www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

HELAL RIZIK

HELAL RIZIK
Canlıların yaşaması için yaratılan nimetlere rızık, bu nimetlerin meşru yollardan kazanılmış olanlarına da helal rızık denir.
Allah'ın ilminde bir insanın ömrü boyunca yiyeceği rızık bellidir. Bir insan, dağlar kadar mal ve yiyecek kazansa, onun ömrü boyunca bundan yiyeceği ve midesinin alacağı ve hazmedeceği miktar bellidir. Kazandığı mal ve yiyeceklerin hepsini midesine doldurma imkanı sahip değildir. Bu sebeple açgözlü olmaya hiç gerek yoktur. Herkes nasibi ile yaşar, nasibi bitince Ölün Tok gözlü, kanaat sahibi olmak her zaman için iyidir.
Rızkı elde etmenin yolu sebeplere yapışmak, yani çalışıp çabala­maktır. Haram olan şeyleri ve helal olmayan yollardan temiz yiyecekleri elde edenler, kendileri için haram olan rızkı elde etmiş ve yemiş olurlar. İnsanların haram olan yollarla rızıklannı elde etmelerine Allah Teala'nın rızası yoktur. Haram lokmada, hayır yoktur. Onun için müminler haram olan yollardan rızıklarını kazanmaktan sakınırlar.
Efrafa ani olan helal olmakta. Hakkında bir hüküm gelmemiş olan şeyler helaldir. Kur'an'da Allah'ın yerde olanların hepsini insanlar için yarattığı belirtilmiş  yine Allah'ın göklerde ve yerde otanlan insanların emrine verdiği, açık ve gizli nimetlerini bolca ihsan ettiği ifade edilmiştir, Ayetlerden yerde ve gökte olanların insanların yararlanması için yaratıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Yenilmesi, içilmesi yasaklanmamış olan şeyler caiz ve helaldir. Bunlar insan için yararlı şeylerdir. Haramlar ise zararlı olanlardır.
Efendimiz de Hak Teala'dan rızık ta bereket vermesini niyaz eder­di. Tarım, ticaret ve hayvancılık gibi meşru işler yaparak rızık kazan­mak hem helal bir çalışma hem de kişiye ibadet sevabı kazandıran bir ameldir. İslam'a göre en helal kazanç kişinin el emeği ve helal yoldan yaptığı alışverişidir. Rızık yalnız Yüce Allah'a isnad edilir. Rızık veren ancak Allah Teala'dır. Herkes kendisi için takdir edilen rızkını yer, bir kimse başkasının rızkını yiyemez. Kimse kendisi için takdir edilen rızkı­nı yemeden ölmez. Nitekim Haris tbni Lakit öyle bir zaman geçirdikle­rini o zamanda kendilerinden bir adamın atının yavruladığı zaman ona binecek kadar bir zaman yaşayıp yaşayamayacakları konusunda emin olmadıklarını, sonra kendilerine Ömer'in mektubunun geldiğini, Ömer'in onlara Allah'ın verdiği rızıklardan istifade etmelerini, çünkü kıyametin kopmasına daha vakit olduğunu, onun kopmasının geniş za­man içinde olacağım söylediğini haber vermiştir.
Öyle anlaşılıyor ki, Efendimizden sonraki dönemlerde hemen kı­yamet kopacakmış gibi ahirete hazırlanma fikrinde olan bir takım insan­lar olmuş, kendilerine bir hayvanın yeterli olacağı düşüncesiyle ikincisi­ni beslemeye lüzum görmeyecek derecede zahid yaşamayı tercih etmiş­lerdi. Tabiatıyla böyle bir durum Allah'ın ihsan ettiği nimetleri değer-lendirmemeye, dünyaya Önem vermemeye götürdüğünden dünya ahiret dengesini de olumsuz manada etkiler. Halbuki yeryüzü nimetleri Allah'ın salih kullan için yaratılmış, onların istifadesine sunulmuştur.
İslam'da zühd denilen dünyaya fazlaca değer vermeme bir yol olsa da yine İslam'ın kendisinde cehd denilen çalışma ve gayret ederek müslümanların izzetini korumak da vardır. Bu durumun çok iyi farkın­da olan dönemin halifesi Ömer bu yanlış görüşü düzeltmek için her yolu denediği gibi gerektiği zaman mektupla da ikaz yolunu denemiş, bu şekilde düşünen müslümanlan uyarma gereği duymuştur. Zira kı­yametin ne zaman kopacağım sadece Allah bilir. Dolayısıyla mümin ya­rın ölmeyecekmiş gibi ahirete hazırlandığı dibi hiç ölmeyecekmiş gibi de dünyaya çalışmalıdır. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz de bu duruma dikkat çekerek elinde bir fidanı bulunan kimsenin kıyamet kopmaya başladığım görse bile o fidanı dikmesini tavsiye etmesi çalışmaya ve üretmeye yönelik önemli teşvikler arasındadır.
