EV ve AİLE
Birey veya ailenin yerleşip oturduğu, uzun süre kalmaya elverişli yerlere ev denir. Her canlı gibi insanoğlu da içinde kendisini barındıracak bir yuvaya ihtiyaç duyar. İhtiyaç duyulan bu yuvanın özellikleri zamana ve mekana göre değişiklik arzeder.
Her konuda olduğu gibi oturulacak mekanlar konusunda da dini-mizin bir takım tavsiyeleri vardır. İslam'da kişilerin mesken sahibi olmasına büyük önem verilmiştir. Zira huzurlu bir hayat geçirebilmenin en temel şartlarından biri uygun bir meskene sahip olabilmektir. Bu sebeple Efendimiz insanı mutlu eden üç önemli nimet içinde iyi bir eşten sonra geniş bir eve sahip olmayı zikretmiştir.
Bu gibi sebeplerden dolayı islam'da ev yapımı teşvik edilmiş ve Efendimiz bu konuda Her kim bize memur olursa evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi tutsun ve evi yoksa ev edinsin" buyurmuştur.
Öte yandan ihtiyaç yokken ev veya arsa satımı da hoş karşılanmamıştır. Bir insanın hayatı, malı, namusu, şeref ve haysiyeti mesken ile muhafaza olunur. Öyleyse bunlar gibi, meskenler de taarruz ve tecavüzden masumdur. Meskenlere tecavüz, aynı zamanda hem hayata, hem namusa, hem hürriyete ve hem de mala tecavüzdür. Bir kimsenin meskenine tecavüz etmek, yahut iznini almadan bulunduğu eve, oturduğu odaya girmek, yahut mesken içinde bulunan şeyleri öğrenmeye çalışmak, İslam nazarında kötü bir hareket sayılıp şiddetle yasaklanmıştır.
Her müslümanın İslam'ın emirlerini yerine getirdikten sonra yapacağı en önemli işlerden birisi de iyi bir mesken, yani oturacak iyi bir yeı temin etmesidir. Kurtuluşun nasıl mümkün olacağını soran Ukbe ibnî Amire Efendimiz diline hakim olup evini genişletmesini, hatalarına da ağlamasını söylemiştir. Meskenin mutluluk yuvası olması da ancak ideal ölçülere uygun bir biçimde yapılmasıyla mümkündür.
İnsanın huzur ve mutlu olabilmesinin bazı şartlan vardır. Güzel ve geniş bir ev insanın rahat ve huzurlu yaşamasının en önde gelen temel şartlarındandır. Bakımsız, delik deşik eski bir meskende yaşamanın bir takım sıkıntıları, olumsuz yönleri olur. Bunun için Ömer bir gün minberde hutbe okurken bu konuya temas etmiştir. Halife bu hutbesinde halka kendilerini barındıran evleri düzgün yapmalarını, zararlı hayvanlardan özellikle yılanlardan korunmalarını, onlarla ciddi şekilde mücadele edebilmek için evlere girebilecekleri bir yer bırakmamalarını, bu yılanların ev halkına zarar vermelerinden önce tedbir almalarım tavsiye etmiş, yılan gibi zararlı hayvanların insana dost olanının olmadığını, insanın onunla araşırım hiç iyi gitmediğini, onun öteden beri insana düşman bir hayvan olduğunu, zararının da sürekli devam edeceğini söylemiştir.
Yılanları öldürme konusunda Efendimiz de yılanlara karşı mücadele edilmesini, onlardan korkarak onları öldürmeyenlerin kendi yolunda gidenlerden olmadığını belirtmiştir, insanın yılanlardan korunmasının en önemli yollarından biri evin kapı bacasını muhkem yapmak, gördüğü yerde anları öldürmektir. Bu mücadeleyi yapmayan veya yılandan korkarak ona kendi haline bırakan, Resuli Ekrem Efendimizin yolunu terk etmiş sayılır. Yılanların çoğalması, insanların zehirlenmelerine ve ölümlerine sebep olacağından buna fırsat verilmemelidir. Bu mücadelenin basanda da evlerin düzgün ve sağlam bir şekilde inşa edilmesi gerekir. Yılanların ve haşaratın evlere gelememeleri için hî: bir delik ve gedik bı-ralolmaması ve binaların sağlam ve düzgün yapılması lazımdır. Zira insan hayatı değerlidir ve bu gibi zararlı hayvanlardan gelebilecek tehlikelere karşı emniyete alınması gereklidir.
Mesken doğumundan ölümüne kadar insan ömrünün önemli bir kısmının geçirildiği yerdir. Bir bakıma insanın huzur ve mutluluk yuvasıdır. Bunun içindir ki meskenlerin İslami ölçülere uygun olarak yapılması tavsiye edilmiştir. Bundan maksat ise, tuvaletlerin kıbleye doğru olmaması, banyo ve mutfakların muhafazalı yerlere yapılması evin komşunun evini gölgeleyecek, ışık almasını engelleyecek şekilde yüksek yapılmaması, komşunun mahremini görecek şekilde pencereler konulmaması ve gösterişten uzak durup sadeliğe riayet edilmesi ve benzeri şeylerdir.
