www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

AFFETMEK

AFFETMEK
İnsanların kusurlarını bağışlamak, hatalarını hoşgörmek toplumsal ilişkilerde dikkat edilmesi gereken en önemli ahlaki prensiplerden biri­dir. Hak Teala bu konuda Efendimize "Sen af yolunu tut iyiliği emret ve kendini bilmezlere aldırma" buyurmuştur.
Haksızlık edenleri bağışlamak, cahillere uymamak ve onların seviyesi­ne inmemek, affetmenin en önemli işaretlerindedir. "Onları bağışla, kendi­lerine güzel davran" ayeti bunu gösterir. "Allah'ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz?" hitabı da affetmenin önemine işaret etmektedir.
İnsan şahsına karşı işlenen hatalan affetmek istemez. Zira her şey­den önce nefis buna karşı çıkar ve suçluyu bağışlamayı bir gurur mese­lesi yapar. Bundan dolayı suç bağışlamak dinde büyük bir fazilet sayıl­mıştır. Allah'ın rızasını ve sevgisini kazanmak düşüncesiyle kusur işle­yeni bağışlamak büyük bir erdemdir. Kabalıklara tahammül etmek, ha­taları hoşgörmek üstün ahlak sahiplerinin yapabileceği bir davranıştır.
Affetmek ve bağışlamak şahsa karşı işlenen suçlarda söz konusu-dur. "Kim sabredip bağışlarsa, bu ancak büyüklerin yapabileceği değerli bir davranıştır" ayetinde buna işaret vardır. Ama yapılan suç toplumu ilgilendiriyorsa, o zaman bağışlamaktan çok adil davranmak, doğruyu yanlışı ortaya koymak gerekir. Zira topluma karşı işlenen suçları bağış­lamak kimsenin yetkisinde değildir. Böyle bir suçlu bağışlanacak olursa, daha büyük haksızlıkların yapılmasına göz yumulmuş olur.
Yapılan bir kötülüğe ayrusıyla karşılık vermek insanın meşru bir hakkıdır, insan bu hakkını kullandığı zaman ayıplanamaz. Şahsına yapı­lan kötülüğün intikamım almak meşru bir hak olmakla beraber affedip bağışlamak daha güzeldir. Kötülüklere göğüs germek, kötülerden inti­kam almamak daha üstün bir davranış biçimidir. Üstün kişiliğe sahip insanlar nefislerini yendikleri için kötülüğe cevap vermek yerine kötüle­ri bağışlamayı tercih ederler. Nitekim Efendimiz, nefsini tatmin etmek için kimseden öç almamıştır. Bunun en önemli örneklerinden birini Taif yolculuğu oluşturur.
Efendimizin yaşadığı en zor günlerden biri Taif yolculuğudur. Efen­dimiz vaktiyle müşriklerden çok kötülük görmüştü, ama Taif te gördüğü kötülüklerin en fenası, en ansı idi. Efendimiz İslam'ı tebliğ etmek maksa­dıyla gittiği Taif te oranın halkından birisine sığınmak istedi, fakat kabul edilmedi. Ayaklan ve vücudu kan revan içinde geri dönüp derin kederler içinde yürüyüp gidiyordu. Karnüssealibe vanncaya kadar kendine gele­medi. Orada başım kaldırıp baktığında, bir bulutun kendisini gölgeledi­ğini gördü. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cibril'i farketti. Cibril ken­disine seslenerek Allah Teala'nın onlara dilediğini yapması için dağlar meleğini gönderdiğini söyledi. Bunun üzerine dağlar meleği Efendimize seslenerek selam verdi. Sonra da kavminin ne dediğini işittiğini ne dilerse onu yapacağım, iki dağı onların başına geçireceğini söyledi. Onun bu ko­nuşmasına Efendimiz "Hayır, ben Cenab-ı Hakk'ın onların soylarından sadece Allah'a ibadet edecek ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimse­ler çıkarmasını dilerim" diyerek cevap verdi.
