DUA ÇEŞİTLERİ
Her işin yaratıcısı Allah Teala olduğundan, onun izni olmaksızın hiç bir şey meydana gelemez. Yegane güç ve kudret onundur. Kainattaki tek otorite odur. Bütün hazinelerin anahtarı onun elindedir. Hiçbir yaprak onun izni olmadan yere düşemez, hiçbir nefis onun müsaadesi olmaksızın can veremez. Darda kalanlara imdat eden, bunalmışlara yardım eden odur. Onun yapamayacağı bir şey yoktur. Bunun için her şey ondan istenmelidir.
Ondan istemenin sınırı yoktur. Küçük büyük ne varsa ondan dilenir. Bunun için dua edilir. Nitekim Efendimiz müminin her türlü ihtiyacım rabbinden istemesini, hatta kopan ayakkabısının bağına kadar ondan talep etmesini tavsiye ederdi. Ibni Ömer de hayvanının yürüyüşüne kadar her konuda Allah'ın kendisine genişlik vermesi için ona dua eder, duanın kendisine verdiği huzur ve mutluluğu içinde hissettiğini söylerdi. Hz. Ömer kendisini iyi kimselerle birlikte yaşatmasını, onlarla birlikte öldürmesini, hayırlı kimselere kavuşturmasını Allah'dan niyaz ederdi.
Abdullah İbni Mesud şu duayı çok okurdu:
"Rabbimiz, aramızı düzelt, kardeşlik ve sevgi bağlarımızı kuvvetlendir ve bizi İslam yoluna ilet, bizi karanlıklardan cehalet, küfür ve günahlardan nura iman ve güzel amellere götürüp kurtar. Açığa acıkan ve gizli kalan kötü söz ve hareketleri bizden uzaklaştır. Bizim, kulaklarımıza, gözlerimize, kalblerimize, zevcelerimize ve gelecek nesillerimize bereket ver. Tevbemizi kabul et; muhakkak ki sen tevbeleri çok çok kabul eden merhamet sahibisin. Bizi nimetlerine şükredenler, onları övenler ve onlara hak kazananlar yap ve nimetlerini üzerimize tamamla!
Amr Ibni Haris'i annesi Efendimize götürdüğünde Efendimiz onun başını okşamış ve ona rızık duasında bulunmuştur." Amr İbra »Haris Kureyş kabilesinden olup hicretten iki yıl önce doğmuştur. Efendimizin ir-tihalinde on iki yaşındaydı. Küçük yaşta olması sebebiyle annesi tarafından Resul-i Ekrem'in yanına götürülmüştü. Bu arada Efendimiz onun başını okşamış ve kendisine rızık ve bereket vermesi için, Allah'a dua etmişti. Sonra Kufe'ye giderek orada kendine bir ev edindi. Kureyş kabilesinden Küfe de ilk yerleşen o olmuştur. Efendimizin ona ettikleri rızık ve bereket duası sayesinde çok mal kazandı. Böylece Küfe halkının en zengini oldu ve orada şeref ve kıymet sahihi olarak tarımdı. Kufe'de bir müddet emirlik yapmış ve orada vefat etmiştir.
Enes'e bir gün Basra'dan kardeşlerinin geldiği, onlar için Allah'a dua etmesi söylendi. Enes de o gün ibadet ettiği zaviyede idi. Enes, "Allahım! Bizi bağışla, bize merhamet et ve bize hem dünyada iyilik ver, hem ahirette iyilik ver; Bizi cehennem azabından koru!" diye dua etti. Basralı kardeşler ondan daha fazla dua istediler. Bunun üzerine aynı duayı söyledi ve eğer bu dua ile istenenlerin kendilerine verilirse, muhakkak dünya ve ahiret hayırlarının onlara verilmiş olduğunu söyledi.
Enes'in şahsını ve kardeşlerini içine alacak şekilde Allah'a ettiği duada dünya ve ahiret saadetim kazanmak dileği bulunduğundan fazileti büyüktür. Namazların son oturuşlarında, salavatlardan sonra okunmakta oluşu da buna delildir.
Efendimiz bir ağaç dalı alıp da onu silkti, yapraklan düşmedi. Sonra silkti, yine düşmedi. Tekrar silkti, yine düşmedi. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu:
"Sübhanallah, velhamdülillah velailaheillallah sözleri, ağaç yapraklarını düşürdüğü gibi günahları düşürürler!"
