www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

SELAM

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

SELAM
Selam barış ve esenlik anlamına gelir. Müslümanlar birbirleriyle karşı­laştıkları zaman birbirlerine barış ve esenlik dilemelerine selam adı verilir.
Selam aynı zamanda her türlü kusur ve eksikliklerden uzak olma manasma gelen Allah Tealanın isimlerinden biridir. Müslümanlar birbir­lerini tanımalarında selamın büyük rolü vardır. Selam müslümanlarm pa-rolasıdır. Bu dini görevi yerine getirmek sünnet olmakla birlikte onu al­mak farzdır.
Selamın tarihçesi insanlıkla birlikte başlar. Selamı ilk olarak veren Adem aleyhisselamdır. Allah Teala Adem'i yarattığı zaman ona gidip me­leklere selam vermesini, onların kendisine nasıl cevap vereceklerini öğ­renmesini, bu selamın onun ve neslinin selamlaşma şekli olacağını bildir­di. Adem de meleklerin yanma giderek onlara "es-Selamü aleyküm" de­di. Melekler de "es-Selamü aleyke ve rahmetullah" diyerek ona ve rahmetullah sözünü ilave ettiler. "Selamet üzere olun, her türlü elem ve kederden, bela ve musibetten uzak kalın, Allah'ın rahmeti üzerine ol­sun" gibi anlamlara gelen selam bu şekilde es-Selamü aleyküm ve selamün aleyküm şeklinde müslümanlar arasında yaygınlık kazandı. Verilen selama cevap olarak da "Aleyküm selam" veya biraz ilave ile ve rahmetullah kelimesini de söylemek suretiyle kullanılır hale geldi.
Cennetin bir adı da selmadır. Dünyada bulunan üzüntü ve sıkıntıla­rın hiç biri cennette bulunmadığı için cennete selam diyarı anlamına ge­len Daru's-selam da denilir. Orada müminlerin birbirlerine duaları hep selam olacaktır. Bir insana Allah'ın selamını sunmaktan, selamet diyarı olan cennete girmesini temenni etmekten daha güzel bir şey olamaz. Bunun için selamlaşmak son derece anlamlı dini bir görevdir. Onun müslümanlar arasında yaygınlaşmasına çalışmak gerekir. Bunun için Efendimiz ashabına hitaben "Aranızda selamı yayın!" buyurmuştur.
Müslümanlar arasında tanışma ve kaynaşmaya vesile olan selamlaş­manın yayılması insanların birbirlerine olan güven duygusunu artırır. Toplumdaki güven duygusu, toplumun emniyet ve sükununu, huzur ve mutluluğunu sağlar. İslam'da esas olan insanların kardeşçe yaşamalarıdır. Selam bu kardeşliğin geliştirilmesine yardımcı olan en önemli dini etkin­liklerden biridir. Selam yayıldıkça insanlar arasında kardeşlik duyguları gelişir ve müminler birbirlerini daha samimi sever hale gelir. Bu durum müminlerin iman bakımından olgunlaşmalarına sebep olur. Efendimizin beyanına göre müminler iman etmedikçe cennete giremezler. Birbirlerini sevmedikçe de olgun mümin olamazlar. Onlarm birbirlerini sevmelerine vesile olan en güzel amel selamın yaygınlaşmasıdır. Müminler Rahman olan Allah'a ibadet ettikleri, yemek yedirip aralarında selamı yaydıkları sürece cennete girmeye hak kazanırlar.
Allah'a ibadet etmek kulluğun en önemli gereği, onun kullarına ye­dirip içirmek maddi cömertliğin en güzel göstergesi, ona inananlara se­lam verip kendilerine huzur ve güven telkini din kardeşliğinin en önem­li belirtisidir. Bunu yapan bir mümin başta Hak Teala'ya karşı görevini yerine getirmiş, ardından onun kullarına maddi ve manevi yönden her türlü desteği vererek onlarla kardeşçe yaşamasını bilmiştir. Bu gibi ha­yırlı ve güzel amelleri yapan bir insan da cenneti hak etmiştir. Demek ki selam insanın selam diyarı olan cennete girmesine vesile olan amellerin başında gelmektedir. Bunun için de selamın yeri konuşmalarda kelam­dan öncedir.
Selam vermeden önce konuşmaya başlanılmaz. Selam, Allah'ın isimlerinden biri olduğundan onun adı ile konuşmaya başlanır. Efendi­miz bu hususta, "Selam, Allah Teala'nın isimlerinden bir isimdir. Allah onu selamlaşmak için yeryüzüne koymuştur" buyurmuştur. Ashab-ı kiram, Efendimizin arkasında namaz kılarlardı. Namaz kılanlardan biri bir gün "es-Selamu alellah, Selam Allah'ın üzerine olsun" dedi. Efendi miz namazını bitirince bu cümleyi kimin söylediğini sordu. Selamın Al­lah'ın kendisi olduğunu söyledi ve müminlere şöyle demelerini emir buyurdu:
"et-Tehıyyatü lillahi ve's-salavatu ve't-tayyibatü, es-selamu aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetullahi ve berekatühü es-Selamu aleyna ve ala ibadillahi's-salihine eşhedü en lailaheillallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resulün: Bütün tazimler, her çeşit ibadetler ve en temiz övgü­ler Allah'a mahsustur. Allah'ın rahmeti bereketi selamı sana olsun ey peygamber! Selam bize ve Allah'ın salih kullarına da olsun. Allah'dan başka bir ilah olmadığına şahidlik ederim. Muhammed'in de onun kulu ve peygamberi olduğuna şahidlik ederim.
Ashab-ı kiram Kur'an'dan bir sure öğrenir gibi bu duayı öğrenirler­di. Bu dua, namazların teşehhüdünde okunur. Resul-i Ekrem Efendi­miz Kur'an surelerini nasıl öğretti ise, elinden tutarak İbni Mesud'a teşehhüd duasını da bu şekilde öğretti. Allah Teala bütün eksik sıfatlar­dan uzak bir varlık olduğundan ona selam verilmez. Müminler kendi kendilerine ondan selamet ve rahmet dilerler. Nitekim rahmet Allah'a olsun denmez, Allah'ın rahmeti bizim üzerimize olsun, denilir. Selam, güzel isimlerinden bir isimdir.
Selam müslümanların parolasıdır. Müslümanlar birbirlerini onun­la tanırlar. Selam dinin önemli sünnetlerden biri olduğu için onun yerine getirilmesine ve ondan kazanılacak sevabın elde edilmesine çalışırlar. Dünya ahiretin bir tarlası olduğuna göre müminler de her selamla bir­likte bu sevabı kazanmaya gayret ederler. Selam vermede önce davra­nan sevabın büyüğünü kazanmış olur. Bundan dolayı Abdullah ibni Ömer bu noktaya dikkat eder ve genellikle kendisinden önce selama başlayan veya ondan önce selam vermeye davranan"kimse olmazdı.