Meskenin kötülüğünden maksat ise, darlığı ve istifade edilen bölümlerinin azlığıdır. Ayrıca bir evin kötü oluşu ve saadet yuvası olamayışının sebepleri arasında komşuların kötülüğü, ezan duyulamayacak veya cemaatle namaza iştirak edilemeyecek kadar mescide uzak oluşu ve havasının kötü olması, güneş alamaması gibi hususlar da sayılmıştır. Yine Efendimiz eğer uğursuzluk denen bir şeyden söz edilecekse buram öç şeyde olacağım belirtmiş, başta evi, sonra da eşi zikretmiştir.
Binaların sağlam ve düzgün yapılması insanın emniyetini sağlayacak ölçüde olmasıdır. Yoksa bütün maddi ihtişamı göstermek, lüks ve saltana düşerek saray gîbi evler yapmak değildir. İslam'ın öngördüğü bir meskenin ölçüsü kişinin ihtiyacını karşılayacak şekilde olanıdır. Bunun dışında servetin taş ve toprağa yatırılması değildir. Nitekim Habbab Ibni Eret, insana her yaptığı şeyden sevab verildiğini ancak binadan dolayı bu sevabın verilmediğini söylerken herhalde bu duruma işaret etmektedir. Demek ki ihtiyaç sınırlan dışında yapılan her bina sahibine bir vebal olmakta, lüzumsuz ve gereksiz harcama yaptığından israf sorumluluğu altına girmektedir.
Bilhassa büyük şehirlerde yaşayanlarda bu durum açıkça görülmektedir. Çeşitli yollarla ellerine imkan geçirenlerin ihtiyaçlarından fazla kat kat üstün lüks konutlar yapmaları, son derece konforlu bir şekilde döşemeleri milyonlar değerinde daire ve apartmanlara yatırım yapmalan, ekonomi düzeninin altüst olmasına, mali durumun bozulmasına, sınıf farklarının doğmasına sebep olmaktadır. Yeryüzündeki çekişmeler ve düşmanlıklar hep lüks ve saltanat, dünyaya gereğinden fazla rağbet anlayışından kaynaklanmaktadır. Maddi hayatın olanca hızıyla ilerlediği ortamlarda ne yazık ki manevi değerler de aynı ölçüde ilerlememektedir.
Aşırı hırs ve tama, en yüksek makam ve mevkide bulunan insanları bile esir almakta, insanlar daha da lüks ve saltanat içinde yaşayabilmenin yarısı içine girmekte, bunun sonuca olarak da yolsuzluklar, rüşvet alma ve dolandırıcılıklar günden güne artmaktadır.
Müslümanın yapması gereken kimseye muhtaç olmayacak derecede bir eve sahip olmak, dünyaya mahkum olmak yerine ona hakim olarak onurlu ve dik bir şekilde dürüstçe yaşamaktır. Bunun ötesinde dünyaya dört elle sarılarak, her türlü yolsuzluk ve dolandırıcılık islerine karışarak manevi değerlerini ayaklar altına almaktan sakınmalıdır. Mümin eline imkan geçse de onu yalnız kendi menfaatini düşünerek taşa toprağa gömmek yerine, ihtiyacının dışında başkalarım da düşünmek zorundadır. Ben düşüncesiyle Müslümanlığın yaşanması zordur, islam her zaman biz duygusunu geliştirmeyi bunu topluma hakim kılmayı hedefler. Bu hedefe doğru yürüyenler islam'ı doğru anlamış olurlar.
Binaların yapımı, konutların inşası esasen kötülenmış bir şey değildir. Bunlar hayatın ihtiyaçlarıdır. Kötülenmiş olan gereksiz israflar, lüzumsuz yatırımlardır. Aksi takdirde insanın olduğu yerde elbettekı konutlar yapılacak, binalar inşa edilecektir. Burada önemli olan olcuyu bulmak, sının muhafaza etmektir. Dünyaya ait işlerde gerek şehircilik gerekse koy işlerinde işveren işçi ilişkileri de büyük önem arzeder. Herhangi bir zorunluluk olmamasına rağmen işverenlerin işçileri bir köle gibi görmeleri yerine onların da birer insan olduklarını unutmamaları İslam ahlakı açısından kayda değer bir noktadır ve müs!umanlar arası kaynatmada son derece dikkat edilmesi gereken bir konudur. Bu bakımdan Resulu Ekrem Efendimiz hem bir peygamber hem de bîr devlet başkanı olmasına rağmen bağlı bulunduğu toplumdan asla konmamış adeta onlardan biriymiş gibi sürekli olarak onlarla birlikte hareket etmistir. Efendimiz mescidin inşasında bir nefer gibi çalışmış, inşaat içint kerpiç taşımış, sıcak bir ortam içinde ashabıyla birlikte hayatı paylaşmıştır. Nitekim sahabi Abdullah İbni Amr da Efendimizin yolunu takıp etmiş, onun uygulamalarını benimsemiş ve dost ve yakınlarına da aynı şeyi tavsiye etmiştir.
