www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

EFENDİMİZİN DUALARI

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

EFENDİMİZİN DUALARI
Dualar Efendimizin hayatında büyük bir öneme sahiptir. O hemen hemen her konuda sebeplere sarıldıktan sonra Mevla'sına iltica etmiş, ondan yardım dilemiştir.
Efendimiz Hak Teala'dan gönül zenginliği ister ve "Allahım! Senden nefsimin zenginliğini, yakınımın da zenginliğini isterim" diye dua ederdi.
Zenginlik aslında muhtaç olmamak, ihtiyaç göstermemek demektir. Efendimizin istediği de nefis zenginliğidir. Yani başkasına muhtaç ol­mamaktır. Bununla beraber mal zenginliğini istemiş olması da uzak de­ğildir. Bu takdirde mal çokluğunun Allah yolunda ve hayır yollarında harcanması bakımından istemiş olmasında bir sakınca yoktur.
Sehl İbni Humeyd'in babası Efendimizden kendisine faydalanacağı bir dua öğretmesini istediğinde Efendimiz ona "Allahım! Kulağımın, gözümün, dilimin, kalbimin şerrinden ve şehvetimin şerrinden bana afi­yet ver!" demesini tavsiye etti.
İnsanı günah işlemeye götüren başlıca organlar kulak, göz, dil, kalb ve şehvettir. Şehvetin şerri demek haram olan ilişki demektir. Bu organ­lar kötülüklerden korundukları zaman insan onuruyla yaşar. Kulak, de­dikodu, gıybet ve kötü sözleri dinlemekten uzak kalırsa, şerrinden emin olunur. Göz, haram şeylere bakmaktan sakınırsa insan yasak olan şey­lerden sakınır. Dil, yalan dolan ve küfürden arınırsa insan edeb sahibi olur, günahtan kurtulur. Kalb, temiz duygularla bezenip zararlı tasav­vur ve kuruntulardan boşalmış olursa, insan kemal bulur. Şehvetin se­bep olduğu meşru olmayan işlerden uzak durmak haramdan kurtulmak olur. Böylece beş organın kötülüğünden kurtulmuş olan kimse, dünya ve ahiret saadetine nail olur.
Felakete uğramamak için Allah'dan yardım istemek, onun merha­metine sığınmak gerekir. Bunun için Efendimiz "Allahım bana her ha­yırlı şeyde yardım et, aleyhime olan şeyde yardım etme. Bana zafer ver ve kimseyi üzerime musallat etme. Hidayete uymayı kolaylaştırır, hayır sebeplerini bana hazırla!" diye dua etmeyi ihmal etmezdi. Efendimiz bu dualarıyla bütün ibadet ve çalışmalarında, söz ve davranışlarında Allah'dan yardım dilemiştir. Zira Allah'ın yardım ve iradesi olmaksızın hiç bir şeyin meydana gelmesi mümkün değildir.
Allah'ın yardımının en çok isteneceği yerlerden biri de düşmanlara karşıdır. Efendimiz bu hususta "Rabbim! Düşmanlarıma karşı bana yar­dım et, bana karşı onlara yardım etme. Düşmanlarıma karşı bana nusrat ver, bana karşı onlara nusrat verme. Düşmanlarımı pusuya düşürmek için bana imkan ver, beni pusuya düşürme imkanını onlara verme. Hidayet yolunu bana kolaylaştır ve bana isyan edenlere karşı, bana yardım et!
Rabbim! Beni sana çok çok şükreden, senden korkarak zikreden, sa­na boyun eğip itaat eden, çok çok yakarıp sana iltica eden yap. Benim tevbemi kabul et ve günahımı yıka. Duamı kabul et ve hak olan davamı sabit kıl ve dini gerçekleri anlamakta kalbime hidayet ver, dilime doğru­luk ver ve kalbimin karartısını sıyır" diye dua ederdi.
Bütün nimetleri veren Allah olduğu gibi, alan da odur. Bunun için Efendimiz "Rabbim! Senin verdiğine engel olacak hiç bir şey yoktur. Al­lah'ın vermediğini de verecek hiç bir kuvvet yoktur. Güç sahibine gücü fayda vermez, güç Allah'dandır. Allah kimin hakkmda hayır murad ederse dinde onu anlayışlı kılar" diye dua ederek her şeyin Cenab-ı Hakk'ın elinde olduğuna işaret ederdi. Nitekim ashabına da bu gibi incelikleri öğretir ve onlara da dualar içinde en etkili dualardan birinin de "Allahım! Sen benim rabbimsin ve ben, senin kulunum. Ben nefsime zulmettim ve günahımı itiraf ediyorum. Günahları ancak sen bağışlar­sın. Rabbim beni bağışla!" demek olduğunu söylerdi.
Her şeyin yaratıcısı ve yönetici Allah Teala olduğundan Efendimiz her hususta ondan medet umar ve "Allahım, işimin koruyucusu olan dinimi bana müyesser kıl, yaşayışımın bulunduğu yer olan dünyamı el­verişli kıl ve ölümü her türlü fenalıktan bana olan bir rahmet kıl!" diye dua ederdi.
Bu hadis, kelimeleri az, manası geniş olan bir hadistir. İnsanın dini yaşantısının güzel olması ebedi saadeti elde etmesi demektir. Dünyada selamet üzere olması da dünya nimetlerine yeterli ölçüde sahip olması anlamına gelir.
