www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

KOMŞULARA İYİLİK

KOMŞULARA İYİLİK
insanın evine, işyerine yakın olan kişilere komşu denir. Aileden sonra en yakın sosyal çevreyi komşular oluşturur. Hayatta yakın akraba ve dostlardan sonra en fazla komşulara ihtiyaç duyulur. İyi bir komşu insan için iyi bir çevre demektir. Komşu komşunun külüne muhtaçtır. Varlıkta darlıkta insanın ilk imdadına koşacak olan insanın komşusu-dur. Komşularla ilişkileri iyi tutmak, onlara gereken değeri ve önemi vermek komşuluk haklarındandır. Hak Teala komşu ilişkilerinden söz ederken "Yakın komşuya, uzak komşuya iyilik edin" buyurmuştur. Onlara yapılacak iyilikler sevinçli ve neşeli günlerinde sevinçlerine ortak olmak, üzüntülü ve sıkıntılı günlerinde sıkıntılarını paylaşmak, davetle­rine icabet etmek, cenazelerine gitmek, yardıma ihtiyaç duydukları za­manda onlara yardım etmek şeklinde olur.
Komşuluğun sınırları konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Ali bu konuda çevrede sesi işitilen kimselerin komşu olduğunu, Aişe de her taraftan kırk evin komşu sayıldığını ve bunların komşuluk hakkına sahip olduklarını söylemişlerdir. Hasan Basri'ye komşuluğun sı­nırından sorulduğunda Ön tarafından kırk ev, arka tarafından kırk ev, sağ tarafından kırk ev ve sol tarafından kırk ev olarak sınırlandırmıştır. Bu görüşler komşuluk ilişkilerini teşvik etme bakımından güzel olmakla bir­likte hayatın genel çerçevesi içinde uygulanması balonundan bir takım zorluklan beraberinde getirdiğini de unutmamak lazımdır. İslam zorlama ve tekellüflerden, gereksiz zahmet ve meşakkatlerden uzak bir din oldu­ğuna göre bu konuda da orta yolu tutmak gerekir. Bu hususta en uygun olanı komşuluk sınırlarının zamana ve örfe göre tayin edilmesidir. Komşu tabiri, hiç bir ayırım yapılmadan müslüman kafir, abid fasık, dost düş­man, yerli misafir, iyi kötü, yakın uzak bütün komşuları içine alır. Önemli olan komşulara iyilik edilmesi, onlara karşı fedakar ve vefakar davranılmasıdır. İslam'da özellikle üzerinde durulan husus budur. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz Cibril'in kendisine o kadar çok komşu hakkında tavsi­yede bulunduğunu, neredeyse komşunun komşuya mirasçı olacağını zannettiğini belirtirken bu duruma işaret buyurmuştur.
Komşu konusunda tavsiyede bulunmanın anlamı, mümkün oldu­ğunca onlara iyilik etmek, zaman zaman kendilerine hediye vermek, muhtaç olduğu şeylerde onlara yardımcı olmak karşılaşınca güler yüz gösterip selam vermek, hal hata" sormak ve onlara eziyet verecek maddi manevi şeylerden sakınmak demektir. Komşu hakkım gozetmelconusurv da Cibril o kadar önemle durduki, Efendimiz komşunun aynen yakın ak­rabalar gibi, insana malında ortak olacaklarını sandı. Komşu kim olursa olsun ve hangi halde bulunursa bulunsun ona iyilik etmek lazımdır.
Komşular üç kısımdır. Bazı komşuların bir hakkı, bazılarının iki bazılarının da üç hakkı vardır. Bir hakkı olan komşu müşrik komşudur. Bunun yalnız komşuluk hakki vardır, İkinci; muslüman komşudur. Bunun İslam hakkı ve komşuluk hakkı vardır. Üçüncüsü müslüman ve akraba komşudur. Bunun da komşuluk hakkı, İslam hakkı ve akrabalık hakkı vardır.
Komşu hakkını gözetmek, onlarla iyi geçinmek imanın gereklerin­dendir. Nitekim Efendimiz bu hususta "Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse, komşusuna iyilik etsin" buyurmustur.                           