Efendimiz yaprakları kurumuş olan bir ağaca rastgeldi de değneği ile ona vurdu. Ağacın yaprakları döküldü. Bunun üzerine bu hadisi ifade buyurdu.
Bir kadın işini veya bir işinden şikayet etmek üzere Efendimize geldi. Bunun üzerine Efendimiz ona bundan daha hayırlısını göstermek istediğini, ona uykuya yatarken otuz üç defa lailaheillallah, otuz üç defa sübhanellah ve otuz dört defa elhamdülillah demesini, böylece bunların, yüz edeceğini bunlarında dünyadan ve dünyadâkilerden daha hayırlı olduğunu söyledi.
Hadiste üç çeşit zikir geçmektedir. Bunlar tehlil denilen lailahe illallah, teşbih denilen sübhanallah ve tahmid denilen elhamdülillah sözleridir. Efendimiz bunlardan tehlil ile teşbihin otuz üçer defa tahmidin ise otuz dört defa söylenilmesini ve böylece yüze tamamlanmasını tavsiye buyurmuştur.
Maddi hastalıkların tedavisinde nasıl ki, ilacın belli bir miktar ve ölçüsü varsa, manevi hastalıkların giderilmesi ve ruh sağlığının kazanılması için de böyle bir ölçünün belirlenmesinde muhakkak ki hikmetler vardır. Bu bakımdan belli sayılar üzerinde durmak ve tavsiye edilen miktarlara uyarak ezkarda bulunmak, manevi faziletin kazanılması için esastır. Bununla beraber belli sayıyı tamamladıktan sonra daha fazla zikirde bulunmanın ayrıca fazileti olur. Eksik yapıldığı takdirde ise, murad edilen fazilet tam olarak kazanılamaz. Bir de teşbihleri bir oturuşta ve arka arkaya getirerek söylemekte ve gösterilen vakitleri gözeterek ihlasla o belli vakitlerde ifa etmekte daha çok fazilet vardır. Bunlara riayet edilmeden de söylenmelerinde sakınca yoktur.
Efendimize bir adam gelip hangi duanın daha faziletli olduğunu sordu. Efendimiz ona Allah'dan dünya ve ahirette af ve afiyet dilemesini emir buyurdu. Ertesi gün adam tekrar Efendimize gelip yine aynı soruyu sordu. Resul-i Ekrem aynı duayı okumasmı söyledi ve insana dünya ve ahirette afiyet verildiği zaman kurtulacağını haber verdi.
Allah'dan afiyet istemekte her faydalı şeyi kazanmak ve her zararı kaldırmak manası bulunduğundan diğer dualardan daha faziletlidir. Söz kısa olup, manası geniştir. Böyle olunca, dünya ve ahirette müminin gayesi olan zararlardan kurtuluş ve iyiliklere eriş, müminin dileği haline gelir. Dilek Allah tarafından kabul edilince de gaye gerçekleşmiş olur, yani ebedi kurtuluşa erer. Günahlar bağışlanmış ve cezalar kaldırılmış olur ki, en yüksek maksad ve gaye budur.
Efendimiz Allah'a en sevgili sözün "Sübhanallahi la şerike lehu lehu'l-mülkü ve lehu'l-hamdü ve hüve ala külli şey'in kadir ve la havle ve la kuvvete illa billahi ve bihamdih: Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim, onun ortağı yoktur. Bütün mülk onundur, hamd da ona mahsustur. O her şeye kadirdir. Kudret ve kuvvet sahibi ancak Allah 'dır. Allah'a hamd eder olduğum halde onu noksanlıklardan tenzih ederim" kelimelerinin olduğunu söylemiştir.
Şüphe yok ki, Allah'ı bütün noksan sıfatlardan tenzih edip, ona ortak koşmamak ve ona hamdı eksik etmemek manalarını taşıyan kelam sözlerin en faziletlisidir. Bunda Allah'ın azametini tanımak ve onun kudret ve emirlerine boyun eğmek hikmeti vardır. Kula düşen ilk vazife, bu sözlerin delalet ettiği manaya iman etmek olup, kendi acziyetini kabullenmektir. İşte Allah'ın kemal sıfatlarla varlığını yüceltmek yanında, Allah'ın sayısız nimetlerinden dolayı ona hamd ederek kulluk vazifesini yerine getirmek, faziletin en büyüğüdür.