Efendimiz ümmetini hep çalışmaya teşvik etmiş, onlar, tembel tem-bel ve miskin miskin oturmaktan nehyetmiştir. Zira rızık durup durur-ken gelmez. Onun gelmesinin bir takım sebepleri, maddi atemde alın­man gereken baz, tedbirleri vardır. Semeresi uzun yıllar devam edecek yatırımlar yapmak, insanlığa faydalı olacak çeşitli girişimlerde bulun­mak gerekir. Nitekim Abdullah Ibni Selam da eğer kıyamet alametlerin­den olan Deccalın çıktığı işitilse böyle bir durumda bile acele etmemek gerektiğini elinde fidan olan birinin o fidanı dikmek için çabalaması la­zım geldiğini zira Deccal'ın çıkışından sonra bile epeyce bir zamanın daha olacağını söylemiştir.
Olacak olayları beklemek gibi bir gaflet içine düşmek yerine, bugü­nün işini yarına bırakmamaya çalışmak daha akıllı ve daha faydalı bir yoldur. Acele edip de rastgele olursa olsun kabilinden iş yapmak yerine daha uzun yıllar İnsanların yaşayacağını düşünerek çalışıp çabalamak gerekir. Her işi özenle yapmak, hiçbir şeyi eksik bırakmamak lazımdır. Burada da işleri sağlam yapmaya ve çalışmanın lüzumuna İşaret vardır. Yapılan işlerin sağlam bir şekilde yapılması rızkın gelişini kolaylaştırır» Zira insanlar sağlam ve kaliteli ürünlere, standartlara uygun malzemele-re daha çok rağbet ederler.
Rızkı elde etmenin yolları çoktur. Çalışan, gayret eden insan aç kal­maz. Gerek sanayi, gerekse tarım ve hayvancılık hangi alanda olursa ol­sun çalışıp çabalamak gerekir. Zamanıyla fakir olan insanlar, çalışıp çaba­layarak gün gelir zengin olurlar. Bunun örnekleri çoktur. Ebu Hüreyre de onlardandır. Ebu Hüreyre vaktiyle Akik denilen yerdeki arazisinde oturu­yordu. O sırada Medinelilerden bir topluluk hayvanları üzerinde onun! yanma geldiler. Onlar hayvanlarından inince Ebu Hüreyre yanındaki' hizmetçisine eve gitmesini annesine selam söylemesini ve kendilerine bir şeyler hazırlamasını söyledi. Hizmetçi de gidip durumu haber verdi. Ka­dıncağız arpadan yapılmış üç çörek, bir miktar zeytin yağı ve biraz da tu­zu bir tepsiye koyarak hizmetliyle birlikte Ebu Hüreyre'ye gönderdi Tepsi önlerine gelince Ebu Hüreyre tekbir getirdi zamanıyla iki siyah şey denüen su ile hurmadan başka yiyecek bulamazken şimdi kendilerini ekmekle doyuran Allah'a hamdetti. Misafirler ayrılıp gittiklerinde Ebu Hüreyre hizmetçisine koyunlarına güzel bakmasını, ağıllarını, temizleme­sini emretti. Koyunların cennet hayvanlarından olduğunu, insanlar üzeri­ne bir zaman gelmesinin yakınlaştığını, o zamanda insanın koyuna sahip olmasının daha faydalı olacağım söyledi.                                         
Bu haberde koyunların bereketi üzerinde durulmakta, hayvancılığa teşvik edilmektedir. Koyunlardaki bereket diğer hayvanlara göre daha fazladır. Onun her şeyi işe yarar. Etinden süründen, yününden ve deri­sinden, hatta tersine varıncaya kadar her şeyinden yararlanılır. Ekono­mik yönden de sahibine gelir sağlar. Koyun besleyenlerin rızkı bol ve geniş olur. Sıkıntı çekmezler, saadet içinde yaşarlar.
