www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

İSTİĞFAR

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

İSTİĞFAR
İstiğfar, kulun işlediği günahlardan dolayı Allah Teala'dan affını is­temesi demektir. İnsan beşer olduğundan zaman zaman hata eder, gü­nah işler. Tertemiz bir hayat yaşamak arzu edilmekle birlikte ne yazık ki bu mümkün olmamaktadır. Önemli olan yapılan hatanın farkına var­mak kısa zamanda ondan dönerek Yüce Mevla'dan af dilemektir. Zira kişinin kendi hata ve kusurunu idrak edebilmesi büyük bir erdem bü­yük bir fazilettir.
Kur'an'da insanların istiğfarda bulunmaları emredilmiş, bu ayetle­rin birinde "Allah'dan af dile, Allah çok bağışlayan çok affedendir" buyurulmuş, bir diğer ayette " Ondan bağışlanma dile. O tevbeleri kabul eden ve çok bağışlayandır" denilmiştir.
Allah'ın nimetleri 'Ey Rabbimiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!' diyen, seher vaktinde Allah'dan bağış dileyenler içindir. Bu ayetler, Resul-i Ekrem Efendimizin şahsında bü­tün müslümanlar, alemlerin rabbine her fırsatta el açmaya, "Rabbim be­ni bağışla!" diye yalvarmaya teşvik etmektedir. Allah'ın Resulü ümmeti­ne, inanmayı, ibadet etmeyi, bütün yönleriyle dini yaşamayı, dua ve zik­retmeyi öğrettiği gibi, bu bölümde genişçe görüleceği üzere, Allah'dan af dileyip istiğfar etmeyi de öğretmiştir.
İstiğfarın makbul olması için, geçen günahlardan tam bir pişmanlık duymak, günahtan tamamen sıyrılmak ve gelecekte bu günaha bir daha dönmemeye azmetmiş olmak şarttır. Tevbe ile istiğfarın arasında bazı farklar vardır. Tevbe yalnız insanın nefsi için olur, istiğfar ise, hem kendi nefsi için, hem de başkası için olur. Tevbe, geçmişte olan günahtan nadim olup, gelecekte ondan sakınmaya azmetmektir. İstiğfar ise, çıkan günah­lardan bağışlama dilemektir, gelecek zaman için azim şart değildir.
İstiğfar duaları içinde bazıları diğerlerinden daha faziletlidir. İstiğ­farın en faziletlisi, seyyidü'l-istiğfardır. Efendimiz bu hususu şöyle dile getirmiştir:
"İstiğfarın en üstünü kulun şöyle demesidir: Allahümme ente rabbi la ilahe illa ente halakteni ve ene 'abdüke ve ene 'ala 'ahdike ve va'dike m'esteta'tü. Euzü bike min şerri ma sana'tü ebuü leke bi-ni'metike 'aleyye ve ebuü bi-zenbi fağfir li feinnehu la yağfirü'z-zünube illa ente: Allahım, sen benim rabbimsin. İbadete layık senden başka tanrı yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Ezelde sana verdiğim sözümde ve vaadimde hala gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lütfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet; şüphe yok ki günahları senden başka affedecek yoktur."
Resul-i Ekrem, seyyidü'l-istiğfarın sevabına ve faziletine bütün kalbiy­le inanarak gündüz okuyanın o gün akşam olmadan ölürse cennetlik ola­cağını, aynı şekilde sevabma ve faziletine gönülden inanarak gece okuyanın o sabah olmadan ölürse yine cenneti hak edeceğini haber vermiştir.
Bu dua ve istiğfar tevbenin her türünü içine almaktadır. Son derece zengin nefis üslubu, oldukça derin geniş manası sebebiyle ona seyyidü'l-istiğfar adı verilmiştir. Zira seyyidü'l-istiğfarı okuyan bir kul, biricik ilahı­nın Cenab-ı Hak olduğunu bütün samimiyetiyle belirtmekte, ibadetini sadece ona yaptığını ifade etmektedir. Tek ve eşsiz yaratanın Allah oldu­ğunu söylemekte, rabbinin ezelde kendisiyle yaptığı sözleşmeyi kabul etmekte ve orada Mevlasına verdiği söze bağlı kaldığını samimiyetle arzetmektedir. İstiğfarın başı ve önde geleni diye tabir edilen bu sözleri söylemekte diğer mağfiret dilemelerden daha çok fazilet vardır ve böyle istiğfarda bulunana daha fazla faydalıdır. Bu sözleri yalnız telaffuz edip manalarına nüfuz etmekle istiğfar tamamlanmış olmaz ve geçerli olmaz.