Komşuya iyilik etmek, ona yardım etmek, ödünç vermek, düğü­nünde tebrik etmek, hastalığında ziyaretine gitmek, ev inşaatı konusun­da komşunun inşaatından yüksek yapıp onun ışığını ve havasını kesme-mektir. Allah'a ve ahiret gününe iman eden mümin bu güzel amelleri yapmalıdır. Allah'a ve ahirete iman eden kimse, komşusuna iyilik eder, etmeyen kötülük eder.
Komşuya yapılan iyiliklerin sevabı diğer insanlara yapılan iyiliklere göre daha değerli olduğu gibi, onlara yapılan kötülüklerin günahı da di­ğer insanlara yapılan kötülüklere göre cezası daha ağırdır. Ahirete inan ma konusunda güçlü bir imana tahip olmayan kişiden her türlü kötülük beklenir. Böyle bir kişi komşusu da dahil olmak üzere hiçbir kötülükten çekinmez. Nitekim bir gün Efendimiz aıhabma zinadan sordu. Ashabı kiram onun haram olduğunu, Allah ve Resulünün onu haram kıldığını söylediler. Efendimiz insanın on kadınla zina etmelinin komşusunun ka­rısı ile zina etmesinden daha hafif bir günah olduğunu söyledi. Efendimiz bu defe onlara hırsızlıktan sordu. Hırsızlığın da haram olduğunu, onun da Allah ve Resulü tararından haram kılındığını söylemeleri üzerine Efendimiz kişinin on evden bir şey çalmasının komşusunun malını çal­masından daha hafif günah olduğunu haber verdi.
Zina, arada nikah bağı olmayan yabana bir kadınla ilişkide bulun­mak demektir. Zina bütün ilahi dinlerde haram kılınmış bir günahttr. Kesin haram kılınan büyük günahlardan olduğu için de onu helal kabul etmek insanı küfre götürür. Fakat bu günah, komşunun karısı ile işlen­diği zaman çok daha çirkin bir cürüm olur. Çünkü komşunun komşuya emniyet ve güveni vardır. Komşu hakkım gözetmek gerekirken bir de ona ihanet etmek, cürümlerin en büyüğü olur. Hırsızlık da haram olan günahlardandır. Komşu malına göz dikmek, başka kimselerin malına göz dikmekten daha kötü ve daha çirkindir. Burada komşu haklarına son derece riayet etmenin lüzumuna işaret vardır. O halde komşuya ihanet etmekten uzak durmalıdır.
Olgun bir mümin asla komşusuna ihanet etmez. Ona ihanet etmek şöyle dursun iyilikte bulunur, kendisine ikram eder. Bu konuda din far­kı da gözetilmez. Nitekim Abdullah İbni Amr'ın yahudi bir komşusu vardı. Abdullah evde bir koyun kesildiği zaman kölesini çağırır, ona yahudi komşusuna bir parça götürüp götürmediğini sorar ve ona mut­laka bir şeyler götürülmesini emrederdi.
Komşuya iyilik konusunda din aynımı yapılmaz. Komşu kim olursa olsun ona ikram ve ihsanda bulunulur. Fakir olan komşulara sadaka vermek de yine böyledir. Hiç bir ayırım yapılmaz. Yalnız zekatta durum bundan faklıdır. Zekat müslüman fakirlere verilir, müslüman olmayan­lara verilmez. Kurban eti de sadaka veya hediye yerine geçeceği için müslüman olmayanlara da verilebilir. Komşuya iyilik yapmada öncelik en yakın olan komşuya verilir. Nitekim Aişe Efendimize iki komşu­sunun olduğunu, onlardan hangisine öncelik vermesi gerektiğini sordu­ğu zaman Efendimiz, kapısı en yakın olana öncelik verilmesi gerektiğini ifade buyurmuştur.
Bütün komşulara iyilik yapma imkanı olmadığı zaman, onlar ara­sında en yakın olan komşu tercih edilir. İşin usulü ve doğrusu budur. Daha fazla kimselere vermek gerektiği zaman yine yakınlık sırası gözeti­lerek verilir. En yakın komşu, en çok hak sahibi olandır. Bundan daha uzakta olanlar komşu sayılmazlar. Herkesin iktidarına göre, yakınlık de­receleri gözetilerek komşu hakkı yerine getirilir. İslam ahlakının gereği budur. Bazı özel sebeplerden dolayı, uzak komşuları yakın komşulara tercih etmekte bir salanca yoktur. Önemli olan iyiliğin yerini bulması, ehil olanlara yapılmasıdır.
