www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

İYİLİK

İYİLİK
İyilik kelime olarak kerem, cömertlik, şeref ve bağış anlamlarına gelir. Bütün hayırlı ve güzel amellere iyilik denir. İyilikle eş anlamlı olarak kul­lanılan kerem kelimesi de insanlara iyi muamelede bulunmayı ifade eden geniş kapsamlı bir kelimedir. Bu bakımdan kerem sözlük anlamıyla İslam ahlakının büyük bir bölümünü içine alır. Bağış, af, cömertlik, iyi davranış, ihsan, güleryüzlü olmak, bu kelimenin ifade ettiği güzel huylar arasında­dır. Kerem, sözlükte bu kadar geniş manayı içine alan bir kelime olmakla beraber terim olarak cömert, şerefli ve asil olmak anlamlarında da kulla­nılmıştır. Kerim insan, cömert, şerefli, saygın insan demektir. Buna göre müslüman kerim ve kerem sahibi insandır, en azından öyle olmalıdır.
Müslüman başta kendisi iyi olan, sonra da başkalarına iyilik yapan kişidir. Zira islam ona böyle olmasını emretmektedir. Başkaları hakkın­da iyilik dilemeye hayırhahlık denir. Bunun aksi, yani başkalarının kötü­lüğünü istemek ise bedhahlıkür. Bedhahlık, bir ruh hastalığıdır. Ona ya­kalanmaktan Allah'a sığınmak gerekir. O amansız bir beladır. Ona mübtela olanlar bir an önce tedavi olmaya, kötü hallerinden kurtulmaya çalışmalıdırlar. Kötülük demek olan şer ile müslümanlık hiç bir şekilde bağdaşmaz.
Müslüman sadece iyi olan değü, aynı zaman da başkalarının iyiliği­ni de isteyen, onlara iyiliği tavsiye eden, kendilerine iyiliği gösteren in­sandır. Hatta kötülükten sakındırmak da sonuç itibariyle iyiliktir. Allah Teala iyilik konusunda "İçinizden insanları hayra çağıracak, iyiliği em­redecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun" buyurmuştur.
Kötülüğe engel olmak başlıbaşına bir iyiliktir. Hem o iyiliği emret­mekten daha zordur. Belki onun mükafatı daha çoktur. Müminler bu ba­kımdan insanlık için çıkarılmış en hayırlı bir ümmettir. Onlar birbirlerine iyiliği emreder, fenalığa engel olurlar. Onlar iyiliği emretmek ve fenalık­tan sakınmak hususunda birbirleriyle yarışırlar. Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirinin yardımcılarıdır, iyiliği emreder, kötülükten nehyederler. Böyle insanlar hayırlı insanlardır. Nitekim bir gün ashabdan bazıları Efendimize en hayırlı, en iyi insanın kim olduğunu sordular. Efendimiz, Allah'tan en çok korkan insanın en hayırlı insan ol­duğunu söyledi. Onlar bunu sormadıklarını söyleyince o halde iffetini ve şerefini korumada en haynlı insanın Yusuf aleyhisselam olduğunu söyle­di. Onların yine bunu da sormadıklarını söylemeleri üzerine Efendimiz cahiliye döneminde hayırlı olanların şayet dini hükümleri iyice özümser-lerse islamiyet devrinde de hayırlı insanlar olduklarını haber verdi.
Takva sahibi olan insan hayrı çok olan insandır. Allah'a saygılı olan, ondan gereği gibi korkan insan elbette ki hayırlı insandır. Takva bütün ha­yırlı ve iyi amelleri kendisinde barındıran bir kelimedir. Takva sahibi de bütün hayırlı amelleri, bütün iyilikleri yapan, yapma şuurunda olan insan­dır. Bunun için hayırlı insandır. Nitekim Kur'an'da "Sizin en hayırlınız, en çok takva sahibi olanınızdır" buyurulmuştur. Dünyada insanlara iyilik eden insan ahirette iyilik görecek, bol bol mükafat elde edecektir.
Efendimiz geniş manada, takva sahibi müminlerin iyi insanlar ol­duğunu beyan buyurduktan sonra, tarihte yaşamış insanlar içinde Yusuf aleyhisselamın iyi bir insan ve salih bir peygamber olduğunu açıkladı. Zira o çektiği sıkıntı ve meşakkatler, karşılaştığı bela ve imtihanlar kar­şısında takvası ile üstün bir mertebe kazandı. Şeref yönünden insanların en hayırlısı idi. Soylu ve asil bir aileye mensuptu, ibrahim aleyhisselam gibi bir ataya, İshak aleyhisselam gibi bir dedeye ve Yakub aleyhisselam gibi bir babaya sahipti. Bu bakımdan o hiçbir insana nasip olmayan ade­ta bir yıldızlar topluluğu gibi olan altın bir soy silsilesine, Allah'ın en çok sevdiği iyi insanlardan oluşan bir nesebe sahipti. Onun iyiliği sadece kuru bir soy kütüğünden ibaret değildi. O soyu kadar temiz ve pak olan nesebi yanında yaptığı işler bakımından da temiz ve pak idi. Onun başından geçenler normal bir insanın başından geçse hayatını altüst eder, kendisini mahvederdi. Ama o sahip olduğu takva duygusu ve Allah korkusu sayesinde bütün bu zor sınavlardan başarıyla çıkmayı bilmiştir. Böyle bir insan elbetteki en değerli ve en iyi bir insandır.
İyilik yapmanın yolları çoktur. İnsanın maddi ve manevi olarak ya­pabileceği bir çok iyilikler bulunmaktadır. Ashabın Arab kavmi içerisinde asıl itibariyle kimlerin hayırlı olduğunu sormaları üzerine sadece baba ve soy bakımından iyilik üzerinde durulmamış, aynı zamanda cahiliyet dö­neminde güzel iş ve hareketlerde bulunanların aynı şekilde İslam'da da üimleriyle amil oldukları sürece en hayırlı kimseler oldukları ifade edil­miştir. Çünkü insanların yaratılışları gereği, iyi özelliklere ve güzel huyla­ra sahip olma kabiliyetleri ayrı ayrıdır. Aslında ve mayasında iyi nitelikle­ri bulunan, İslam dininde ilim ve anlayış kazandıktan sonra, sahip olduğu güzel meziyetlerle insanların en hayırlılarından olma şansları vardır.
Efendimizin kerem ve iyiliği konusunda en güzel söz Mekke'nin fethi günü Kureyşliler tarafından söylenmiştir. Efendimiz Fetih günü yaptığı konuşmadan sonra halka şimdi haklarında kendisinin ne yapa­cağını tahmin ettiklerini sordu. Kureyşliler, onun kerem ve iyilik sahibi bir kardeş, kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlu olduğunu, ancak hayır ve iyilik yapacağına inandıklarını söylediler. Bunun üzerine Efendimiz kendi haliyle onların halinin Yusuf ile kardeşlerinin haline benzediğini, Yusuf un kardeşlerine dediği gibi kendisinin de onlara bugün hiçbir ba­şa kakma ve ayıplama olmadığım, Allah'ın onları bağışlayabileceğim, hepsinin serbest olduklarını söyleyeceğini belirtti.
İyilik ve hayır böylesine güzel bir haldir. Bu hal her durumda mümini hayra yöneltir. Böyle bir mümnin Efendimiz gibi iyi insana iyilik eder. Bu iyilik onun iyiliğini artırır. Kötü insana da iyilik eder. Bu iyilik de kötünün kötülükten vazgeçmesine, iyiliğe yönelmesine yardım eder. Nitekim iyili­ğin karşılığının ancak iyilik olduğunu belirten ayetin tefsirinde iyilik ve ih­sanda bulunmanın herkese şamil olduğu, iyi insanlara da kötü insanlara da iyilik yapılacağı ifade edilmiştir. Zira ayet mutlaktır. İyilik ve ihsanın yal­nız iyi kimselere yapılması yeterli değildir. Körü kimselere ve günahkarlara da iyilik yapılır Belki de onlara vapılacak iyilik sayesinde onların kalpleri yumuşar da kendilerinden gelecek zararların önlenmesine vesile olur. Her ne olursa olsun yapılacak iyiliğin karşılığı maddi yönden olmasa bile, ma­nevi yönden mutlaka sevabı olacaktır.
Allah Teala da iyilikleri sever. Ona bol bol mükafat verir. Allah Tea­la iyilikleri ve kötülükleri takdir edip yazmış, iyiliklerin sevaplarını kö­tülüklerin de karşılıklarını belirlemiştir. İnsana düşen görev Hayatı bo­yunca iyiliğe meyletmek, ona niyetlenmektir. Zira kul bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenab-ı Hak onu yapılmış bir iyilik olarak kayde­der. Şayet iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenab-ı Hak o iyili­ği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar. Eğer kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenab-ı Hak bunu bir iyilik olarak kaydeder. Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu ya­parsa, Cenab-ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar.
Allah Teala her zaman iyilik edenlerle beraberdir.1*1 Onun uğrunda yapılan zerre kadar iyiliklerin karşılığı görülecektir. İyiliğin küçüğü bü­yüğü olmaz. İyilik iyiliktir, iyi niyetle yapılan her türlü davranış yaratıcı nezdinde değerlidir. Hak Teala bu hususta "Kim zerre kadar hayır iş işlerse onun karşılığını görür" buyurmuştur. insanların yaptığı her iyiliği Allah iyi bilir. Yaptıkları iyiliklerin farkındadır. Doğru dürüst iş yapanlar bu yaptıkları işlerin sevabından mutlaka yararlanacaklardır.
