamının ne olduğunu bilip bilmediğini sordu. Sonra adama nimetin tamamının cennete gir­mek ve cehennemden kurtulmak olduğunu söyledi. Ardından "Allahım, senden sabır isterim" diyen bir adama tesadüf etti. Efendimiz ona rab-binden bela istediğini, ondan afiyet istemesini söyledi. Sabır, bela ve musibetlere karşı olur. Musibetlere tahammül zordur ve çoğu kere deinsanı isyana sevkeder. Bunun için dünya ve ahirette Allah'dan afiyet ihsan etmesini dilemek en selameti yoldur. Allah Teala'ya yüce sıfatla­rından olan celal ve ikram kelimeleriyle hitap ederek dua eden kimseye, Efendimizin istemesini emir buyurması adamın duaya uygun bir ifade ile duaya başlamış olmasındandır.
Hz. Abbas da bir defasında Efendimize kendisine bir şey öğretme­sini onunla Allah'a dua edip ondan bir şeyler isteyeceğini söyledi. Efen­dimiz ona Allah'd an afiyet istemesini söyledi. Hz. Abbas az bekleyip Efendimizin arkasından geldi ve aynı isteğini tekrar etti. Bunun üzerine Efendimiz yine ona Allah'dan dünyada ve ahirette afiyet istemesini tav­siye buyurdu. Bu hadis de afiyetin ne kadar büyük bir mana taşıdığı­nı, dünya ve ahiret için ne kadar büyük bir saadet kaynağı olduğunu teyid etmektedir.
Dua ederken afiyet istenir, bela istenmez. Adamın biri Efendimizin yanında "Allahım, bana mal vermedin ki, ondan sadaka vereyim. Bana bir bela ver de onda ecir olsun" dediğini duydu. Bunun üzerine Efendi­miz adamın bu haline hayret etti. Buna gücünün yetmeyeceğini, dünya­da ve ahirette iyilik vermesi, cehennem azabından koruması için dua etmesini söyledi. Afiyet ve selamet gibi güzel nimetler varken, bunla­rın dışında bela ve musibet istemek doğru değildir. Onun için hem dün­yada hem de ahirette güzel ve iyi şeyleri istemek gerekir. Dünyada hasene denilen iyilik, sağlam bir imanla fakru zaruret görmeksizin sıh­hat üzere yaşamak ve görevlerini en güzel şekilde yerine getirip başarılı olmaktır. Ahirette iyilik, Allah'ın rahmetine nail olmak, cenneti kazan­maktır. Bunlar dışında bela ve musibet aramak, dayanamayacağı bir yük altına girmeyi istemek huzursuzluğa ve isyana sebep olacağından uy­gun bir davranış olmaz. Zira onlar zor şeylerdir.
Efendimiz yine bir gün hastalıktan bitkin düşen bir adamın yanına vardı. Sanki adam, tüyleri yolunmuş bir kuş yavrusu gibi olmuştu. Efendimiz adama Allah'dan bir şey istemesini söyledi. Bunun üzerine adam ahirette göreceği azabı dünyada vermesi için Allah'a dua etmeye başladı. Bu durumu göre Efendimiz bu adama da dünyada ve ahirette iyilik vermesi için dua etmesini söyledi. Efendimizin bu uyarısı üzerine  adam bu duayı yaptı ve Allah Teala da kendisine şifa verdi.783 Adamın zoru istemesine karşılık Efendimiz ona kolay olanı tavsiye buyurdu.
Azab ve musibet istemek yerine dünyada ve ahirette iyilik istemek daha güzel, daha akıllı bir yoldur. Şiddetli bela ve musibetler insan ha­yatını altüst eder. Ağzının tadını bozar. Hayatı kendisine dar ettiği gibi, dünyayı da kendisine zindan eder. Bunun için ağır imtihanlardan Allah­'a sığınmak gerekir. Nitekim Abdullah İbni Amr insanın şiddetli bela­dan Allah'a sığınmasını, ancak kendisinde yüksek derece kazanılması muhtemel olan belalardan Allah'a sığınmaya gerek olmadığını söyler­di. Tabii bu da sabredebilecek güçlü iman sahipleri için geçerlidir. Manevi mükafatı yüksek olacak ve insana ahirette yüksek derece sağ­layacak bela ve musibetler, netice itibariyle saadet getirdiğinden bu gibi belalardan Allah'a sığmmaya lüzum yoktur. Bu istisnai bir hal olduğun­dan genel kaideye aykırı düşmez. Ah vah edip, olur olmaz şeyleri söyle­yerek isyan edecek zayıf insanlar için söz konusu olamaz. Böyleleri sab­redecek yerde isyan eder de kazanacağı ecirden daha çok günaha girer. Bunun için Efendimiz ümmetinin genelini düşünerek şiddetli beladan, günaha düşmekten, düşmanların sevinmesinden ve kötü akıbetten Al­lah'a sığınırdı.