Resul-i Ekrem Efendimizi örnek almada İbni Ömer'in ayrı bir yeri vardır. İbni Ömer, selamlaşma konusundaki sünnetleri yerine getir­mek hususunda son derece titiz davranır, hiç bir işi olmadığı halde sa­dece müslümanlarla selamlaşmak için sokağa çıkar, büyük küçük karşılastiği herkese selam verirdi. İbni Ömer'in bir arkadaşı onunla birlikte sabahleyin çarşıya çıkardı. İbni Ömer karşılaştığı her eskiciye, her satıcı­ya, her miskine ve her kişiye mutlaka selam verirdi. Bir gün İbni Ömer yine arkadaşıyla birlikte çarşıya çıkmak istedi. Arkadaşı, çarşıda ne ya­pacağını, orada alışveriş yapmadığını, meclislerinde oturmadığını söy­leyince İbni Ömer arkadaşına karşılaştığıkları kimselere selam vermek için çarşıya çıktığını söyledi. İbni Ömer'in böyle yapması onun sünne­te bağlılığını göstermesi bakımından önemli olmakla birlikte bunlar kişi­sel tercih meselesidir. Önemli olan uygun zaman ve mekanlarda selam verme sünnetinin gerçekleştirilmesidir. Çarşıda bazı kimselere selam vermekle sünnet görevi yerine getirilmiş sayılır. Her karşılaşılan kimse­ye selam vermek gerekmez.
Selam vermede bir sıra takip edilir. Buna göre binitlinin yürüyene, yürüyenin oturana selam vermesi gerekir. Yürümekte olan iki kişiden hangisi önce selam verirse, onun kazanacağı ecir daha fazladır. Selama ilk başlayanın Allah katında daha faziletli olduğunu bu haber de teyid etmektedir. Bu fazilet hal itibariyle aynı durumda olanlara aittir.
Selam insanlar arası ilişkilerde güçlü bir bağdır. O bağın sağlam tu­tulması gerekir. O bağın koparılması ilişkilerin kesilmesi demektir. Hal­buki bir müslümanın din kardeşine üç günden fazla küs durması helal değildir. Karşılaşıp da birbirlerine yüzlerini çeviren insanların en hayır­lısı selam vererek söze ilk başlayan kişidir. Dargınlıkları selamla sona erdiren, selamla birlikte din kardeşine üç beş kelam eden insan elbette ki hayırlı insandır. Nefsin binbir türlü hile ve desiselerini ayaklar alüna al­tına alarak, küslüklere son vermek, din kardeşine selam ve esenlik dile­yerek barışmak bir mümin için güzel bir haslettir. Böyle bir davranış gü­zel ahlak yolunda atılmış önemli bir adımdır ve her müslümamn bu şe­kilde hareket etmesi lazımdır.
Selam vermenin fazileti büyüktür. Bir meclise girilirken veya ora­dan ayrılırken aynı şekilde selam verilir. Verilen selamın durumuna gö­re selam veren ecir alır. Nitekim bir adam Resul-i Ekrem Efendimize selam vererek es-Selamu aleyküm dedi. Bunun üzerine Efendimiz ona on sevab aldığını söyledi. Sonra başka bir adam gelip selam verdi. Fakat o se­lama rahmetullah kelimesini de ilave etti. Efendimiz onun yirmi sevab kazandığını söyledi. Daha sonra başka bir adam gelip o da selam verdi. O öncekine ilave olarak ve berekatühü kelimesini de ekledi. Efendimiz onun da otuz sevab aldığını söyledi. Aynı şekilde Abdullah İbni Amr'a selam verildiği zaman o selamı alır, ona ilave ederdi. Bir gün o otururken yanına biri geldi de es-Selamu aleyküm dedi. Ona es-selamu aleyküm ve rahmetullah diye cevap verdi. Sonra aynı kişi başka bir defa yanına geldi­ğinde bu sefer, es-selamu aleyküm ve rahmetullah dedi. Abdullah ona es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh diye karşılık verdi. Sonra başka bir defa yine yanma geldiğinde es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh dedi. Buna da es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü ve tayyibu salavatih diye cevap verdi.
Selam verenin bu şekildeki ilave kelimelerine aynısıyla karşılık veri­lir. Bundan eksik selam verenlere fazlasıyla karşılık vermek güzel bir davranıştır. Bir defasmda Ömer Ebu Bekir'le aynı bineğe binmiş birlikte gidiyorlardı. Ebu Bekir karşılaştığı insanlara es-Selamu aleyküm deyince, onlar es-Selamu aleyküm ve rahmetullah diyorlardı.  es-Selamu aleyküm ve rahmetullahi deyince onlar es-Selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh diye karşılık veriyorlardı. Bunun üzerine Ebu Bekir insanların fazilet yönünden kendilerini geçtiklerini, daha fazla sevap kazandıklarını söyledi. Selamın verilmesi ve alınmasında fazla kelimeler kullanmak bir fazilet olmakla birlikte, bu konuda örfe dikkat edilmesinde de yarar vardır.
Meclisten ayrılırken de aynı şekilde selam verililir. Meclisten ayrıl­mak üzere ayağa kalkan bir adamın selam vermeden kalkıp gittiğini gö­ren Efendimiz adamın selama yönelerek ona selamı ne çabuk unuttuğu­nu söyledikten sonra bir insanın meclise geldiği vakit selam vermesini, oturmayı uygun gördüğü yere oturmasını, meclisten ayrılmak üzere kalktığı zaman yine selam vermesini, ilk selamın son selamdan daha ha­yırlı olmadığını belirtti.
Selam vermek bir görevdir. Müslümanın müslüman üzerindeki beş hakkından biri de karşılaşan iki müslümamn birbirine selam vermesi­dir. Binitli yürüyene göre daha hareketli ve rahat durumda oldu­ğundan ve yürüyenden daha üstün bir durumda olduğundan adalet ve emniyeti sağlama açısından önce selam vermesi daha uygundur. Yaya yürüyen hareket halindedir, oturmakta olan sükunet halindedir ve otu­rana rastlayanlar çok olur. Yolcular içinde yabancılar da bulu­nabileceğinden, oturana güven telkini gerekir. Oturmakta olan bir kişi­nin gelip geçenlere selam vermesi daha güçtür. Bu gibi sebeplere binaen yürüyen adam oturana selam verir. Az olan topluluk çok olana selam verir; çünkü düzen ve vakar bu şekilde daha güzel temin edilmiş olur. Bir kişinin birden çok kimselerle karşılaşması halinde, onun bu toplulu­ğa selam vermesi ve bu topluluk içinden bir kişinin selamı alması, karı­şıklığa ve külfete meydan verilmeksizin en kısa yoldan işin bitirilmesi­dir. Bunun için topluluk içinden bir kişinin selamı alması yeterli olur, diğer selama karşılık vermeyenlere bir sorumluluk yoktur.