Koyun bereketli bir hayvandır. Efendimiz evdeki bir koyunun bir bereket, iki koyunun iki bereket ve üç koyunun daha çok bereket oldu­ğunu ifade buyurmuştur. Koyunlar çoğaldıkça onların bereketi de ço­ğalır. Zira koyun, üretken bir hayvandır. Etinden yararlanmak için yüz­lerce binlerce koyun kesilmesine rağmen, yine de sayısı tükenmemekte, yavrulama sayesinde nesli artıp eksilmemektedir. îbni Abbas köpeklerle koyunların haline şaştığını, koyunlardan senede binlercesinin boğazla­nıp bir o kadarının da kurban edildiğini, köpeklere gelince bir dişi kö­peğin bir batında şu kadar yavru doğurduğunu, böyle iken koyunların köpeklerden daha çok olduğunu söylemiştir. Gerçekten köpeklerle koyunlar mukayese edildiği aman hayret edilecek bir durum ortaya çıkmaktadır. Her dişi köpek bir batında dokuz taneye kadar yavru do­ğurduğu halde, bir veya iki yavru doğuran koyunun üreme nispetleri ters orantılıdır. Sonuç itibariyle, koyunlar daha çok kesilip tüketildiği halde koyunların sayısı köpeklerden kat kat fazla olmaktadır. Bu da ko­yunların ne kadar bereketli hayvanlar olduklarını gösterir.                 
Ömer de hayvancılığa önem verirdi. Bir gün Ebu Zebyan adın­daki birine maaşının ne kadar olduğunu sordu. O da ikibinbeşyüz dir­hem olduğunu söyledi. Ömer maaşım az bulmuş olmalı ki, Ebu Zebyan'a çiftlik edinip ziraat ile uğraşmasını, hayvan besleyip onlardan yararlanmasını söyledi. Ömer belli gelirin ileride bir kıymet ifade etmeyeceğini bildirerek tarım ve hayvancılığa önem verilmesini iste-mektedir. Ziraatın geliştirilmesiyle hayvan üretiminin artırılması geçim konusunda insanlara büyük kolaylık sağlar.
Tarım ve hayvancılıkta bereket vardır. Bir defasında da koyun sa­hipleriyle deve sahipleri karşılıklı öğündüler de onların bu durumunu gören Efendimiz onlara Musa ve Davud'un koyun çobanı iken pey­gamber gönderildiklerini, kendisinin de Ecyad'da ailesi için koyun güt­tüğünü söyledi. Burada koyunlara sahip olmanın, deve gibi diğer hayvanlara sahip olmaktan daha faziletli olduğu beyan buyrulmaktadır. Buna delil olarak da peygamberlerin koyun gütmüş olması gösterilmek­tedir. Peygamberlikten önce peygamberlere koyun gütme işinin ilham edilişinde birtakım hikmetler vardır. Koyunları gözetip onlara çobanlık ederek meşakkatlerine katlanmak, insanları yönetmede kişiye tecrübe kazandırır. Koyunlar sevimli hayvanlar olduklarından onlarla uğraşan insanlarda şefkat ve merhamet daha fazla olur.
Koyunlar öteye beriye çok dağılan ve yayüan hayvanlar olduğu için onları bir araya toplamak ve onları yırtıcı hayvanlardan, hırsızlar­dan korumak gibi idari tasarrufa ihtiyaç duyulur. Bu durum bir nevi in­sanların idaresine kıyas edilebilir. Sürü içinde tabiatı değişik koyunlar, zayıf ve biçareler olduğundan bunları durumlarına göre ayrı ayrı idare edip korumak ve bunlara sabretmek, insanların ihtiyaçlarını karşılayıp onlara sabretmeye benzer. Diğer hayvanların durumu böyle değildir. Efendimizin zamanıyla Mekke civarında bir mahalle olan Ecyad'da aile­sine ait koyunları güttüğünü söylemiş olmasına bakıldığında Efendimi­zin tevazu ve alçak gönüllüğü de anlaşılmış olmaktadır.
Koyun insana maddi anlamda bir rızık olduğu gibi, manevi açıdan da güzel bir rızıktır. Zira Resul-i Ekrem Efendimizin beyanına göre ko­yun besleyen kişilerde vakar ve tevazu olur. Vakar insanın kişilikli ve ağırbaşlı, tevazu da mütevazı ve alçak gönüllü olması demektir. Her iki­si de ahlaki açıdan güzel özelliklerdir ve Efendimizin açıklamasına göre daha çok koyunla uğraşan insanlarda görülmektedir.
Rızık için Hak Teala'ya dua edilmelidir. Çünkü Hak Teala kullarına rızık için dua etmeleri tavsiyesinde bulunmuş, "Allahım bize rızık ver, sen rızık verenlerin en hayırlısısın" demelerini emir buyurmuştur. Nite­kim Resul-i Ekrem Efendimiz minberde "Ey Allahım! Bize arzın serve­tinden rızık ver. Ölçeğimize ve kilemize bereket ihsan eyle" demiştir.