Ölüm, her canlının tadacağı bir haldir. Burada ömrün bir an önce sona ermesini istemek diye bir mana hatıra gelmemelidir. Nasıl olsa ta­dılacak olan ölümün kederlerden uzak olarak rahmetle sonuçlanmasını istemek vardır. Ancak şöyle dua edilebilir: Ya Rab! Eğer yaşamak benim için hayırlı ise, ömrümü uzat; eğer hakkımda ölüm hayırlı ise ruhumu al." Bu dua ile dünya, ölüm ve ahiretten ibaret insanoğlunun üç safhası güvence altına alınmak istenmektedir.
Efendimiz güç yetirilemeyecek beladan, kötü akıbetle karşılaşmak­tan, elem ve keder veren kötü kazalar ile düşmanların sevinmesinden de Allah'a sığınırdı.
Güç yetirilemeyecek belalara büyük musibet denir. Öyle ki buna ölüm tercih edilir. Zira ölümle insan belalardan kurtulur. Ama hayatta kaldığı sürece ağır musibetlere tahammül etmek gerekir. Bu ise bir hayli zor ve çetindir. Güç yetirilemeyecek belalar insanın çoluk çocuğu çok olmasına rağmen mala mülke sahip olmaması, fakru zaruret içinde bu­lunması manasına da gelir. Bu da büyük bir bela, büyük bir imtihandır. Elinde avucunda bir şeyi olmayan bir babanın yoktan anlamayan çok sayıdaki çoluk çocuğuna karşı sabretmesi kolay iş değildir. Aşırı fakru zaruretin insanın dünyasını bozduğu gibi, dini yaşantısnı da bozması kaçınılmazdır. Bu ise dayanılamayacak kadar ağır bir sınav, sahibi için çetin bir beladır.
Kötü akıbetle karşılaşmak, kötü duruma düşmek demektir. Peygam­berler masum olduğu için, onların kötü akıbetle karşılaşmaları düşünü­lemez. Burada Efendimiz ümmetine bundan sığınmalarının önemim an­latmak istemiştir. Kötü kaza, elem ve keder veren her çeşit kazalardır.
Deprem, yangın, sel felaketleri gibi doğal afetler, beklenmedik anda kaza ve ölüm haberleri insanı derinden yaralar. Ağzının tadını kaçırdığı gibi, hayatım kendisine zindan eder. Böyle durumlara düşmekten elbetteki Al­lah'a sığınmak ona iltica etmek gerekir.
Düşmanların sevinmesi de başlı basma bir bela ve musibettir. İnsanı kahreden, güven ve yaşama sevincini mahveden bir sıkıntıdır. Sürekli intikam hırsıyla insanın içini yakan bir kor bir ateştir, insanın düşmanı­nın olması başlı başına bir bela olmakla birlikte, düşmanının kendisine galip gelmesi ondan daha ağır bir beladır. Bu gibi şeylerle karşılaşma­mak için Yüce Mevla'ya sığınmalıdır.
Bela ve musibetler sadece bunlarla sınırlı değildir. Bunlara ilave olarak Efendimiz beş şeyden tembellikten, cimrilikten, yaşlılığın düşkünlüğünden, kalbin fitnesinden, kötü ahlaktan ve kabir azabından Allah'a sığınırdı.
Çalışmaya gücü yettiği halde iş yapmama hastalığına tembellik de­nir. Tembel insan toplumun yüzkarasıdır. Başkalarının sırtında yaşayan bir asalak gibi, sürekli insanlara yüktür. Ne kendine ne de başkasma ya­rarı dokunur. Hep hazır yemek, başkalarını sömürmek ister. Böyle bir rezalete ve kepazeliğe düşmekten Allah'a sığınmak gerekir.
Cimrilik, daima mal ve para toplayıp lüzumlu yerlere harcamama hastalığıdır ki, her zaman ihtiyaç ve mahrumiyeti gerektirir. Bu hastalı­ğa mübtela olanlar, hem kendilerine, hem de ailelerine zulmederler. Kendileri sıkıntı çektikleri gibi başkalarına da sıkıntı çektirirler. Dinin emrettiği mali ibadetleri yerine getirmezler ve hayır yollarına harcama yapmazlar.
Güç ve kuvvetten kesilecek şekilde ihtiyarlık çağınma ulaşmanın bir takım sıkıntılı halleri vardır. İnsan ihtiyarlayınca gözleri görmez, kulakları işitmez, eli ayağı tutmaz olur. Hafızası zayıflamaya, bilinci kaybolmaya başlar. Kendi işini kendisi göremez bir duruma, başkasına muhtaç bir ha­le gelir. İhtiyarlığın böyle zor hallerine düşmekten Allah'a sığınmak gere­kir. İnsana musallat olan hased, kin ve kötü ahlak, insanı günaha ve azaba sürükler. Azabı gerektiren her şeyden de Allah'a sığınmalıdır.
Kabir azabı, kafirler için ve müminlerin günahkarlarından Allah'ın dilediği kimseler için hak olduğuna göre, bu azabdan kurtulmak için Cenab-ı Hakk'a sığınmak ve ondan merhamet dilemek tek çıkar yoldur. Bu gibi fitnelerden ve bunları doğuran sebeplerden müminleri koruması için Allah Teala'ya sığınmak gerekir.