İyilik yapmaya niyetlenip de onu yapamayana bil iyilik sevabının yapılmış olması syüiğt niyetin bıie ne kadir önemli olduğunu göster­mektedir. Meşru olan her görev başlıbaşına bir hayır ve iyiliktir Hayır ve iyiliklerin derhal yerine getirilmesi gerekir İyiliklerin geciktilmeden zamanında yapılması önemlidir Bu konudaki uyanların dikkate alın­ın jsi, zaman geçirmeden bunların yapılması, nefsin bu konudaki oyala­yıcı ve geciktirici tavırlarına aldanılmaması onunla mücadele ve mücahedeye her ortamda devam edilmesi gerekir. Efendimizin haber verdiğine göre insanın güçlü kuvvetliyken, sağlığı yerindeyken, cimrili­ğin üzerinde, fakir düşmekten endişe etmekteyken, daha büyük zengin olmayı düşlerken verdiği sadakanın sevabı daha büyüktür. Yoksa can boğaza geldiği zaman verilen sadakanın fazla bir değeri yoktur. Zaten o mal varislerin olmuştur. Demek ki başkalarına yapılan iyiliğin zama­nım iyi belirlemek gerekir. Yoksa zamansız yapılan zoraki iyiliklerin bir değeri olmamaktadır. Gönül huzuru içinde, zamanında ve yerinde yapı­lan iyiliklerin değeri büyüktür.
İyilikler ve hayırlı işler içinde sadaka vermenin ayrı bir yeri vardır. Sadaka vermek her müslümanın görevidir. Sadaka verecek bir şey bu­lunmadığı takdirde mümin amelelik yapar, hem kendisine faydalı olur, hem de başkasına tasaddukta bulunur. Buna gücü yetmeyen veya iş bu­lamayan darda kalana, ihtiyaç sahibine yardım eder. Ona da gücü yetme­yen başkalarına iyilik yapmayı tavsiye eder. Bunu da yapamayan başka­larına kötülük yapmaktan uzak durur. Bu da onun için bir sadaka olur.
iyilik başlı başına bir değerdir. Onun azı çoğu olmaz. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ümmetinin iyi kötü bütün amelleri gösterilmiştir. Öyle ki iyi işlerinin içinde, gelip geçenlere eziyet veren şeylerin yollardan kaldırıl­ması bile vardı. Efendimiz müslümanları rahatsız eden yol üstündeki bir ağacı kesen bir kişiyi cennet nimetleri içinde yüzer gördü.300 Bu adam yol üzerinde bir ağaç dalı görmüş ve müslümanları rahatsız etmemesi için onu yoldan kaldırıp kenara atmıştı. Hak Teala onun bu amelinden hoşnut olmuş ve onu cennete koymuştur.
Yol üzerinde bulunan bir çöpü kaldırıp atmayı iyilik ve sevap açı­sından küçük görmemek gerekir. Önemli olan iyiliğin niceliği, sayısı de­ğil, niteliği, değeridir. Değerli olan iyiliktir. Zira önemsiz gibi görülen bazı şeyler vardır ki insan hayatı için önemlidir. Bunlardan dolayı on­lardan sevap kazanılır. Nitekim bazı sahabüer bir gün Efendimize zen­ginlerin bütün sevapları alıp götürdüklerini, onların kendileri gibi na­maz kıldıklarını, oruç tuttuklarını, ayrıca mallarının fazlasından da d aka verdiklerini söyledikleri zaman Efendimiz onlara her teşbihin her tekbirin, her tahmidin ve her tehlilin sadaka olduğunu, iyiliği emretme­nin kötülükten sakındırmanın hatta kişinin eşiyle birlikte olmasının bile sadaka kapsamına girdiğini haber vermiştir. Onların eşiyle birlikte olan birine bundan da sevap yazılıp yazılmadığını sormaları üzerine Efen­dimiz helal ve meşru yoldan giderilen her türlü ihtiyaçdan dolayı kişiye sevap yazılacağını ifade buyurmuştur. Burada sayılan hallerin hepsi güzel hallerdir ve hepsi başlı başına birer iyüiktirler.                           
Yüce dinimize göre her meşru ve güzel iş sadakadır. Hepsi iyilik kapsamına girer. Bir müslümanın diktiği ağaçtan yenen şey onun için sadakadır, bir iyiliktir. Çalınan şey de sadakadır, eksiltilen de onun için sadakadır. Dikilen ağaçtan insan, hayvan veya kuş yerse, bu yenen şey kıyamet gününe kadar o müslüman için sadaka olur. Kendisine iyilik sevabı olarak yazılır, Yine bir müslüman ekin eker de ondan bir insan veya kurt kuş yerse, bu o müslüman için sadaka olur. Ona iyilerin mü­kafatından mükafat verilir.
Hayırlı işler arasında özellikle su hayrının ayrı bir yeri vardır. Can­lılara su vermek hayırlı işlerin en başında gelir. Çünkü başlıbaşına bir iyiliktir. Nitekim vaktiyle bir adam yolda giderken çok susamıştı. Bir kuyu buldu ve içine indi, su alarak dışarı çıktı. Bir de ne görsün, bir kö­pek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyordu. Adam kendi kendine bu köpeğin de tıpkı kendisi gibi susa­dığını düşünerek hemen kuyuya indi. Ayakkabısını su ile doldurup yu­karı tırmandı. Köpeğe ayakkabıdaki suyu güzelce içirdi. Onun bu hare­ketinden Allah Teala hoşnut oldu ve adamı bağışlayıp cennetine koydu. Bu hikayeyi bizzat Resul-i Ekrem'den dinleyen sahabüer hayvanlardan dolayı da sevap kazanıp kazanmadıklarını sordular. Bunun üzerine Re­sul-i Ekrem "Her canlı sebebiyle mümine sevap yazılır" buyurdu. İn­sanın canlı adına ne varsa onun adına yaptığı her güzel davranışın iyilik olduğunu haber verdi. 
Hayvanlara yapılan iyilik ve onlara gösterilecek şefkat en önemli hayır yollarından biridir. Onlara verilecek bir yudum su bazı zamanlar çok anlamlıdır ve insana Hakk'ın rızasını kazandırır. Hayır yollarının sayısı sınırsızdır. Güzel sözün yanında güler yüz de en güzel iyilikler­den biridir. Efendimiz ashabından birine din kardeşini güler yüzle karşı­lamak gibi tabu bir iyiliği bile küçük görmemesini tavsiye buyurarak in­sanlar arası ilişkilerde nasıl bir yol tutulması gerektiğine işarette bulun­muştur.» İnanan kadınlara da seslenerek hiç bir hanımın bir koyun pa­çası ile bile olsa komşusuna yapacağı bir iyiliği küçük görüp ondan vaz­geçmemesini hatırlatmıştır.
Demek ki hiçbir iyilik küçük görülmemeli imkan dahilinde her iyilik, hayırlı ve güzel olan her iş yerine getirilmelidir. Her işte olduğu gibi hayırlı işlerde de belli bir ölçüye dikkat edilmeli, aşırılıktan uzak durmaya iyilikle­ri yerli yerince ve dengeli bir şekilde yapmaya özen gösterilmelidir.
İyiliği emir, kötülükten nehiy dinin temel ilkelerinden biridir. Bu­nun için ümmet içinde her zaman hayra çağıran bir topluluk bulunma­lıdır. Bu topluluk iyilik ve takvada yardımlaşmanda" Zira iyiliğe ön­cülük eden, onları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların se­vabı gibi sevap verilir. Maruf denilen iyilik, İslam'ın iyi olarak kabul et­tiği ve Allah'a taatin içinde saydığı her şeydir. Münker olarak ifade edi­len kötü lükse bunun zıddı olup, İslam'ın iyi saymadığı, dinin emirlerine aylan bulduğu ve Allah'a karşı masiyet olarak gördüğü şeylerdir. İyiliği emir ve kötülükten nehiy ilahi bir emirdir. Bu konuda Hak Teala "Siz­den hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bu­lunsun" buyurmuştur.» Buna göre kötülükler çoğaldığı zaman imanla­rın toptan helak olma tehlikesine dikkat çekti. Nitekim Efendimiz de bu tehlikeye işaret etmek üzere Ta iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiraz, ya da Allah kendi katından yalan zamanda üzerinize bir azab gönderir Sonra Allah'a yalvarıp dua edersiniz ama duaruz kabul edilmez" buyurmuştur.
Bütün müminlerin de onlar gibi kendilerine emredilen iyilikleri gö­nül huzuruyla kabul edip gereğini yerine getirmeleri, kendilerine yasak­lanan kötülüklerden vazgeçip ondan uzaklaşmaları gerekir. Müslüman­lara hayır ve iyilik yapmak Allah Teala'nın rızasını ve hoşnutluğunu ka­zanmaya vesile olur. Onlara yapılan her iyüiğe ecir ve sevap verilir. Kur'an'ın pek çok yerinde müslümanlar iyiliğe ve hayırlı işlere teşvik edilmiştir. Bu ayetlerden birinde "Ey müminler hayır işler işleyin ki kur­tuluşa eresiniz" Duyurulmuştur.
Buna göre kurtuluşa ermek isteyenler hayırlı işler yapmaya çalışmalı, insanlığa hizmet uğrunda birbirleriyle yanşmalıdırlar. Müslüman top­lumlarda tarih boyunca oluşturulmuş olan vakıflar ve diğer hayır kurum­lan, müslümanların insanlığın iyiliğine ne kadar çok çalıştıklarının açık bir delilidir. Bütün insanlara, hatta canlılara hizmet için kurulan bu ku­rumların aynı canlılık içinde eskiden olduğu gibi günümüzde de devam ettirilmesi gerekir. Efendimiz müslümanlardaki bu hayır ruhunu canlı tutmak için ümmetine hitaben din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın ihti­yacım da Allah'ın karşılayacağını, müslümandan bir sıkıntıyı giderenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini de Allah'ın gidereceğini haber vermiştir. Bunların hepsi birer iyilik, insanlık için birer hayırdır.