Hz. Aişe bir gün namaz kılarken Efendimiz onun yanına geldi. Efendimizin bir ihtiyacı vardı. Aişe biraz gecikti. Efendimiz Aişe'ye duanın özlü ve şümullüsünü yapmasını söyledi. Aişe namazdan ayrılınca Efendimize en özlü ve en kapsamlı duanın ne olduğunu sordu. Bunun üzerine Efendimiz ona şöyle demesini emir buyurdu:
"Allahım! Hayırların hepsini, dünyadakini de ahirettekini de onlardan bildiğimi de bilmediğimi de senden isterim. Bütün kötülüklerden dünyadakinden de ahirettekinden de bildiğimden ve bilmediğimden de sana sığınırım. Senden cenneti ve ona yaklaştıracak söz ve amelden ibaret şeyi isterim. Cehennemden ve ona yaklaştıracak söz veya amelden ibaret şeylerden de sana sığınırım. Muhammed'in senden neyi istedi ise, ben de o şeyi senden isterim ve Muhammed hangi şeyden sığındı ise, ben de ondan sana sığınırım. Benim için kazadan ne takdir ettinse, onun sonucunu sevab kıl!"
Hâdis.bütün hayır ve saadet yollarını toplamakta, kötülük yollarını kapamakta ve akıbet selametine ermeği de ifade etmektedir. Çünkü bu dua ile hem insanın hayatına, hem de ölümünden sonraki saadetine ait hayırlar istenmektedir. Bilinen ve bilinmeyen dünya hayatı ile ahiret hayatına ait bütün hayırlar, insanoğlunun menfaatine ve huzuruna bağlı şeyler, dünyada ve ahirette insana zarar veren, bilinen ve bilinmeyen her çeşit kötülüklerden uzak kalmak, cennete yaklaştıracak söz ve hareketlerle cenneti istemek, cehennemden ve ona yaklaştıracak söz ve hareketlerden Allah'a sığınmak ve bunları daha da özetleyerek Efendimizin Allah'dan istediğini istemek, sığındığı şeylerden Allah'a sığınmak, kul için takdir edilmiş olan şeylerin akıbetinde selamet dilemek, işte bu dilekler, en kısa ifade ile en geniş ve en faydalı manaları taşıdıklarından Efendimiz bu şekilde dua etmeyi Hz. Aişe'ye ve dolayısıyle ümmetine tavsiye buyurmuştur.
idarecinin zulmünden korkulunca okunacak dualar vardır. Abdullah Ibni Mesud bir insanın zulmünden korktuğu bir idareci olduğu zaman şöyle dua etmesini söylerdi:
"Ey yedi kat göğün ve büyük arşın rabbi olan Allahım, beni falan oğlu falandan ve senin yaratıklarından olan onun taraftarlarından koru ki, onlardan hiç biri bana eziyet etmesin, yahut aşırı gidip zulmetmesin. Senin koruduğun galiptir, senin övgün yücedir ve senden başka ibadet edilecek ilah yoktur!"
Sultan, devlet reisi gibi idarecilerin zulmünden ve düşmanlıklarından korunmak için Allah'a yönelip bu şekilde dua ederek korunmak meşru bir davranıştır. Müslüman idarecilere karşı çıkmak, isyan etmek, fesad ve anarşi çıkarmak caiz değildir; fakat eziyetlerinden korunmak için Allah'a yalvarmak da bir haktır.
İbni Abbas da kahretmesinden korkulan heybetli bir sultanm yanına gidildiği zaman şu duanın üç defa okunmasım tavsiye ederdi:
"Allah yaratıklarının hepsinden daha üstündür, daha büyüktür. Allah, korktuğum şeyden daha üstündür. Falanca kulun şerrinden, insan ve cinlerden olan askerlerinin, etbaının ve taraftarlarının şerrinden öyle bir Allah'a sığınırım ki, ondan başka hiç bir ilah yoktur. Yedi kat gökleri yere düşmekten o koruyup tutar, ancak izni olmakla düşebilirler. Allahım! Beni, bunların şerrinden koru!. Senin övgün yücedir, himayen üstündür ve şanın yücedir. Senden başka ilah yoktur!"