Efendimiz olumsuz olan her türlü şeyden de Cenab-ı Hakk'a sığınır, "Allahım! Acziyetten, tembellikten, korkaklıktan ve ihtiyarlıktan sana sığınırım. Yine hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Kabir aza­bından da sana sığınırım!" derdi."
Aciz olmak, bir şeyi yapamamak, iş becerememek veya güç yetire-memek demektir. Bu duruma düşmek, muvaffakiyetsizlik ve başarısız­lık olacağından büyük bir mahrumiyettir. Onun için bundan da Allah'a sığınmak gerekir.
Bunun dışında sığınılması gereken daha başka şeyler de vardır. Efendimiz "Allahım! Gelmesi beklenen üzüntü verici şeyden ve başa ge­len kederden, acizlikten ve tembellikten, korkaklıktan ve cimrilikten, borç altında ezilmekten ve zalimlerin başa geçmesinden sana sığınırım" derdi. Zalimlerin başa geçmesi, haksız yere insanlara saldırıda bu­lunması ve üstün gelmesidir. Bu takdirde hakkın mağlubiyetiyle haksız­lığın hakimiyeti ortaya çıkar ki, insanlık için büyük bir felaket olur. Ada­let kökünden yıkılır, zulüm ve işkence ortalığı kasıp kavurur. Bu hale düşmekten Allah'a sığınıp ondan yardım ve selamet istemek gerekir. Za­limlerin başa geçmesi ise kötü idarecilerin halkı ezmesi, onlara zulmet­mesi demektir. Efendimiz bu hali "galebetü'r-rical" diye ifade buyur­muştur. Halkın ezilip zulmedilmekten Allah'a sığındığı kadar, idarecili­ğe soyunan kimseler de zalim bir yönetici olmaktan kaçınmalı ve bu ha­le düşmekten Allah'a sığınmalıdır.
Efendimizin dualarından biri de "Allahım! Bundan önce işlediğim ve geriye bıraktığım, gizlediğim ve aşikar kıldığım ve yaptığımı bildiğin günahlarımı bağışla. Muhakkak ki sen öne geçirip yükselten ve geri bı­rakıp düşürensin, senden başka bir ilah yoktur" şeklinde idi. Pey­gamberler günah işlemekten korunmuş oldukları halde, Efendimizin yi­ne günahlardan korunmak için Allah'a dua etmesinde bazı hikmetler vardır. Önce Allah'ın bir kulu olmaları itibariyle Cenab-ı Hakka karşı kulluk görevini hakkıyle yerine getirmek için ona karşı en büyük tevazu ve saygıyı göstermiş olmaktadır. Peygamberlikten önce kendilerinden sadır olduğu düşünülebilen küçük hata ve zellelerden af dilemek için dua etmiştir. Bu şekilde dua etmesi, ümmete yol göstermek ve onlara dua şekillerini öğretmek içindir.
Efendimiz "Allahım! Senden hidayet, iffet ve zenginlik isterim" diye de dua ederdi. Hidayet, Allah'ın kendilerine nimet verdiği ve peygamber­lerin üzerinde yürüdüğü dosdoğru yolda sabit olmak ve o yolda istikamet üzere yürümektir, iffet, geçici dünya zevk ve ihtiraslarından korunmuş olmak, her türlü yasaktan uzak kalmaktır. Kim dilenmekten çekinir, iffetli davranırsa, Allah onun iffetini arttırır. Nitekim Ebu Said el-Hudri babası­nın Uhud'da şehid olmasından sonra, şiddetli geçim sıkıntısı çekmiş, hat­ta açlıktan karnına taş bağlamak zorunda kalmıştı. Yine böyle açlıktan kıvrandığı bir gün annesinin ısrarıyla Efendimize durumunu anlatmak ve ondan yardım istemek üzere huzuruna gitti. Resul-i Ekrem ona, istemek­ten sakınanı Allah'ın iffetli kılacağını, halktan bir şey beklemeden elinde olanla yetineni zengin edeceğini, sabretmek isteyene de sabır vereceğini söyledi. O günden sonra Ebu Said kimseden bir şey talep etmedi. İşleri yoluna girdi ve Medineli müslümanlar arasında sayılı zenginlerden oldu. Zenginlik, burada mal zenginliği değil, gönül zenginliğidir, insanlara muhtaç olmamaktır. Ama aynı zamanda Allah'a ibadet ve itaattan alı­koymayacak yeteri kadar nimete sahip olmaktır.
Efendimiz şöyle de dua ederdi: "Allahım! Beni kar ile, dolu ile ve soğuk su ile temizle. Kirli elbisenin kirden temizlendiği gibi. Ey Rabbi-miz olan Allahım! Gökler dolusu, yerler dolusu ve bundan başka diledi­ğin herhangi bir şey dolusu hamd sana mahsustur."
Sıcak su, soğuk sudan daha iyi bir şekilde temizleyici olduğu halde, soğuk su ile günahların temizlenmesinin hikmeti şu olsa gerektir: Gü­nahlar kalbe hararet ve zafiyet verir. Hararet ve zafiyeti yok etmekte so­ğuk su, sıcak sudan daha müessirdir. Soğukluk, harareti giderir ve vü­cuda kuvvet, canlılık verir. Bu bakımdan günahların temizlenmesi so­ğuk su kısımları ile istenmiştir. Yer ve gök dolusu hamd Allah'a tahsis etmek, onun sonsuz derecede hamde layık bulunduğuna delalet eder; ölçü ve tartı hesabına bağlı değildir.