Yürüyen iki kişi karşılaştığı zaman, bunlardan hangisi önce selam verirse, o daha fazla fazilet sahibi olur. Yürüyenin binitliye selam ver­mesinin bir sakıncası yoktur. Nitekim Şa'bi bir binitli ile karşılaştı da ona selam verdi. Bunun üzerine birisi neden önce selam verdiğini sordu. Şa'bi de Şureyh'i yürürken gördüğünü, önce selam verdiğini söylemiş­tir. Her ne kadar binitlinin yürüyene selam vermesi gerekirse de buna meydan vermeden yaya yürümekte olanın önceden selam vermesinde bir sakınca yoktur. Bu bir tevazu işareti sayılır. Şa'bi ve Şüreyh, tabiin döneminde yetişen büyük alimlerdendir.
Sayıca az olanlar, çok olanlara selam verirler. Bir şahıs küçük topluluk­tan ibaret olan bir meclise girdiği zaman bir selam ile beraber hepsini se­lamlamış olur. Bu topluluktan belli kimselere selam verse, bunda da bir sa­kınca yoktur. Muhatab olanlardan yalnız bir şahsın selama icabet etmesi yeterli olur. Birkaç kişinin selama icabet etmelerinde de bir sakınca olmaz.
Eğer girilen meclis büyük bir kalabalıktan ibaret olup, bunların hep­sine selamı duyurmak mümkün değilse, o zaman, meclise ilk girişte karşılaşılan şahsa selam verilir. Böylece selamı duyanlardan birinin selama icabet etmesiyle sünnet yerine getirilmiş olur. Selamı duymayan diğer kimselere ayrıca selam vermek gerekmez. Meclistekilerden bir kişinin veya birkaç kişinin selamı almalarıyle diğer kimselerden farziyet düşer. Eğer büyük bir topluluk küçük bir topluluğun yanma girerse, yahut yaş­lı bir kimse küçüğün yanına girerse, bu takdirde meclise varanın önce selam vermesi gerekir; ve yine bunlardan bir kişinin selam vermesiyle sünnet eda edilmiş olur Meclisten bir kişinin İcabet etmesiyle de diğerle­rinden selama icabet farziyeti düşmüş olur.
Selam vermede bir diğer kural küçüğün büyüğe selam vermesidir. Resul-i Ekrem Efendimiz bu hususta;
"Küçük büyüğe selam verir" buyurmuştur. Küçüğün büyüğe hürmet edip saygı göstermesi gerektiğinden önce küçüğün büyüğe se­lam vermesi gerekir. Burada küçüklükten maksat, yaş küçüklüğüdür. Aynı yaşta bulunan iki kimseden diyanetçe daha aşağı olan selama önce başlamalıdır. Henüz bulûğa ermemiş bir çocuk, büyük bir adama selam vermiş olursa, bu selama icabet vacib olur. Bir cemaata selam verilse de içlerinden bir çocuk bu selama icabet etse yeterli olur. Diğerlerinin ica­betine gerek kalmaz. Çarşı pazar gibi kalabalık yerlerde iş gereği dola­şan kimsenin bazı şahıslara selam vermesiyle sünnet yerine getirilmiş olur. Her karşılaşılana selam vermeye gerek yoktur.
Selamda dua anlamında bir takım kelimelerin ilave edilebileğini gösteren bazı rivayetler vardır. Zeyd İbni Sabit vaktiyle halife Muaviye'ye yazdığı bir mektubda ona "es-Selamu aleyke ya emire'l-müminin ve rahmetullahi ve berekatühu ve mağfiretuhu ve tayyibu salavatih: Selam üzerine olsun, ey müminlerin Emiri! Allah'ın rahmeti de bereketleri de mağfireti de temiz olan olan rahmetleri de sana olsun!" diyerek hitap etmiştir. Selam sözüne ve rahmetullahi ve berekatühu ve mağfiretuhu ve tayyibu salavatihi sözleri ilave edilebilir. Fakat İbni Ab-bas' dan rivayet edilen bir habere göre, selam ve berekatüh sözü ile biter. Buna daha fazla ilave yapılmaz. İşlerin hayırlısı ortası olduğuna göre se­lamda ölçülü olmak güzel bir davranıştır. Gereksiz zorlama ve tekellüfe girmek doğru değildir. İslam yaşanması kolay olan dindir. Onu o şekil­de yaşamak gerekir.
Selamda aslolan sözlü selam vermek olmakla birlikte yerine göre işaretle de selam verilebilir. Yezid İbni Seken'in kızı Esma da Efendimi­zin elini eğerek hanımlara selam verdiğini haber vermiştir. Ebu Kurre el-Horasani, Basra'da Enes'i saçlarını ağarmış bir vaziyette gördüğünü ve onun kendilerine rastgeldiğinde eliyle işaret edip selam verdiğini söylemiştir. Abdullah İbni Ömer ile Kasım İbni Muhammed de birlikte Şerif denilen yerde Abdullah İbni Zübeyr'le karşılaştıklarında İbni Zübeyr onlara işaretle selam vermiştir.
Verilen selamın duyurulması gerekir. İbni Ömer, selam verildiği zaman duyurulması gerektiğini, çünkü onun Allah'dan bir sağlık dileği olduğunu söylerdi. Bir engel olmadıkça, selamı duyurmak gerekir. Uyuyan birinin yanında selam verilirken uyuyanın uyandırılıp rahatsız edilmemesine dikkat edilir. Uyumak için yatmış olanlara selam verirken bazı şeylere dikkat etmek gerekir. Efendimiz evine veya ashabı suffenin yanma geceleyin gelirdi de selam verirdi. Selamıyla uyuyanı uyandır­mazdı, uyanıklara duyururdu. Uyumakta olan insanlara selam veril­mez, fakat uyuyanlarla beraber uyanık kimseler varsa onların işiteceği kadar bir sesle kendilerine selam verilir. Böylece hem sünnet yerine geti­rilir, hem de uyuyanların istirahatı bozulmamış olur.
Araya giren engeller selamın tekrarlanmasını gerektirir. Ebu Hüreyre kardeşiyle karşılaşan kimsenin ona selam vermesini, eğer arala­rına bir engel girerse yine ona selam vermesini söylemiştir. Birbiriyle karşılaşan iki kimse selamlaştıktan sonra iş ve görev gereği birbirlerini göremeyecek şekilde ayrılır da sonra yine kavuşurlarsa, tekrar selam vermeleri sünnettir. Selamet ve rahmet dileği olan selam her fırsatta ve­rilmeli ve manevi mükafatı alınmalıdır. Ashabı kiramdan bazıları karşı­larına bir ağaç çıktığı zaman bir kısmı ağacın sağından ve diğer bir kısmı ağacın solundan giderdi de karşılaştıkları zaman birbirlerine selam verirlerdi. Bu haber selamın Önemini beyan ettiği gibi, ashabın birbirleri­ne karşı olan sevgi ve bağlılığını da göstermektedir.