Aynı şekilde darda kalana kolaylık göstermek de başlıbaşına bir iyi­liktir. Böyle insanlara Allah da dünya ve ahirette kolaylık gösterecektir. Din kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da o kimsenin yardı­mında olacaktır. Çünkü Allah Teala iyüerle birliktedir. Onlan kendi hallerine bırakmaz. Yaptıklan iyiliklerine sevap yazar, onlara başka ha­yır yollarının kapısını açar.
Zaruri ihtiyaçlarım karşılayamadığı için borçlu duruma düşen bir insana yardım etmek güzel bir davranış, önemli bir iyiliktir. Bu yardım, alacaklının borçluya mühlet vermesi, ona süre tanıması şeklinde olabile­ceği gibi, borcunun bir kısmım veya tamamını ona hibe etmesi şeklinde de olabilir. Allah Teala'nın buna karşılık muinine dünya ve ahirette ko­laylık lütfetmesi, onun karşı tarafa yaptığı iyiliğin bir mükafatı olarak
 algılanmalıdır. Müminin görevi sadece din kardeşine yardıma olmakla da sınırlı değildir. İnana ve milliyeti ne olursa olsun bütün insanlığa hizmet etmek, yaratılanı yaratandan dolayı hoş görüp her insana aynı şekilde değer verip iyilik yapmak üstün bir iman anlayışının gereğidir. Olgun bir mümin insanların sorunlarıyla ilgilenmeyi, ihtiyaçlarını temin etmeyi ve sıkıntılarını gidermeyi bir ibadet aşkıyla yapar. Allah'a iman eden her insan da aynı şekilde insanlığa hizmet etmeyi, onlara iyilikte bulunmayı kutsal bir görev olarak kabul eder.
Efendimiz bu kutsal görevi her zaman yerine getirmiş, ashabına hep iyilik etmek için çalışmıştır. Ashabı arasında bir anlaşmazlık çıkınca bu­na üzülür, aralarını bularak onları barıştırmak için elinden geleni yapar­dı. Nitekim bir gün birbiriyle kavgalı iki kişinin kapıda bağınp çağırdık­larını duydu. Mesele alacak verecek meselesiydi. Bu iki adamdan biri olan borçlu adam, alacaklı olandan alacağının bir kısmını bağışlamasını ve kendisine anlayışlı davranmasını istiyordu. Alacaklı olan ise yemin ederek böyle bir şey yapmayacağını söylüyordu. Bunu duyan Efendimiz onların yanma çıktı ve o iyilik yapmayacağına yemin eden adamın ne­rede olduğunu sordu. Alacaklı olan derhal Efendimize cevap vererek borçlunun isteğini kabul ettiğini belirterek kusurunu telafi etti.317 Mümin yakın akrabasına yaptığı bu iyilikler sayesinde kazandığı güzel davra­nışlar ve sevaplar sayesinde dünyada huzurlu bir hayat yaşar, ahirette de Cenab-ı Hakk'ın rızasına kavuşur.
İnsanın çevresinde kendisine iyilik edeceği, izzet ve ikramda bulu­nacağı bir takım insanlar vardır. Ana baba dostları, onlardan geriye ka­lan değerli birer hatıradır. Onlara yapılacak her türlü iyilik değerli ve kıymetlidir. Ana baba dostlarına değer vermek, bizzat ana babaya değer vermek ve onların hatırasına saygı göstermek anlamına gelir.
Sahabe-i kiram bu güzel amelin ve ana baba dostlarına yapılacak iyiliğin ne kadar önemli olduğunun farkında idiler. Ana baba dostlarına saygı gösteren sahabilerden Abdullah İbni Ömer bir gün Mekke yolun­da bedevilerden bîri ile karşılaştı. İbni Ömer ona selam verdi Onu kendi bindiği bineğe bindirdi ve başındaki sarığı da çıkarıp ona verdi. Kendi­sine bu adamın bedevilerden biri olduğu, onların aza kanaat ettikleri, neden kendisine bu kadar ilgi gösterdiği söylenince İbni Ömer vaktiyle bu zatın babasının babası Ömer'in dostu olduğunu söyledi. Soranlara bu konuda en makbul iyiliğin baba dostunun ailesini koruyup gözetmek olduğunu haber verdi. İbni Ömer'in yaptığı gibi ana babanın Ölümün­den sonra onların dost ve ahbaplarına yapılacak iyilikler ana babaya gösterilen vefa duygusunun bir parçasıdır. Vefa duygusunun gereğini yerine getirmek ise en önemli iyiliklerden biri olduğu gibi, insanı insan yapan en önemli özelliklerden de birisidir.
iyilik duygusuna sahip olan kim olursa olsun karşüığmı görür. Ka­fir bile olsa bir insan iyilik yaptığı zaman, onun karşılığında kendisine dünyalık bir nimet verilir. Mümine gelince, Allah onun iyiliklerine vere­ceği karşılığı genellikle ahirete saklar, dünyada da yaptığı kulluğa göre ona rızık verir. Allah, hiçbir muininin işlediği iyiliği karşılıksız bırak­maz. Mümin, yaptığı iyilik sebebiyle hem dünyada hem de ahirette mü­kafatlandırılır. Kafire gelince, dünyada Allah için yaptığı iyilikler karşı­lığında kendisine nzık verilir. Ahirette ise, kendisiyle mükafatlandırılacağı herhangi bir hayrı kalmaz.
İyilikler günahları yok eder. Bir kadını öpmüş olan bir kişi Resulu Ekrem'e gelerek işlediği hatayı anlattı. Bunun üzerine Allah Teala iyilik­lerin kötülükleri silip süpüreceğini belirten ayetini indirdi. O kişi bu hükmün yalnız kendisi için mi geçerli olduğunu sordu. Resul-i Ekrem de cevaben bunun bütün ümmetine ait olduğunu söyledi. Müminin kendisi için yaptığı en hayırlı iyiliklerden biri de beş vakit namazdır. Bu beş vakit namaz müminde kötülük bırakmaz, hepsini siler süpürür. Irmakta yıkanan insanda kir kalmadığı gibi, beş vakit namazı kılan bir müminde de günahtan eser kalmaz
Başkalarına iyilik yapan insan elbette hayırlı ve güzel insandır. Bu açıdan toplumda başkalarına yardımı dokunan birine gıbta edilir, imre-nilir. Onun gibi olmak istenilir. Zira o cömert insandır. Hak Teala da cömerttir, cömert olanları sever. Kullarına verdiği nimetlerin bir kısmı run kendi uğrunda harcanmasını ister. Bundan razı ve hoşnut olur. Har­cayanlara bol bol "erir. Bunun için "'Siz Allah rızası için başkalarına ne harcarsanız Allah onun yerini daima doldurur" buyurmuştur.» Hakkın rızasını kazanmak için harcamak şartıyla başkalarına yapılan bütün iyi­likler insanın kendi yararınadır. Hiçbir iyilik boşa gitmez. Hayır na­mına yapılan her iyiliği Allah Teala bilir, ona göre ecrini verir.
İnsana ecir kazandıran daha başka iyilikler de vardır. En üstün iyi­liklerden birisi de müminin birisine sağıp sütünden faydalanması için ödünç olarak sütü sağılan bir hayvan vermesidir, ihtiyaç sahibi birine ikram edilecek bir bardak süt yerine göre büyük bir iyiliktir. Bir yolcu­nun duasını almak, bir fakirin karnını doyurmak güzel şeylerdir, insan­lara hizmettir. Hizmet olan her güzel amel iyiliktir. Böyle güzel amelle­rin sevabını umarak ve mükafatını Allah'dan bekleyerek hayır namına yapılan ameller sebebiyle Allah Teala kulunu cennete koyar. Zira bu gibi iyiliklerde cömertlik vardır.
İyilik yaparken iyiliğn sınırlarına dikkat etmek gerekir. Sınırların ih­lal edildiği bir iyilik iyilik olmaktan çıkar. Bunun için ne olduğu belli olmayan şüpheli şeylerden uzak durmak gerekir. Şüpheli şeylerle iyilik yapılmaz. Onlardan uzak duranlar ancak zühd ve takvalarını muhafaza edebilir, dini ve ahlakı bakımdan olgunluğa erebilirler. İyiliğe ulaşabilir, iyi insanlardan olabilirler. Çünkü iyilik güzel ahlaktan ibarettir. Güzel ahlak içine giren Özellikler iyiliktir. Günah ise insan kalbi tırmalayan şeydir. O iyi değil kötüdür, insan onun diğer insanlar tarafından bilin­mesini istemez. Demek ki önce iyiliğin ne olduğunu öğrenmek gere­kir. Vabisa İbni Ma'bed bir gün iyiliğin ne olduğunu öğrenmek maksa­dıyla Resul-i Ekrem'in huzuruna geldi. Efendimiz ona bu konuda kalbi­ne danışmasını, iyiliğin nefsin uygun gördüğü ve yapılmasını kalbin onayladığı şey olduğunu, günahın ise insanın içini tırmalayan ve başka­larının yapılması için fetvalar verse bile insanın içinde şüphe ve tered­düt uyandıran şey olduğunu ifade buyurdu.
Güzel ahlak, iyiliklerin en başında gelir.Güzel ahlak iyilikleri be­nimsemek, kötülüklerden uzak durmaktır. Bir kimse insanlarla güzel geçinerek yani onlara iyilik ederek, merhametli davranarak, kibirlenme­yerek, şiddet göstermeyerek, öfkelenmeyerek, zarar vermekten sakına­rak, verdikleri sıkmalara, yaptıkları kötülüklere sabrederek ve güler yüzlü davranarak büyük sevaplar kazanır. Öyle sevaplar kazanır ki. Efendimizin diliyle mümin, güzel ahlakı sayesinde, gündüz oruç tutup gece namaz kılan kimselerin derecesine ulaşır.