Abdullah bir defasında taif'de Veht mevkiinden çıkıp gelen kendi kardeşine işçilerinin çalışıp çatışmadığını sordu. Kardeşi bilmediğini söyledi. Abdullah, eğer Sakil kabilesinden olsaydı işçilerinin ne yapağını bileceğini söykledi ve ardından insanın bendi yerinde işçileriyle birlikte çalıştığı zaman. Allah'ın askerinden bir işçi olacağını bu yaptığı işle Allah'ın rızasını kazanacağını belirtti.
Veht denilen yer Taif civarında bağ ve bahçeleriyle, akar sularıyla ün salmış güzel bir yerdir. Sakif kabilesi de bu bölgenin yerlilerini teşkil eder. Bahçe ve ziraat işleriyle meşgul olurlardı. Bundan anlaşılıyor ki Sakif kabilesi işçileriyle beraber çalışan gayretli kimselerdi.
insanın işçileriyle birlikte çalışması patron işçi ilişkilerini olumlu yönde etkiler. Aralarında kaynaşma sağlar. İşçileriyle işi başında bulunan kimsenin iş randımanı yüksek olacağı gibi, iş sonucu elde edilecek mamullerde kalite de iyi olur. Patronla işçi arasındaki yakınlık aralarındaki sevgi ve kardeşlik bağlarını daha da güçlenir. İşte bu faydalarından dolayıdır ki, işçisi ile çalışan kimse kendinden kibir ve gururu gidermiş olacağından Allah'ın rızasını kazanmış, onun yolunda çalışmış olur ve bundan da sevab kazanır.
İnsanın işçisiyle, hizmetçisiyle çalışıp kazanması, inşaatla uğraşıp meskenler yapması hayatın bir gereğidir. Zira yaşamak için bunlar gereklidir. Ama ihtiyaçtan fazla dünya ile uğraşmak, bunun da ötesinde mal mülk biriktirmede, gökdelenler dikip başkalarına öğünmekte yanşa girmek dinin benimsemediği ve hoş görmediği işlerdendir. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bu düşüncenin yanlışlığına işaret etmek üzere insanların bina yapımında birbirleriyle yükseklik yansına girmedikçe kıyametin kopmayacağını haber vermiştir.
Kıyametin ne zaman kopacağını Allah'tan başka kimse bilemez. Ancak kıyametin yaklaştığını gösteren bir takım alamet ve işaretler Efendimiz tarafından haber verilmiştir. Bu alametler de büyük ve küçük olmak üzere iki kısma ayrılır. Büyük alametlerle küçük alametler arasında ne kadar bir zaman geçeceği de belli değildir. Ama dünya her geçen gün biraz daha kıyamete doğru yaklaşmaktadır. Yüksek binaların yapılması, insanların bina ve konut yapımında yarışmaları kıyametin küçük alametlerden biri olarak değerlendirilmiştir. Bundan kıyametin kopacağı manası anlaşılmaması gerektiği gibi, her yapılan yüksek binanın Allah katında makbul olmadığı manası da çıkarılmamalıdır. İhtiyaç ölçüsünde yapılan her bina zaruret kapsamına girdiğinden hayatın bir gereği olarak kabul edilir.
Ondört asır önce, bugünkü inşaatlara işaret edilmiş ve böylece, Efendimizin sayısız mucizelerinden biri daha gerçekleşmiştir. İsraf, saltanat, tekebbür, gösteriş, kıskançlık gibi kötü huyların bir araya gelme-siyle doğan bu şekildeki inşaat hastalığının getirdiği şey, manevi ölümdür, kıyamettir. Bu hastalık yayıldığı nispette felaketler yaklaşır, huzur ve güven kaybolur. Manevi değerlerin yüksek olduğu dönemlerde de maddi değerlere fazla rağbet edilmemiştir. Nitekim Hasan-ı Basri Osman'ın hilafeti zamanında müminlerin anneleri olan Efendimizin zevcelerinin evlerine girdiğini, evlerin tavanına eliyle dokunabildiğim söylemiştir. Bundan anlaşıldığına göre Efendimizin eşlerine ait evlerin yapımı son derece sade ve basitti. Ama o sade ve gösterişsiz evlerde en hayırlı en kamil insanlar yaşardı. Görünüşte harabe gibi olsa da o viranelerde nice defineler bulunuyordu. Demek ki her şey dış görünüş değildir. Önemli olan insanların gönülleri, Allah'a olan saygılardır. Bu gerçekleştirildiği zaman şeklîn çok da fazla önemi bulunmamaktadır. Aynı şekilde Resul-i Ekrem Efendimizin ömrünü geçirdiği kendisine hücre denilen mütevazı evleri kılla örülmüş çullarla dıştan kaplanmış, hurma dallarıyla açık yerleri kapatılmıştı. Evin genişliği, hücre kapısından evin kapışma kadar altı veya yedi zira', yaklaşık dört metre idi. Evin iç kısmı da on zira, yaklaşık altı metre, tavam ise yedi ve sekiz zira', yaklaşık beş metre arasında veya buna yalandı.