Selamdan sonra musafaha denilene tokalaşma sünnettir. Enes sabah olunca, kardeşleriyle musafaha etmek için elini hoş bir koku ile yağlar­dı. Selamdan sonra musafaha etmek, tanışıp sevişmek ve görüşmek için yapılan bir sünnet olduğundan, buna teşvik yolunda tatlı bir hava ile neşelendirmek için hoş kokulu esansların erkekler arasmda kullanıl­masında bir sakınca bulunmamaktır. İslam dini her ortamda temizliği, iyiliği ve hoşluğu emreder.
Uygun olan her ortamda selam vermek ve almak gerekir. Efendimiz ashabını yol üzerinde oturmaktan yasaklamıştı. Bunun üzerine onlar bunu yapamayacaklarım söylediler. Bunun üzerine Efendimiz öyle ise yolun hakkını vermeleri gerektiğini söyledi. Yolun hakkının ne olduğu­nun sorulması üzerine Efendimiz gözün haramdan sakındırılması, yol­cuya yol göstermesi, aksırana dua edilmesi ve selam verenin selamının alınması cevabını vermiştir.
Cadde ve kaldırımlarda sokak başlarında ve yol kenarlarında otu­rulduğu zaman bir takım şeylere dikkat edilmesi gerekir. Gelip geçenleri rahatsız etmemek, gözleri haramdan korumak, adres sorana yol göster­mek, aksırana dua etmek, gelip geçenler tanıdık olsun veya tanıdık ol­masın, selam verdikleri takdirde selamlarını almak lazımdır. Bunlar ye­rine getirilince bu yerlerde oturanlar oturdukları yerlerin hakkı vermiş olurlar.
Selam alma ve verme konusunda duyarlı olunması gerekir. Zira Ebu Hüreyre insanların en cimrisinin selamda cimrilik eden, aldanmış kimsenin de selama karşılık vermeyen kimse olduğunu, din kardeşine araya bir ağaç girse bile ona selam verilmesi gerektiğini söylerdi. Bu ha­ber de selamın ve önce selama başlamanın faziletini göstermektedir. Se­lamı yaymak emredildiğine göre, bunu yerine getiren cömert, getirme­yen de cimri davranmış olur.
Selam vermek faziletli bir iştir. Bunun için Efendimiz yahudilerin selam vermek ve amin demek konusunda müslümanlara hased ettikleri, kadar hiç bir şeye hased etmediklerini söylemiştir.
Fasık olana selam verilmez. Nitekim Abdullah İbni Amr şarap içen­lere selam verilmemesini söylerdi. Dinin haram kıldığı şeyleri açıktan işleyenlere fasık denir. Farz olan görevleri terk etmek de haram olduğu­na göre, bu gibi halleri bulunanlara selam vermemek sünnettir. Bu hare­ket, onların, alışkın bulundukları kötü hallerden vazgeçmeleri için bir uyarı mahiyetindedir. Kötü alışkanlıklarını terketmeleri için onları kam­çılamadır. Ama kötülük ve zararından korkulan fasık bir kimseye selam verilir. Onun zararından sakınmak için böyle bir yol izlenebilir. Hasan-ı Basri de fasıkla mümin arasında bir hürmet ve saygının olmadığını söy­lerdi. Haram işlemekten çekinmeyen ve utanma duygusunu kaybeden fasıklara, hürmet gerekmez. Hürmet, şeref ve vakarını koruyan dürüst insanlara yapılır. Düşüklerle yüksek seviyede bulunanlar aynı seviyede tutulamaz, iyilere hürmet edilir. Kötülere mümkünse öğüt verilir ve tu­tumları hoş görülmez. Satranç oyununu kerih gören Ali İbni Abdullah da bu oyunları oynayanlara selam verilmemesini, bunların kumardan sayıldığını belirtirdi. Kumar sayılan her çeşit oyun haram olduğu için bunları oynayanlar itaat yolundan çıkmış olur. Ali İbni Abdullah, Efen­dimizin amcası Abbas'ın torunudur. Ali'nin şehid edildiği gece doğduğundan kendisine onun adı verilmiştir. Kureyş kabilesinin en gü­zel yüzlü insanı idi. Çok namaz kılmakla meşhur olduğundan kendisine seccad, çok secde eden denilirdi.
Fasıklar gibi selam verilmesi uygun olmayan daha başka kişiler de vardır. Efendimiz bir topluluğa uğradı. Topluluk içinde sarı boya sürü­nen bir adam vardı. Efendimiz topluluktakilere bakıp onlara selam verdi ve o adamdan yüz çevirdi. Bunun üzerine adam kendisinden neden yüz çevirdiğini sordu. Efendimiz onun iki gözünün arasında ateş koru bu­lunduğunu söyledi. Erkeklerin saç ve sakallarını siyahdan başka kına gibi boyalarla boyamaları caizdir. Fakat yüz ve diğer organlarını tabii renkleri dışında boyalarla boyamaları caiz değildir. Zira böyle renkli bo­ya sürünene Efendimiz selam vermekten yüz çevirmiş, böyle kişileri ateşle korkutmuştur.
Yine bir adam elinde altın yüzük olduğu halde Efendimize geldi de Efendimiz ondan yüz çevirdi, ona selam vermedi. Adam, Efendimizin hoşnudsuzluğunu görünce, gidip yüzüğünü çıkardı ve demirden bir yü­zük takındı geldi. Efendimiz demirin cehennem ehlinin süsü olup daha kötü olduğunu ifade buyurdu. Adam dönüp onu attı ve gümüşten bir yüzük takmdı. Sonra Efendimiz buna sükut etti, bir şey demedi. Erkek­lerin alün yüzük takınmaları haramdır. Altın yüzük takanlarm uygun bir dille uyarılması, kendilerine doğrunun anlatılması gerekir. Altın yüzük takmakla günah işleyene Efendimizin iltifat ermediğine göre bu gibilere selam da verilmez. Her ne kadar bu hadiste demirden yüzüğün de yasak­landığı ifade edilmekte ise de diğer rivayetlere nazaran altından başka madenlerden yapılan yüzüklerin kullanılmalarında bir sakınca yoktur.