Efendimiz şu duayı da çok okurdu:
"Allahım! Bize dünyada güzellik ver, ahirette de güzellik ver ve bi­zi cehennem azabından koru!"
Dünyada hasene, helal yönden dünyada kula verilen rızık, geçim araçları, ilim, sıhhat ve ibadet gibi güzel şeylerdir. Ahirette hasene, Al­lah'ın rahmetine kavuşmak ve cennet nimetleriyle nimetlenmek, cehen­nemden korunmak, cehennem azabını gerektiren her çeşit günahtan beri bulunmak demektir. Bu duanın kısa, fakat çok geniş ve çok faydalı ma­naları içirdiğinden dolayıdır ki bu dua Efendimizin en çok sevdiği dua­lardandır.
Efendimiz şöyle de dua ederdi:
"Allahım! Fakirlikten, kısırlıktan, zilletten sana sığınırım. Yine zul­metmekten veya zulme uğramaktan da sana sığınırım."
Fakr veya fakirlik kelimesi dört çeşit manada kullanılır. Zaruri olan şeylere insanın ihtiyaç duyması ki bu türlü ihtiyaç herkes için söz konu­sudur. Çünkü dünyada bulunan bütün canlıların yaşamak için belli başlı maddelere ihtiyaçları vardır. Daha doğrusu bütün insanlar Allah'a muh­taçtır. Kazançtan aciz kalıp da ihtiyaç içinde bulunan miskin kimse ki günlük yiyecek ve içeceğini sağlayamayan dilenci veya muhtaçlara veri­len isim olur. Aç gözlülük, insanda çokça mal-mülk ve para bulunduğu halde, bunlara kanaat getirmeyip daha fazla isteyen hırs sahipleri de fa­kir sayılır. Bu türlü fakirlik en kötü bir fakirliktir. Efendimizin bu dua­sında geçen fakirlik sözü, işte bu manaya delalet etmektedir. Bununla birlikte ikinci manayı da almak mümkündür. Allah'a ihtiyaç göstermek, her iş için Allah'a İltica etmek ve ondan istemek, başkasına müracaat etmemek suretiyle çalışıp teslimiyet göstermek en güzel bir fakirliktir.
Kısırlık anlamına gelen kıllet sözü, hayır ve iyilik azlığı manası ta­şımaktadır. Hayır ve hasenat azlığından Efendimiz Allah'a sığınmışlar­dır. Zillet insanların hakaretine uğrayacak şekilde bayağı duruma düş­mektir. Bu dualardan maksat, ümmete dua şeklini öğretmektir.
Ebu Ümame bir gün ashabdan bazıları ile birlikte Efendimizin ya­nında idi. Efendimiz onların ezberleyemedikleri daha bir çok dualar et­mişti. Onlar Efendimize öyle dualar ettiğini, fakat kendilerinin onları ezberleyediklerini söylediler. Bunun üzerine Efendimiz onlara öyle bir şey öğreteceğini, bu öğrettiği şeyin duaların hepsini içinde toplayacağını belirtti ve:
"Ey Rabbimiz! Senin peygamberin Muhammed, senden neyi istedi ise, biz de onu senden isteriz ve senin peygamberin Muhammed hangi şeyden ki sana sığındı ise biz de ondan sana sığınırız. Allahım! Sen yar­dım dilenensin, kifayet sanadır. Korunma ve başarı güç ve kuvvet ancak Allah iledir" buyurdu.
Allah Teala'ya en güzel ve en uygun dua eden şüphesiz Efendimiz duası olduğuna göre, onun ettiği dua ile bizim dua etmemiz, onun iste­diklerini istememiz ve istemediklerini de istemememiz en doğru bir dua şekli olur. Bunun için kısa dua, bütün hayır yollarına açık ve bütün şer yollarına kapalı olacak şekilde çok veciz bir duadır. Bundan daha uygu­nu düşünülemez.
Efendimiz şöyle de dua ederdi: "Allahım Mesih Deccal'ın fitnesin­den sana sığınırım, yine cehenneme götüren şeylerin fitnesinden de sana sığınırım."
İbni Abbas'm da "Allahımbana rızık olarak verdiğin şeyde bana ka­naat ver ve onda bana bereket ver. Benden her gaip olan şey yerine ha­yırlı olanı ver" diye dua ettiği olurdu.
Efendimizin çok kere duası şu idi: "Allahımbize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!"
Efendimiz şunu da çok söylerlerdi: "Ey kalbleri çeviren Allahım! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl!"
Kalblerin hakka çevrilişi, kurtuluş sebeplerinin başında gelir. Günahlardan korunmak da yine kalblerin doğruya ve iyiye yönelmesi ile olur. O halde bu duanın sırrına mazhar olmak ebedi kurtuluşa ka­vuşmak demektir.
Efendimiz şöyle de dua ederdi: "Allahım! Gökler dolusu, arz dolusu ve bundan öte dilediğin herhangi bir şey dolusu hamd sanadır. Allahım! Beni dolu ile, kar ile ve soğuk su ile temizle. Allahım! Beni günahlardan temizle ve beni beyaz elbisenin kirden arındığı gibi arındır!"
Resul-i Ekrem Efendimizin dualarından biri de şu idi: "Allahım! Ni­metinin yok olmasından, verdiğin afiyetin değişmesinden, azabının ansı­zın gelmesinden ve rızana aykırı düşecek her şeyden sana sığınırım!"