Efendimiz istiğfara çokça devam ederdi. Ashab-ı kiram Efendimizin oturduğu yerde yüz defa "Rabbim, beni bağışla ve tevbemi kabul et. Çünkü sen tevbeleri çok çok kabul eden merhamet sahibisin" dediğini sayarlardı. Peygamberler masum oldukları Efendimizin geçmiş ve gelecek günahları bağışlandığı halde bu kadar çok istiğfar etmesinin sebe­bi, peygamberlerin Allah'ın büyük lütuf ve ikramlarına mazhar olmuş insanlar olması dolayısıyladır. Bu itibarla onlara gereken şükür ve hamdetme, diğer insanlarınkinden daha fazla olması icab eder. Çünkü şükür, nimete göre olunca hikmete uygun düşer. Bir de peygamberlere olan teklif, ümmetlerine olan tekliften fazladır. Allah'ın emirlerini bilip tam uyguladıklarından, Allah'ın sayısız nimetlerini diğer kullardan da­ha çok takdir ettiklerinden, kulluğa gereken istiğfar ve şükrü fazla yap­maları şanlarına uygun düşer. Bunun yanında peygamberlerin istiğfa­rında, insanların halini düzeltme ve onlara örnek olma maksadı vardır. Onların istiğfarı aynı zamanda ümmet içindir. Onlara örnek olma ve kendilerine yol gösterme amacı taşımaktadır.
Resul-i Ekrem bir gün kuşluk namazı kıldıktan sonra "Allah 'im, beni bağışla ve tevbemi kabul et; çünkü sen tevbeleri çok çok kabul eden merhamet sahibisin" demiş, bunu yüz defaya kadar söylemiştir. Aynı şekilde Resul-i Ekrem Efendimiz Cenab-ı Hakk'a her gün tevbe ve istiğ­far eder ve "Allah'a tevbe ediniz. Ben her gün ona yüz defa tevbe ede­rim" buyurdu. Ayrıca "Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Al-lah'dan beni bağışlamasını diler, tevbe ederim" buyurur, "Bazen kal­bimin perdelendiği olur. Ama ben Allah'a günde yüz defa istiğfar edi­yorum" derdi.
Cenab-ı Hakk'a yönelmekte, kalbini kaplayan bir nevi gaflet halinden uzaklaşmak için istiğfar a tutunmaktadır.
Resul-i Ekrem Efendimizin anlattığı bu hal bir günah değildir. Fakat onun Allah Teala ile hemen hemen hiç eksilmeyen kuvvetli bir gönül alakası vardır. Sözünü ettiğimiz dünyevi ihtiyaçlar ise bu alakayı bir öl­çüde zayıflatmaktadır. Biz farkında olmasak bile, Cenab-ı Hak ile her an beraber olan hassas bir kalp için bu nevi irtibat azlığı hissedilir bir ko­pukluk meydana getirmektedir. Çünkü o kalp, ilahi vahyin ışığıyla pa­rıldadığı için, hiçbir beşerin kalbiyle mukayese edilemeyecek derecede aydınlık ve saftır.
Ka'b Ibni Ucre namaz bitiminde yüz defa "Sübhanellahi ve'l-hamdüllahi ve lailaheillallahu vallahu ekber" diyen kişinin mahrumiyet içinde kalmayacağını söylerdi. Bu teşbihin hadis olduğu da söylenmiştir.1209
Bir adamın duasında "Allahım, yalnız beni ve Muhammed'i bağışla!" dediğini duyan Efendimiz adama insanların çoğundan mağfireti esirge­diğini söylemiştir. İstiğfarda bulunurken belli bir şahsa hasredilmesi-nin meşru olmadığı bu hadisten anlaşılmaktadır. Yalnız bana veya yalnız bize mağfiret buyur şeklinde Allah'a dua edilmemeli bütün müminler duaya ortak edilmelidir. Yalnız bir veya birkaç kardeş için dua edilme­sinde sakınca yoktur. Sakıncalı olan duada istenilen şeyi yalnız böyle belli kimselere mahsus kılmaktır. Yani yalnız bu kardeşime veya bu isimlerini andığım kardeşlerime ver, diğer müslümanlara verme şeklinde olan ve bu manayı taşıyan dualar İslam ahlakına uymayan dileklerdir.
Ibni Ömer Efendimizin oturduğu yerde yüz kere Allah dan şöyle mağfiret dilediğini işitmiştir:
"Rabbim, bana mağfiret et, tevbemi kabul et ve bana merhamet et. Muhakkak ki sen, tevbeleri çok çok kabul eden merhamet sahibisin."
Bir kimse din kardeşine hayır dua ettikçe, yarımda bulunan görevli bir melek ona, 'duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin' diye dua eder. Yine bir müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek ona, "Aynı şeyler sana da verilsin" diye dua eder.
Dua müminin mümine karşı olan görevlerinden biri olduğundan onu hiçbir zaman ihmal etmemelidir. Müminin peygamberine karşı dua göre­vi ise ona salat ve selam etmektir. Onu da titizlikle yerine getirmelidir.