www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

YETİMLERE İYİLİK

YETİMLERE İYİLİK
Yetim, babası olmayan, ergenlik çağma ermemiş çocuk demektir, is­lam dini, yetimlere iyi davranılmasınır onların mallarının korunmasına son derece önem vermiştir. Kur'an-ı Kerimin yirmiden fazla yerinde doğrudan veya dolaylı olarak yetimlerin gözetilmesi emredilmiş, bu ayetlerden birinde betimlerin mallarını haksız olarak yiyenler, karınla­rına ancak bir ateş doldurmuş olurlar" denilmiştir.
Bu ayetteki yetim malı yemekten maksad onların mallarına sahip çıkmak, haklarını yemektir. Yoksa içerisinde yetim bulunan bir aileyi zi­yarete gidildiğinde onların ikram ettiği bir şekeri almamak değildir. Di­ğer bir ayette dini yalanlayanların yetimleri inciten kişiler oldukları be­lirtilmiş, yetimlere şefkat ve merhametten nasipsiz olan kişilerin kötü durumları kınanmıştır. Yetimlerin işlerini düzeltmenin hayırlı bir dav­ranış olacağı ifade edilmiş, bunlardan başka, açlık ve kıtlık zamanla­rında, bir yetimin doyurulması özellikle tavsiye edilmiştir. Yine bir diğer ayette doğmadan önce babasını, doğumundan sonra da anasını kaybeden Efendimizin Cenab-ı Hak tarafından himaye edildiği haber verilmiş, Efendimize de hayatında yetimleri ezmemesi emir buyrul-muştur.
Bunların yanısıra Allah Teala'run yetimlere nasıl rahmet ettiğini gösteren önemli bir kıssadan da söz edilmiştir. Kehf suresinde anlatılan bu kıssa, ilahi iradenin yetimlerin lehine nasıl tecelli ettiğini gözler önü­ne sermektedir. Musa'nın gözüyle ilginç olayların yaşandığı bu kıs­sada Hızır aleyhisselam yıkılmakta olan bir duvarı eliyle düzelterek onarmış karşılığında hiçbir ücret talep etmeyen Hızır'ın neden böyle bir şey yaptığı sorulunca olayın iç yüzü Hızır tarafından açıklanırken duva­rın altında yetim çocuklara ait gömülü bir hazine bulunduğu, onun da bu hazinenin bir başkasının eline geçmesini önlemek ve yetim kalan ço­cuklara ulaşmasını sağlamak için yıkılmak üzere olan o duvan düzeltti­ği haber verilmiştir. Bu açıklamanın ardından Hızır'ın bunu kendi irade­siyle değil ancak Hak Teala'nın emriyle onlara bir rahmet olsun diye yaptığı ifade edilmiştir. Yetimleri kuşatan, onlara sahip çıkan ve sahip çıkılmasını öğütleyen ilahi şefkat ve merhametin derinliği bu kıssada çok güzel bir şekilde anlatılmıştır.
Yetime iyi davranmak öylesine güzel bir ameldir ki Allah yolunda savaşmaya gündüzleri oruç tutup geceleri ibadetle geçirmeye denk bir ameldir. Aslında söz konusu ibadetler zor ve zahmetli ibadetler arasın­dadır. Bunlara kolay kolay herkes güç yetiremez. Güç yetirse de sürekli­lik ve devamlılık gösteremez. Mümine bu üç amelin sevabını kazandı­ran, onlara neredeyse denk sayılan bazı ameller vardır ki bu amelleri yapanlar, yukarıdaki üç amelin sevabını kazananlar gibi ecir ve sevab kazanırlar. Efendimiz bu hususu açıklarken dul ve yetimlerin ihtiyacına koşanların, Allah yolunda cihad eden, gündüzün oruç tutup geceyi iba­detle geçirenler gibi olduklarını haber vermiştir.