islam tarihinde Taif yolculuğu diye anılan bu olay. Efendimizin peygamberliğinin onuncu yılında meydana gelmiş gerçekten pek hazin bir hadisedir. Kendilerini aydınlatmaya çalışan bir peygamberi reddet­mekle kalmayan Taifliler bununla da kalmadılar. Ayak takımı kimseleri onun peşine takarak bir peygamberi taşlaya taşlaya topraklarından çı­kardılar. Attıkları taşlarla mübarek ayaklarını yaralayıp kanlar içinde bı­raktılar. Onlar Allah'ı inkar ve peygamberine hakaret ettikleri için bunu haketmiş olsalar bile Efendimiz onların cezalandı almalarını istemedi. O cahillerin ve kendini bilmez kimselerin kabalıklarına, hakaretlerine ay­nıyla cevap vermek yerine onları bağışlamanın, kusurlarını affetmenin daha asil bir davranış olduğunu ortaya koydu.
Resul-i Ekrem Efendimizin bu asil temennisinin sonuçlan hicretin dokuzuncu yılında görülmeye başlandı. Müslümanlığa karşı uzun za­man direnen Taifliler, Arabistan yarımadasında İslamiyet'in hızla yayıl­dığını görünce daha fazla dayanamadılar. Hicretin dokuzuncu yılında Efendimizi himayesine almayan adamın başkanlığında Medine'ye bir heyet gönderdiler. Efendimiz onları mescidin kenarına kurdurduğu ça­dırlarda ağırladı. Kendilerine çok iyi davrandı. Efendimizin şefkatinin büyüklüğü, sabrının ve affının genişliği burada bütün açıklığı ile görül­mektedir. Zira o kim olursa olsun her insana değer verirdi. Bir kimsenin şerefini zedeleyecek, onurunu kıracak söz söylemez, kimseyi eliyle ceza-landırmazdı. Şahsına yapılan fenalıkların intikamını almazdı. Allah yo­lunda savaşma hali dışında, ne bir kadına ne bir hizmetçiye, kısacası hiçbir kimseye eliyle vurduğu olmadı. Kendisine fenalık yapan kimse­den intikam almaya kalkmadı. Yalnız Allah'ın yasak ettiği şeyler çiğne­nince, o yasağı çiğneyenden Allah adına intikam alırdı.
Efendimiz cahilce yapılan kaba hareketleri hoşgörür, affederdi. Bir gün üzerinde Necran kumaşından yapılmış, kenarları sert ve kaim bir hırka vardı. Bir bedevi kendisine yetişerek hırkasını sertçe çekti. Hırka­nın boynuna gelen kısmı, bedevinin sertçe çekmesinden dolayı boynuna oturmuştu. Daha sonra bedevi elinde bulunan mallardan kendisine de verilmesini istedi. Efendimiz bedeviye dönüp güldü. Sonra da ona bir şeyler verilmesini emretti.
Cahil ve görgüsüz kimselere tahammül etmek, onları hoşgörmek peygamberlerin ahlakıdır. Peygamberler hep böyle üstün davranışlar ser­gilemişlerdir. Kavmi tarafından dövülüp kanlar içinde kalan bir peygam­ber bu haldeyken bile yüzündeki kanlan silmiş ve sadece "Allahım kav­mimi bağışla, çünkü onlar doğruyu bilmiyorlar" demekle yetinmiştir.
Efendimiz kaba ve haşin bedeviler tarafından birçok defa rahatsız edildiği halde, her defasında onları bağışladı. Kendisine yaptıkları kötü­lüklerden dolayı kavmini bağışlamakla kalmadı, onları Cenab-ı Hakk'ın da bağışlaması için dua etti. Çünkü asıl yiğit kişi budur. Yiğit güreşte rakibini yenen kimse değildir. Asü yiğit kızdığı zaman öfkesini yenen adamdır. Öfkesini yenenler, insanların kusurlarını bağışlayanlar Allah Teala'nm kendilerinden hoşnut olduğu kimselerdir. Güçlü kuvvetli ol­mak makbul sayılmakla beraber, öfkeyi yenmek ondan da üstün kabul edilmiştir. Cahillere uymamak, onlara öfkelenmemek İyi müslümanın en belirgin özelliğidir. Zira insanın olgun olduğunu gösteren en önemli özelliklerden biri zor zamanlarda sabırlı olmak, başa gelen eza ve cefala­ra katlanmaktır.