Ömer devrinde de durum bundan farklı değildi. Ümmü Talak denilen bir kadının evine ziyarete gelenler, bu evin tavanının çok alçak olmasına şaşırırlardı. Kadıncağız bir defasında müminlerin emiri olan Ömer Ibni Hattab'ın idarecilerine binalarım yüksek yapmamaları konusunda mektup yazdığım, yüksek binaların kötü günlerin habercisi olduğu gerekçesiyle bunu uygun bulmadığım söyledi.
Dünyadan sakınmanın ondan kaçmanın imkanı olmadığına göre, maddi imkanları iyi olanların, lüks ve saltanat içinde ihtişamlı binalarda yaşayanların yapması gereken, tamamen dünyaya dalmamak, hakkı hakikati unutmamak, dünyayı ahirete değişmemektir. Bu yapılabildiği takdirde dünyanın fazla bir zaran olmaz. Ama bunu yapabilecek olgunluğa ulaşmanın çok kolay olmadığı da şüphe götürmez bir gerçektir.
İnsana lazım olan bir ev sahibi olması ona yeterlidir. Onun bakımım yapması, onarıp tamir etmesi halinde bir ev insanın hayatım devam ettirmesi için kafidir. Bu kadarı mümine mubahtır. Nitekim Habbe Ibni Halid ve Seva ibnİ Halid bir defasında Resul-i Ekrem Efendimizin yanına gelmişlerdi. O sırada Efendimiz kendine ait bir duvarı onarıyordu. Bu iki kardeş onarma işinde Efendimize yardım ettiler.
Mubah görülmeyen inşaatlar, ihtiyaç dışı lüks ve aşın konfora kaçan inşaatlardır.
Başta Efendimiz olmak üzere ashab-ı kiramın ileri gelenleri de lüks ve konfora kaçan binalar yapmayı hoş görmezlerdi Habbab İbni Eret de bunlardan biridir.
Habbab İbni Eret'î hastalığından dolayı ziyaret için yanına gelenler onu vücudunun yedi yerinden dağlanmış durumda ızdırap içinde buldular. Habbab sohbet esnasında eski dostlarının dünyaya kapılmadan göçüp gittiklerini, dünyanın onlardan hiçbir şey eksiltemediğini, kendilerinin ise o kadar çok mala sahip olduklarım, onları koyacak yer bulamayıp toprağa gömdüklerim anlattı. Bir başka zaman yanma gelindiğinde Habbab'ın duvar ördüğü görüldü. Gelenlere müslümamn Allah için harcadığı her şeyden sevap kazanacağını, yalnız çamura verdiklerinden eline bir şey geçmeyeceğini söyledi.
Habbab müslümanlann yokluk devrini görüp yaşamış, daha sonra İslam fetihlerinin müslümanlara sağladığı refahtan o da payını almıştı. Dünya nimetlerine kapılarak ona gönül bağlamanın ahiret nimetlerini elde etmeyi zorlaştıracağım, yokluk içinde yaşayarak ebedi aleme göçen dostlarına imrendiğini belirtti. Habbab hayatı boyunca, dünyaya kapılmaktan endişe eder, müslümanlan bundan sakındınrdı. Kendisinin Re-sul-i Ekrem Efendimizin sağlığında bir kurucu bile bulunmadığım, daha sonra evinde kırk bin dirhemi olduğunu söyleyerek Üzüntüsünü dile getirirdi. Habbab'a kefenini getirdiler. Kefen bezinin güzelliğini görünce ağlamaya başladı ve Mus'ab İbni Umeyr'i tarmak İçin doğru dürüst bir kefen bulamadıklarım, üzerine çizgili bir hırka örttüklerini, hırkayı başına çekince ayaklarının açıktı kaIdığını, ayakları örtünnce başının açıkta kaktığını, sonra başını hırkayla ayaklarını da boya otuyla Örttüklerini anlattı.
Onlar İslam'ın başlangıç yıllarında Mekke'de müslüman olmuş, her türlü eziyet ve işkenceye, sıkıntı ve musibete göğüs germişlerdi. Neticede Efendimizin emriyle Medine'ye hicret ettiler. Onlar doğup büyüdükleri, mal ve mülk sahibi oldukları şehri bırakıp Medine'ye göçerken, dünyalık bir kazanç peşinde değillerdi. Sadece dinlerinin emirlerini daha rahat bir şekilde yerine getirmek ve İslam'ı yüceltmek için hicret etmişlerdi. Onlardan bir kısmı, dünyalık bir kazanç elde etme peşinde olmaksızın, kendileri için ahiret nimetini tercih ettiler. Herhangi bir ganimet elde etme ve mal mülk edinme imkanları olmadan yapılan dhadlarda şehit düştüler veya Medine'ye hicretlerinin ilk yıllarında vefat ettiler.