Komşularla ilişki bir insanın iman bakımından olgunluğunu göste­rir. İyi komşularla geçinmek kolay olmakla birlikte kötü komşularla ge­çinebilmek kolay değildir. Onlarla geçinmek daha zordur, insanlar iyi olduğu zaman komşuluk ilişkileri de iyi olur. Ama insanlar kötü olmaya başladı mı komşuluk ilişkileri de ona paralel olarak bozulmaya başlar. Nitekim Ibn Ömer kendi zamanlarında hiç kimseye altın ve gümüşün müslüman kardeşlerinden daha sevgili olmadığını, ama öyle bir zaman geldiğini o zamanda alnn ve gümüşün insanlara müslüman kardeşinden daha sevgili olmaya başladığını söylemiştir. Nitekim Efendimiz vaktiyle bu duruma işaret ederek kıyamet günü komşusunu yakalayan nice komşuların "Ya Rab! Bu adam yüzüme kapısını kapatarak benden iyili­ğini esirgedi" diyeceğini haber vermiştir.
Ashab-ı kiram devrinde müslümanların birbirlerine olan sevgileri, alnn ve gümüşe olan sevgilerinden daha fazla idi. Birlik ve beraberliği sağlayan bu Allah için sevgi sayesinde onlar büyük topluluklara karşı zafer kazanmışlar, düşmanlarına karşı üstün olmuşlardır. Sonradan bu hal tersine dönmüş, insanlar dünya malına önem vermeye komşuluk haklarını ihmal etmeye başlamışlardır. İnsan mala hakim olduğu za­manlarda izzet kazanır, aziz olur. Aksine ona mahkum olduğu zaman­larda zillete düşer, zelil olur. İnsanlık değerlerini kaybetmeye, mala mülke esir olup dünya peşinde koşmaya başlar.                                 
Dirhem ve dinara kul olanlann gerekli dindarlığı göstermeleri, Hakk'a yeterince kul olmaları zordur. Mala mülke hakim olanlar nefisle­rine esir olmaktan kurtulan özgür ruhlu insanlardır. Komşusuna kapıyı kapatacak kadar nefsine mahkum olup köleleşen birinin dünyada düş­manları olacağı gibi kıyamet gününde de elbette düşmanları olacaktır ve bu düşmanların basında da en yakın kapı komşusu gelecektir. Yardıma muhtaç olan komşuya elden gelen yardım ve iyiliği esirgemek ve ona kapıyı kapayıp ilişkiyi kesmek kıyamet günü komşunun şikayetine se­bep olacaktır. Bîr kimsenin Allah Teala'ya şikayet edilmesi kişinin ne kadar ağır bir durumla karşı karşıya kaldığının göstergesidir. Olgun ve kamil bir müminin böyle bir duruma düşmemesi gerekir. Nasıl kaçın­masın ki komşusunun derdiyle ilgilenmeyen, onun ne yediğini içtiğini bilmeyen bir insanın imanda olgunlaşması mümkün değildir. Efendimi­zin komşusu aç olup da kamını doyuran kimsenin mümin olmadığım belirten hadisi bu bakımdan son derece önemlidir ve iman sahibi her mümini yalandan ilgilendirmektedir.