Bütün kalblerin ve her şeyin tasarrufu Cenab-ı Hakk'ın kudret elinde olduğundan, bir kimsenin halisane yakarışı sebebiyle zulmedecek zalimlerin katı kalplerine merhamet verir veya bazı olaylarla karşısına engeller çıkararak o kimseyi eziyetten kurtarıp selamete ulaştırır. Dua, zalimin huzurunda açık olarak söylenmeyip, daha önceden okunur ve üç defa tekrarlanır. Maddi sebeplere ve hukuki yollara baş vurmak suretiyle zulmün önlenmesine çalışıldığı gibi, manevi bir yol olan böyle dualarla da zulüm ve eziyetlerden korunmaya çalışılır.
İbni Abbas insanın başına bir keder, bir elem veya bir musibet gelirse veya bir sultandan korkarsa, şu kelimelerle dua etmesini söylerdi:
"Senden başka hiç bir ilah yoktur sözü ile senden isterim, ey yedi göklerin rabbi ve büyük arşın rabbi! Senden başka hiç bir ilah yoktur sözü ile senden isterim, ey yedi göklerin rabbi ve kerim olan arşın rabbi! Senden başka hiç bir ilah yoktur sözü ile senden isterim, ey yedi kat göklerin ve yedi kat yerlerle bunlarda bulunanların rabbi! Sen her şeye kadirsin!" İbni Abbas bir kimsenin bu duadan sonra hacetini Allah'dan ister, muradı ne ise onu Allah'dan dilerse duasının kabul olunacağını söylerdi.
Sümame İbni Hazen bir ihtiyarın yüksek sesiyle"Allahım! Kendisine bir şey karışmayan fenalıktan ben sana sığınırım" diye yalvardığını işitti. Bu ihtiyarın kim olduğunu sordu. Onun Ebu'd-Derda olduğunu öğrendi. Ebu'd-Derda, ilim ve fazileti ile şöhret bulan bir sahabi olup Uhud savaşında Efendimizin hakkında "Uveymir ne güzel binicidir, o ümmetimin hakimidir" dediği kişidir. Ebu'd-Derda zahidane bir hayat yaşardı. Yaptığı her işte Allah'ın rızasını arar, ahiret hesabını gözetir, halkı iyilik ve ibadet etmeye teşvik ederdi. Dünyaya, dünyalığa değer vermezdi. Kızı Derda'ya Yezid İbni Muaviye gibi zengin biri talip olduğu halde kabul etmemiş, onu fakir bir müslümanla evlendirmişti. İçine hayır girmemiş her türlü katıksız kötülükten Allah'a sığınmak gerekir. Bu hallere düşmekten Allah'a sığınarak kurtuluş aramak, selamet yoludur. Muhtemelen Ebu'd-Derda da Emeviler'in kötü işlerine alet olmamak için hem kendini hem de çoluk çocuğunu onlardan uzak tutmaya çalışmış olmalıdır.
Rüzgar estiği zaman da dua edilir. Şiddetli rüzgar estiği zaman Efendimiz "Allahım! Rüzgarla gönderilen hayrı senden isterim ve rüzgarla gönderilen serden sana sığınırım!'' şeklinde dua ederdi.
İnsanlarm yararına olan şeylerin de bir ölçüsü vardır. Rüzgar da böyledir. Şiddetli rüzgarlar felaket getirir, orta ve Ölçülü olanlar ise bereket ve canlılık verir. Bütün kainatta meydana gelen olayların yaratıcısı ve idare edicisi Allah Teala olduğundan, rüzgarın da zararından korunmak için Allah'a sığınmak ve ondan hayır istemek gerekir. Şiddetli rüzgar olduğu zaman da Efendimizin "Allahım! tohumlayıcı olsun, kısır olmasın!" şeklinde dua ettiği de olurdu.
Rüzgar hakkında Efendimizin bundan on dört asır önce kullanmış oldukları bu ifadede büyük bir hikmet ve mucize vardır. Daha nebatat botanik çalışmaları ortada yokken, rüzgarların bitki ve meyveleri döllemedeki büyük tesirini açıklamaları, ancak bugün anlaşılabilen mudzelerindendir. Döllemede mahsul ve bereket olduğundan, rüzgar için bunu Allah'dan istemiş ve kısır, ürünsüz bırakacak esintiyi istememişlerdir.