Efendimiz bu duasında dört şeyden Allah'a sığınmışlardır. Nimetin zail olması, burada nimet maddi varlıklarla manevi değerleri içine al­mak suretiyle geniş mana taşımaktadır. Hem dünya, hem din nimetleri­nin yok olmaması istenmiştir. Bu nimetler üzerine Allah'a şükretmemek, bunları azımsamak ve küçük görmek, bu nimetlerdeki Allah'ın emirleri­ne riayet etmemek, şükürsüzlük olur ki, bu türlü hareket nimetlerin yok olmasına sebep teşkil eder. Onun için bu hale düşmekten Efendimiz Al­lah'a sığınmış ve ümmetine yol göstermiştir.
Afiyetin değişmesi, afiyet, selamet ve saadet içinde bulunmaktır. Allah kime afiyet vermişse, o hayırlı bir ömre sahip olmuş demektir. Sa­adetin değişmesinden Allah'a sığınmak gerekir. Zira bu değişiklik, saa­detin zıddı olan felakettir.
Azabın ansızın gelmesi, insanın başına bela ve musibetin ansızın gelmesi çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü ansızın azaba yakalanan in­san tevbe fırsatını bulamaz, belaya alışmadığından isyan eder ve ebedi hüsrana düşer. Yavaş yavaş gelen musibetlerden hem alışkanlık ve sabır olur, hem de tevbe fırsatı bulunur. Bu büyük farktan dolayıdır ki. Efen­dimiz ansızın gelen azabdan da Allah'a sığınmıştır.
Allah'ın gazabını gerektirecek şeyler ki bir kula gazap edince, o kul helak olmuştur. Bunun için Allah'ın rızasına aykırı düşüp, onun gazabı­nı celbedecek olan her türlü iş ve hareketten Allah'a sığınmak icab eder, Allah'ın gazabına uğrayan için kurtuluş çaresi yoktur. Bu dört şeyden Allah'a sığınarak korunan kimse saadete ermiş olur.
Efendimiz rahmet ve yağmur zamanında dua etmiştir. Resul-i Ek­rem Efendimiz sema ufuklarından bir ufukta bir bulut gördüğü zaman namazda olsa bile namazını kısa keser işini bırakırdı. Sonra buluta dö­nerdi. Eğer Allah onu açıp dağıtmışsa, Allah'a hamdederdi. Eğer yağ­mur yağsa, şöyle derdi: "Allahım faydalı nimet olsun!"
Bulut, çok kere dolu ve sel felaketlerine sebep olan yağmurları ge­tirdiği için, dağılması halinde Efendimiz Allah'a hamd ederler ve yağ­mur getirdiği zaman da ürünlerle hayvanlara faydalı ve bereketli olma­sına dua ederlerdi. Böylece yağmurun faydalı olanını istemek ve zara­rından Allah'a sığınmak gerekir. Zararı olmamışsa o durumda da hamd etmek lazımdır.
Efendimiz bir insanın ölümü istemesini yasaklamıştır. Habbab'm ateşle yakılmış yedi yerinde yarası vardı. Eğer Resul-i Ekrem Efendimizin ölümü istemeyi kendilerine yasaklamasaydı, ölümü isteyeceğini söyledi.
Habbab vücudunda bulunan yedi kadar yanık yarasından çektiği acının şiddetinden ötürü ölümü istemeyi hatırından geçirmiş, fakat Efendimizin ölümü istemeyin yolundaki yasaklamalarına uyarak bunu istemeye cesaret edemediğini ifade etmiştir. İlk müslümanlardan cefakar sahabi Habbab İbni Eret hayatının sonlarına doğru uzun süren bir hasta­lığa yakalandı. Vücudunun çeşitli yerlerinde yaralar açıldı. O devirde böyle yaralar ateşle dağlanırdı. O da bu yola başvurmak zorunda kaldı. Bu durumda kendisini ziyarete gelenlere eğer ölüm yasaklanmamış ol­saydı, hiç şüphesiz ölümü temenni edeceğini söyledi. Hastalığın yanın­da bir de zaman iyice kötüye gider, fenalıklara engel olma imkanı kal­madığı zaman ölümü istemekte bir sakmca yoktur. Çünkü bu durumda kul kadere isyan etmemekte, tam aksine, zaman seline kapılarak günah batağına düşmekten korktuğunu göstermektedir. Böyle olmakla beraber ashabı kiramdan bazıları, kazanmış oldukları manevi sevablar azalma­sın diye ölümü istedikleri rivayet edilmektedir. Eğer yaşamakta manevi bakımdan bir kazanç varsa ve umuluyorsa, ölümü istemek caiz değildir. Fakat fitneye ve kötü duruma düşmek hallerinde ölümün istenebilece­ğine cevaz verilmektedir.
İnsan başına bir musibet geldi diye hiç bir zaman ölümü temenni etmemelidir. Mutlaka böyle bir şey temenni etmek zorunda kalırsa, "Allahım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkım­da ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür' demelidir.