insanın her zaman cihad etme, oruç tutma, namaz kılma imkanı ol­mayabilir. Ama dul kadınların ve yetim çocukların yardımına koşma imkanı bulabilir. Hemen hemen toplumda eşinden ayrılan veya kocası öldüğü için geride yalnız kalan kadınlara, babası ölen yetim çocuklara rastlanır. Dul ve yetimlerin ihtiyaçlarını sağlayan biri bulunmadığı za­man onların ihtiyaçlarını bir ibadet aşkıyla karşılamak ve onlarla meşgul olup dertlerine deva olmak, sıkıntılarına çare aramak, büyük sevab ka­zanmaya vesile olur.                                                                            
Her konuda olduğu gibi burada da iyilik ilk önce kişinin kendi yeti­mine bakmasıdır. Nitekim bir gün Aişe'nin yanma iki kızı bulunan bir kadın geldi ve ondan bir şeyler istedi. Aişe'nin yanında tek bir hurmadan başka bir şey yoktu. O bu bir tek hurmayı gelen kadına verdi.
Kadın da bunu ikiye bölerek kızlarına verdi. Sonra kadıncağız kalkıp gitti. Arkasından Efendimiz eve geldi Aişe hadiseyi Efendimize anlara. Bunun üzerine Efendimiz kızlarının ihtiyacım karşıyan ve onlara iyilikte bulunan kişiye o kızların ateşe karşı bir siper olacaklarım söyledi.
Evinde bir hurmadan başka bir şey bulamayan Aişe'nin o bir tek hurmayı da yetimlere vermesi ne kadar cömert ve müşfik olduğu­nun müstesna bir örneğini teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra yetim ço­cukları olduğu anlaşılan kadıncağızın aldığı bir hurmayı kendisinin ye­meyip ikiye bölerek çocuklarına vermesi anne şefkatinin ne derece bü­yük olduğunu gözler önüne sermektedir. Yetimlerine böylesine şefkat ve merhamet gösteren bu annenin yaptığı iş çok basit ve önemsiz gibi görünüyorsa da hakikatte son derece ciddi ve önemlidir. Yokluk anında bir hurmanın büyük değeri vardır ve bundan dolayı kadıncağız Efen­dimizin takdirine ve müjdesine mazhar olmuştur.
Netice itibariyle babadan mahrum olarak yetim kalan kız çocukları­na iyi bakmanın ve onların ihtiyaçlarını karşılamanın büyük bir mükafat kazanmaya vesile olduğu, onlara gösterilen şefkat ve merhametin ilahi af ve mağfiret yolunu açtığı, bu sayede cehennem yolunu kapayıp kişiye koruyucu bir siper olduğu anlaşılmaktadır. Yetim ve kimsesiz yoksula-rın yanısıra toplumda şefkat ve merhamet gösterilmesi gerekenlerden bir diğer sınıf da kız çocuklarıdır. Efendimiz kız çocuklarına ayrı bir önem verirdi. Bu konuda "Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yanyana bulunacağız" buyurur ve bu yakınlığı göstermek için parmaklarını bitiştirdi.
Yaratılış itibariyle hassas ve narin bir yapıya sahip olan kız çocukla­rım hayata hazırlamak, yıllarca devam eden bir sabır sürecini gerektirir. Kız çocuklarını yetiştirmek erkek çocuklarım yetiştirmeye göre daha faz­la bir dikkat ve itina ister. Ama kız çocuklarım yetiştirip hayata hazırla­yan kişiye o çocuklar cehenneme karşı bir kalkan olurlar. Nitekim bir gün Aişe'nin yanma iki kız çocuğu bulunan bir kadın geldi ve on­dan bir şeyler istedi. O sırada evde bir hurmadan başka bir şey yoktu.
Aişe onu çıkarıp kadına verdi. Kadın kendisi hiç tatmadan o bir hurmayı ikiye bölerek çocuklarına verdi, işi bittikten sonra da kalkıp git­ti. Resul-i Ekrem eve geldiğinde Aişe olup biteni kendisine anlattı. Bunun üzerine Efendimiz "Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar onu cehennem ateşinden koru­yan bir siper olurlar" buyurdu.