Bir başka sefer de Bahreyn'den birisi Efendimize gelip selam verdi de adamın üzerinde ipekten bir cübbe ve elinde altından bir yüzük bulun­duğundan Efendimiz selamı almadı. Adam üzüntülü olarak gidip hanı­mına halini şikayet etti. Bunun üzerine hanımı üzerinde bulunan cübbe-siyle yüzüğünden dolayı selamının alınmadığını, onları çıkardıktan sonra tekrar gitmesini söyledi. Adam da öyle yaptı. Bu defa Efendimiz selamım aldı. Adam az önce geldiğinde kendisinden yüz çevirdiğini söyleyince Efendimiz, o zaman elinde ateşten bir kor bulunduğunu belirtti. Adam da o halde kendisinin Bahreyn'den çok kor parçaları getirdiğini söyledi. Efendimiz onun getirdiği şeylerin hiç kimsenin müstağni kalmadığı taşlı­ğın şiarından olduğunu, onların ancak dünya hayatinin malı olduğunu, herkesin ticaretinde ve sanatında onu kullandığım, fakat onlarla süslenil­meyeceğim ifade buyurdu. Adamın o halde ne ile yüzük edinmesi gerek­tiğini sorması üzerine Efendimiz, gümüşten veya demirden halkanın ola­bileceğini söyledi. Bu hadisle bundan önceki hadis arasında mana ba­kımından çelişki bulunmaktadır. Bir kısım alimler bu rivayeti daha sıh­hatli bularak sayılan yüzüklerin kullanılmasına hüküm vermişlerdir.
İdarecilere selam vermenin bazı şekilleri vardır. Lebid İbni Rebia ile Adi İbni Hatem, Medine'ye gelip develerini mescidin dışına bağladılar. Sonra mescide girdiler. Orada Amr İbni As'ı buldular. Ona kendileri için müminlerin emiri Ömer'den izin istemesini söylediler. Amr, Ömer'in yanma vardı ve ona "es-Salemu aleyke ya emira'l-mü'minin: Selam üze­rine olsun ey müminlerin emiri!" dedi. Bu rivayet halifeye, müminleri idare eden mümin başkan ve kumandanlara selam verildiğini göster­mektedir. Selam, bir kimse üzerine Allah'ın selamet ve rahmet ihsanını dilemekten ibaret güzel bir dua olması itibariyle en büyük mevkide bu­lunanların huzuruna çıkıldığı zaman selam verilmesinden daha iyi bir mükafat düşünülemez. Burada selam, yine emniyet ve güvenin, ilk kar­şılaşmada insanların birbirine bağlılığının bir işaretidir.
Muaviye de halife iken ilk haccını yapmak üzere Medine'ye geldiğin­de ensardan Osman ibni Huneyf onun yanma vardı ve "es-Selamu aleyke eyyühe'1-emir, Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine olsun ey Emir!" dedi. Şamlılar bu ifadeyi yani yalnız emir sözünü beğenmediler. İbni Huneyf kendisinin bu ifade ile Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a selam verdiğini, on­lardan hiç birinin bu ifadesini çirkin görmediğini söyledi. Buna karşı Muaviye de kendisini tasdik etti. Fakat Şamlılar halifelerinin selamında yanlarında kısaltma yapılmasını istemediklerini, yalnız emir değil de emiru'l-müminin denilmesini istediler. Osman İbni Huneyf ensardan olup Uhud savaşından sonra Efendimizle birlikte bulunanlardandır.
Zalim idarecilere selam vermeyenler olmuştur. Cabir İbni Abdillah bir gün Haccac'ın yanma varmış, fakat ona selam vermemiştir. Haccac müslümanlara yaptığı zulüm ve eziyetle tanınan Emevi kuman­danlarından biridir. Taif'de doğmuş ve Emevi hükümdarı Abdülmelik İbni Mervan'ın himayesi altmda ordunun başına geçerek yüz yirmi bin kişiyi katlettiği ve vefatında elli bin kişinin hapishanelerde bulunduğu nakledilmektedir. Abdullah İbni Zübeyr gibi ashabın en faziletlilerinden olan birini de Mekke'yi kuşatarak şehid etmiş ve başını Şam'a gönder­miştir. Cabir'in bu tavrından zulüm ve haksızlığı son dereceye varan ve böylece günahkar olan kumandana selam vermenin gerekli olmadığı sonucu çıkarılmıştır.
Temim Ibni Hazlem adlı kişiye göre ilk önce emirlik unvanı ile Küfe valisi Mugire İbni Şu'be'ye arkasından gelen Kinde kabilesinden bir adam selam verdi ve ona "es-Selamu aleyke eyyühe'l-emiru ve rahmetullah, es-selamu aleyküm, Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine ol­sun ey Emir!, Allah'ın selamı üzerinize olsun!" dedi. Vali Mugire bu ifa­deyi hoş görmedi de aynen "es-Selamu aleyke eyyühe'l-emiru ve rahmetullah, es-selamu aleyküm, Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine ol­sun ey Emir! diyerek kendisinin o emirlerden biri olup olmadığını sor­du. Sonra böylece emirlik unvanı yerleşti. Temim Ibni Hazlem tabiinden olup, Ebu Bekir'le Ömer devirlerine yetişmiş ve Abdullah İbni Mesud 'un sohbetinde bulunmuştur. Mugire Ibni Şu'be büyük yapılı, uzun boy­lu, geniş omuzlu olup, Araplarm dört dahilerinden biri olan sahabidir. Hudeybiye barışından önce müslüman oldu. Yemame vakasmda, Şam ve Irak fetihlerinde bulundu. Ömer önce onu Basra valiliğine, sonra Küfe valiliğine tayin etti. Osman zamanında bir süre Küfe valiliğine de­vam etti ise de sonra azledildi. Muaviye döneminde tekrar Küfe valiliği­ne tayin edildi ve ölünceye kadar bu görevde kaldı. İşte bu görevi sıra­sında kendisine emir unvanı ile hitap edilmiştir.
Ziyad Ibni Ubeyd, Antabulus emiri olan RuveyfTin yanma gitmişti. Biri gelip ona es-selamu ale'1-emir dedi. Bunun üzerine Ruveyfi ona eğer kendisine selam vermiş olsaydı, selamına karşılık vereceğini, ancak onun Mısır valisi Mesleme İbni Muhalled'e selam verdiğini, ona gidip selammı ona iade etmesini söyledi. Ziyad ve arkadaşları Ruveyflin mec­lisine gittikleri zaman ona es-selamu aleyküm derlerdi. Mesleme Efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman doğdu. Mısır'ın fethinde bu­lundu ve orada ikamet etti, sonra Medine'ye döndü. Muaviye tarafından Mısır valiliğine tayin edildi. Cami ve mescidlerde ilk defa minare ihdas eden Mesleme'dir. Mesleme 'nin idaresi ve velayeti altında bulunan İs­kenderiye ile Antabulus'da istihdam edilen Ruveyfi, kendisini emir mevkiinde görmemiş ve bu unvanla verilen selamı kendisine mal et­memiş olup, valisi Mesleme'ye ait olduğunu söyleyerek tevazu göster­miştir. Olaya şahit olanlar da bu olaydan sonra Ruveyfi'e yalnız es-selamü aleyküm demek suretiyle selam vermişlerdir.