Efendimiz iyi huyun Allah katında çok değerli olduğunu anlatmak için onu nafile olarak tutulan oruç ve geceleri kılman nafile namaz ile bir tutmuştur. İyi huy müminin en belirgin özelliğidir. Güzel ahlakın bir ge­reği olarak haklı bile olsa çekişip didişmeyen kimseye cennetin kenarında bir köşk verileceğine, şakadan bile olsa yalan söylemeyen kimseye cenne­tin ortasında bir köşk ihsan edileceğine kefil olan Efendimiz, güzel ahla­kın önemini belirtmek için ayrıca iyi huylu kimseye cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine kefil olduğunu beyan buyurmuştur.
İyi huy denilen güzel ahlak insanın en değerli meziyetidir. Müslü­manlar huyları güzelleştiği ölçüde Allah'a ve Resulüne yaklaşır, onların sevgisine hak kazanırlar. Nitekim Abdullah Ibni Mübarek bir yolculuk sırasında kötü huylu bir adamla arkadaş olmuştu. Adamın suyunca gitmeye, dediklerini yapmaya, onu kırmamaya çalıştı. Yolculuk sona erip de kötü huylu arkadaşından ayrılırken îbni Mübarek, çok değerli bir dostundan aynhyormuş gibi ağlamaya başladı. Onun bu haline hay­ret edenlere kendisinin bu adama acıdığı için ağlamadığını, yolculuğun bittiğini, ondan ayrıldığını, fakat onun kötü huyunun hala kendisiyle beraber olduğunu söyledi.
Aklı başında bir kimse kendini tanımaya gayret etmeli, kötü huyla­rını bulup onlardan kurtulmaya çalışmalıdır. Allah Teala'run en çok sevdiği kimseler, iyi huylu kimselerdir. Aynı zamanda iyi huylu kimse­ler, Efendimizin en çok sevdiği ve kıyamet günü kendisine en yakın me­safede bulunacak kimselerdir. Güzel sohbet ediyor dedirtmek için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler ve bügiçlik etmek için lügat paralayanlar ise Efendimizin en sevmediği ve kıyamet günü ona en uzak mesafede bulunacak kimseler­dir. Bu anlamda "Kötülüğe kötülük her kişinin kandır, kötülüğe iyilik er kişinin kandır" diyen güzel demiştir.
Hayır ve iyilik yapmanın çok çeşitli yolları vardır. İnsanın hayat ar­kadaşı olan hanımıyla hoşça geçinmesi, yemek yerken eşini sevindirmek için onun ağzına bir lokma uzatması bile bir iyiliktir.
Dindarlık gayretiyle de olsa, aşırılığa kaçmak doğru değildir. Aşırı­lık dünya işlerinde olduğu gibi din işlerinde de insan hayatını altüst eder. Halbuki dinin gayesi insan hayatını düzene koymak, toplumda huzur ve güveni sağlamaktır.
İnsan ne kadar ibadet yaparsa yapsın, bir insan bu hareketleriyle kurtuluşunu temin edemez. Zira kurtuluş Allah Teala'nın lutfu iledir. O halde yapılacak iş, mutedil ve müstakim bir çizgide dini yaşamak, onun esaslarına tüm hayatta bağlı kalmak, güç ölçüsünde çalışmaktan ibaret­tir, işte bu tabiilik ve i'tidal, insanın hem dünyada huzur ve mutluluğu­na hem de ahirette kurtuluşuna sebeptir. Dini bir maksatla bile aşırılığa gerek olmadığına göre, artık başka hiçbir sebep ve gerekçe ile itidal ve istikametten aynlmamak lazım gelir. Kötüler ve kötülükler, ancak iyiler ve iyilikleri çoğaltmak ve desteklemek suretiyle önlenebilir.
Sevaptan başka herhangi bir karşılık beklemeden sırf iyilik niyetiyle yapılan hayır çeşitlerinin dinimizdeki ortak adı sadakadır. Sadaka deni­lince ilk anda aklımıza, çarşıda-pazarda dilenenlere verilen küçük mad­di yardımlar gelir. Bunlar sadakanın yaygın fakat çok özel bir çeşididir. Aslında Allah rızası için yapılan her şey sadakadır. Güler yüz ve tatlı söz başta olmak üzere aile mutluluğuna katkıda bulunmak düşünce ve niyetiyle erkeğin sofrada hanımının ağzına uzatacağı bir kaşık çorbaya varıncaya kadar her şey sadakadır. Ancak hadis-i şerifteki sadakadan maksat, maddi iyiliktir. Şartlar zorlaştıkça duygular aleyhte yoğunlaş­tıkça yapılacak iş ve iyilik daha da kıymet kazanır. Bu yüzden kim ne iyilik yapacaksa, tam bir niyet ve irade ile yapmalıdır. "Ne verirsen elin­le o gider seninle" sözü bu açıdan oldukça yerindedir. Geridekilerin geçmişleri adına yapacakları iyilikler, kendi iyilikleridir, geçmistekilerin iyiliği değildir. O halde adımıza başkalarının yapacağı iyiliklere bel bağ­lamak yerine, bizzat kendimiz için nasıl bir iyiliği layık görüyorsak onu kendimiz yapmalıyız.
Hayatta, sıhhat ve afiyette iken verilen sadaka, yapılan iyilik; hasta­lıkta ve hele hele ölüm döşeğinde yapılacak iyilikten üstündür. Dünya ile ilginin zayıfladığı ihtiyarlık döneminde, hayır ve iyilikleri arttırmak, kulluk gayretlerine hız vermek ve böylece son anda olsun bir şeyler elde etmeye çalışmak, her aklı başında insanın yapması gerekli bir atılımdır. Üstelik böyle bir tavır, teşvik de edilmiştir.
Efendimiz layık olana da olmayana da iyilik yapılmasını, eğer iyilik yerini bulmuşsa isabet edilmiş olacağım, yerini bulmazsa kişinin iyiliğe ehil olacağını ifade etmiştir. Demek ki iyilik bir görev bir sorumluluk­tur. Görev, birinin insan üzerindeki hakkım ödemek olarak kabul edilir. Buna göre insanın çeşitli görevleri vardır.
Görevler üç kısma ayrılır, insanın Allah'a, kendi nefsine ve ehline yani çevresindeki insanlara karşı olan görevleri vardır. Ehline karşı olan görevleri de birkaç kısma ayırmak mümkündür. Buna göre insan olarak, Allah'a ve kendi nefsine karşı olan görevleriyle beraber ana babasına, çocuklarına, eşine, akraba ve komşularına, emrinde çalışan işçilerine, iş yerlerinde çalıştığı iş sahiplerine ve genel olarak tüm insanlara karşı olan görevleri vardır.                                                                      
     Kulların Allah'a karşı olan görevleri ona itaat ve kulluk etmeleri ve ona hiç bir şeyi ortak koşmamalandır. Kendisine karşı olan görevi, ken­disini maddî ve manevi yönden her türlü zararlı olan şeylerden koru­masıdır. Diğer insanlara karşı görevleri kul haklarına saygılı olmaktır,   
     Kuran ve sünnette işaret edilen çeşitli görevlerini yerine getiren in­sanlar, huzur ve mutluluğa ererler. Stres ve benzeri sıkıntılardan kurtu­lurlar. Görevlerini yerine getintlis. olmanın mutluluğu içinde yaşarlar. Karşılıklı görevleri Allah ve peygamberin emrettiği gibi yerine getiren în-sanların bulunduğu aile ocağı, gecekondu bile olsa, cennetin bir köşesine döner.
    insan her şeyden önce evinin reisi, idarecisidir. Ondan sorumludur. Nitekim Efendimizin ifadesine göre her insan bir çobandır ve herkes eli altında bulunanlardan sorumludur. İdare amiri ve kumandanlar da birer çobandırlar, insan, ailesi üzerinde bir çobandır ve onlardan sorumludur. Kadın, kocasının evi üzerinde bir çobandır ve o da ondan sorumludur.3»
Aile reisi aile fertlerini mutlu etmeyi hedef almalıdır. İnsanın mutlu olması her şeyden önce iyi bir din kültürü almasıyla mümkündür. Bu sebeple aile reisi idaresi altındakilere öğrenilmesi farz olan bilgileri öğ­retmeli ve böylece onları -ayet-i kerimede belirtildiği üzere- yakıtı insan­lar ve taşlar olan cehennem ateşinden korumalıdır. Sonra onları en iyi şekilde yedirip giydirmeli, en iyi meskenlerde yaşatmaya gayret etmeli ve onların birbirleriyle iyi geçinmelerini sağlamalıdır.
Efendimiz ashabına her fırsatta sorumluluklarını hatırlatır, onlara bu konularda bilgiler verirdi. Nitekim bir defasında Malik ibnü'I-Huveyris ve arkadaşları bir heyet halinde Efendimizin yanma gelmiş­lerdi. Onlar, yaşlan birbirine yalan gençlerdi. Resul-i Ekrem'in yanında yirmi gece kadar kaldılar. Efendimiz onların eşlerini özlediklerini anla-di. Onlara geride ailelerinden kimleri bıraktıklarını sordu. Onlar da du­rumlarım kendiline bildirdiler. Efendimiz gayet yumuşak ve merhamet-ti idi. Onlara ailelerinin yanlarına dönmelerini ve öğrendiklerini onlara öğretmelerini söyledi,
Aile reisi evli bir erkek isini bitirdikten sonra ailesine dönmeli ve ço­luk çocuğunun başında bulunmalıdır. Zira bu onlara yapılacak en büyük iyiliktir. Aile reisi başlarında bulunduğu sürece onlara ilim ve ahlak öğ­retmeli, kötülükten vazgeçirmelidir. Çünkü insan, ailesinin, çoluk çocu­ğunun yaşantısından sorumludur. Herkes bu vazifelerini yapıp yapmadı­ğından sorumlu tutulacak, Allah'a hesap verecektir. Vazifesini yapan sevab alır, kurtulur. Yapmayan da günah kazanır, cezaya müstahak olur.