Efendimizin bu uyarısı kişinin iman dairesinden çıkacağı anlamına gelmez. Onun kalbinde iman ağacının tam olarak yeşermediğini, kok atıp meyve vermediğini gösterir. Halbuki müminler bir vücud gibidir­ler. Başta olan ızdırap ayağı, ayakta olan ızdırap başı ilgilendirir. En ya­kın komşusundan haberi olmayan, onun aç ve susuz olduğunu bildiği halde ona karşı ilgisiz ve duyarsız kalan, sadece kendi karnını doyur­makla meşgul olan bir insanın olgun bir mümin olduğunu söylemek elbetteki mümkün olmayacaktır. Böyle bir insan imana aykırı iş yaptı­ğından dolayı günahkar olacak ve Allah katında yaptığından sorumlu tutulacaktır. Onun "mümin değildir" diye ifade buyurulması, böyle ha­reket edenlerin kamil ve olgun bir müslüman olmadıkları ve gerçek müminlerin böyle bir şeyi yapmayacakları konusunda yapılmış bir uya­rıdır. Mümin uyarı karşısında duyarsız kalan duygusuz bir insan değil aksine, son derece titiz ve duyarlı bir insan olmak zorundadır, iman in­sanlarla iyi ilişkiler kurup anlaşmayı, eldeki mevcut imkanları paylaş­mayı, yeri geldiğinde bir şeyler dağıtmayı öngörür. Nitekim Efendimiz Ebu Zer'e insanlarla ilişkilerde dikkat etmesi gereken bazı hususları ha­tırlatırken ona komşu hakkına da önem vermesini tenbih etmiş ve et pi­şirdiği zaman suyunu çoğaltmasını, sonra komşularına bakması, onlara da bir miktar ikram etmesini tavsiye buyurmuştur.
Pişirilen yemekten bir miktar komşuya ikram etmek komşuya değer vermek ve ona ilgi göstermek anlamına gelir. Mümkün olduğu kadar örfe göre yakın komşuları dikkate alarak onlara pişirilen yemekten vermek sünnettir. Burada müslüman olan ve olmayan ayırt edilmez. Yakınlık ve ihtiyaç derecesine göre onlara ihsanda bulunulur. Komşusuna bu şekilde değer verip ona ilgi gösteren insan hayırlı insandır. Nitekim Efendimiz böyle bîr insanı takdir etmiş ve onun hakkında Allah katında arkadaşların en hayırlısının arkadaşına en hayırlı olan, komşuların en hayırlısının da komşusuna en hayırlı olan kişi olduğunu haber vermiştir.
Mümin arkadaşlarına olduğu gibi komşularına da iyilik etmekle emrolunmuştur. Bu görevi en iyi şekilde yerine getiren en büyük sevaba nail olur. islam baştan sonra güzelliklerin kaynağı olduğundan mümi­nin de bütün güzellikleri kendinde toplayan, bütün faziletlerin kaynağı olan insan olması gerekir. Hayatın güzelliği buradadır. Böyle yapılırsa insan saadete erer, huzur bulur. Efendimiz bu gerçeğe işaret etmek üze­re geniş evin, dürüst komşunun ve rahat bir bineğin müslümanın saade­tine vesile olan en önemli şeylerden olduğunu ifade buyurmuştur.
Dürüst komşu, kimseyi rahatsız etmeyen, üstelik iyilik eden, ahlakı güzel olan komşudur ki bu büyük bir nimet, büyük bir saadettir. Allah na­sıl ki hakkında hayır dilediği bir hükümdara aklı başında iyi bir vezir ihsan ederse, iyiliğim ve hayrım dilediği bir insana da hayırlı bir insanı komşu eder. O komşu sayesinde kişi destek bulur, mutlu olur. Kötü komşu ise böyle değildir. Kötü komşu kişiye köstek olur, adam onun yüzünden bela bulur. Ondan uzak durmak gerekir. Bunun için Efendimiz dualarında "Allahım! Devamlı ikamet edilen yerde kötü komşudan sana sığınırım. Çünkü geçici yerdeki komşu değişir" buyururdu.
Devamlı olarak ikamet edilen yer, mesken olarak seçilen ev demek­tir. Böyle bir evden insan hayata boyunca ayrılmadığından kendisine yakın olan kötü huylu bir komşunun eziyetini ömür boyunca çeker. Evinde huzur ve neşe bulamayacağı için bu kötü durumdan Efendimiz Allah'a sığınmıştır. Ama devamlı oturulmayan yazlık gibi geçici ika­metgahlarda karşılaşılacak kötü komşudan Allah'a sığınmaya gerek yoktur. Çünkü ona tahammül etmek daha kolay olur. Yer değiştirmek sureti ile komşu da değişmiş olur.