Selamdan sonra merhaba demek sünnettir. Fahma, yürüyerek Efendimize geldiği zaman Efendimiz ona, "Merhaba kızım!" derdi. Gelen misafire selamlaşmadan sonra merhaba denir. Manası, "Şen ve rahat yere geldiniz, geniş olunuz ve güven içinde bulununuz" demek olur. Merhabalaşmanın sünnet olduğu bu hadisten anlaşılmaktadır. Yine bir defasında Ammar görüşmek üzere Efendimizin huzuruna gelip izin istediğinde Efendimiz onun sesini tanımış ve "Merhaben bi't-tayyibi'l-mutayyeb, Kötülüklerden uzak tertemiz olana merhabalar olsun" bu­yurmuştur. Ashab-ı kiram arasında Ammar İbni Yasir'in üstün bir yeri olduğundan Efendimiz ona buna şekilde iltifat etmiştir.
Verilen selama karşılık verilir. Abdullah İbni Amr'ın anlattığına gö­re bir gün Mekke ile Medine arasında bulunan bir yerde bir ağacın göl­gesinde Efendimizin yanında otururken, o sırada bir bedevi gelip es-selamu aleyküm diyerek selam verdi. Ashab da ve aleyküm diyerek kar­şılık verdiler. Selam vermenin en faziletlisi es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh demektir. Çoğul zamiri ile getirilir ki, mana­sı, "Allah'ın selameti, Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun" anlamındadır. Selam verilen adam bir kişi dahi olsa, böyle çoğul zamiri ile getirilmesi daha faziletlidir. Çünkü herkesin yanında melekler vardır, yalnız değildir. Bu selama cevab veren de "ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berekatüh" diye söyler. Yani, Allah'ın selameti, rahmeti ve bereketi sizin de üzerinize olsun, demektir.
Selamın yeterli miktarı ise es-Selamü aleyküm sözüdür. es-Selamu aleyke veya selamün aleyke dense, bununla da sünnet yerine getirilmiş olur. Selama cevap olarak Ve aleykümü's-selam veya aleyke's-selam de­nir. Vavsız ve demeksizin sadece aleyküm cevab yerine söylense, bu ye­terli değildir. Ama metinde olduğu gibi vav ile ve aleyküm şeklinde se­lama mukabele edilirse bu kafi gelir. Selama cevap vermenin en kısa şekli de budur. İbni Abbas'a selam verildiği zaman bazen onun, "ve aleyke ve rahmetullah, Allah'ın rahmeti senin de üzerine olsun" dediği de olurdu. Adamın birisi de bir gün "es-selamu aleyke ya Resulallah" diye selam verdi. Efendimiz de ona cevaben "ve aleyke's-selamu ve rahmetullah" buyurdu.884 Ebu Zer'in anlattığına göre kendisi ilk defa­sında Efendimizin namazı bitirdiği zaman ona geldi de İslam selamı ile ona ilk selam veren o oldu. Bunun üzerine Efendimiz, "ve aleyke ve rahmetullahi, selam da Allah'ın rahmeti de senin üzerine olsun" diye karşılık verdi.
Resul-i Ekrem bir gün Aişe'ye Cibril'in kendisine selam ettiğini söyledi. Aişe de "ve aleyhisselam ve rahmetullahi ve berakatüh, Al­lah'ın selamı, rahmeti ve bereketi de onun üzerine olsun" diye karşılık verdi. Bu hadis, başkasına selam göndermenin meşruyetine delil teşkil etmektedir. Bir kimse aracılığı ile başkasına selam gönderildiği zaman aracının bu selamı tebliğ etmesi vacibdir, çünkü bu bir emanettir. Yerine getirilmesi gerekir. Muaviye Ibni Kurre'nin babası bir gün ona bir adam kendisine es-selamu aleyküm dediği zaman onun sadece ve aleyke de­memesini, selamı yalnız ona ait kılmış gibi olmamasını, çünkü onun yal­nız olmadığını, yanında meleklerin bulunduğunu, esselamu aleyküm demesini söylemiştir.
Bir kişiye dahi selam verilirken veya bir kişinin selamına mukabele edilirken çoğul zamirini kullanmak daha faziletlidir. Aleyke yerine aleyküm demelidir. Senin üzerine, demek yerine sizin üzerinize manası tercih edilmelidir. Çünkü her insanın yanında hafaza ve ketebe melekle­ri vardır, bu bakımdan insanlar tek başına dahi olsalar yalnız değillerdir. Selamı almamak doğru değildir. Ebu Zer'e karşılaştığı birine selam ver­diği halde onun selamını almadığım söyleyen bir adama Ebu Zer, bun­dan kendi aleyhine bir şey olmadığını, selamım ondan daha hayırlı olan sağındaki meleğin aldığını söyledi.
Selam, müslümarun müslüman üzerindeki haklarından biridir ve en faziletli sünnetlerdendir. Her karşılaşmada yerine getirilmesi gereken önemli bir davranıştır. Onun için müslümanlara selam verilir ve bu alınmadığı takdirde de endişe edilmez. Zira selam karşılıksız kalmaz. Selam verilen adamın sağında sevablarını yazan melek tarafından alınır. Meleğin selama karşılık verip dua etmesi, selam veren için daha hayırlı olur. Kendisine selam verilen adam da bu selamı almamak suretiyle far­zı terk ettiğinden vebale girer. Abdullah İbni Mesud da selamın Allah'ın isimlerinden bir isim olduğunu, onu yeryüzüne insanların selamlaşması için indirdiğini, selamın insanlar arasında yayılmasını, bir insanın bir topluma selam verip de o selamı alırlarsa bunun faziletli olduğunu, çünkü o insanın Allah'ın selamını hatırlattığını söylemiştir. Hasan-ı Basri de selam vermenin sünnet, almanın ise farz olduğunu söylerdi.
Selam vermeyen kimse günahkar olmaz, ancak selamın mükafatın­dan mahrum olur. Kendisine selam verilen adam ise selama karşılık ve­rip onu almadığı takdirde farzı terk etmiş olur. Ama selamda cimrilik etmek müsliman ahlakıyla bağdaşmaz. Nitekim Abdullah İbni Amr, cimri kişinin selam vermekte cimrilik eden, selam vermeyi esirgeyen kişi olduğunu söylerdi. Cimrilik, malını ve gücünü başkasından esirgemek ve harcamamak hastalığıdır. Hatta cimri adam kendi nefsi için bile ma­lını harcayamaz. Her zaman ihtiyaç içinde bulunur. Malı ne kendine, ne de topluma fayda sağlar. Maddi değerlerde cimrilik olduğu gibi, manevi değerlerde de cimrilik olur. Manevi değerler, maddi değerlere nispetle çok daha zararlı olur. Onun için asıl cimrilik, manevi kıymetlerden fay­dalanamayacak şekilde hareket etmektir. Selam, müminlere Allah'ın bir lütfü ve nimetidir. Bunu insan yerinde harcarsa hem kendisi, hem de başkaları ondan faydalanırlar, sevab kazanırlar. Bunu kıskanıp da ona engel olan kimse, cimrilerin en cimrisi demektir.