Allah'dan afiyet, huzur ve saadet istenir. Zorluk ve sıkıntı, bela ve musibet istenmez. Kolaylığın tersi olan zorluk, darlık ve şiddet göster­mek anlamlarına gelir. Kur'an'da zorlukla birlikte kolaylığın olduğu iki defa zikredildiğinden, zorluğun iki kolaylığa asla galip gelemeyeceği be­lirtilmiştir.
Bir şeyi zorlaştırmak onu uğursuz ve bereketsiz yapar. Bereketi, ar­tışı giderir, yok eder. Kalplerde tiksinti oluşturur. Efendimiz "Kendinize zorluk çıkarmayın. Sonra Allah da size zorluk çıkarır" buyurmuştur. Nitekim bir gün Ebu Akreb Efendimize oruçtan sordu. Bunun üzerine Efendimiz ona her aydan bir gün oruç tutmasını söyledi. Ebu Akreb da­ha da ilave etmesini istedi. Efendimiz ona "Bana ilave et, bana ilave et! Her aydan iki gün oruç tut!" dedi. O daha ilave etmesini, çünkü kendisinde güç kuvvet bulduğunu tekrar etti. Bunun üzerine Efendimiz "Ben kendimi güçlü kuvvetli buluyorum, ben kendimi güçlü kuvvetli bulu­yorum!" dedi. Sonra sükut etti. O da artık kendisine ilave edilmeyeceği­ni zannetti. Sonra Efendimiz "Her aydan üç gün oruç tut!" buyurdu.
Aslen Mekkeli olup, sonra Basra'ya yerleşen Ebu Akreb, her aydan bir gün oruç tutmayı azımsadığından bu davranışını Efendimiz hoş görmedi ve adeta onu ayıplar mahiyette söylediği sözü tekrarladı. Çün­kü bir sorunun cevabı alındığı zaman, aynı şey üzerinde iki veya üç defa durmak edebe uygun düşmez. Efendimiz, Ebu Akreb'in hem isteğini ye­rine getirdi, hem de ona uyarı ve ihtarda bulunmuş oldu. Zira dinde aşı­rı gitmek, ifrata kaçmak doğru değildir. Ölçülü olmak, orta yolu tutmak her zaman için iyidir.
Her aydan üç günü oruç tutmak sünnet olan bir ibadettir. Bu ibadet her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerini oruç tutmakla yerine getiri­lir. Ayın başından, sonundan ve ortasmdan birer gün tutarak da eda edi­lir. Oruçlarda kameri aylara itibar edilir ve haram günlerde oruç tutul­maz. Ramazan bayram günü, şevval ayının birinci günü olduğu halde, bugün oruç tutulmayıp ertesi gün tutulur. Sünnet olarak tutulan oruçla­rın fazileti büyüktür. Şevval ayından altı gün oruç tutmak ayrıca bir sünnet olup, bunun faziletine dair hadisler vardır.
Ebu Akreb'in dışında Resul-i Ekrem ashabı içinde Abdullah İbni Amr'ın sürekli ibadet etme teklifini aynı şekilde güç yetiremeyeceği ge­rekçesiyle kabul etmemiştir.
Bu rivayetler Kur'an ve sünnetin yaşanmasında aşırılıktan uzak durmanın, zorluk çıkarmamanın, ölçülü ve dengeli olmanın önemini vurgulamaktadır. Zira aşırı gidenler, taşkınlık yapanlar helak olurlar. Sözlerinde ve davranışlarında ölçüsüz davranan, ne söylediğini, ne yap­tığını bilmeyenler hem kendilerine hem de diğer insanlara zarar verirler. Ölçüye dikkat edebilmek için yapılan ibadetlerin insanın gücü dahilinde olması gerekir. Mümin dinin kendine izin verdiği ibadetleri yapmaya çalışmalı, izin vermediklerinden uzak durmalıdır.