Kötü komşu insanın başına bela olduğu gibi, insanlığın da başına beladır, insanlar arası ilişkiler bozulur, bu bozulma komşuluk ilişkileri­ne kadar sıçrayacak olursa artık dünyanın sonu yaklaşmış demektir. Re-sul-i Ekrem Efendimiz bu bozulmaya işaret ederek, insanın komşusunu, kardeşini ve babasını öldürmedikçe kıyametin kopmayacağını haber vermiştir.
insanın babasını ve kardeşini öldürmesi en büyük cinayetlerden biri olduğu gibi, yine emniyeti ve koruması altında bulunan komşusunu öl­dürmesi de aynı şekilde büyük cinayetlerden biri sayılır. Böyle kötü bir komşunun şerrinden ve zararından Allah'a sığınmak icab eder. Bu gibi cinayetlerin artması, azgınlık ve taşkınlığın had safhaya çıkması demek olduğundan böyle bir dönemin gelmesi artık kıyametin yaklamış olması anlamına gelir. Zararı defetmek her zaman faydayı celbetmekten önce gelir. Bu kural İslam'ın temel kurallarından biridir. İyi bir insan olmanın temel şartı çok ibadet etmek değil, Allah'a tutarlı bir şekilde itaat etmek­tir. İbadet tutarlı değilse itaat gerçekleşmiş olmaz. Bir kadının geceleri ibadetle, gündüzleri oruçla geçirdiği, çalışıp el emeğiyle sadaka verdiği, yalnız dili ile komşularına eziyet ettiği Resul-i Ekrem Efendimize haber verildiğinde Efendimiz tek cümle ile o kadında hayır olmadığını, onun cehennemlik olduğunu ifade buyurmuştur.
Yine bir kadının farz namazları kıldığı, yağı alınmış peynirleri sadaka olarak dağıttığı ve hiç kimseye eziyet etmediği söylendiğinde ise Resul-i Ekrem Efendimiz o kadının da cennetlik olduğunu haber vermiştir.
Esasen bir kimsenin arkasından hoşlanmayacağı şeyleri söylemek onun gıybetini yapmak anlamına gelir. Bu durum normal haller için ge­çerlidir. Bazı istisnai durumlar vardır ki o durumlarda dini maslahat ge­reği bazı hallerin konuşulmasında yarar vardır. Mesela bir kimsenin namazına ve orucuna bakarak insanlar aldanmasınlar ve onun zararın­dan korunsunlar diye, o kimsenin olumsuz hallerini söylemek haram olmaz. Zira insan kendi lehine ve aleyhine olan durumları bilmek ve ona göre hareket etmek zorundadır.
Farz olan ibadetler dışında, nafile olarak kılman namazlarla tutulan oruçlarda elbette ki fazilet vardır. İnsan bunları gönül huzuru içinde zevkle ve şevkle yapar. Bunları yapmak zorunlu olmayıp kişisel tercihe bağlıdır. Bu konuda kişi serbesttir, nasıl isterse öyle yapar. Fakat başta komşular olmak üzere insanlara eziyet etmemek, dinimizin temel emir-lerindendir. Başkalarına zulmetmek, onlara zarar vermek haramdır. Zu­lüm kişiyi helak eden günahlardan, cehenneme götüren kötü huylar­dandır. Halbuki farzları yerine getirdikten sonra haramlardan sakınan, her ne kadar nafile ibadet etmese bile kötülüklerden arınan cennete gi­rer. Bu bakımdan insanın iyiyi ve kötüyü çok iyi değerlendirmesi gere­kir, insan bir kere ölçüyü kaybetti mi artık onu yeniden bulması zordur. Akıl terazisi yanlış tartmaya başladı mı artık onu düzeltmek kolay de­ğildir. İnsan ölçüyü bir kere kaçırdı mı yaptığı işlerde de bir tutarlılık gözetmemeye başlar. Bir taraftan Allah'a ibadet ve taatla meşgul olur­ken, diğer taraftan komşularına rahatlıkla eza ve cefa edebilmekte, bu ikisi arasında kulluk bakımından bir zıtlık görememektedir. Halbuki Hak Teala'ya itaat eden aklı başında bir mümin onun yarattığı varlıklara da şefkat ve merhamet nazarıyla bakabilmelidir. Böyle olmazsa kulluk yolunda ciddi bir mesafe alamaz.