İnsanlara hayır yollarını göstermek, başlıbaşına bir iyilik olduğu gi­bi, onların hata ve kusurlarını affedip bağışlamak da başlıbaşına bir iyi­liktir. Nitekim Hayber'de yahudi bir kadın Efendimize pişirilmiş bir ko­yun hediye etti. Ashab ondan yemek için ellerini uzatınca Efendimiz on­lara ellerini çekmelerini, zira koyunun organlarından birinin kendisine zehirlendiğini haber verdiğini söyledi. Bunun üzerine kadın yakalanıp kendisine yemeği zehirleyip zehirlemediği soruldu. Kadın, zehirlediğini itiraf etti. Gerekçe olarak da eğer peygamberin yalancı biri ise insanlan ondan kurtarmak istediğini, doğru ise Allah'ın kendisine bu durumu bildireceğini söyledi. Sonra Efendimiz besmele çekerek yemelerini em­retti. Herkes yedi. Çok fazla kimseye zarar vermedi. Ama Bişr İbni Berra adındaki biri Resul-i Ekrem'le birlikte o zehirli etten yedi de onun tesiri ile öldü. Onun ölümüne sebep olan yahudi kadın da ona kısas olarak öl­dürüldü. Efendimiz de zaman zaman bu zehirin tesirini kendisinde his­sederdi. Hatta ölümünden önce de bu zehirin tesirini içinde tekrar his­setmiştir. Efendimiz kendisine suikast yapan yahudi kadının bu suçunu affetmiştir. Zira bir hata ve kusur işleyenin kusurunu bağışlamak bir fa­zilet ve üstün bir meziyettir. Ancak başkasının ölümüne sebebiyet veren bir cinayet olursa, o takdirde ölenin hakkını almak gerekir. Kadın birinin ölümüne sebep olduğundan dolayı Efendimiz ölen kişinin hakkını ka­dından kısas olarak almıştır.
Efendimizin kendi nefsine karşı işlenen suç ve hatalar için intikam almayıp affetmesi ashabdan bazılarının dikkatini çekmiş, onlar da bu hususta Efendimizin yolunu takip etmeye çalışmışlardır. Nitekim Ab­dullah İbni Zübeyr bir gün minber üzerinde konuşma yaparken "Bağışlama yolunu tut iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir" ayetini okumuş, ardından bu ayetle insanların en güzel ahlak sahibi olmakla emrolunduklarını, kendisinin de insanlarla arkadaşlık ettiği sürece bunu uygulayacağını, insanlar için günah olmayan kolay tarafı alacağını, on­lara iyi muamele edip güçlük çıkarmayacağını söylemiştir.
İnsanların afla muamele etmesi, hem kendilerine edilen zulmü ba­ğışlamaları, hem de ahlakın iyi ve kolay tarafım seçerek hem cinsleri ile iyi geçinmeleri ve onları idare yolunu seçmeleridir. Zira Hak Teala in­sanlara bunu emretmektedir.                                                            
Gerçeği kabul ermeyen ve söz dinlemeyen inatçı cahilleri hoş gör­mek, onları bağışlayıp yaptıkları kusurlan affetmek büyük bir erdemdir. Çünkü cahiller sözlerini bilmezler, fesad çıkanr toplumun ahengini bo­zarlar. Buna meydan vermemek için sabırlı olmak, onların hata ve ku­surlarını uygun bir yolla düzeltmek, yeri geldiğinde bağışlayıp affetmek gerekir. Onların işlediği her hata ve kusura ceza vermeye kalkışmak top­lumun düzeni bozar, huzurunu kaçırır. Biraz hoşgörülü olmaktan başka çare yoktur. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bu konuda önemli bir il­keye dikkat çekmek üzere "İnsanlara din işlerini Öğretin, kolaylık göste­rin ve güçlük çıkarmayın. Sizden biriniz hiddetlendiği zaman sükut et­sin, konuşmasın" buyurmuştur.