Erkek evin reisi olup ondan sorumlu olduğu gibi kadın da evin bek­çisi, onun koruyucusudur. Kadının evi için yapacağı en büyük iyilik bu­dur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda kadının kocasının evinde bir çoban olduğunu ifade etmiştir. Buna göre kadın da sorumluluklarını bilmeli, evine iyi sahip olmalıdır. Erkek ve kadın aile içinde uyuma özen göstermeli, çocuklarının huzur ve mutluluğu için çaba sarfetmelidirler. Kadın kocasına karşı sorumlu olduğunu düşünerek evini imkanları öl­çüsünde en güzel şekilde tanzim etmeli, kocasının haklarını korumalı, malını israf etmemeli ve ona her türlü ihanetten sakınmalıdır. Onun önemli bir görevi de çocuklarını iyi bir insan ve iyi bir müslüman olarak yetiştirmeye çalışmak, bilgi, görgü, eğitim ve öğretimleriyle ilgilenmek­tir. Bu da büyük bir iyiliktir.
Aile içi sorumluluk daha çok erkek üzerindedir. Erkek dostunu düşmanını iyi bilmeli, insanlarla ilişkilerinde buna dikkat etmelidir. Kendisine iyilik edene, iyilikle karşılık vermelidir. Efendimizin bu ko­nudaki açıklamalarına göre kime bir iyilik edilirse, kişi o iyiliğe mukabe­le etmeli, eğer mukabele edecek bir şey bulamazsa, kendisine yapılan o iyiliği övmelidir. Kendisine olan bu iyiliği övdüğü zaman, insan ona te­şekkür etmiş olur. Eğer bu iyiliği gizler övüp başkasına söylemezse, onu inkar etmiş olur. Kim, kendisine verilmemiş bir şeyle bezenirse sanki o, iki yalan elbisesi giymiş, baştan aşağı yalana olmuştur.
İnsanın kendisine ikram edilen bir şeye karşılık vermesi de güzel bir davranıştır. Kayda değer bir iyiliktir. İnsan bir hediyeye nail olunca, ona karşılık olarak bir şey ikram etmelidir. Bir ikramda bulunamayacak du­rumda olan kimse de hiç olmazsa gördüğü iyiliği övmeli ve onu söyle­melidir. Çünkü bir kimseyi yüzüne karşı övmek ve medihte bulunmak uygun bir hareket değildir. Bu övgü, yapılan iyiliğe teşekkürle karşılıkta | bulunmak yerine geçer. Bu teşekkürü yapmayan kimse, kendisine ikram edilen nimeti inkar etmiş olur.
Aksine bir kimse de başkasından herhangi bir hediye almadığı hal­de, kendini almış gibi gösterir ve bununla başkalarını kızdırrsa, baştan aşağı yalana durumuna düşmüş olur. Biri yukarıdan ve diğeri aşağıdan olmak üzere iki parçadan ibaret yalana elbisesi ile süslenmiş olur. Bir defa kendisinde olmayan bir şeyle vasıflanmış, bir de başkasında olma­yan ikram hasleti ile onu vasıflandırmıştır. Böylece katmerli yalancılar­dan olmuştur. Yalan ise haramdır.
İyilikte bulunana iyilik etmek lazımdır. Efendimiz bununla ilgili olarak "Size herhangi bir iyilikte bulunana karşılık veriniz. Verecek bir şey bulamazsanız, ona dua ediniz ki, kendisine bir karşılık verdiğiniz bi­linsin" buyurmuştur.
İnsanlardan çektiği sıkıntı ve eziyetten veya başka sebeplerden do­layı muztar duruma düşüp Allah'dan yardım isteyen, lütuf bekleyen olursa, ona yardım etmek ve onu korumak müminlerin vazifesidir. Zor durumda olan din kardeşine yardım etmek Resul-i Ekrem'in tavsiyeleri arasındadır.
Bir de Allah 'ın adını anarak Allah rızası için, dileneni boş çevirme-yip ona ihsan etmekte Allah Teala'nın adına hem saygı vardır, hem de Allah'ın yaratıklarına merhamet vardır. Söz veya işle bir kimseye iyilik edildiği zaman, mümkünse o iyiliğe daha iyisi ile karşılık verilmelidir. Edilen iyiliğe karşılık bir şey bulunamazsa, iyilik edene, hediye verene dua edilmelidir. Dua etmekle iyiliğe karşılık verilmiş, nimete şükredil­miş olur.
Maddi iyiliğe karşı maddi ve manevi bir iyilikle karşılık vermek el­bette güzel bir davranıştır. Maddi olarak karşılık veremeyen en azından manevi bir karşılık vermeye dua etmeye çalışmalıdır. Muhacirler bir gün Efendimize ensanın bütün sevapları alıp götürdüğünü, kendilerine bir şey kalmadığını söylediklerinde Efendimiz onlara Allah'a dua ettikçe ve kendilerine verdikleri şey sebebiyle onları övdükçe onlara sevap oldu­ğunu söyledi.
Mekke müşriklerinin eza ve cefalarına dayanamayarak bütün mal varlıklarını ana vatanlarında bırakarak Habeşistan ve Medine gibi uzak beldelere hicret etmek zorunda kalan ashab-ı kirama muhacir denir. Özel olarak Medine'ye hicret edenlere de muhacirin denilir. Bütün maddi imkanlarından mahrum olarak Medine'ye göç etmek ve oradaki müslüman kardeşlerine sığınan muhacirler, dünya tarihinde görülme­miş bir ikrama nail olmuşlardır. Muhacirlere bu derece yardım yapan Medineli müslümanlara da ensar denir. Ensar tarafından gösterilen bu fevkalade hizmet ve kardeşlik anlayışından dolayı mahcub olan muhaçitler, onların bütün sevapları alıp götürdüklerini zannederek Efendimi­ze bu durumdan yakınmak zorunda kalmışlardır. Onların bu kadar iyi­lik ve ikramlarına karşı verecek bir şeylerinin olmayışından dolayı üzü­len muhacirleri Efendimiz teselli etmek, gönüllerini rahatlatmak için on­lara dua ettikçe Allah'a şükretmiş olacaklarını ve böylece kendilerinin de sevab kazanacaklarını belirtmiş olmaktadır. İnsanlara dua ve teşek­kür etmek güzel bir haslettir. Efendimiz bunun önemi konusunda 'İn­sanlara teşekkür etmeyen, Allah'a şükretmiş olmaz" buyurmuştur.   
Bir iyiliğe karşılık aynın ile veya daha fazlasıyla karşılık verilemez­se, o takdirde iyilik edene duada edilir, övgüde bulunulur. Bu yapıldığı sürece kişi sevab kazanır. Çünkü bu nimete şükürdür. Şükür ise güze) bir davranıştır. Nimete vesile olana teşekkürde bulunmak da gerçekte nimeti verene bir teşekkür olduğundan Allah'a şükür yerine geçer. Bu görevi yerine getirmeyen, Allah'a şükretmiş olmaz, sevab elde edemez. Allah'a şükretmeyen bir nefis de nankör bir nefistir. Hakk'a karşı itaat etmemiş, kadir kıymet bilmemiştir.
Sevab elde etmek Hakkın rızasını kazanmak için nefsi zorlamak ge­rekir. Zira nefis yaratılış olarak hayra karşı ağır davranır. Hayrı fazla sevmez, ölümü asla istemez. O güzel terbiye edilmezse Hakk'a isyan eder, ona karşı gelir. Onu güzel davranışlara karşı yönlendirmek, iste­meyerek de olsa güzel işlere teşvik etmek lazımdır. Aksi takdirde her şey onun isteğine bırakılacak olursa, nefis ancak heva ve hevesine tabi olur, boş şeylerin peşine düşer. Onu belli bir disiplin altına almak, sü­rekli olarak denetim altında tutmak gerekir.
Bir hayrı sevmezse başka bir hayra yönlendirmek, bir iyiliği iste­mezse başka bir iyiliğe sürüklemek, bir şeyden yorulursa başka bir şeye yöneltmek, ona fazlaca fırsat vermemek lazımdır. Zira hayır ve iyilik yolları çok, insana fazla zaman yoktur. Nitekim Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme amellerin hangisinin daha hayırlı olduğu sorulduğunda Efendimiz ilk önce Allah'a inanmak ve Allah yolunda cihad etmek olduğunu beyan buyurdu. Azad etme bakımından kölelerin hangisinin daha hayırlı o1duğu sorulunca, kıymetçe en yükseği ve sahipleri katında en iyisinin hayırlı olduğunu ifade buyurdu. Bunları soran adam bunlardan birini yapmaya gücü yetmezse, ne yapacağını sordu. Efendimiz malı helak  olana yardım etenesini veya kazanamayan zavallıya iyilikte bulunmasını söyledi. Adamın sorularına devam ederek çaresiz olur, bunları yapa­mazsa o durumda ne yapacağını sorması üzerine Efendimiz kötülükten uzak durmasını, bunun bir sadaka olduğunu söyledi.