Çocuklara, bilhassa kız çocuklarına gösterilen merhamet, insanın ce­hennemden kurtulmasına sebep olduğu gibi cennete girmesine de vesile olur. Yine bir gün Aişe'nin yanına sırtına iki çocuğunu almış yoksul bir kadın çıkageldi. Aişe ona Üç hurma verdi. O da çocuklarına birer hur­ma verdi ve öteki hurmayı yemek için ağzına götürmüştü ki çocukları an­nelerinden onu da İstediler. Kadıncağız yemek istediği bu hurmayı da ço­cukları arasında bölüştürdü. Kadının bu tutumuna hayran kalan Aişe onun yaptığını Resul-i Ekrem'e anlattı. Olayı dinleyen Resul-i Ekrem "Bu şefkati sebebiyle Allah Teala o kadına mutlaka cenneti vermiş veya bu se­beple onu cehennemden azad etmiştir" buyurdu.
Çocuklarına elindeki bir hurmayı hiç tatmadan ve kendi açlığına bakmadan yavrularına veren bu annenin gösterdiği şefkat dolu bu hare­ket gerçekten takdir edilmeye şayandır. Bu gibi mana yüklü hadiseler ya­pılan işlerde niceliğin değil niteliğin önemli olduğunu göstermektedir.
İster babanın vefatı ile anne elinde, ister annenin vefatı ile baba elinde kalan yetim olsun, ister başkasının yetimi olsun, onlara iyi bakan, ihtiyaçlarını karşılayıp haklarını koruyanın derecesi büyüktür. Öyle ki böyle kişiler hakkında Resul-i Ekrem Efendimiz "Ben ve yetime bakan kişi cennette şöyleceyiz" buyurmuş, bunu söylerken işaret parmağı ile orta parmağını yan yana getirmiştir.
Cennette Efendimizle bir arada bulunmak büyük bir şereftir. Bun­dan daha büyük bir şeref olamaz. Yetimlere iyilik eden kişiler bu şerefe nail olacak, Efendimizle birlikte bulunma bahtiyarlığına ereceklerdir. Ashab-ı kiram içinde bu büyük şerefe nail olan kişiler eksik değildir. Yetime yapılan iyilik ve ihsanın sevabı ne kadar çoksa, tam tersine ona yapılan kötülük ve fenalığın günahı o kadar ağadır. Bunun için müminler, yetimin hakkına asla tecavüz etmemeli ona iyilikten başka bir şey düşünmemelidir.
Hasan-ı Basri, ashab-ı kiramın devrine yetişen tabiin kuşağının önemli simalarından biridir. Burada onların zamanında gördüğü gü­zel hallerden birine işaret etmiştir. Ashab-ı kiram devrinde yetime gösterilen şefkat ve merhametin, onlara yapılan yardım ve ikramın sonraki devirlerde aynı şekilde yapılmadığını söylemek suretiyle in­sanları ikaz etmeye çalışmıştır. Yine tabiin alimlerinden îbni Sirin'e yanında bir yetim olduğunu söyleyen birine îbni Sirin, çocuğuna yap­tığını ona yapmasını, çocuğuna yapmadığını ona yapmamasını söy­lemiştir, Bu da insanın evinde bulunan yetime karşı kendi evladına yaptığı muamele gibi muamele yapmasının daha doğru olduğunu göstermektedir.
Yetimlere bakmanın ecri büyüktür. Zira zor olan amellerin ecir ve sevabı büyük olur. Kocası ölüp de çocuklarıyla birlikte kalan bir anne­nin durumu gerçekten zordur. Böyle bir kadın önüne fırsat çıkarsa ikinci bir evliliği yapabilir, yetimlerine üvey bir baba bulabilir. Ama üvey bir babanın başkasının yetimlerine gereken şefkat ve merhameti göstermeyeceği göz önüne alındığında bu yolun kadın için de çocuklar için de sıkıntılı olduğu ortadadır. Bu durumda olan bir kadın, başka bir kocaya varmaz, sırf yavrularına olan sevgisinden dolayı içinde bu­lunduğu hale sabreder evlenmezse bunun fazileti daha büyüktür. Efendimiz böyle bir kadının fazileti konusunda kendisinin ve sıkıntı­sından dolayı yanakları moraran dul kadının, çocuğuna sabredip ev­lenmeyen hanımın cennette iki parmağın birbirine yakınlığı gibi yakın olacakları müjdesini vermiştir.