Efendimiz şu dua ile de dua ederdi:
"Rabbim! Benim günahımı ve bilgisizliğimden dolayı hatamı, bütün işlerimdeki israfımı ve benden daha iyi bildiğin bendeki kusurları bağış­la! Allahım! Bütün hatalarımı bağışla, kasden bilmiyerek latife yollu iş­lediklerimi de affet. Bütün bunlar bende vardır. Allahım! Bundan önce işlediğim ve geriye bıraktığım, gizlediğim ve aşikar kıldığım günahla­rımı bağışla. Sen, öne geçirip yükselten ve geri bırakıp düşürensin ve sen her şeye kadirsin!"
Efendimizin geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmış olduğu ve peygamberlerden büyük günah sadır olmadığı halde, bu şekilde dua etmeleri, müslümanlara dua tarzını öğretmek ve onlara örnek olmak içindir. Lafızların delalet ettiği mana çok geniş olup, her türlü kusur ve hatadan arınmayı ihtiva ettiğinden bu duanın makbuliyetine kavuşmak kurtuluşa ve gerçek mutluluğa vesile olur.
Efendimiz şöyle de dua ederdi: "Allahım! Benim günahımı ve bil­meyerek yaptığı hatamı, isimdeki israfımı ve benden daha iyi bildiğin bendeki günahları mağfiret et. Allahım! Ciddi ve şaka yollu günahımı, hata ve kasıt suretiyle yaptığım kusurumu bağışla. Zira bütün bunlar bende mevcuttur."
Efendimiz bir gün Muaz Ibni Cebel'in elinden tuttu ve ona kendisini sevdiğini söyledi. Muaz da Efendimizi sevdiğini söyleyerek karşılık verdi. Efendimiz ona her namazın sonunda söyliyeceği bir takım sözleri öğretmek üzere şöyle demesini tavsiye buyurdu: "Allahım! Seni anmaya, sana şükretmeye ve sana güzelce ibadet et­mek üzere bana yardım et!7'
Zikir, teşbih ve Allah'ı anma manasını taşıdığı gibi, Kur'an-ı Keri­min isimlerinden de bir isimdir. Her iki manayı alarak hem zikir, hem de Kur'an okuyup, onunla amel ederek Allah'dan yardım istemek güzel bir şeydir.
Allah Teala'nm kulları üzerinde sayılamayacak kadar nimetleri vardır. Bu nimetlerin devam etmesini istemek ve bunların karşılığında Allah'a şükretmek ve bu hususta da ondan yardım istemek kulluk göre­vidir. Şükür, nimetlerin devamını sağlar. Nankörlük ise onların zevaline sebep olur. Şükür, hem sözle hem de Allah'ın emirlerini yerine getir­mekle eda edilir. Cenab-ı Hak, kuluna vermiş olduğu nimetlerin eserini onda görmek ister. Bu esasa binaen, her mükellef sahip olduğu nimetleri iyi kullanmak, gerektiği zaman hak yolunda harcamakla sorumludur. Bu yerine getirilmediği zaman, sırf dil ile çok şükretmenin bir manası ol­maz. Kalb, dil ve eldeki bütün imkanlarla yaratana karşı görevler yerine getirilirse şükür görevi yapılmış, şükredilmiş olur.
İbadetlerin makbul olması için niyet ve ihlas gibi bazı şartlarm bu­lunması gerekir. Güzel vasıflar bir araya geldiği zaman ibadet de güzel olur. Böyle bir ibadetin gerçekleşebilmesi ise, ancak Allah'ın yardımı ile mümkün olur. Çünkü oistemedikçe, imkan vermedikçe hiç bir şey ola-maz.Yaratana güzel ibadet etmek için de ondan yardım dilemek gerekir.
Efendimizin yanında adamın biri "el-Hamdülillahi hamden kesiran tayyiben mübareken: Allah'a güzel mübarek kelimeleriyle çok­ça hamdolsun" diye söyledi. Efendimiz bu sözleri kimin söylediğini sordu. Adam söylediği sözden Efendimizin hoşlanmadığını zannetti. Efendimiz tekrar sordu. Adam hayırdan başka bir şey demediğini kendisinin söylediği bu sözle hayır umduğunu belirtti. Bunun üzerine Efendimiz "Canımı kudret elinde tutana yemin ederim ki, onüç tane meleğin bu sözü Allah Teala'ya önce yükseltmek için yarıştıklarını gördüm" buyurdu.
Bu hamd duasını yapan ashabdan Rifaa İbni Rafi'dir. Ensardan olan Rifaa babası ile Akabe biatında bulunmuş, baba ile oğul Bedir Gazvesi ile birlikte bütün gazvelere de katılmışlardır. Meleklerin onun için ya­rışmaları, sözün önemini gösterdiği gibi,. Allah'ın rızasına uygun bir zi­kir olduğunu da göstermektedir.
Efendimiz helaya girmek istediği zaman "Allahümme inni euzü bike mine'l-hubusi ve'1-habais: Allahım! Erkek ve dişi şeytanlardan sana sığınırım!" derdi Heladan çıktığı zaman da "Ğufraneke: Senin mağfi­retini dilerim!" diye söylerdi. Tuvalet ihtiyacı sırasında dille zikir terk edildiğinden ve bu zaman içinde insan gaflete dalabileceğinden insana zarar veren şeytanlar da işe karışabileceğinden,böyle durumlarda Allah'dan mağfiret istemek daha uygundur.
Efendimiz ashabma Kur'an surelerini öğretti gibi şu duayı da öğretir­di: "Allahım cehennem azabından sana sığınırım, kabir azabından sana sığınırım, uğursuz Deccal'in fitnesinden sana sığınırım, hayatın ve ölü­mün fitnesinden sana sığınırım, kabrin fitnesinden de sana sığınırım!"