Başlangıç yularında Medine'deki bütün müslümanların durumu birbirinden çok farklı değildi. Fakat daha sonraları elde edilen ganimetlerin gelirleri, iktisadi ve ticari hayatın gelişmesi, ziraat ürünlerinin artması ve fethedilen ülkelerin zenginliklerini elde etmeleri bir çok şahabın in zengin olmasını sağladı. Dünya nimetlerine kavuşup zengin olan sahabüerden bir çoğu, hiçbir dünyalığa sahip olmaksızın ölen ve şehit olan sahabilere imrenir, kendileri zenginlik ve nimete kavuştukça "Hayır ve hasenatımızın bize dünyada peşin verilmesinden korkuyoruz" diyerek endişelerini dile getirirlerdi. Oysa onlar, Allah yolunda sarf etmesini bilen ve nimetin şükrünü hakkıyla yerine getirmeye çalışan kimselerdi. Buna rağmen gerçek bir zühd hayatından mahrum yaşama hissi onları ciddi biçimde endişelendirmekteydi. Sahabenin hayatından bahseden eserler, onların bu yöndeki örnek tavırlarını yansıtan davranışlara sıkça yer verir.
Habbab'm toprağa gömmek diye ifade ettiği büyük binalar yapmaktan yakınması da son derece manidardır. Habbab'm zenginlikten şikayet etmesi dünyanın önem verilecek, toprağına taşına imrenilecek bir yer olmadığını göstermektedir. Çamur sözüyle ifade ettiği binaya harcanan paranın insana hiçbir sevap kazandırmayacağını söylemesi de bunu açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim Efendimizin infak edilen her şeyin, Allah yolunda sarf edilmiş olduğunu, ama bina yapmanın böyle olmadığını, zira onda hayır bulunmadığını söylemesi de Habbab'm görüşünü destekler mahiyettedir. Bunun için Efendimiz bir gün sahabilerinden birinin yüksek bir bina yaptığını görerek üzülmüş gücendiğini göstermek üzere de selamını almamışta. Efendimizin kendi-sine neden darıldığmı arkadaşlarına sorup öğrenen sahabi, eline kazma-yi alıp o yüksek binayı yerle bir etmişti. Binanın yıkıldığını gören ReauM Ekrem Efendimiz saruri olanı müstesna, onun dışındaki binaların sahibine vebal kazandıracağını ifade buyurmuştur.
Abdullah ibni Amr da bir defasında kendisine ait bir barakayı onarırken, Efendimiz yanına uğradı ve ona ne yaptığını sordu. Abdullah'ın barakayı onardığını söylemesi üzerine Efendimiz ecelin gelişinin onun yıkılmasından daha çabuk olduğunu söyledi.
İnsanın ömrü kısa, emelleri ise uzundur. Nice insanlar vardır ki, inşa etmekte oldukları evlere daha giremeden veya girdikten az bir müddet sonra Ölüp gitmişlerdir. Yaptıkları binalar hep geride kalmış, sahipleri göçüp gitmiştir. İşte bu gerçeği hatırlatmak için Resul-i Ekrem, Abdullah İbni Amr'a bovle bir uyarıda bulunmuştur. Yoksa başladığı onarım işini bırakmasını istememiştir. Başlanılan bir işin hangi çeşitten olursa olsun bitirilmesi iyi bir şey olmakla birlikte, her an ölümün gelebileceğini de unutmamak gerekir.
Görüldüğü gibi dinimiz dengeli bir hayata önem verir. Ne dünya için ahiretin ne de ahiret için dünyanın terkedilmesine izin verir. Her aşırı hareketi yadırgar. Dünya ve ahiret dengesini sağlayabilen kimseler, dünya nimetlerinden dilediği gibi faydalanır ve faydalandırabilir. Dünyada başını sokacak, misafirlerini ağırlayacak bir ev ihtiyacı görür ve insanı mutlu etmeye de yeterli olur.
Geniş mekan, oturanların huzuru ve rahatı için önemlidir. Bu dünyaya meyletmek değil, ev halkının ve gelen misafirlerin rahat etmesini sağlamak içindir. Bunun için Efendimiz oturulacak mekanların geniş olmasını tavsiye etmiş, bunun Müslüman hayatındaki Önemine dikkat çekmek için de geniş meskenin, dürüst komşu ve rahat bineğin müslümarun saadetine vesile olduğunu ifade buyurmuştur.
Her insan dünyada bir meskene muhtaçtır. Mesken, insanın zaruri ihtiyaçlarının basında gelir. Onun için oturulacak bir eve sahip olmak geçimin yarısı sayılır. Bîr de oturulan ev, ihtiyaçtan karşılayacak dere-cede geniş ve ferahsa insan için gerçekten saadete, mutluluğa vesile olur.