Amellerin makbul ve sahih olabilmesi için, iman esastır ve şarttır. Her insan iman etmekle mükelleftir. îman olmaksızın hiç bir amel kurtu­luşa vesile olamaz. Onun için Efendimiz amellerin en hayırlısının Al­lah'a iman olduğunu söylemiştir. Allah'a iman, onun varlığına ve pey­gamberi aracılığıyla gönderdiği hükümlerin tümüne inanıp, kalb ile tas­dik etmek, dil ile söylemektir.
Allah yolunda cihad, Allah'ın emirlerini korumak ve yaymak oldu­ğundan, imandan sonra en kıymetli ve en faziletli ameldir. İnsanın sahip olduğu en büyük iki varlığı olan mal ve can ile cihad yapılır. Bunun üs­tünde başka bir amel düşünülemez.
Kölenin en kıymetlisini azad etmek de büyük sevaplardandır. Bun­lara gücü yetmeyen, varlıktan darlığa düşerek muhtaç bulunanlara, ya­hut çalışmaya kabiliyeti olmayan zavallılara yardım etmek suretiyle ha­yırlı amellerde bulunur. Bunlardan herhangi birini işleyecek durumda olmayan kimse de insanlara kötülük etmez, onlara zarar vermez. Bun­dan dolayı da ecir alır, sevab kazanır.
İyilik eden iyilik, kötülük eden de kötülük bulur. Efendimiz bu ko­nuda dünyada iyilik edenlerin ahirette iyiliğe kavuşacaklarım, dünyada kötülük edenlerin de ahirette kötülükle karşılaşacaklarını ifade etti. Dünyada iken insanlara iyilik ve yardım edenler, Allah'ın emirlerini yeri­ne getirmiş olmakla sevab kazandıklarından, ahirette bu amellerinin mü­kafatını görürler. Allah onlara ahiret nimetlerini taddırır ve onlara türlü türlü ikramlarda bulunur. Onlar ahirette iyi kimseler arasında bulunurlar. Dünyada Allah in yasakladığı şeyleri yapanlar, insanlara eza ve cefa edenler de yaptıklan bu işlerin cezasını ahirette çekerler. Kötü muamele görürler ve kötüler arasında bulunurlar. Onun için iyilere yakın olmak gerekir.
    Harmele bîr gün Efendimizin yanına gelmişti. Efendimize ne yap­ması gerektiğini kendisine neyi emrettiğini sordu. Efendimiz ona iyilik yapmasını ve kötülükten sakınmasını tavsiye buyurdu. Harmele sonra geri döndü, kafileye katildi. Sonra tekrar döndü, Resul-i Ekrem'in yanı­na yanaşıb, yine ne yapması gerektiğini sordu. Efendimiz yine iyilik yapmasını kötülükten sakınmasını söyledi Bir de insanların yarımdan kalktığı zaman kendi hakkında kulağına hoş gelecek hangi şeyi söyleye­ceklerine bakıp onu yapmasını ve insanların yanından kalktığı zaman, insanların kendisi hakkında hoşuna gitmeyecek hangi şeyi söyleyecekle­rine bakarak onu da yapmamasını belirtti. Harmele Resul-i Ekrem'in yanından ayrılıp geri döndü. Bu iki sözün hiç bir şeyi açıkta bırakmadı­ğını, her hikmeti içinde topladığını anladı.
Dinimizdeki hükümler, emirler ve yasaklar olmak üzere iki kısma ay­rılır. Mükellefler tarafından yapılması istenen işler, emirler kısmına girer ki, farz, vacib ve müstehab diye derecelere ayrılır. Mükellefler tarafından ya­pılması istenmeyen işler yasaklar kısmına girer. Bunlar da haram, tahrimen mekruh ve tenzihen mekruh kısımlarına ayrılır. Genel anlamda birinci kı­sım hükümlere maruf, ikinci kısım hükümlere de münker denir. İşte maru­fu benimseyip onları yapmak, münkeri öğrenip ondan sakınmak, dinin hü­kümlerini tamamen yerine getirmek olacağından Efendimizin bu iki sözü her hikmeti kendinde toplamış olmaktadır. Bundan daha kısa ve manası geniş söz olamaz. Harmele bunları düşünmüş ve bu sözün ne kadar ilim ve hikmet dolu bir söz olduğunu takdir etmiştir.
Yine insanlar, bir kimseyi iyi hareketinden dolayı medhu sena edip öveceklerinden ve bu övgü de kulağa hoş geleceğinden övgüye sebep ola­cak şeyi yapmak, marufu islemek demektir. Kulağa hoş gelmeyecek södere sebep olacak iş ve hareketler de münker şeylerdir. Bunların yapılmaması icab eder. İslam inanç ve ahlakını yasayan dindar insanlar birer murakıp ve hakem kabul ediürlerse onların görüşü dikkate alınmalı, müminler hareketlerine o istikamette çeki düzen vermelidirler Onların iyi dediği şey­leri yapmalı, kötü dedikleri şeylerden sakınmalıdırlar
iyiliklerin sayısı çoktur. Mümin bunlardan en az birini yapmaya çalışmalıdır. Efendimizin ifadesine göre "Her iyilik bir sadakadır.
Sevab olduğuna niyet ederek ve Allah'dan bir mükafat bekleyerek yapılan her davranış iyilik kapsamına girer. O başlıbaşına bir hayır ve bir sadaka demektir. Maddi değerlerden sevab kazanıldığı gibi, manevi değerlerden de sevab kazanılır. Bu durum zengin fakir bütün müsiümanlara sevap kazanma yolu açar. Nitekim Efendimiz bir gün as­habına her müslümanın sadaka vermesi gerektiğini söyledi. Onlar mad­di olarak verecek bir şey bulamayanın ne yapması gerektiğini sormaları üzerine eli ile bir işte çalışacağını, böylece kendisinin faydalanacağım ve kazandığından sadaka vereceğini ifade etti. Ona da gücü yetmezse o takdirde ne yapması gerektiği sorulunca bu defa Efendimiz yardıma muhtaç olanlara sözle veya işle yardım edilmesini tavsiye etti. Onu da yapamazsa denilmesi üzerine iyiliği emredeceğini veya hayırlı şeyi em­redeceğini belirtti. Onu da yapamazsa diyenlere karşı Efendimiz kötü­lük işlemekten kendini alıkoyacağını, çünkü bunun da onun için bir sa­daka olduğunu ifade buyurdu.
Efendimiz benzer hususları Ebu Zer'e de tavsiye etmiştir. Ebu Zer bir gün amellerin hangisinin daha faziletli olduğunu sorduğunda Efen­dimiz ona Allah'a iman etmenin ve onun yolunda cihad ermenin en fazi­letli amel olduğunu söyledi. Kölelerin hangisini azad etmenin daha üs­tün olduğunu sorması üzerine değeri en yüksek olanın ve sahipleri ka­tında en iyi olanın olduğunu haber verdi. Bunlardan birini yapamazsa ne yapacağını sorması üzerine, malsız bir fakire yardım etmesini, veya çalışamayan bir acizin işini yapmasını tavsiye buyurdu. Bunu da yapa­mazsa başka ne yapacağım sorması üzerine Efendimiz insanlara kötülük etmeyi bırakmasını, kötülüğü terk etmenin bir sadaka olduğunu, onu kendisi için sadaka vermiş olacağım söylemiştir.
Allah'ın rızasını kazanmaya vesile olan amellerin sayısı görüldüğü gibi bir hayli fazladır. Birini yapamayan bir diğerini yapabilir. Önemli olan onun rızasını kazanmaya çalışmaktır. Ona giden yollar çoktur. O yol­lan insanlara göstermek gerekir. Ashab-ı kiramın malca fakir olanları, zengin olanların hayır ve hasenatım göz önünde bulundurarak, zenginle­rin bütün sevablan alıp götürdüklerini, kendilerine bir şey kalmadığım düşünerek umutsuzluğa kapılmışlar, bu endişelerini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme iletmişlerdi. Çünkü zengin, fakir gibi namaz kılıyor, oruç tutuyor ve diğer ibadetlerini yerine getiriyordu. Üstelik fakirlerin yapamadığı ha­yır ve hasenatı da yapıyor, bu bakımdan amel balonundan üstün bir du­ruma geçmiş oluyorlardı. Bu durumda zengin müslüman olmanın fakir müslüman olmaktan daha faziletli olduğu akla gelmektedir.
Bu hususta çeşitli görüşler vardır. Allah katında fazilet ve üstün­lük ancak takva iledir. Zira Cenab-ı Hak bu hususta "Allah katında si­zin en iyiniz, takvası en fazla olanınızda" buyurmuştur. İster fakir ol­sun, ister zengin olsun, Allah'ın emirlerini en iyi şekilde yerine getiren ve yasaklarından en çok sakınan, kısacası içi ve dışı ile Allah yoluna tam bir ihlasla koyulan Allah katında en iyi kimsedir. Fakirle zengin arasında takvada eşitlik olduğu takdirde zengin hayır ve hasenatı ba­kımından daha üstün bir mevkie yükselmiş olur. Ancak mal çokluğu her zaman insana üstünlük kazandırmaz. Zira genellikle insanları meşgul eden, onları kibir ve sefahata sevkeden çoğu kere dünyaya mahkum eden mal mülk sevgisidir. Büyük servetin hesabı ve sorumlu­luğu da büyüktür. Hayır yollarına harcanmayan, biriktirilip saklanan servet sahibine vebaldir. Para ve mal, nereden ve nasıl kazanılmış ve hangi yollara harcanmışsa mutlaka onların hesabı sorulacak, sahibi on­lardan sorumlu tutulacaktır. Bunların hesabım vermek ve sağ salim kurtulmak zor bir iş olduğundan zenginlerin durumu, fakirlere nispet­le daha tehlikeli olur. Fakat istisnai durumlar olabilir.