Çocuklara selam verilir. Enes İbni Malik, çocuklara rastladığı zaman onlara selam verir ve Efendimizin de çocuklara selam verdiğini söyler­di. Bazı alimler çocuklara selam verilmesini uygun görmemişlerse de onlara selam verilmesi daha doğrudur. Çünkü çocuklara selam vermek­le onlara İslam adabı öğretilmiş olur ve buna alışkanlık kazandırılmış olur. Çocuklara selam verilince, çocukların selamı almaları farz olmaz. Zira ergenlik çağına ulaşmadıklarından sorumlu değillerdir. Fakat bir çocuk, mükellef olan bir adama selam verdiği takdirde, onu almak farz olur. Bir cemaata selam verilir de içlerinden bir çocuk bu selamı alsa ce­maat adına bu selamı almak yeterli olur. İbni Ömer'in de bir defasında merkep üzerinde giderken çocuklara selam verdiği görülmüştür. Onun bu davranışı da çocuklara selam vermenin örnek bir hareket ol­duğuna delildir.
Kadınların erkeklere selam vermesinin bazı şartları vardır. Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani bir defasında Efendimizin yanma geldi. O sı­rada Efendimiz yıkanıyordu. Ümmü Hani Efendimize selam verdiğinde Efendimiz gelenin kim olduğunu sordu. Ümmü Hani olduğunu öğre­nince ona "Merhaba" dedi. Ümmü Hani, Ebu Talib'in kızı olup Efen­dimizin amca kızı ve Ali'nin de kız kardeşidir. Bu rivayet kadınların er­keklere selam vermelerinde bir sakınca olmadığına delildir. Zira Ümmü Hani'nin selamı bizzat Efendimiz tarafından alınmış ve kendisine mer­haba ile karşılık verilmiştir. Hasan-ı Basri de kendi dönemindeki kadın­ların erkeklere selam verdiğini söylemiştir. İşin aslına bakıldığında kadınların erkeklere selam vermelerinde sakınca olmadığı anlaşılırsa da hükmün zaman ve mekan şartlarma göre değişeceğini, amellerde iyi ni­yet ve takvanın şart olduğunu unutmamak gerekir. Zararı ve fitneyi de­fetmek, faydayı celbetmekten her zaman için daha önde gelir. Kadınlara selam vermenin de bazı şartları vardır. Efendimiz bir gün mescide uğ­ramıştı. Orada kadınlardan bir topluluk da oturmakta idi. Efendimiz on­lara eliyle selam verdi. Bir fitneye düşme korkusundan dolayı genç kadınlara teşmit denilen aksırdıkları zaman onlara yerhamukellah de-nilmediği gibi, selam da verilmez. Selamları da açık bir ifade ile alınmaz. Yaşlı hammlara selam vermek ve onların selamını almakta bir sakınca yoktur. Hanımlar da erkeklere karşı aynı şekilde davranmak durumun­dadırlar. Esma Binti Yezid'in anlattığına göre kendisi bir gün yaşıtları olan kızlarla bir arada iken Efendimiz onlara tesadüf etmiş ve onlara se­lam vermiştir.
Kişiye özel selam vermemek gerekir. Abdullah İbni Mesud cemaatle mescidde bulunduğu bir sırada adamın biri "Aleyküm selam ya eba Abdirrahman, selam üzerinize olsun ey Abdurrahman'ın babası!" dedi. Oda Allah'ın doğru söylediğini, peygamberinin de tebliğ ettiğini söyledi. Cemaatten biri bu selam işini İbni Mesud'a sordu. O da Efendimiz­den naklen kıyametin kopmasına yakın bazı şeylerin olacağını, kişiye özel selam verilmesinin de onlar arasında olduğunu söyledi. Müslü­manlardan ibaret bir toplulukla karşılaşıldığı zaman, bu topluluk için­den yalnız bir kişinin kastedilerek veya ismini açıklayarak ona özel bir şekilde selam verilmesi mekruhtur, uygun bir davranış değildir. Çünkü selamın meşru olmasından maksad, insanlar arasında sevgi ve barışı sağlamak, ürkekliği ve soğukluğu gidermektir. Halbuki selamı özelleş­tirmek ve tekelleştirmekte, başkasını dışta tutma, onu yabancılaştırma vardır. Ancak önceden genele selam verildikten sonra, ardından özel se­lam vermekte bir sakınca yoktur. Kişiye özel selam verilince de, bu se­lamın yine kişiye özel olarak karşılanması caizdir.
Selamın özele değil de genele verilmesi konusunda bir başka rivayet daha vardır. Efendimize hangi amelin daha hayırlı olduğu sorulduğu zaman Efendimiz bu soruya tanıdık ve tanımadık herkese selam vermek şeklinde cevap vermiştir. Tanıdık veya tanımadık, büyük veya küçük, yüksek rütbeli veya rütbesiz her müslümana selam vermenin büyük fa­zileti vardır. Bu, İslam kardeşliğini ve müslümanların birbirlerine yakın­laşmalarını temin eden ve insanları mütevazı yapan çok güzel iştir. Onun için en hayırlı amellerden biri sayılmıştır. Diğer taraftan şahısları ayırıp, kişiye özel selam vermekte samimiyetsizlik olduğundan, bu ha­reket makbul sayılmamıştır. Çünkü bunda insanlara hakir görme mana­sı vardır. Bundan da sakınmak lazımdır.
Müslüman olmayan biri mektup yazıp da selam verince ona muka­bele edilir. Ebu Musa, bir rahibe veya gayri müslim bir ağaya yazdığı mektupta ona selam etmişti de kendisine, o kafir olduğu halde ona se­lam mı verdiği soruldu. Bunun üzerine Ebu Musa onun kendisine mek­tup yazıp selam verdiğini, kendisinin de o selama karşılık verdiğini söy­ledi. Müslüman olmayana önceden selam vermemek gerekir. Fakat onlar önce selam verirlerse ve aleyküm demek suretiyle onlara karşılık verilir. Buradaki yazışmadan da bu mana anlaşılmaktadır. Ebu Musa'nın mektub yazdığı şahsın bazı nüshalarda bir ağa, bazı nüshalarda da rahip olduğu zikredilmektedir. Her iki halde de müslüman olmayan bir ya­bancı kastedilmiştir.
Müslüman olmayana önce selam verilmez. Efendimiz bir gün asha­bına ertesi gün binitli olarak yahudilere gideceğini, onlara önceden se­lam vermemelerini, onlar kendilerine selam verdikleri zaman ve aleyküm, sizin de üzerinize olsun, demelerini emir buyurdu. Müslü­man olmayanlarla karşılaşma durumunda onlara önceden selam veril­mez. Kendileri selam verdiği takdirde de ve aleyküm demekle yerinilir. Çünkü müslüman olmayanlar çok defa ölüm manasına gelen ve telaffu­zu pek fark edilemeyen es-samü aleyküm, ölüm üzerinize olsun, sözünü müminlere karşı kullanıyorlardı. Buna da sizin üzerinize olsun şeklinde kısa olarak ve aleyküm demek en uygun bir cevaptır. Zira Efendimiz bu hususta "Kitap ehli yahudi ve hristiyanlara, onlara selamla söze başla­mayın. Onları yolun en dar yerine mecbur ediniz" buyurmuştur.