İnsanlara ihtiyaç duydukları hükümleri öğretmek ve onlara güçlük çıkarmadan kolaylık göstermek, nefret verecek tutum ve hareketlerden sakınmak, hata ve kusurlarını bağışlamak ilim sahiplerinin en önemli görevlerindendir. Kızgınlık ve hiddet hali insanı olmadık mecralara sü­rükleyen kötü bir huydur. Bu durumda insan kötü sözler söyler, olma­dık işler yapar, hatta cinayet işler. Bunların hepsi kötü huylardır. İnsan istediği şeye kavuşamayınca, çoğu kere hiddetlenip öfkelenir. Kendine olan aşırı sevgisi, kibir ve gururu onu kızgınlığa götürür. Fakat Allah'ın azamet ve kudretini düşünen ve her an üzerinde olan hakimiyetini bilen bîr adam nefsin kibir ve gururuna aldanırı az. Yanılıp da ona uymaz. Böylece nefsinin hiddetinden ve şerrinden selamet bulur. Önce hiddeti doğuran sebepleri yok etmeye çalışmalıdır. Yoksa hiddet geldikten sonra, onun zararını önlemek zordur. Hiddetli anda mümkün olduğunca konuşmamalıdır. Hiddeüenen kimse Allah'a sığınmalı, abdest almalı, hiddetlendiği ortamı terk etmelidir. Zira hiddet, affetmeye engel bir du­rumdur. Ondan sakınmak lazımdır.
İnsanlara yapılacak en önemli iyilik onlara karşı hoşgörülü ve bağış­layla olmaktır. Resul-i Ekrem Efendimizin daha önce indirilen Tevrat'da da bulunan bir takım sıfatlan vardır. Efendimiz Kur'an'da zikrolunan bazı sıfatlarıyla Tevrat'da da zikrolunmuştur. Kur'an'da Efendimiz hak­kında "Ey Peygamber! Seni ümmetine bir şahid, bir müjdeci ve bir kor­kutucu olarak gönderdik" denilmiştir. Tevrat'ta da Efendimizin sert sözlü ve şiddet sahibi olmadığı, çarşı pazarda bağırıp çağırmadığı, kötü­lüğe kötülükle değil iyilikle karşılık verdiği, bağışlayıp affettiği zikre­dilmiştir. Bütün bunlar insanlarla ilişkilerde dikkat edilmesi gereken temel ilkelerdendir. Tatlı dil ve güler yüzlü olmanın bütün incelikleri bu özellikler içinde toplanmış durumdadır.
Her şeyden önce Efendimiz mübeşşirdir. Kendisine iman edenleri Allah'ın hak dinine bağlananları cennetle müjdeley icidir. Efendimiz kö­tü sözlü değildir. En güzel ahlak ile vasıflanmış olup, kaba ve çirkin söz sahibi değildir. Efendimiz galiz değildir. Yumuşak ve tatlı huyludur, şiddet göstermez, sert davranmaz. Ancak savaş ve mücadele zamanında düşmanlara karşı şiddetli davranır. Sulh ve sükun zamanında kimseye karşı şiddetli değildir. Müminlere karşı ise daima merhametli ve şefkat­lidir. Efendimiz avaz avaz bağırmaz. Gerek evde, gerekse d işarda Efen­dimiz insanlara kızıp çağırmaz, sesini fazla yükseltmez ve insanlarla münakaşa etmez. Tatlı sözlüdür. Efendimiz kötülüğe, kötülükle karşılık vermez. Yapılan kötülüğe aynısı ile karşılıkta bulunmaz, bilakis kusur ve kabahatleri bağışlar ve affeder. Kötülüğe iyilikle mukabele eder. Kur'an'da "Ey Peygamber! Seni bir şahit, bir müjdeci ve bir korkutucu olarak gönderdik" ayetinin benzeri Tevrat'ta da vardır.