Rızık, Allah Teala'nın canlılara gıda olarak verdiği nimetlerdir. Ye­nen şeyler bazen helal bazen haram olur. Bunun için haram da rızık sa­yılır. Ancak insanlar, haram yedikleri zaman bundan sorumlu olurlar. Herkes dünyada rızkı ne ise ona ulaşır.
Allah Teala yaratmış olduğu bü­tün canlıların rızkını verir. İster yerin derinliklerinde, ister denizin dip­lerinde olsunlar, muhakkak rızıklarıru elde ederler. Yeryüzünde ne ka­dar canlı varsa, hepsinin rızkı Allah Teala'ya aittir. Burada önemli olan Allah'ın meşru kıldığı yollardan kazanmak, hayır işlerine harcamaktır. Helal rızık elde etmek için çalışarak yorulanı Allah sever.
İnsanın çalışması, helal rızık kazanmak için uğraşması başlı başına bir İbadettir. Bu ibadeti yerine getirirken müminin zaman zaman başı sıkılabilir, dara düşebilir. Arkadaşlarına, dostlarına borçlanabilir. Borç altında ezilen, dara düşen bir insanın helal yolları bırakıp harama dal­ması asla doğru değildir.
Böyle durumlarda Cenab-ı Hak'tan yardım is­temek, ona iltica etmek gerekir. Nitekim Ali'ye gelerek borcunu Ödeyecek gücünün olmadığım, kendisine yardım etmesini söyleyen bir köleye Ali Efendimizden öğrendiği bir duayı ona öğretti.
Bunu okumaya devam ettiği takdirde üzerinde dağ gibi borç olsa bile Allah Teala onu ödemesine yardım edeceğini söyledi. Dua, "Allahümmekfini bihelalike an haramik ve ağnini bifazlike ammen sivak: Allahım, bana helal rızık nasib ederek haramlardan koru! Lütfunla beni senden başka­sına muhtaç etme!" şeklindedir. Bu duayı okuyan bir mümin tevekkü­lün yarımda sebeplere tevessül de etmeli, aklını fikrini kullarak çalışıp borcunu ödemeye gayret göstermelidir. Müminin niyeti eğer borcunu ödemekse, Allah ona mutlaka borcunu ödeyecek bir imkan yaratacaktır.
Helal rızık kazanmada tevbe ve istiğfarın da büyük etkisi vardır. Ni­tekim Efendimiz bir kimsenin istiğfar dilinden düşürmemesi durumunda Allah Teala'nın ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yo­lu göstereceği ve ona beklemediği yerden bir rızık ihsan edeceği hadisi müminlere büyük bir müjde vermektedir.
Böyle güze bir adete sahip olmayanlar ise, hiç değilse başlarına bir sıkıntı, üzüntü, elem, keder geldi-ğinde istiğfarı dilden düşürmemelidir. Zira insanın dara düştüğü zaman-larda bile olsa rabbini hatırlayıp ona yönelmesi Cenab-ı Hakk'ı memnun eder. Kulunun üzüntüsünü ve sıkmasını giderir. Maddi bakımdan bir darlık içinde ise, ona hiç beklemediği ve ummadığı bir yerden helal rızık nasip eder. Elini genişletir, gönlünü ferahlatır.
Hak Teala değil kendisine tevekkül edeni kurdu kuşu bile kendi hallerine çaresiz bırakmaz. Çünkü o alemlerin rabbi bütün her şeyin sa­hibidir. Rızık konusunda onlara yardım eder. Kuşlar sabahları yuvala­rından kursakları boş olarak aktıkları halde Hak Teala akşam olduğu vakit onları kursakları dolu olarak yuvalarına geri döndürür.
Eğer in­sanlar da kuşlar gibi Allah'a gereği gibi güvenselerdi Allah Teala, kuşla­rı doyurduğu gibi onları da rızıklandırırdı. Kuşlar gibi ilim öğrenen kişinin rızkını da Allah Teala üstlenmiştir. Kendi yolunda ilim öğrenen ve o ilmi neşreden ilim taliplerine Hak Teala kefil olur. Onlara umma­dıkları yerlerden imkanlar nasip ederek kendilerini nzıklandınr. O bü­tün canlıların rızkını veren yüce yaranadır.
Allah zayıflar sayesinde zenginlere de rızık vermektedir. Nitekim Efendimiz bu hususta "Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah'dan yardım görüp ve rızıklandığınızdan şüpheniz olmasın" buyururdu. Yine aynı şekil­de "Allah size yardım edip rızık veriyorsa bu, aranızdaki zayıflar sayesinde değil midir?" derdi. Mümine gelince, Allah onun iyiliklerini ahirete sak­lar, dünyada da yaptığı kulluğa göre ona rızık verir. Kafire gelince, dün­yada Allah için yaptığı iyilikler karşılığında kendisine rızık verilir.