Meclislerde ortaya çıkan problemlerin birçoğu, oturulan yerin geniş ve rahat olmayışından kaynaklanır. Hem oturanların rahat edebilir hem de istenmeyen durumların ortaya çıkmaması içfaı rahat ve geniş alanlara tercih edilmesi sünnette tavsiye etmistir- Böyle geniş oturma yerlerinde insanların birbirine kızması, birbirinin gönlünü kırması, kin ve nefretin ortaya çıkması azami derecede Önlenmiş olur. Ayrıca, davetler ve ziyafetler için insanların hizmetine sunulmuş olan geniş yerler, zenginlerin evlerinin bitişiğinde veya yakınında inşa ettikleri odalar, fakirlere ve misafirlere bir ikram yeri olmasının yarımda toplumun çeşitli sosyal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik mekanlardır. Resul-i Ekrem Efendimizin müslümanlara geniş evi tercih etmeleri yönündeki tavsiyeleri de, hem daha iyi geçinme, hem de misafirlerini rahatça ağırlama açısından önem taşımaktadır. Evlerin geniş yapılması, hayır ve berekete, huzur ve saadete vesile olacağı için israf kapsamına girmez, bunlara harcanan para israf sayılmaz. Evlerin üst veya yan kısımlarında çıkıntı, balkon ve cumba gibi bölme ve ilavelerin yapılmasında da bir sakınca yoktur. Nitekim Enes ibni Malik'in böyle bir yeri vardı. Yalnız binalarda aşın süs ve tezyinattan sakınmak gerekir. Zira oralara harcananan paralar israf kapsamına girer. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bu konuda insanlar evler bina edip de onlan kumaşlara benzetmedikçe kıyametin kopmayacağıru haber vermiştir.
Kumaştan maksad, çizgili allı pullu elbisedir. Öyle anlaşılıyor ki, saadet devrinden sonra bir zaman gelecek ki o zamanda insanların inşa edecekleri evler gayet süslü ve rengarenk olacaktır. Binaların durumu çeşitli kumaş desenlerine benzeyecek, insanlar dünya saltanatına lükse ve refaha aşın derece önem vereceklerdir. Binaların iç veya dış kısmı diye bir ayırma olmadığından her iki kısım İçin de aynı hüküm geçerlidir. Nitekim günümüzde de bilhassa binaların iç kısımları çeşitli motiflerle süslenip bezenmektedir. Böyle bir durum lüks ve israfın dünyaya taparcasına bağlanmanın bir eseridir.
Muaviye, Resul-i Ekrem'den duyduğu bazı hadisleri kendisine yazması için Muğire'ye mektup yazdı. Muğire de ona Resul-i Ekrem Efendimizin dedikodu yapmayı, lüzumsuz soru sormayı ve mal israf etmeyi yasakladığım yazıp gönderdi.
Görüldüğü gibi Efendimiz mal israfını ümmetine yasaklamış, ondan sakındırmıştır. Binaların gereksiz süs ve tezyinatı, lüks ve konforu da israf kapsamına girer. İsrafa giren her çeşit harcamada yasaklanmıştır. İsraf kötü bir hastalıktır. Müminin bundan uzak durması gerekir. İfrat ve tefrit denilen her iki aşın uçtan da sakınmak insan hayatını düzene koyar. Aksi takdirde iki aşın uç arasında Allah'ın rızası zor kazanılır. Cennete giden yol zor ve zahmetlidir. Nitekim Efendimiz bir gün ashabına hiç kimsenin kendi ameli sayesinde cennete giremeyeceğini söylediği zaman kendisinin de mi böyle olduğu soruldu. Efendimiz bu soruya kendisinin de aynı şekilde olduğunu Allah'ın rahmetiyle kendisini kuşatması sayesinde kurtulabileceğini söyledi ve ardından müminlere bazı uyanlarda bulundu. Bu uyanlar arasında "Doğru söyleyin ve itidal üzere olun" buyuran Efendimiz sonunda "Daima orta yolu tutun ki hedefe ulasasınız" tavsiyesinde bulunmuştur.
ibadetlerde itidal üzere olmak, Allah nzasına uygun, maddi menfaat ve gösterişten uzak olarak ihlasla yapılan ameller demektir. İfrat ve tefride kaçmaksızın yapılan ibadetler makbul ibadetlerdir. Hedefe, kurtuluşa erdiren ameller, işte böyle olanlardır. Efendimiz ümmetini buna teşvik etmektedir. Orta yolu tutmak, en doğru gidiştir. Geçim ve kazanç yol-lannda çalışmak da böyledir. İfrata kaçarak çalışan yorulur ve yolda kalır. Ara sıra çalışan kaybeder. Devamlı ve planlı, hesaplı ve ölçülü çalışan da kazanır. Bu itibarla gayeye ulaşmak için ölçülü ve mutedil olmak icab eder. Her konuda olduğu gibi inşaat sektöründe de bu gerçeğin göz ardı edilmemesi, lüzumsuz ve gereksiz şeylerle uğraşılmaması gerekir.