İbni Abbas Efendimizin zevcesi olan teyzesi Meymune'nin evinde kaldığı bir gece Efendimiz kalkıp hacetini gördü. Sonra ellerini ve yüzü­nü yıkadı. Ardından uyudu. Sonra kalkıp su kabına giderek su aldı ve normal bir abdest aldı. Sonra namaza durdu. İbni Abbas da kalkıp ab-dest aldı. Efendimizin soluna o da namaza durdu. Efendimiz onun elin­den tutup sağ tarafına çekti. Efendimiz namazı on üç rekat olarak ta­mamladı. Efendimizin gece yaptığı duada şu cümleler de vardı:
"Allahım! Kalbime nur ver, kulağıma nur ver, sağıma nur ver, solu­ma nur ver, üstüme nur ver, altıma nur ver, önüme nur ver, arkama nur ver ve bana büyük nur ver!"
Duanın genişletilerek ayrıntılı bir şekilde ifade edilmesinde mübalağa vardır. Her organ ve yön üzerinde durarak ayrı ayrı nur istemekle çok daha büyük hayır kazanılmış olur. Böylece her yönü ile beraber selamet nuru, dünya ve ahiret nuru, en geniş ve en bol şekli ile istenmiş demektir.
Efendimiz gece kalkarak namaz kılıp da namazını bitirince, Allah'a uygun düşecek şekilde ona hamd ve sena ederdi. Sonra son sözü "Allahımbenim kalbime nur ver, benim kulağıma nur ver, benim gözü­me nur ver, sağ tarafıma nur ver, soluma da nur ver; benim önüme de nur ver, arkama da bir nur ver. Nurumu çoğalt, nurumu çoğalt, nurumu çoğalt!" demek olurdu.
Efendimiz gece yarısı namaza kalktığı zaman şöyle de dua ederdi: "Allahım! Hamd sana mahsustur, sen göklerle yerin ve bunlarda bulu­nanların nurusun. Hamd sana mahsustur, sen göklerle yeri ayakta tutup idare edensin. Sen varsın, haksin. Vadin de haktır, sana kavuşmak da haktır. Cennet haktır, cehennem haktır, kıyamet haktır. Allahım! Sana boyun eğdim, sana iman ettim, sana tevekkül ettim ve işlerim için sana döndüm. Düşmanlara karşı husumeti senin burhanınla yaptım ve senin rican üzere hüküm verdim. Önceden yaptığım ve geriye bıraktığım, gizli ve aşikar kıldığım günahlarımı bana bağışla. Sen rabbimsin, senden baş­ka hiç bir ilah yoktur. Gerçek mabud sensin!"
Efendimizin bu dualarında büyük hikmetler vardır. Önce gökleri ve yeri yaratıp nurlandıran ve bunları idare edip ayakta tutan Hak Tea-la'nın kudret ve azametini ikrar edip, hamd ve övgüyü ona has kılmak vardır. Ardından cennet, cehennem, kıyamet, Allah'a kavuşma ile Allah­'ın emirlerinin vuku bulacağına ve bunların hak olduğuna iman etmek ve ikrarda bulunmak söz konusudur. Bu ikrar ve imandan sonra Allah­'ın hükümlerine teslim olmak ve onlara boyun eğmek gelmektedir. Bü­tün bu ikrar ve ifadelerden sonra Allah'ın mağfiretini istemek ve onu tevhid lafzı ile yüceltmek vardır. Zaten insanoğlunun yaratılış hikmeti bu, dünyaya gelişinde üzerine düşen sorumluluk da budur.
Efendimiz şöyle de dua ederdi: "Allahım! Ben dünya ve ahirette senden af ve afiyet isterim. Allahım! Ben dinimde ve ehlimde senden afiyet isterim. Ayıplarımı ört, korkumu gider ve önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, yukarımdan beni koru. Altımdan yerin göçmesiy-le helak olmaktan da sana sığınırım!" Burada da Efendimiz ümmetine dua şeklini öğretmek ve Allah'a kulluk vazifesini yerine getirmek üzere ondan günahların bağışlanmasını, dünya ve ahirette afetlerden sakın­dırmasını, ayıpları örtüp korkuyu gidermesini ve yere batmak felake­tinden korumasını istemektedir. Aynı duada bulunmak, müminler için de bir görevidir.
Uhud savaşı günü müşrikler dönüp çekilince Efendimiz düzgün durmalarını, dua edeceğini söyledi. Bunun üzerine ashab-ı kiram, Efen­dimizin arkasında saf saf oldular. Efendimiz şöyle dua etti:
"Allahım! Bütün hamdler sana mahsustur. Allahım! Verdiğin ge­nişliği daraltacak hiç bir kuvvet yoktur, uzaklaştırdığını yaklaştıracak ve yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yoktur. Senin engellediğini verecek yok, verdiğim de engelliyebilecek yoktur. Allahım! Bereketlerinden, rahmetinden, fazlından ve rızkından bize genişlik ver. Allahım! Değiş­meyen ve kaybolmayan tükenmez cennet nimetlerini senden isterim. Allahım! İhtiyaç gününde senden nimet ve korku gününde emniyet iste­rim. Allahım! Bize verdiğin nimetlerden ve vermediğinden ötürü kötü­lüğe ve isyana düşmekten sana sığınırım. Allahım! Bize imanı sevdir ve onu kalbimizde süsle. Küfrü, fıskı ve isyanı da bize hoş gösterme, kerih göster. Bizi doğru yolda gidenlerden eyle. Allahım! Bizi müslümanlar olarak öldür, müslümanlar olarak dirilt ve perişanlıkla fitneye düşme­den bizi sarih kimselere kavuştur. Allahım! Senin yolundan yüz çeviren ve peygamberlerini inkar eden kafirleri kahret. Onlara musibet ve aza­bını ver. Allahım! Kendilerine kitap verilen ve İslam'ı kabul etmeyen ka­firleri mahvet, ey gerçek İlah!"