Allah kendisinden sakınan takva sahibi kullarına darda kaldıkları zaman onlara ummadıkları yerden rızık verir. Bir defasında Resul-i Ek­rem, Ebu Ubeyde komutasında içlerinde Cahit'in de bulunduğu bir as­keri birliği, Kureyş kervanının karşısına çıkmak üzere görevlendirdi. Onlara azık olarak bir dağarcık hurma verdi. Verecek başka bir şey bu­lamamıştı.
Ebu Ubeyde hurmayı askerlere tane tane veriyordu. Onları çocuğun meme emmesi gibi emer, sonra üzerine su içerlerdi. O bir hur­ma o gün geceye kadar onlara yeterdi. Sopalarıyla ağaç yapraklarını silker, sonra onları su ile ıslatıp yerlerdi.
Derken deniz sahili boyunca yü­rüdüler. Sahil boyunda önlerine büyük kum tepesi gibi bir şey çıktı. Onun yanma kadar geldiler, bir de baktılar ki, anber denilen bir balıktı. Ebu Ubeyde bunun ölü bir hayvan olduğunu, yenilemeyeceğini söyledi. Sonra da kendilerinin Resul-i Ekrem'in elçileri olduklarını, zorda kaldık­larını, o halde yiyebileceklerini ifade etti. Üç yüz kişi idiler. Bir ay sürey­le onun etinden yiyerek orada kaldılar, hatta kilo da aldılar.
Balığın göz çukurundan testilerle yağ aldılar. Ondan öküz büyüklüğünde parçalar kestiler. Ebu Ubeyde onüç kişiyi alıp onun göz çukuruna oturttu, onun kaburga kemiklerinden birini de alıp dikti. Sonra yanlarındaki en büyük deveyi semerledi ve deve ile kaburga kemiğinin altından geçti. Balığın etinden pastırma da yaptılar. Medine'ye gelince, Resul-i Ekrem'in yanı­na gidip olup bitenleri anlattılar. Resul-i Ekrem, onun Allah'ın kendile­rine çıkardığı bir rızık olduğunu, onun etinden yanlarında varsa kendi­lerine de ikram etmelerini emir buyurdu. Onlar da kendisine ondan bir parça gönderdüer, o da o parçayı yedi.
İnsanın kendisine yetecek derecede rızka kavuşması güzel bir şey­dir. Nitekim Efendimiz müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allah'ın kendisine verdiği nimete kanaat eden kimsenin şüphez kurtuluşa erdiğini ifade buyururken bu gerçeğe işaret etmiştir.
Rızkı veren Allah Teala'dır. Hak Teala canlıların rızkını vermeyi üstlendiğini ifade etmek üzere "Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı Allah'a aittir" buyurmuştur." Yerde olsun, gökte olsun, küçük olsun büyük ol-sun canlı adına ne varsa bütün hepsinin rızkını veren Hak Teala'dır.
Bu onun bir lütfudur. Kullar kendilerine ayrılan bu lütuftan nasiplerini aramalı, meşru yollardan azıklarını kazanmalıdırlar. Rızıklarını kaza­nan insanlar içinde hali vakti yerinde olanlar da durumu müsait olma­yan fakirlere yardım etmeli, onları kollayıp gözetlemelidir.
 Zira öyle in­sanlar var ki onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya, ekonomik imkan sağ­lamaya güç yetiremezler. Haya sahibi olduklarından dolayı onlan tanı­mayanlar kendilerini zengin sanırlar. Oysa onlar yüzlerinden tanınır. Yüzsüzlük edip kimseden birşey isteyemezler.
Hak Teala nihayetsiz kerem sahibidir. Lütuf ve ikramı boldur. Kulla­rını bazen ummadıkları yerden nzıklandırır. Bu şeküde gelen nimetleri reddetmemek gerekir. Nitekim Ömer­'e Resul-i Ekrem arada sırada gazilik bahşişi verirdi.
Bir defasmda Ömer bunu kendisinden daha fakir ihtiyaç içinde kıvranan birilerine vermesini söylediğinde Efendimiz cevaben onu almasını, göz dikmediği ve istekli de olmadığı halde kendisine gelen böylesi malı almasını, isterse yemesini, is­terse tasadduk etmesini fakat böyle olmayan bir malın peşine düşmeme­sini tavsiye buyurdu.