Mal ve paraya kutsallık izafe edilmesi veya en üstün değerler gibi algılanması makbul değildir. Malını israf edenler Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimete nankörlük etmiş sayılırlar. Böyleleri bir müddet sonra başkalarına muhtaç hale gelirler. Allah'ın verdiği her nimeti yerli yerinde kullanmak gerekir. Harcamanın ölçüsü ölçülü olandır. Allah'ın sevgili kullan mallarını harcadıkları zaman israf etmedikleri gibi cimrilik de göstermezler. İkisi arasında orta bir yol tutarlar. Buna göre mümin dünyaya dört elle sanlmadığı gibi, büsbütün dünyadan da ilişkisini kesmez, ikisi arasında orta bir yol tutar. Kendisine kolay geleni dini için hayırlı olanı tercih eder.
Din için hayırlı olan imkan ölçüsünde medeniyetlerin kurulduğu şehir yerlerinde yaşamak, köylerden uzak durmaktır. Şehirlerden ve ilim merkezlerinden uzak köylerde yaşamak, bir nevi ölüler arasında yaşamaya benzer» ilim ve faziletle olgunlaşmayan, terbiye ve edebden mahrum olan kimseler mana bakımından ölü sayılırlar. Nitekim Resulu Ekrem Efendimiz ashabından birine "Köylerde oturma! Çünkü köylerde oturan mezarlarda oturan gibidir" buyurmuştur.** Efendimiz Sevban'a da aynı şeyi tavsiye etmiş, ona da köylerde oturmamasıru, köylerde oturanların mezar sakinlerini gibi olduğunu söylemiştir,
İlmîn ve alimlerin uğramadığı yerler genellikle köylerdir. İlim ve faziletten mahrum bulunanlar arasında oturmak ve yaşamak, hissiz ve duygusuz ölüler arasında yaşamak gibi olur ki, bu yaşayışın kabirdeki vatanlardan bir farkı yoktur. Efendimiz Sevban'a bu durumu yasaklamıştır. İlim ve irfan yuvası haline gelen veya ilim ışığı altında gelişen köyler bu hükmün dışında kalır. Hatıra gelir ki böyle ilim ve irfandan mahrum olan köyleri ilim sahiplerinin aydınlatması ve onlan cehaletten kurtarması bir vazifedir. Tek başına olarak bir kimsenin koyu geleneklerine bağlı bir köy halkını uyarması mümkün olmadığı takdirde aralarında bulunması, ölüler arasında bulunması sayılır. Eğer bu cahilleri selamete çıkarma imkanı varsa, bunu yapmak bir hizmettir ve büyük bir vazifedir. Bu takdirde ölüler arasmda yaşama dîye bir şey kalmaz. Hepsi ilim ve fazilet sahîbi kimseler olurlar.
Yerleşik mekanlarda oturmak güzel olmakla birlikte, zaman zaman lorlara akmak da güzeldir. Ortam değişikliği insanı rahatlatır. Aişe'ye Efendimizin sahraya akarak oralarda oturup oturmadığı sorulduğunda Aişe Efendimizin su vadisine çıkıp ikamet ettiğini söyledi. Bedavet, sahraya akıp oturmak manasınadır. Tila da dağ başından itibaren vadiye kadar uzanan akar suların yatağına denir. Bundan Efendimizin bazı zamanlarda hava değişikliği için sahradaki vadilere çıktığı ve bir müddet oralarda ikamet ettiği anlaşılmaktadır. Bizim memleketimizde sahra olmadığından, bunun yerine yayla tabiri kullanılmıştır. Nitekim bizde de senenin birkaç ayında şehir ve kasabalardan hava değişikliği için asude ve temiz havalı yerlere çıkılır ki, bu yüksek yerlere yayla denir. Bu ikametler geçici olduğu için, bundan önceki bilgilere ay-kırı düşecek bir mana düşünülemez.
Efendimizin ev ve yerleşim yerleri ile ilgili zikredüen tavsiyeleri müslümanlar için önem arzettiği gibi, ev içinde yaşayan aile hayatı ile ilgili tavsiyeleri de önem arzeder. Mekanlann değeri, taşı toprağı ile değil içinde yaşayan insanın değerine göredir.
Her konuda olduğu gibi aile hayatında da Efendimiz ümmetine en güzel örnektir. Aişe'ye Resul-i Ekrem'in evde ne iş yaptığı sorulduğunda Aişe, onun da bir insan olduğunu, bir insanın evde ne yaparsa onun da aynı şeyleri yaptığını, ailesinin hizmetinde bulunduğunu, ayakkabısını tamir ettiğini, elbisesini temizleyip, duruma göre yamayıp diktiğini, koyununu sağdığını, namaz vakti gelince de namaza aktığını söyledi.