Uhud savaşında müslümanlar zaferi kazanmış bir halde iken, Efen­dimizin emrettiği şekilde sebat göstermemekten dolayı bir anda savaşın yönü değişmiş ve müslümanlar zor bir duruma düşmüşlerdi. Hatta Efendimizin şehid düştüğü haberi bile yayılmıştı. Cenab-ı Hak bu zor durumda müslümanları kurtarıp selamete erdirmiş ve düşmanda da sa­vaşacak hal kalmayarak geri dönmüştü. İşte bu selamete çıkış zamanın­da, Efendimiz Allah'a hamd ve sena ederek veciz ve beliğ ifadeleriyle her zaman olduğu gibi, önemli bir dua yapmış, kulluk görevini yerine getirmiştir.
Efendimiz musibet zamanmda şöyle dua ederdi:
"İntikam almakta acele etmeyen yüce Allah'dan başka hiç bir ilah yoktur, ancak büyük Arş'ın rabbi ve göklerle yerin rabbi Allah vardır!"
Musibetten maksad büyük elem ve kederlerdir. Böyle şiddetli za­manlarda bu dua mahiyetindeki teşbihin sağladığı genişliğe dair rivayet ve misaller vardır. Müşriklerin Medine'yi kuşatmış oldukları Hendek savaşında Efendimiz bu duayı okumuştur. Sonunda şiddetli soğuk ve rüzgarın tesiriyle müşrikler perişan bir durumda karargahlarını terk edip kaçmak zorunda kalmışlardır.
Görünüşte bu hadisin taşıdığı mana teşbih ise de dua anlamım da kapalı olarak taşımaktadır. Çünkü Hak Teala'yıövmek ve ona tam bir imanla teslimiyet gösterip iltica etmek, onun merhametine sığınmak ve ondan bir şey istemektir. Ayrıca dualara hamd ve teşbih ile başlanır, sonra dileklerde bulunulur.
Sahabi Ebu Bekre her sabah şöyle dua ederdi: "Allahım bedenime afiyet ver, Allahım kulağıma afiyet ver, Allahım gözüme afiyet ver, sen­den başka ilah yoktur!" Ebu Bekre bunu sabah ve akşam üçer defa tek­rarlardı. Yine şöyle derdi:
"Allahım küfürden ve fakirlikten sana sığınırım, Allahım kabir aza­bından sana sığınırım, senden başka ilah yoktur!"
Bunu da akşam ve sabah üçer defa tekrarlardı. Ebu Bekre bunları Resul-i Ekrem'den duyduğunu, kendisinin de onun sünneti ile amel et­meyi sevdiğini söylerdi.
Ebu Bekre Resul-i Ekrem Efendimiz kedere düşenlerin "Allahım! Senin rahmetini istiyorum. Beni bir lahza nefsime terk etme ve benim bütün halimi düzelt, senden başka ilah yoktur" demelerini tavsiye bu­yurduğunu da söylerdi.
Ebu Bekre Taiflidir. Annesi ve babası köle olduğu için o da köle sayı­lıyordu. Müslümanlar Taif i kuşattıkları zaman Peygamber Efendimiz, ge­lip müslümanlara katılan hürler serbest, köleler hür olacak diye ilan etti. Ebu Bekre Taif kalesinden aşağı, bekre denen bir kuyu çıkrığı ile inerek gelen yirmi kadar köleden biriydi. Bu sebeple Efendimiz ona Ebu Bekre diye iltifat etti. Ö günden sonra hep bu künye ile anıldı. Ebu Bekre çok ibadet etmesiyle tanınan bir sahabi idi. Rivayet ettiği bu hadisleri hayatı boyunca tatbik etmeye dikkat ederdi. Basra'da 671 yılında vefat etti.
Bu dua keder ve musibetler anında yapılması gereken duadır. Buna ihlasla ve samimi bir kalb ile devam edilince Allah Teala musibeti gide­rir, arkasından genişlik verir.
Efendimiz yine musibet anında şöyle dua ederdi:
"İntikam almakta acele etmeyen yüce Allah'dan başka hiç bir ilah yoktur. Büyük Arş'ın rabbi olan Allah'dan başka hiçbir ilah yoktur. Ke­rim Arş'ın rabbi ile göklerin ve yerin rabbi olan Allah'dan başka hiç bir ilah yoktur. Allahım bu musibetin kötülüğünü gider!"
Allah'ın Arş'ını tarif etmek ve keyfiyetini bilmek mümkün değildir.
İnanmak vacib keyfiyeti meçhuldür. Bütün bu dualar Efendimizin yaptığı dualardan bazı­larıdır. Bu duaların dışında daha başka dualar da vardır.