Görüldüğü gibi istemeden gelen malı kabul et­mekte bir salanca yoktur. Yalnız bu mal meşru ortamlarda, hiçbir menfaat ilişkisinin olmadığı yerlerde söz konusudur. Bütün bunlara rağmen kişi­nin en hayırlı kazana kendi el emeğiyle kazandığıdır.
Yine bir kimse müslüman olduğu zaman Resul-i Ekrem Efendimiz ona namaz kılmayı öğretir, sonra da rızık konusunda "Allahümmağfirli verhamni vehdini ve afini verzukni: Allahım, beni bağışla, bana merhamet et  rızanı kazandıracak işler yaptır, bana afiyet ve hayırlı rızık ver" dîye dua etmesini tavsiye ederdi.
Kendisine gelerek rabbinden bir şey isteyeceği zaman nasıl dua edeceğini soran birine Resul-î Ekrem "Allahümmağfir li verhamni ve afini verzukni: Allahım, beni bağışla, bana merhamet et rızanı kazandıracak işler yaptır ve bana hayırlı rızık ver" demesini tavsiye etmiş, bu sözlerin hem dünya hem ahiret için is­temesi gereken bütün herşeyi ihtiva ettiğini söylemiştir,»
Hayırlı rızık güzel bir nimettir. Hak Teala nice kullanna güzel ve hayırlı nimetler vermiş, onları sevindirmiştir. Zira Allah'ın sevgili kulla rına yönelik müjdeler temellidir, ebedidir. Bu da şüphesiz kurtuluşun ta kendisidir. Hak Teala onlann her ortamda imdatlarına yetişmiştir. Nite­kim Meryem'e hitaben "Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üze­rine taze hurma dökülsün. Ye, iç. Gözün aydın olsun" buyurmuştur. Meryem evlenmemiş olduğu halde İsa'yı bir hurma ağacı dibin­de doğurmuştu. Kavminden uzakta bir yerde ve yalnız bir haldeydi. Kendisine ayette geçtiği şekilde hitabedilmek suretiyle ona ikramda bu­lunuldu.
Kuru hurma ağacından taze hurma döküldü, onunla ihtiyacım giderdi. Bu durum, Meryem'in kerametiydi. Onun iman ve ittikasırun sonucu olarak kendisine yöneltilmiş olağanüstü bir iyilikti. Meryem sadece bu değil, daha başka ilahi ihsanlara da mazhar oldu.
Nitekim Zekeriya onun yanına mihraba her girdiğinde orada bir nzık bulur ve ona bunun kendisine nereden geldiğini sorar, o da onun Allah tarafından geldiğini, Allah'ın dilediğine sayısız nzık verdiğini söyleye­rek cevap verirdi.
Allah sevgili kullarını bu şekilde nimetlerin en temizi ile nzıklandırmış, onlara da temiz olanları yemelerini emir buyurmuştur. Müslümanın ka­zana temiz olmalıdır. Dolayısıyla hem kendi hem aile fertleri helal gıda ile beslenmelidir. Onun Allah yolunda sarf edeceği para da temiz bir şe­kilde kazanılmış olmalıdır.
Haram yollardan kazanılan paranın hayrı ol­maz. Bir insanın duasının kabul edüebilmesi için helal gıda ile beslenmesi şarttır. Haram ile beslenenin duası kabul olmaz. Allah Teala temizdir, sadece temiz olanları kabul eder. Allah Teala peygamberlerine neyi emret-tiyse müminlere de onu emretmiştir. Cenab-ı Hak peygamberlere;
"Ey peygamberler, temiz ve helal olan şeylerden yiyin, iyi ve faydalı işler yapın!' buyurmuş, müminlere de 'Ey iman edenler, size verdiği-miz nzıklarm temiz olanlarından yiyin' talimatında bulunmuştur.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah Teala, kulunun her türlü çirkinlikten, ahlaksızlıktan arınmasını, onun kazancının helal yollardan elde edilmiş temiz kazanç olmasını arzu etmektedir, insanın çok hayır yapması, parasını, servetini dinin uygun gördüğü yerlere har­caması güzel davranışlardır, Bu güzel işlere vesile olan servetin mutlaka temiz olması, temiz yolla kazanılması şarttır.
Haram ticaret yollarıyla kazanılmış bir servetin tamamı Allah yolunda harcansa, bunun hiçbir değeri yoktur; zira Allah Teala sadece temiz olanları kabul ermektedir.