Dar bir yolda yürürken müslüman olmayan biriyle karşı karşıya ge­lindiği zaman, yol hakkı müminindir. Onun kenara ve yana çekilmesi icab eder. Aksi halde ona yol verilirse, bu hürmet ve tazim ifade eder. Müminler ise iman ve takva sahiplerine hürmet ederler ve yüce dinin şerefini korurlar, müslüman olmayana önce selam verilmeyişi de bu şe­refi korumak içindir. İslam'ı kabul etmeyenler dosdoğru hak yoldan yüz çevirdiklerinden, sokakta da yoldan çıkmaya, yan ve kenara çekilmeye mecbur edilirler.
Zimmiye işaretle selam verilir. Abdullah İbni Mesud müslüman olmayanların çiftçi ağalarma işaret ederek selam vermiştir. Müslüman olmayan bir kavmin ileri gelenlerine el ve kol işareti ile selam verilme­sinde bir sakınca bulunmadığına bu haber delildir. İslam idaresi altında, anlaşmaya göre vergi vererek, yaşamayı kabul eden ehl-i kitaba yahudi ve hristiyan lara zımmi ve zimmet ehli denilir. Bunlar İslam'a karşı çık­madıkları müddet, mal ve canları İslam İdaresinin teminatı altında olur. Onlar İslam'ı kabule zorlanmazlar. Bir yahudi, Efendimize gelip, essamu aleyküm, ölüm üzerinize olsun, dedi. Efendimizin ashabı da selamı aldı­lar. Efendimiz adamın essamu aleyküm, dediğini söyledi. Bunun üzerine yahudi yakalandı. O da suçunu itiraf etti. Bunun üzerine Efendimiz yahudiye sözünün iade edilmesini, ona da ve aleykümüssam, denilme­sini emir buyurdu.
Resul-i Ekrem Efendimiz yahudilerden birinin selam verdiği zaman onun essamu aleyke, ölüm sanadır, dediklerini onlara ve aleyk, sana da denilmesini emir buyurmuştur. İbra Abbas da selam veren yahudi, hristiyan yahut mecusi kim olursa onun selamına mukabele edilmesini, ve aleyküm, denilmesini, zira Kur'an'da "Siz bir selamla selamlandığı-nız zaman ondan daha güzeli ile karşılık verin veya ayniyle mukabele edin" buyurulduğunu söylemiştir.
Kafirlerle müslümanlarm karışık olduğu bir topluluğa selam veri­lirken müslümanlar dikkate alınır. Efendimiz bir gün bir eşeğe bindi de hasta olan Sa'd İbni Ubade'yi ziyarete gitmişti. Nihayet bir topluluğa te­sadüf etti ki, o toplulukta Abdullah İbni Übey vardı Bu hadise, İbni Übey'in müslüman olmasından önceydi. Orada müslümanlardan, müş­riklerden ve putperestlerden karışık kimseler vardı. Efendimiz onlara selam verdi. Müslümanlardan başka müslüman olmayanların da için­de bulunduğu bir meclise veya topluluğa gidildiği zaman, kalben müslümanlar niyet edilerek umuma selam verilir. Sünnet olan budur.
İnsan müslüman olmayan birinin selamını aldığı gibi onların hida­yetine dua eder. Ukbe İbni Amir, dış görünüşü müslüman görünüşünde olan bir adama rastgeldi de adam kendisine selam verdi. Ukbe ona "se­lam senin de üzerine olsun" dedi. Bunun üzerine bir genç Ukbe'ye o adamın hristiyan olduğunu söyledi. Ukbe hemen kalkıp adamı takip et­ti, nihayet ona ulaştı. Adama "Allah'ın rahmeti ve bereketi müminler üzerine olsun, lakin Allah senin hayatını uzatsın, malını ve çocuğunu çoğaltsın" diye dua etti. Müslüman olmayanların hidayete ermelerine, mal ve çocuklarının çoğalmasına, ömürlerinin uzun olmasına dua edilir. Fakat Allah'ın selameti ve rahmeti onlar için istenmez. Cenaze namazı da ölü hakkında bir dua ve Allah'dan rahmet dileme manasını taşıdığından, müslüman olmayanların cenaze namazları kılınmaz. Zira Cenab-ı Hak onlar hakkmda "Ey Resulüm, imansızlardan ölen hiç kimse üzerine asla namaz kılma, kabri başında da gömülürken veya ziyaret için durma" buyurmuştur. Onların inkar ve küfür cinayetlerine karşı­lık olarak amellerine uygun düşen ceza, onlara rahmet okunmayışıdır. Ancak taziye için geri kalanlara baş sağlığı dilenir, ömürlerinin uzun olması için dua edilir. Merasimlerine iştirak edilmez, ev veya iş yerlerin­de ölüleri için taziyelerde bulunulur.
İbni Abbas da eğer Firavun kendisine "Allah sana bereket versin" demiş olsa, kendisinin ona da diyeceğini söylemiştir. Yahudiler, Efen­dimiz kendilerine yerhamukellah, Allah sana merhamet etsin, desin diye Efendimizin yanında aksırırlardı. Efendimiz de onlara "Yehdikumulllahu ve yuslihu baleküm, Allah size hidayet versin ve halinizi düzeltsin" de­mekle yetinirdi.
Kitap ehline rahmet dilenmez. Sadece onların hidayete ermelerine dua edilir. İnsan tanımadığı bir hristiyan a selam verir de sonradan onun hristiyan veya yahudi olduğunu öğrenirse durumun telafi eder. İbni Ömer bir hristiyan a rastladı da ona selam verdi. O da selamını aldı. Sonra ibni Ömer'e, o adamın hristiyan olduğu haberi verildi. Bunun üzerine İbni Ömer adama dönüp, selammı kendisine geri çevirmesini söyledi. Yersiz ve uygun olmayan bir iş yapıldığı zaman ondan dönü­lür ve telafi edilmesine çalışılır. İbni Ömer de hristiyan olduğunu bilme­diği ve müslüman sandığı bir adama selam verdikten sonra gerçeği öğ­renince işlediğinin hata olduğunu anladı. Hatta zayi ettiği selamı geri almak için hristiyana müracaat ederek onu geri istemesiyle de kusurunu telafi etti. Buna göre önceden hristiyanlara selam verilmemesi gerektiği anlaşılmaktadır. Selam vermede din farkı gözetilmekle birlikte, diğer in­sani ilişkilerin devam ettirilmesinde bir fark gözetilmez. Müslümanlara hal hatır sorulduğu gibi, onlara da hal hatır sorulur. İhtiyaç durumunda kendilerine her türlü yardım yapılır.