Resul-i Ekrem Efendimiz evde kendi elbiselerini temizler, koyunlarını sağar, yırtığını yamar, pabucunu tamir eder, evi süpürür, devesini bağlayıp yemini verir, hizmetçi ile beraber yemek yer, onunla hamur yoğu-rur, çarşıdan aldıklarını kendisi taşırdı. Bir defasında satın aldığı çamaşır-lan Ebu Hüreyre taşımaya kalkınca, "Bir şeyi sahibinin taşıması daha uygundur" buyurarak çamasırlan ona vermedi Onun hayatını kendilerine örnek alan Ömer ve Ali, halife oldukları yıllarda bile çarşı pazar dolaşarak evlerinin ihtiyaçlannı bizzat kendüeri temin ederlerdi.
Bazı erkeklerin ev işlerinde erkeğin kadına vardım etmesinin erkekliğe yakışmadığını düşünmeleri doğru bir düşünce değildir. Halbuki ev işlerinde kadına vardım etmek erkeğe bir şey kaybettirmediği gibi, aralarındaki sevgi ve yakınlığı daha da artırır. Ailesine yardım etmeyi kılıbıklık sa-yan anlayış müminleri dine ve sünnete aykırı davranmaya zorlamaktadır. Kılıbıklık bu değildir Kılıbıklık, kadına kul köle olmaktır. Karısının istekleri ve yaşama tarzı dine, akla ve mantığa aykırı bile olsa, ona itiraz etmemek, her dediğini kayıtsız şartsız yapmaktır. Aksini yapacak olsa, karısının bağırıp çağıracağını düşünerek ondan ödü kopmaktır. Onların bu halinin tevazu ile bir ilgisi yoktur. Karısına olan sevgi ve şefkatinden, yuvasının huzuruna düşkünlüğünden dolayı ev işlerine yardım eden, ailesinin hizmetinde olan, aman bir huzursuzluk olmasın diye rahatından fedakarlıkta bulunan mütevazı kimselerin halini kılıbıklık saymak, haşa Peygamber sünnetini küçümsemek olur. Ailesine yardım etmekten zevk alan Resul-i Ekrem Efendimizin ezan okunur okunmaz kalkıp mescide gitmesi, ashabına namaz kıldırması, ev işlerini yapacağım diye Allah'a karşı görevlerini hiçbir zaman ihmal etmediğini göstermektedir.
Ehlü ıyal, zevceye, evlada ve yakın akrabaya şamil olan bir lafızdır. Önce kocanın zevcesine infak ermesi, onun geçimini sağlaması Özerine düşen bir borçtur. Sonra buluğ çağına ermemiş küçük çocuklarla çalışma imkanına ve geçim imkanına sahip bulunmayan yakınlarının da geçimlerini sağlamak yine bir vazifedir. Bundan sonra yakınlara harcamada bulunmak bir fazilet ve büyük bir sevab olur. ister mükellefiyet olarak ve ister bağış olarak yapılacak harcamalarda Allah rızası gözetilir ve Allah'tan bir mükafat umma niyetinde bulunulursa, muhakkak bunların sevabı büyüktür. Allah yolunda birbirlerini seven arkadaşlann birbirlerine harcamaları, Allah yolunda savaş için vasıta temininde ve yetişti-rilmesindeki harcamalar hep niyetlere göre sevaba vesile olurlar. Bunların başında da en büyük sevab aileye yapılan harcamadır, insanın üzerine önce farz olan budur. Ancak harcamalarda lüks ve israfa kaçılmamalıdır. Efendimiz insanoğlunun harcadığı paranın en faziletlisinin ailesine harcadığı para olduğunu ifade buyurmuştur. insan zevcesinin ağzına verdiği lokmaya varıncaya kadar her şeyden mükafat kazanır.
Görev yerine getirilirken Allah rızası gözetilirse, bu niyet sebebiyle sevabı daha da artar. Bütün meşru harcamalarda mükafat olduğu gibi, yedirdi ği bir lokmadan da ecir alır. Bir lokmadan dolayı insan ecir ve sevap aldığına göre daha büyük harcamaların ne kadar mükafatlara vesile olacağı daha rahat anlaşılır.
Aile reisine karşı saygılı olmak, aile hayatının düzenini ve huzurunu sağlamak önemli bir esastır. İnsanların yaratılışı gereği bu saygı yalnız iç duygu ile oluşturulamaz. Hareketlerin ceza ile ayarlanması ve saygının bu ceza usulü ile takviyesi gerekir. Bunun için Efendimiz odaya kamçı asmayı emretmiştir. Güzel ve iyi tavsiyeler yanında bunlara aykırı davranıldığı zaman caydırıcı tedbirlerin alınması hep ahlakın korunması içindir. Bunun için aile fertleri tarafından suç işlendiği zaman bu suçun karşılıksız kalmaması aile halkının güzel ahlak sahibi olma-sında koruyucu bir tedbirdir.
Aile için alınacak en önemli koruyucu tedbirlerden biri de onlara helal lokma yedirmek, helal rızık kazanmaktır.