Herkes takva ölçüsünü kendine ölçü edinmelidir. Yoksa mutlak surette ne zenginlik, ne de fakirlik tercih sebebi olamaz. Yalnız zenginlik halinde takva, fakirlik halindeki takvadan daha az bulunur. Çünkü mal çokluğu in­sanı hareketlendirir, çoğu zaman dini vazifelerini ihmal etmeye, zamanla terk etmeye sebep olur. Nefsani arzuları kamçılar, insanı olmadık mecrala­ra sürükler. Bundan dolayı Efendimiz durumlarının ne olacağını soran fa­kirlere onların çektiği teşbih ve tahmidlerin, helal zevcelerinden faydalan­malarının birer sadaka hükmünde olduğunu haber vermiştir.
Bütün bu iyilikler sadaka kapsamına girer. Yapılan hiçbir şey boşa gitmez. Bir çöpün bile yeri geldiği zaman değeri vardır, insana sevap kazandırır. Kendisini cennete koyacak bir amel göstermesini söyleyen birine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem insanların gelip geçtiği yollardan zarar veren şeyleri gidermeyi göstermiştir.
insanların gelip geçtiği yollar üzerinde bulunan ve geçenlere zarar veren taş, toprak, çalı çırpı gibi şeyleri gidermek ve geçenlere kolaylık sağlamak bir hizmettir. Halka faydalı olan bir hizmet karşılıksız kalmaz. Bu şekilde insanlara hizmet edenler sadaka vermiş gibi sevab kazanırlar. Sevab kazananlar da cennetlik olurlar. Nitekim bir adam yolda bir dike­ne rastladı. Bunun üzerine kendi kendine "Bu dikeni kaldırıp atacağım, bir müslümana zarar vermesin" dedi. Bundan dolayı adamın günahlan bağışlandı. Aynı konu ile ilgili olarak bir başka hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ümmetinin yaptığı bütün amellerin iyisi ile kötüsü ile kendi­sine arzedildiğini, onların amellerinin iyileri arasında yollardan zararlı şeylerin giderilmesini gördüğünü, kötüleri arasında da yere gömülme­yen mescidlerdeki balgama rastgeldiğini söyledi.
Yolda bulunan zararlı şeyleri gidermek, bağışlanmaya sebep oldu­ğundan, cennete girmeye de vesile olur. Yalnız burada unutulmaması gereken kişinin büyük günah işlememiş olması ve üzerinde kul hakkı bulunmamış olması gerekir. Yoksa her kötülüğü yaptıktan sonra, sırf yollardan zararlı şeyleri kaldırmakla kişi kurtuluşa eremez. Ancak düş­manın, eşkıya ve yol kesicinin geçeceği yollan temizlemek sevab olmaz. Bunların fenalığına yardım edilmiş olur. Kötülüğe yardıma olmak ise tam tersine günaha sebep olur. Yola eza veren bir şeyi kaldırıp atmak nasıl güzel bir amelse, mescide eza veren bir şeyi oraya atmak aynı şe­kilde çirkin bir ameldir.
Mescidler, ibadetlere tahsis edilmiş yerler olduğu için daima temiz tutulmaları icab eder. İslam'ın ilk devirlerinde bütün mescidler, hasır ve kilim döşenmeksizin yalnız etrafları çevrilmek suretiyle bina edil­mişlerdi Namaz kılman yer, toprak ve kumdan ibaretti. Camiye namaz kılmak için gelenler arasında uzak yerlerden gelenler henüz İslam'ın emrettiği temizlik kurallarına kendini alıştıramamış kimseler bulundu­ğundan, bunlar toprak ve kum üzerine zaman zaman tükürüyor, bal­gamlarını yere atıyorlardı. Böyle bir hal meydana gelince, mescide eza veren bu gibi şeylerin toprak içine gömülerek kapatılması ve o yerin te­mizlenmesi gerekir. Bu şekilde temizliği yapmamak günahtır ve kötü bir davranıştır. Hem başkasının nefretini kazanmamak, hem de mescidin temizliğini korumak bakımından gözetilmesi gereken bir husustur. Bu­na riayet etmemek çirkin bir davranıştır. Günümüzde mescidler artık hah ve kilimlerle serili olduğundan, artık cami ve mescidlere tükürmek diye bir şey düşünülemez. Bununla beraber cami içini kirletecek veya çevreye pis koku yayacak şeylerden camileri korumak veya içerde te­mizliğe aykırı şeyler varsa onları gidermek camiye gelen her müslümanın vazifesidir. Camilere temiz elbiselerle ve hoş kokularla girmeli, sarımsak ve soğan gibi tiksindirici ve ağır koku veren maddeleri yemekten ve o şekilde mabedlere girmekten sakınmak gerekir.
Sadaka sevabına her zaman malla ulaşmak mümkün olmayabilir. Yeri geldiği zaman güzel ve iyi bir söz de mümine sadaka sevabı kazan­dırır. Çünkü o da iyilik kapsamına girer. Zira her iyilik bir sadakadır. iyilik anlamına gelen maruf kelimesinin manası geniştir. Allah'a ibadet ve onun rahmetine yakınlık için söylenen sözlerle yapılan işler, insanla­ra söz ve işlerle yapılan ihsan ve yardımlar hep maruftur. Marufun zıd­dı, münkerdir. Dinin emirlerine uygun olmayan ve yasaklanmış bulu­nan söz ve işlerin hepsine münker denir. Maruf kısmına giren söz ve ha­reketler, dinin hoş gördüğü şeyler olduğundan, bunların yapılması sa­daka yerine geçer, insana sevab kazandırır. Aksine münker şeyleri işle­mek, günaha sebep olur. İyüiğe vesile olan her söz ve iş maruftur, sada­kadır. Bunun için Efendimize bir hediye getirildiği zaman onu falan ha­nıma götürmelerini, çünkü onun eşi Hatice'nin arkadaşı olduğunu, bir başka defa gelen hediyeyi de yine falan hanıma götürmelerini, onun Ha­tice'yi sevdiğini söylerdi. Efendimizin kendisine getirilen bir hediyeyi vefat etmiş olan zevcesi Hatice'nin dostu veya arkadaşı hanımlara gön­dermesi, bir maruftur, iyi bir harekettir.
İnsanın kendi eli ile bir işte çalışması, kendine faydalı olması da sa­daka kapsamına giren iyiliklerdendir. Ashab-ı kiramın ileri gelenleri böy­le yapar, kendi eşyalarını mümkün olduğu kadar kendileri taşırlardı. Selman-ı Farisi, kendisine ait bir sebze bahçesine gider, orada çalışırdı. Sepetin içine sebze koyar, değneğini sepetin kulpuna takar ve onu omzu­na atarak evine kadar gelirdi.  Ömer de zaman zaman araziye çıkar, orada çalışırdı. Onlar çalışmak için ziraat ve çiftlik yerlerine çıkarlar, ih­tiyaçlarını karşılamak için tarlada çalışırlar ve evlerinin ihtiyaçlarını karşı­larlardı. Ebu Seleme de arkadaşı olan Ebu Said el-Hudri ile birlikte zaman zaman hurma bahçesine çıkarlar, orada çalışırlardı. Hurma bahçeleri ve bağlar yetiştirirler, geçimlerini ziraat, ticaret ve sanat gibi işlerle temin ederlerdi. Kimseye yük olmamak için bizzat çalışarak kendi geçimlerini sağlarlar, kazandıkları ile hem kendilerine faydalı olurlar, hem de fakir insanlara tasaddukta bulunurlardı. Efendimiz de bir defasında araziye çıkmış, yanında bulunan Abdullah İbni Mesudun bir ağaca çıkıp, ondan kendisine misvak için bir dal koparmasını emretmiştir.
Maruf, yani iyiliğin sınırlan bir hayli geniştir. Toplumun faydasına olan her şey maruftur. İnsanlar birbirlerinin aynaları gibidir. Bir insan diğer insanda bir ayıp gördüğü zaman onu düzeltmeli, daha güzel dav­ranmasına vesile olmalıdır. Aynanın vazifesi kendisine bakanın duru-munu göstermektir. Mümin de din kardeşinin aynasıdır. Ona bakıp kendisinde bir kusur olduğunu anlarsa ilk önce onu düzeltmeli, kendin­de bir kusur yok da din kardeşinde bir kusur varsa onu gidermeye ça­lışmalıdır. Bu aynı zamanda din kardeşine nasihat ve öğüt vermektir ki, müminin en önemli görevlerinden biridir. Diğer taraftan herkes bir ayna yerinde olan kardeşinin karşısına çıkacağından, kendini de önceden kontrol etmeli ve ayıplardan arınmıya çalışmalıdır. Böyle yapılırsa ayıp ve kusurlardan kurtulma mümkün olur. Nitekim Efendimiz bununla il­gili olarak müminin din kardeşinin aynası olduğunu, onun zararını ön­leyen arkasında onu koruyan kişi olduğunu söylerdi.
Din kardeşliği böyle bir hukuku gerektirir. O zaman iman kemale erer, olgunlaşır. Güzel davranışlar sergiler, başkalarına örnek olacak mertebeye yükselir. Müslüman kendi malını ve menfaatlerini koruduğu gibi, mümin kardeşinin malını mülkünü, şanını şerefini de koruyup gö­zetmelidir. Bu şeküde hareket edildiği takdirde, müslümanlar tek bir vücud haline gelebilir, birbirlerine sevgi ve saygıyla bağlanabilirler. Ter­si bir durumda toplumsal barış yok olur, insanlar arasındaki sevgi ve saygı kaybolur. Bir müslümanı çekiştirmek suretiyle başkasından bir lokma yiyene Allah Teala cehennemde onun mislini yedirir. Bu sebepten dolayı bir müslümandan elbise giydirilene, aynı şekilde Allah cehen­nemden bir elbise giydirir, o çekiştiren kişiye de azab eder. Aynı şekilde Müslüman bir adama sahip olmadığı yüksek sıfatları verip, onu gereksiz yere pohpohlayıp duranı da Allah kıyamet gününde o kimseyi riya ve gösteriş yerinde tutar da bu şekilde ona azab eder.