Burada kocasının ölümü veya kocasından boşanmak suretiyle dul kalan bir kadının kişisel arzularını bir tarafa bırakarak yetim kalan ço­cuklarını sahipsiz bırakmayan, onları başkalarına muhtaç etmeyen, ye­tiştirip hayata hazırlayan bir annenin kazanacağı yüksek mertebeye işa­ret olunmaktadır. Dul kalan bir çocuklu kadının, karşılaşacağı zorluklar ve çekeceği sıkıntılar altında yüzünün rengi değişeceği muhakkaktır. Amellerin en hayırlısının, en zor olanları dikkate alındığında böyle bir zahmete katlanan annenin mükafatının da cennet olacağı cennette Re-sul-i Ekrem Efendimizle yan yana bulunacağı anlaşılmaktadır.               
Yetime elbette iyi davranılması gerekir. Onun bir taraftan iyi bir şe­kilde yetiştirilip büyütülmesi terbiye edilip ahlakının güzelleştirilmesi lazımdır. Terbiye her zaman öğüt ve nasihatla yapılamaz. Bazı durumlar olur ki o gibi durumlarda sert tedbirlere başvurmaya gerek duyulur. Maksat yetimi ifsad değil ıslah etmek, incitmek değil terbiye etmektir. Aişe'nin yanında bir yetimin terbiyesinden konuşulduğunda Aişe yetimi uslanıncaya kadar terbiye etmek gerektiğini söyledi.
Aişe'nin bu ifadesinden anlaşıldığına göre insan kendi evladını terbiye ederken başvurduğu usullere, yaramazlık yapan yetim bir çocuğu terbiye ederken de başvurabilir. Aişe genellikle kardeşlerinin yetim çocuklarını himaye eder, onları yetiştirip büyütürdü. Onlara karşı, Aişe'nin şefkat ve merhamet gösterdiği, sevgi beslediği muhakkaktır. Bu­nunla beraber yetimleri kötü alışkanlıklardan uzak tutmak için yer yer sertlik göstermesi onların menfaatinedir. Onların terbiyelerinin ihmal edilmesi doğru değildir. Asıl o zaman onlara kötülük edilmiş olur. Ancak keyfi olarak ve lüzumsuz yere kendi çocuklarından ayırt edecek şekilde yetimlere muamelede bulunmak onlara zulüm ve haksızlık olur.
Çocuk anne babanın en değerli varlığıdır. Aile onunla şenlenir, ev­dekiler onunla neşelenir. Onların kaybı aileye büyük üzüntü verir, yü­reklerini derinden yaralar. Bu acıyı yaşayıp da sabreden, ecrini Hak'tan bekleyen anne babalara büyük mükafatlar vardır. Resul-i Ekrem böyle aileler için bir müslümanın ergenlik çağına ermemiş üç çocuğu ölürse, o çocukların anne babalarına karşı cehennem ateşinin dokunmayacağını, ancak Allah'ın yeminin yerine gelecek kadar kısa bir süre dokunabilece­ğini söylemiştir.
Hadiste yer alan ve yemin yerini bulacak anlamına gelen "tehılletü'I-kasem" ifadesi, yeminin bozulmamış olması yahut yerine gelmiş sayılması için yeterli olan en kısa süre anlamındadır. Yemini he­lal kılmak manasına gelen bu ifade, çok kısa süreden kinaye olarak kul­lanılır. Burada söz konusu olan yemin "İçinizden cehenneme uğrama­yan kimse yoktur" ayetindeki yemindir. Bu ilahi hükmün yerine getirîlmesi cennetlikler için sadece sırattan geçmek anlamına gelir. Evlat aa-sı çeken ana babanın üzüntü ve sıkıntıları çok olduğundan, böyle bir im­tihanla imtihan olanların sevabı Allah'dan beklemeleri karşılığında ce­hennemden selametle kurtulup cennete girecekleri anlaşılmaktadır. Ni­tekim bir kadın Efendimize bir çocuk getirip ona dua etmesini, ondan önce üç çocuk gömdüğünü söyleyince Efendimiz ona kuvvetli bir engel­le ateşten engellendiğini söylemiştir.