Yiyeceklerin, içeceklerin, giyeceklerin, Allah yolunda harcanacak malların temiz ve helal olması bakımından, peygamberler ile müminler arasında hiçbir fark yoktur, insan temiz gıda ile beslenirse dualan kabul olunur, aksi halde reddedilir. Bu hususta Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, to­za toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak: Ya Rabbi! Ya Rabbi diye dua eder. Halbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!" Hadiste anlatıldığı üzere, bîr kimse din uğrunda savaşmak için canını ortaya koysa, "saçı bası dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette" dinine hizmet etmek için uzun seferler yapsa bile, haram lokma ile beslendiği takdirde onun bu fedakarlığının değeri yoktur.
Midesinde haram lokma bulunan kimsenin ibadeti de, duası da kabul olunmaz. Duanın iki kanadı olduğunu unut­mamak gerekir; biri helal yemek, diğeri doğru söylemektir. Efendimizin beyanına göre kişi kendi el emeğinden daha helal rızık kazanmamış-tır. Onun kendisi, ailesi, çocukları ve hizmetçisi için harcadığı mal birer Rızık Allah'ın elindedir. Bütün canlılara rızkı veren odur.
Yeryü­zünde hareket eden her canlıya rızkını veren Allah'tır.*7 Böyle olunca rızık için lüzumundan fazla endişelenmeye gerek yoktur. Burada kula düşen çalışıp çabalamaktır. Çünkü Allah herşeyi bir sebebe bağlamıştır. Emeksiz yemek olmayacağı gibi. sebepsiz sonuç olmaz. Daldaki armu­dun durup dururken insanın ağzına düşmesini beklemesi boş bir hayal­den ibarettir.
En azından ağacın daimi silkelemesi gerekir. Zira rızık giz­lidir. Onu arayıp bulmak, kendisine ulaşmak gerekir. Allah Teala kaderi gizlediği gibi rızkı da gizlemiştir. Kullarına ummadıkları yerden rızı kla-rını verir, İş arayanın beklenmedik bir anda iş bulmas, aç olanın yiyece­ğe kavuşması, dükkan kepenkini açana müşterilerin gelmesi bunun bi­rer örneğidir. Kul beklemediği, ummadığı yerden bîr vesileyle gelenrı­zik sayesinde o kadar mutlu olur ki, neşesinden nerdeyse yerinde du­ramaz, ihsanı yapanın Allah olduğunu bilip o duyguyla baktığında ise sevinci bir kat daha artar. Kendisini asla unutmayan bir rabbi olduğunu düşünüp, ona sonsuz hamd ve senada bulunur.
Allah aile fertlerinin geçim yüküne yardım eder.
Allah, dağına göre kış verir. Allah hiçbir kimseye altından kalkamayacağı, dayanama­yacağı yükü yüklemez. Her canlının rızkını daha doğmadan veren Yüce Mevla, yaşadığı sürece de herkesin rızkını gönderecektir. Onun için hiç­bir aile reisi çoluk çocuğunu geçindirememe endişesiyle stres ve buna­lıma girmemelidir. Biraz gayret göstermeli, harcamalarını yerli yerince yapmalıdır.
Helal rızık kazanma yollarından biri de ziraat yapmak, tarımla uğ­raşmaktır. Hadislerde ziraatçılığı tavsiye eden Resul-i Ekrem Efendimiz ziraatçılığın mübarek bir meslek olduğuna dikkat çekmiştir. Bu mesleği hor ve hakir görüp ziraatçılığa yanaşmayan insanlara verilebilecek en güzel cevaplardan biri bu olmalıdır.
Rızkın en büyük kaynaklarından biri şüphesiz topraktır. Adem gibi insanlığın atası olan bir peygam­ber yeryüzünde ilk defa çiftçilikle uğraşmıştır. Büyük devletlerin bile toprak ürünleri ithal etmek zorunda kaldığı bir zamanda toprağı gerek­tiği gibi değerlendirebilmek ve bunun yollarını aramak, kalkınmanın önemli unsurlarından biridir.

İnsana takdir olunan nzık mutlak surette onu bulur. Kulun rızkının kendisini ecelinin aradığından daha fazla arayacağı hadisi bunu göste­rir. Ecel ölüm vaktidir. Allah, herkesin ölüm vaktini tayin etmiştir. İlmi ilahî de kesindir. Ne ileri, ne geri alınması söz konusu değildir. Bunun gibi nzık da tayin edilmiştir. Kimse açlıktan ölmez. Allah bitkile­rin, hayvanların, ne kadar rızka muhtaç varlık varsa hepsinin rızkını ve­rir, hiçbirini ihmal etmez. Ağaçlar toprağa tezgahlarını kurup tevekkülle yerlerinde dururlar.