İnsan dünyada tek başına yaşayamaz. Hayatını diğer insanlarla be­raber sürdürmek zorundadır. Böyle olunca da anlayışsız bazı kimselerle karşılaşması, onlar tarafından rahatsız ediüp incitilmesi tabii ve normal bir hadisedir. Böyle durumlarda insanın içinden kabarıp gelen öfkeyi tutması, mümkünse onu büsbütün yutması ve hatta yapabiliyorsa kal­bindeki öfke izlerini silip atması onun iyi bir müslüman olduğunu gös­terir. Bu zor davranışın mükafatı yaratıcının sevgi ve takdirini kazan­maktır. Hak Teala bu konuda "Öfkelerini yenerler, insanları bağışlarlar. Allah iyilik edenleri sever" buyurmuştur.
Yapılan fenalığa karşılık vermek kolay bir iştir. Bunu herkes yapabi­lir. Nefsine söz geçiren, bu engeli aşanlar olgun mümin olma şansını ya­kalarlar. Olgun müminler kendilerine yapılan kötülüklere mertçe dire­nirler, kötülüğe kötülüğe karşılık vermezler, vermeye kalksalar bile haddi aşmazlar. Kendilerine fena davranan insanları çoğu kez affeder­ler. Kur'an'da böyle insanlar için "Kim sabredip bağışlarsa, bu ancak bü­yüklerin yapabileceği değerli bir davranıştır" buyurulmuştur.
Bu anlamda "Kötülüğe kötülük her kişinin kandır, kötülüğe iyilik er kişinin kandır" diyen güzel demiştir. İnsan kendi şahsiyetine büyük değer verir, onurunun kırılmasına, şerefinin beş paralık edilmesine göz yum­maz. Kendisini aşağılayan davranışlara karşılık vermek ister. Bu gibi du­rumlarda ölçüyü kaçırmadan, gururunu incitenlere haksızlık etmeden ol­gun davranır, onlardan gelen sıkmalara katlanırsa bu eîbetteki daha güzel bir davranıştır. Nitekim bir adam Efendimize akrabalarım ziyaret ettiği halde onların kendisine gelmediklerini onlara iyilik ettiği halde onların kendisine kötülük ettiklerini, onlara anlayışlı davrandığı halde, onların kendisine kaba davrandıklarını söyledi Bunun üzerine Resul- Ekrem eğer dediği gibi ise, onlara sıcak kül yutturduğunu, o böyle davrandıkça. Allah'ın yardımının onunla birlikte olduğunu söyledi.
Akrabasına kötü davranan, onlarla görüşüp konuşmayan kimseler yaptıkları bu insanlık dışı davranışlardan dolayı bir müddet sonra piş­man olup elem ve ızdırap çekmeye, eğer vicdanları varsa vicdan azabı duymaya başlarlar. Onlann kabalıklarına kadanan, kötülüklerine iyilikle karşılık veren akrabaian ise, insanca davranmanın mutluluğunu yaşaya­rak, gönül huzuru içinde yaşarlar. Onlann bu asil davranışı kadir bilmez akrabalarını daha fazla ezer, yerin dibine geçirir. Sanki onlara sıcak kül yedirmenin acısını çektirir.
Gelmeyen akrabasına giden, onların kabalıklarına tahammül eden, maddi ve manevi yardımlarıyla onları görüp gözeten kimsenin yaptığı bu iyilik ve ikramlar, Cenab-ı Hakk'ın rızasını kazanmaya vesile olur. Sabırlı olmak, gazap ve öfkeden uzak durmak mümine büyük dereceler kazandırır. Sükunet ve teenni her zaman güzeldir, ancak özel bazı du­rumlarda, din gibi yüksek gayeler uğrunda sükunet terk edilebilir. Ama aile ortamında özel durumlar dışında soğukkanlı ve teenni sahibi olmak, yumuşak ve sakin bir şekilde hareket etmek aile yuvasının huzur ve mutluluğu açısından büyük önem taşır.