Burada da üç çocuğu ölenin cehennem ateşinden korunmuş olacağı ve cennete girmeye hak kazandığı anlaşılmaktadır. Yine tabiinden bir zat bir   oğlunun   vefat   ettiğini,  bundan  dolayı   çok  üzüldüğünü,  Ebu Hüreyre'ye gelerek kendisine teselli olacak, gönlünü ferahlatacak bir şey söylemesini, bu konuda Resul-i Ekrem'den bir şey işip işitmediğini sordu. Ebu Hüreyre adama Efendimizden duyduğu, küçüklerin cennetin her ta­rafını dolaşan ve oradan ayrılmayan varlıklar olduğunu büdiren hadisim haber verdi. Buluğ çağma ermeden ölen çocuklar cennetin her tarafını serbestçe gezip dolaşırlar ve oradan ayrılmazlar. Bu şekilde çocuklan ölenlerin teselli bulmaları için bu hadis büyük bir teselli kaynağıdır.
Ölen çocuk sayısının üç olması da kesin bir rakam değildir. Nitekim Efendimiz üç çocuğu vefat edip de onlara sabrederek sevabını Allah'dan bekleyen kişinin cennete gireceğini söylediği zaman iki tane çocuğu öle­nin de aynı hükme dahil olup olmadığı soruldu. Bunun üzerine Efendi­miz iki tane de olsa durumun aynı olacağım ifade buyurdu. Ashab-ı ki­ram bir tane çocuğu vefat edeni sormadılar. Ama bir tane çocuğu ölene de cennet olup olmadığını sorsalar Efendimizin ona da olumlu cevap vereceğini zannediyorlardı.
Üç çocuğu ölenle, iki çocuğu ölen arasında ahiret mükafatı bakımın­dan bir fark olmadığı açıkça anlaşılmakta ise de bir çocuğu Ölenin mü­kafatı hususunda kesin bir ifade yoktur. Ancak ravüerin tahminine göre, onda da aynı mükafat geçerlidir. Sahabi Sehl İbni Hanzaliyye bu mü­kafata nail olmak isteyen sahabilerdendi. Kendisinin çocuğu olmamıştı. Ama o İslam'da kendisinin cenin halinde de olsa bir çocuğa sahip olmayi ve ondan sevab beklemeyi, bütün dünyaya sahip olmaktan daha de­ğerli görürdü. Cenin tamam olmadan önce anne kamından düşen ço­cuğa denir. En aşağı derecede olan çocuktan kazanılacak sevab bu kadar değer taşıdığına göre, tam teşekküllü çocukların yaşayıp öldükten sonra ana babalalarına kazandıracakları sevab mukayese edilmeyecek kadar büyük olur. Çocukların ölümü arzu edilmemekle birlikte ilahi takdir so­nucu çocuğu ölen bir aile sabrederek bunun sevabını Allah'tan bekleme­lidir. Resul-i Ekrem Efendimiz bir gün ashabına kimi kısır saydıklarını sordu. Onların çocuğu olmayan kişiyi kısır saydıklarım söylemeleri üze­rine Efendimiz asıl kısırın kendinden önce ahirete çocuklarından birini göndermeyen kimse olduğunu söyledi. Bir kimsenin çocuğu vefat et­tiği zaman, buna katlanır, sabreder ve sevabını Allah'dan beklerse, kar­şılığında cennete girmeye hak kazanır. Böylece büyük bir ecir elde etmiş olur. Çocuğu vefat etmeyen ise, böyle bir mükafattan mahrum kalır.
Yetimlere her durumda iyilik etmek gerekir. Zira onlar boynu bü­yük, yüreği yaralı varlıklardır. Yaralarım sarmak, acılarını dindirmek la­zımdır. Nitekim Hak Teala Efendimize hitaben "Öyleyse, sakın yetimi ezme!" buyurmuştur.