Rızıkları da ayaklarına gelir. Kimse nzıksız kalmaz. Rızık garanti alandadır. Ancak bunun ötesinde, yani mecazi rızkı ka­zanmak için ise fazladan gayret göstermek gerekir. Bunu elde edebilmek için gerekli sebeplere sarılmak, iradeyi kullanmak, gayrete geçmek la­zımdır. Yoksa rızık kendiliğinden insanın ayağına gelmez.
Bu hadis bize rızık konusunda endişeye yer olmadığım göstermektedir. Kimse, "İş bu­lamam. Aç kalırsam ne olur halim" gibi bir düşünceye kapılmamalıdır. İnsanın biraz elini oynatması, erinmeden, telaşlanmadan Allah'a güven­le yola çıkması yeterlidir. O rızkına, rızkı da ona gelir. Yalnız onu elde etme düşüncesiyle harama el uzatılmamalıdır.
Rızkı elde etmenin en önemli sebeplerinden biri vakitleri iyi değer­lendirmektir. Efendimizin "Rızık talebi için çıkmada erken davranın. Zi­ra erken çıkışta bereket ve muvaffakiyet vardır" hadisi bunu gösterir. Yola çıkanın yol alacağı gibi, rızık için erken davrananın da daha çok kazanç sağlaması muhtemeldir.
Meşru dairede yeryüzü nimetlerinden istifade etmek her insanın hakkıdır, kimse onu haram edemez. Onlar dünya hayatında iman eden­ler içindir. Rızık helal ve temiz olmalıdır. Mümin her şeyin helal ve temiz olanını seçmelidir. Yediği içtiği şeylerde buna özen göstermelidir. Başta peygamberlere olmak üzere bütün insanlara helal ve temiz şeyleri yemeleri emredilmiştir.
Helal rızık, emek eseridir. Emeksiz yemek olmaz. İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Bütün peygamberler el emekleriyle geçiıv miştir. Kişi, elinin emeğinden daha hayırlı bir şey asla yememiştir. Helal rızık için çalışmak, her müminin görevidir.
En temiz ve helal nzık, kişinin bizzat çalışarak yani el emeğiyle kai_ dığıdır. Önemli olan helal nzık kazanmaktır. Bu açıdan bakınca mesleğin değerlisi, değersizi olamaz.
En hayırlı geçim yolunu tutanlardan biri, Allah için savaşmak üzere atının dizginlerine yapışan kimsedir. O kimse savaşa çağıran veya yardım isteyen bir ses duyunca, ölümü göze alıp atını n sırtın­da o yana doğru uçar veya ölümün kol gezdiği yerlere dalar.
Helal rızık yollarından biri de bir tepenin başında veya bir vadinin içinde koyunlarını otlatan kimsedir. Bu kişi namazını kılar, zekatım ve­rir, ölünceye kadar rabbine ibadet eder ve insanlara hep iyilik yapar. Fitneler yaygınlaşıp, kötülüklere engel olma imkanı kalmayınca uzlete çekilip, helal rızık kazanmak, ibadet ve taatle zaman geçirmek caizdir, insana her imkanı lütfeden Allah Teala'dır,
Bir borcu ödeyebilmek için elden gelen gayret gösterilirken, her işte olduğu gibi bu konuda da
Cenab-ı Hakk'ın yardımı istenmelidir, insan ticaret yaparken veya bu­rada olduğu gibi bir açığım kapatmaya çakşırken hep helal rızık peşinde olacak, haramlardan şiddetle kaçınacak, bunun yanı sıra kendisini ha­ram kazançtan koruması için Allah Teala'dan yardım isteyecektir. "Ha­ram helal ver Allahım, çoluk çocuk yer Allahım" diyerek nereden geldi­ğine bakmadan kasasını doldurmaya çalışmak bir müslümarun kesinlik­le iltifat etmeyeceği bir anlayıştır.
Çarşı pazara helal rızık kazanmak, elde edeceği kazana Allah yo­lunda harcamak için gelen kimseler için hadisimizde herhangi bir yasak­lama söz konusu değildir. Şeytan ve avaneleri böyle iyi niyetli kişilere hiçbir zarar veremez.
Bununla beraber iyi niyetli müslüman tüccar çarşı pazarda kötü insanların varlığını unutmamalı, onların tuzağına düş­memeye dikkat etmeli, kendisini aldatmalarına hiçbir şekilde fırsat ver­memeli, bunun için de bedeni çarşı pazarda, ama gönlü zikir ve fikirde ol­malıdır. Müminin çarşı pazarı, zikri fikri güzel olursa o zaman iyi hal sahibi olmaya başlar. İyi hal ve güzel gidişat ise her müminde aranan en önemli ahlakı niteliklerdendir.