Bununla beraber pozitif ve negatif olan bulutların birleşmesini, erkek dişi birleşmesi kabul ederek bundan yağmur bereketinin doğduğunu ifade eden alimler vardır. Gerçek şudur ki, hadisin manası böyle dar bir anlayışa bağlı kalmayıp her çeşit tohumlama ve aşılama hallerini içine alır. Nimet ve bereket istemek, kötülükten korunmak dinimizin emirlerinden olduğu için rüzgarlar hakkında bu istekte bulunmayı Efendimiz müminlere öğretmiştir.
Rüzgara gibi ilahi iradenin tecellisi olan tabiat olaylarına sövmemek gerekir. Ubey'den rivayet edildiğine göre, o rüzgara sövülmemesini, ondan hoşlanılmayan bir şey görüldüğü zaman şöyle denilmesini söylerdi:
"Allahım! Biz senden bu rüzgarın hayrını, onda olanın hayrını ve onunla gönderilen şeyin hayrını istiyoruz. Bu rüzgarın şerrinden, onda olanın şerrinden ve onunla gönderilen şeyin şerrinden de sana sığınırız!"
Rüzgarlar Allah'ın emri üzere hareket ettikleri için memurdurlar. Böyle olaylara sövmek ve lanet okumak yaraşmaz. Lanete hak kazanmadıkları için, lanet ve kötü söz, sahibine döner, yani sözü söyleyene ait olur.
Efendimiz de şöyle buyururdu:
"Rüzgar, Allah'ın ihsanmdandır, hem rahmetle, hem de azabla gelir. O halde ona sövmeyin. Fakat Allah'dan onun hayrını isteyin ve onun şerrinden Allah'a sığının!"
Yıldırım anında dua edilir. Efendimiz şimşekleri ve gök gürültüsünü işittiği zaman şöyle buyururdu:
"Allahım! Bizi şimşeğinle öldürme, bizi azabınla helak etme ve bundan önce bize afiyet ver!"
Bir fırtına ve kasırganın, bir yağmur ve sel tufanının başlangıcı, gök gürültüsü ve şimşek çakmalarla olduğunda bunun habercisi olan şimşek ve gök gürültüleri anında bu şekilde dua etmek gerekir. Bu korkunç ve dehşet anlarında, insanı Allah'dan başka kimse kurtaramaz. Her işte olduğu gibi, dehşet ve felaket anlarında yine Allah'a yönelip, ona dua etmek kulun görevidir.Ibni Abbas da gök gürültüsünü işittiği zaman gök gürültüsü ile teşbih edilen Allah'ın ne kadar yüce olduğunu söylerdi. Yine İbni Abbas çobanın koyunlarını çağırdığı gibi, meleğin de gök gürültüsü ile yağmuru öyle çağırdığını söylemiştir.
Abdullah ibni Zübeyr de gök gürültüsünü işittiği zaman sözünü bırakır, "Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile teşbih eder. Melekler de onun heybetinden dolayı teşbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücadele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar" ayetini okurdu. Sonra da gök gürültüsünün yeryüzündekilere şiddetli bir korkutma olduğunu söylerdi.
Şimşekler, yıldırımlar, gök gürültüleri hep bu genel hükmün içine girmiş olduklarından Allah'ı yüceltmekte ve onun yüce kudretiyle varlığını ispat etmektedirler. Hem bu vazifeyi aralıksız büyük bir düzen içinde devam ettirmektedirler. Ancak canlılar iradeleriyle bu tesbihleri yaptıkları zaman karşılığında mükafat kazanır, inkarları halinde de azab çekerler. İrade dışı tesbihler, doğrudan doğruya Allah'ın kudretiyle meydana gelip, kulun bunlar üzerinde bir kesbi bulunmadığından insanlara fayda sağlamazlar. Allah'a boyun eğen zelil birer mahluk olduklarını izhar ederler. Düşünen ve araştıran akıl sahipleri için bu alemde Allah'ın azamet ve kudretine, onun üstün varlığına delalet eden sayısız alametler vardır. İnsan bu alamet ve işaretleri düşünüp yaratanım tesbih etmeli, varsa günahları onlardan tevbe ve istiğfar etmelidir.