Yetime iyi davranmak gerekir. Vaktiyle Efendimiz de bir yetimdi. Dünya gözüyle babasım görmek nasip olmamıştı. Yetimliğin ne oldu­ğunu çok iyi bilirdi. Bir çatı alanda anne babasıyla birlikte yaşamanın tadını alamamıştı. Ama o bütün bu acıları göğüslemiş, her şeye rağmen hayat mücadelesine devam etmişti. Nerde bir yetim görse ona yüreğini açar, başım şefkatle okşayarak bağrına basardı. Böyle yapmanın ilahi rahmeti kazanmaya vesile olacağını söylerdi.
Allah Teala Efendimize kendisinin de bir zamanlar yetim olduğunu, onu koruyup gözettiğini, kendisinin onu nasıl himaye etmişse, onun da yetimlere sahip çıkmasını, onların derdiyle ilgilenip sıkıntılarını hallet­mesini emir buyurmuştur. Demek ki yetimler Allah emanetidir. Onları dertleriyle, üzüntüleriyle başbaşa bırakmamak, kendilerine yetimliğin acısını duyurmamaya çalışmak gerekir. Toplumun çarkı içinde ezilmele-rine göz yumulmamalıdır. Kimse yetimi hor görüp onu ezmemeli, malıru zorla elinden almamalı, onları zayıf görerek haklarını yememeli, ken­dilerini tahkir etmemeli, onlara iyilik yapıp nazik davranmalı, şefkatli ve merhametli olmalıdır. Bir yetimin başını okşayan kişinin elinin dokun­duğu her kıla karşılık kıyamet günü kendisine bir nur verilir. Yetim ağladığı zaman onun ağlamasından Rahman'ın Arş'ı titrer. Yüce Allah meleklerine babası Ölen şu yetimi kimin ağlattığını sorar ve o yetimi sus­turan veya onu hoşnut eden kişiyi kıyamet günü hoşnut etmeyi garanti ettiğini söyler. Bundan dolayı Ömer bir yetim gördüğü zaman başı­nı okşar ve ona bir şeyler verirdi.
Yetim olarak büyüyen Resul-i Ekrem yetimleri, kendilerine bakacak kimseleri olmadığından dolayı zayıf kimseler olarak nitelendirir ve bu konuda " Allahım! iki zayıf kimsenin yetim ve kadının hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum" buyururdu.221 Bir başka hadiste Efen­dimiz kendisinin müminlere kendi canlarından daha değerli olduğunu, bir kimse ölürken mal bırakırsa o malın kendi yakınlarına kalacağını, fa­kat borç veya yetimler bırakırsa o borcun kendisine ait olduğunu, yetim­lere bakmanın da kendisine düştüğünü ifade etmiştir.
Yetim kalan çocuklara beytülmalden yani devlet hazinesinden na­faka Ödenmiştir. Hatta Ebu Bekir'in, müslümanlar arasında ayırım yapmaksızın bu nafakayı ödediği, Ömer'in ise, bunun aksine, müslümanlar arasında tercinde bulunduğu söylenmektedir. Yetimlere ve kimsesiz çocuklara beytülmalden yardım etmek gerekir. Bundan do­layı Efendimiz özellikle savaşlarda babalan şehit olan ve bu yüzden de yetim kalan çocuklara iyilikle muamele eder, onları kollar, gözetirdi., Yetimlere her konumda sahip çıkar, onlan korur ve himaye ederdi. Ay­rıca kendisinden sonra müminlerin de, onlara kefil olmasını ve sahip çıkmasını isterdi. Yine Efendimiz bir yetimin yiyecek ve içecek ihtiyacını karşılayan, onu kendi sofrasına dahil eden kimsenin, affedilemez bir günah işlemedikçe, Allah Teala tarafından bağışlanacağını ve mutlak surette cennete konulacağını ifade etmiş, yetim malı yemenin insanı; helak eden yedi günahtan biri olduğunu belirterek müslümanlann bu konuda titiz davranmalarını istemiştir.