Mümin, müminin aynası gibi olması gerekirken onu kandırır, ona karşı vefa göstereceği yerde ihanet eder de onu kandırırsa o zaman Al­lah'ın gazabını ve azabını hak eder duruma gelir. Bir insan, mümin kar­deşinin kusur ve ayıplarını bizzat kendisine söyleyip düzeltme yolunu tutmaz da kardeşinin kusurlarım, düşmanı olan birine anlatır ve onu hoşnud ederek karşılığında, maddi menfaat sağlarsa, bunun cezasını ce­hennem azabı olarak görür. Bunun da ötesinde, bir kimsenin himaye­sinde onun şöhretinden yararlanmaya, bu yolla geçim sağlamaya, şan şeref kazanmaya çalışır, o kimseyi sahib olmadığı yüksek vasıflarla ta­nıtmaya, dalkavukluk yapmaya başlar ve böylece gösteriş yaparsa, Al­lah Teala da böyle hareket eden bir adamın cezasını cehennem azabı ola­rak verir. Dinimiz, riyakarlığı ve gösterişi yasakladığı gibi, bunlar saye­sinde menfaat sağlayanların varacakları yerin de cehennem olduğunu haber vermektedir.
Mümine yapılacak iyiliklerden biri de onu gereksiz olarak üzmemek, şaka yollu da olsa onu sıkıntıya sokmamaktır.
İnsanlara böylesine şefkat ve merhamet göstermek, onların hallerine acıyıp kendilere rıfkla muamele etmek güzel bir davranıştır. Onlara ya­pılan en büyük iyiliktir. Yetişkin insanlara böyle güzel davranıldığı gibi, çocuklara karşı da aynı şekilde şefkat ve merhametle yaklaşılmalıdır. Ni­tekim bir gün Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem her iki eliyle Hasanın iki avu-cundan tuttu. Çocuğun ayağı Efendimizin mübarek ayağı üzerindeydi. Resul-i Ekrem ona üstüne çıkmasını söylüyordu. Çocuk ayaklarını Efendimizin göğsüne koyuncaya kadar çıktı. Sonra Resul-i Ekrem ağzını açmasını söyledi. Daha sonra çocuğu öptü ve "Allahım! Onu sev, ben de onu seviyorum" diye ona dua etti. Çocuklarla latife etmek ve onlara sevgi ve merhamet göstermek, Efendimizin sünnetlerinden ve onun ta­rafından bizzat uygulanarak ümmete gösterilen örnek davranışlardan­dır. Onları omuza çıkarıp gezdirmek, kucağa alıp öpüp okşamak iyi bir harekettir. Bunda şefkat ve merhamet vardır. Şefkat ve merhamet ise imanın vazgeçilmez unsurlarındandır. Şefkat ve merhametin en güzel göstergelerinden biri de insanlara güleryüz gösterip tebessüm etmektir.
Tebessüm etmek, başlıbaşına bir hayır ve iyiliktir. Cerir Ibni Abdul­lah müslüman olduğu günden itibaren Resul-i Ekrem'in kendisini her gördükçe yüzüne karşı hep tebessüm ettiğini söylemiştir. Efendimiz onun hakkında mesciddeki kapıdan, Yemenlilerden hayırlı bir adamın içeri gire­ceğini, onun yüzünde melek siması bulundğunu haber vermiş, bu sözün arkasından da Cerir içeriye girmiştir. Gülümseme sevinçten yüzün hoş bir hale bürünmesi demektir. Tebessüm makbul olan bir harekettir. Müs1umanın, mümin kardeşi ile karşılaşınca ona selam verip tebessüm etmesi lazımdır. Cerir, hicretin, onuncu yılında Resul-i Ekrem'e gelerek biat et­miş ve müslüman olmuştu. Onun İslam'ı kabul edişinin Efendimizin vefa­tından kırk gün öncesine rastladığı da söylenir. Ashab-ı kiramın en uzun boylu ve en güzel yüzlüleri arasındaydı. Hatta  Ömer ona, "Cerir, bu ümmetin Yusuf udur" derdi. Melek yüzlü bu güzel insana Efendimiz her gördüğünde tebessüm buyurmuş, ona ayn bir iltifat göstermiş, değer vermiştir. Cerir aynı zamanda kabilesinin önde geleni idi Efendimizin huzuruna girdiğinde Efendimiz kendisine ikramda bulunmuş ve "Bir kavmin önde geleni size gelince, ona ikram ediniz" buyurmuştur.
Tebessümden başka, sesle veya kahkaha ile gülmek vardır ki, bu makbul değildir, insanın vakarının gitmesine, ağnbaşlılığının kaybol­masına sebep olur. Nitekim  Aişe Resul-i Ekrem'i hiç bir zaman kü­çük dili görünür şekilde gülerken görmediğini, onun yalnız tebessüm et­tiğini söylemiştir. Tebessüm ve gülümseme güzel bir hal olmakla bir­likte katıla katıla kahkahayla gülmek doğru değildir. Zira aşırı derece gülmek, gaflet alametidir. Aşın derece gülmenin sakıncasına Efendimiz işaret etmek üzere çok gülünmemesini, çünkü çok gülmenin kalbi öldü­receğini söylemiştir. Gülmek, imana aykırı düşmez. Zira ashab-ı kiram gülerlerdi. Böyle olmakla beraber kalblerindeki iman, dağdan daha bü­yüktü. Sürekli olarak kahkaha ile gülmeyi adet edinmek, devamlı şekü-de gülmeyi alışkanlık haline getirmek insanın vakarını ve ciddiyetini gi­derir. Kalbin hassasiyetini köreltir. Bu bakımdan az gülmeye gayret et­mek ve buna alışmaya çalışmak, bunun yerine daha çok tebessümle ye­tinmek daha güzel bir hareket tarzıdır. Tabiatıyla bu hiç gülmemek de­mek değildir. Nitekim Efendimiz gülmekte ve konuşmakta olan bir top­luluğun yanına vardığında Allah'a yemin ederek "Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, az güler ve çok ağlardınız" buyurdu. Sonra Efendimiz dö­nüp gittiğinde cemaat ağlamaya başladı Bunun üzerine Allah Teala Efendimize kullarını niçin ümitsizliğe düşürdüğünü vahyetti. Efendimiz geri dönüp bu sefer onlara "Müjdeleyin, doğruluk ve itidal üzere olun. Büsbütün sevinmeyin, tamamen de ümitsizliğe düşmeyin" dedi.
Hiç gülmemek doğru olmadığı gibi sürekli gülmek de doğru değil­dir. Dost ve arkadaşlarla sevinilmesi gereken yerde uygun şekilde gül­mek gerektiği gibi, olur olmaz her şeyde sürekli gülmek de gerekmez. Mümin ortamın durumuna göre davranmalı, sevinilmesi gereken yerde uygun şekilde sevincini belli etmeli, onun dışında vakarını ve ciddiyeti­ni muhafaza etmesini de bilmelidir. Vakar ve ciddiyetin, saygı ve değer vermenin bir diğer göstergesi de insanlarla ilişkilerde onlara tam olarak yönelmek, sadece başı çevirip bakmak değil, vücudun tamamı ile muha­taba dönmektir. Efendimiz bir yere dönünce bütün vücudu ile döner, geri döneceği zaman da bütün vücudu ile geri dönerdi.
İnsanlara yapılacak iyiliklerden biri de onlara değer vermek, kendi­lerini küçûmsememektir. Efendimiz bir kimseye söz söyleyeceği zaman veya birine dönmek istediği zaman bütün vücudu ile döner. Bu dönüş ister öne doğru olsun, ister arkaya doğru olsun, aynı şekilde hareket ederdi. Bir insana yandan bakmak, yan tarafı çevirmek, kibir ve gururu andırır. Bunlar İslam ahlakına uygun olmayan hareketlerdir. İnsan ko­nuştuğu ve görüştüğü kişiye değer vermeli, ona saygı göstermelidir. Yerine göre gördüğü hata ve kusurlarını örtmeyi bilmeli, onları bağışla­yıp affetmelidir.
Haseb, insanın baba tarafından gelen soyuna ait faziletlerle iyilik eserleridir. Kerem ise, hayır, şeref ve faziletlerin hepsini toplayan isimdir. Efendimiz bu manaları değiştirerek hasebin mal, kendisine mal verilenin de hasib olduğunu ifade buyurmuştur. Kerim, kerem sahibi de Allah ka­tında takva sahibi olandır. Fazileti soydaki şereflerde değil, takvada ara­mak gerekir. Müminin keremi dini, mürüvveti aklı, hasebi de ahlakıdır.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem soy konusunda soy temizliği bakımından nesebleri birbirine yakın olsa bile kıyamet günü kendi dostlarının takva sahihi insanlar olduğunu, kıyamet halkının kendisine amellerle gelme­diği gönde yakınlarının dünyayı omuzlarında taşıyarak geleceklerini ve kendisinden yardım isteyeceklerini kendisinin de onlara yardım edeme­yeceğini söylemiştir.
İnsan soyundan gelen şeref ve faziletlerle Allah katında derece ala­maz. Allah'ın emirlerine sadakada uyup, yasaklarından kaçınan ve ko­runan kimse takva sahibidir, Allah'ın velisidir. Allah katında iyi kimse­ler bunlardır.