Ashab-ı kiramdan Abdullah İbni Ukeym de Haccac-ı Zalim'in zul­münden endişe ettiği bir dönemde yetim hakkı yemediğini belirterek Allah'a dua etmiş, eğer bu sözünde doğru ise kendisini onun şerrinden korumasını istemiştir. Sonuçta duası kabul edilmiş ve Abdullah ibni Ukeym Haccac'ın şerrinden kurtulmuştur.
 Yine Resul-i Ekrem Efendimiz ashabından zayıf olarak gördüğü kimselere, iki kişi üzerine idareci olmamalarını, yetim malına da velilik yapmamalarını tavsiye etmiş, kalp katılığından şikayet edenlere de fakirleri doyurmalarını, yetimlerin başlarını okşamalarını tavsiye bu­yurmuştur.
 Dinimizin yetimler konusundaki tavsiyelerine dikkat eden Aişe kardeşinin yetim kızlarına bakar, onların her türlü ihtiyaçlarını karşıla­maya çalışırdı. Ebu Said el-Hudri de yoksullara, yetimlere daima yar­dım eder, balama muhtaç çocukları evine alarak besler, büyütür ve eği­tirdi. Zeyd İbni Erkam da Medineli bir yetimdi. Onu Abdullah İbni Revaha himayesine alıp büyütmüştü. Efendimiz çocuklarını sevgiyle büyüten, küçük çocuklara, yetim yavrulara karşı şefkatle davranan Kureyş kadınlarını bu özelliklerinden dolayı över, onları kadınların en hayırlıları olarak nitelendirirdi.
Efendimiz yetimlerle ilgili geçmiş ümmetlerden de örnekler verirdi. Bunlardan bir tanesinde anlatıldığına göre, önceki dönemlerde yaşayan­lardan bir kişinin evine fakir bir yetim geldi. Fakat ev sahibi yetimi sof­rasına davet etmedi. Onun bu davranışından razı olmayan Allah Teala ev sahibini bedeniyle ve çoluk çocuğuyla imtihan etti. Bu olay Allah'ın kullan içinde, yetim ve fakirleri sevdiği kadar hiçbir şeyi sevmediğini göstermektedir. Dolayısıyla yetim ve fakirlere gereken şefkatin göste­rilmesi gerekir.                                                                                  
Yetime iyilik etmemek kalp katılığının belirtisidir. Zira Kur'an'a gö­re dini yalanlayanlar yetimi iter kakar. Din inşam hem dünyada hem de ahirette mutlu edecek görevleri belirleyen ilahi buyruktur, insanın başlıca görevinin Allah'ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmak ol­duğunu, bütün yaratılmışlara sevgi ve şefkat göstermek gerektiğini or­taya koyar. İnsan Allah'ın buyruklarım yaptığı ölçüde mutlu olur. Ya­saklarından kaçındığı ölçüde ona bağlı olmanın manevi zevkine erer. İn­sanlara iyi davrandıkça, onları kendisinden memnun ettikçe, kederli gö­nülleri sevindirdikçe yaşamanın güzelliğini farkeder. Dini yalanlayan yani islam'ı tanımayan kimse, gönlünde Allah'a saygı, insanlara sevgi taşımayan kimsedir. Böyleleri öksüzleri kucaklayıp bağıma basmaz. Ak­sine onları iter, kakar, hor görür. Yetimleri kırmaktan, ezmekten geri durmaz. Fakirleri ve yoksullan doyurmak, onların ihtiyaçlarını gider­mek için gayret göstermediği gibi, başkalarının yardım etmesine de ön ayak olmaz. Demekki dindar olmayan kimsede şefkat ve merhamet duyguları körelmiştir. Onların insani yönleri büyük ölçüde ölmüştür.
islam, yetimlerin korunup gözetilmesi, onların yetiştirilerek toplu­ma kazandırılması için gereken tedbirleri almış, bunlarla ilgili özel hü­kümler koymuştur. Yetimleri, kız çocuklarım, zayıf, yoksul ve gönlü kı­rık kimseleri hoş tutmak, onlara iyilik edip şefkat göstermek, kendüerine mütevazi davranıp kol kanat germek imanın bir gereğidir. Hak Teala rahmet peygamberine ''Müminlere kol kanat ger" buyurmuştur. Bu sadece Resul-i Ekrem Efendimize değil, onun şahsında bütün müminle­re yapılan bir tavsiyedir. Herkes gücü nispetinde bu tavsiyeye uymalı, din kardeşinin derdine çare aramalı, yarasına merhem olmalıdır. Top­lumda merheme en çok ihtiyaa olan gönülleri baba yokluğuyla yaralı olan yetimlerdir. Kimsesi olmayan zavallı biçarelerdir. Ailenin direği olan baba desteğinden yoksun olan bu yavrulara kol kanat gerilmesi, şefkat ve merhamet gösterilmesi insanın şerefini yükseltir.
Yetimi, öksüzü ancak dini yalanlayan incitebilir. Aklı başında ol­gun bir mümin bunu yapamaz, böyle bir şeyi vicdanına sığdıramaz. Ni­tekim Efendimiz iki sınıf insan üzerine çok titrer, iki zayıf kimsenin, yetimle kadının hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıldı. Yetimler kendilerini koruyan kimseleri olmadığından zayıf ve güçsüzdürler. Bu­nun için ilgiye ve şefkate muhtaçtırlar. Onlar gibi hayatta hiçbir desteği olmayan, ayakta durma mücadelesi veren zavallı kimsesiz insanlar da yetimler gibi korunmaya muhtaçtır. Efendimiz zayıf ve kimsesiz insan-larla, fakir ve yoksullarla da yetimler gibi yakından ilgilenirdi. Zenginle­rin davet edilip fakirlerin çağırılmadığı düğün yemeğini yemeklerin en fenası olarak görürdü. İhtiyaç sahibi olanların çağrılmamasını hoş görmezdi. Kocasız kadınlarla, yoksulların işlerine yardım eden kimsenin Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap kazanacağını, o kimsenin tıpkı ge­celeri durmadan namaz kılan, gündüzleri hiç ara vermeden oruç tutan kimse gibi olduğunu söylerdi.
Kapı kapı dolaşıp bir iki lokma, bir iki hurma ile savuşturulan kimse­nin yoksul olmadığını, asıl yoksulun kendisine yetecek malı bulunmayan, muhtaç olduğu bilinip de kendisine sadaka verilmeyen ve kimseden de bir şey dilenmeyen kimse olduğunu belirtir, bu insanlara sahip çıkılmasını tav­siye ederdi. Ashabına fakirleri kollayıp gözetmelerini tenbih eder, onlara aralarındaki zayıflar sayesinde nzıklandınldıklarmı söylerdi. Yine aynı şekilde "Allah size yardım edip nzık veriyorsa bu, aranızdaki zayıflar saye-sinde değil midir?" derdi. Toplumda baba desteğinden mahrum olan ye­timlerin en zayıf kişiler olduklarında ise hiç şüphe yoktur.
Yetimlere bakmanın ecri büyüktür. Ummü Seleme'nin önceki koca­sından yetim çocukları kalmıştı. Bir gün Resul-i Ekrem Efendimize eski kocasından olma bu çocuklara bakmasının aslında kendisinin görevi olmadığını ama onların öz çocukları olduğunu, onları başkasına muhtaç durumda bırakamayacağını, yetimlerine yaptığı bu yardımdan dolayı sevap kazanıp kazanmadığını sordu. Efendimiz, Ummü Seleme'ye onla­ra yaptığı her harcamadan dolayı kendisine sevap yazıldığını söyledi. Güzel dinimiz, iyi niyetle yapılan her işi değerli bulmuş ve yapılan her iyiliğe on mislinden başlamak üzere sayısız sevap vermiştiır Bu yüzden Kendilerini himaye eden yakınlarını kaybetmiş olan yetirme kol kanat germek, onlara sahip çıkmak insani bir görevdir.