Beş vakit namazı ön safta kılmaya çalışan bir insanın, komşu çocuklarına mahallede olmadık sözleri söylemesi namazdan da nasibi­nin olmadığını açıkça göstermektedir. Böylesine büyük bir gaflete mü­min düşmemelidir. Bu hale yakalanan insan varsa kendisini bu halden kurtarması, basiret ve ferasetini açması için Cenab-ı Hakk'a dua etme­sinden başka çare yoktur. Dahası Efendimizin komşu ile ilgili talimatla­rından da bir şey anlamamış demektir. Müminin kapı komşusunu ra­hatsız edecek en ufak davranışlardan kaçınması gerekir. Değil onlara kötü söz söylemek, incitici en ufak bir şey telaffuz etmekten sakınmalı, malına mülküne zarar vermediği gibi, çocuklarına hatta hayvanlarına bile kötü gözle bakmaktan sakınmalıdır. İslam'ın öngördüğü komşuluk ilişküeri böyle olur.
Olgun bir mümin komşusuna karşı nezakete aykırı bir şey yapmak­tan her zaman çekinir. Komşusunun keçisine koyununa, gürültüsüne pa­tırtısına tahammül eder. En hayırlı insanlar hep böyle yapmışlardır. Nite­kim Aişe kendi nöbet gününde Resul-i Ekrem için arpadan bir miktar un öğütmüş, onunla ekmek yapmıştı. Derken Efendimiz eve gelmiş ve bir süre için mescide geçmişti, Aişe kendisine hazırladığı ekmeği ikram etmek için Efendimizin dönmesini beklerken uykusu geldi de uyuyakald ı. Efendimiz eve döndüğünde onun uyumuş olduğunu görünce kendisini yavaşça uyandırdı. O esnada komşu koyunlarından biri içeri girerek ek­meği aldı. Aişe'nin yerinden fırlayarak hayvanın arkasından koştu­ğunu gören Efendimiz ona yetiştiği takdirde ekmeği almasını, fakat kom­şusuna koyunundan dolayı incitici sözler söylememesini emir buyurdu.
Efendimizin bu tavn komşuluk ilişkilerinde nasıl bir yol izleneceği­ni açıkça göstermektedir. Mümin her konuda olduğu gibi komşularla olan ilişkilerinde de duyarlı olmalıdır. Pire için yorgan yakmaya değ­mediği gibi olur olmaz şeyler için komşuları incitmeye, ilişkileri germe­ye gerek yoktur. Hele hele duygusal davranıp komşuluk ilişkilerini ko­paracak derecede ileri gitmeye hiç lüzum yoktur. İnsan komşusundan bir zarar görse de mümkün olduğu kadar o zararı en akıllı yollarla gi­dermeye çalışmalıdır. Kıvılcımı söndürmeye çalışırken yangını büyüt­mekten kaçınmalıdır. Gönülleri kırmak kolay olmakla birlikte yıkılan gönülleri tamir etmek zor iştir. Mutlaka yapılması gereken bir şey varsa en uygun şekilde yapmak güzel ahlakın gereğidir.
Emniyet ve güven komşuluk ilişkilerinin vazgeçilmez şartlarından-dır. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bu hususta kötülüklerinden kom­şusu emin olmayan kişinin cennete giremeyeceğini ifade buyurmuş­tur. Buna göre kötü bir komşu doğrudan cennete giremez. Ancak bu­rada cennete girememe ebediyen girememe anlamına gelmez. Yani hiç bir zaman cennete giremez demek değildir. Komşusuna yaptığı eziyetin hesabım verir, cezasını çeker demektir. Ya da ilahi af kendisine yetişir, cehenneme girmekten kurtulur da cennete ondan sonra girer anlamına gelir. Her ne olursa olsun sonuçta cennete girmeye hak kazansa da doğ­rudan cennete girememesi ve bir takım engelleme ve hesap vermelerle karşılaşması kişiye yine de azab verir. En iyisi bütün bunlardan geri durmak, komşularla ilişkileri iyi bir düzeyde tutmaktır.
Komşuluk ilişkilerinde erkekler gibi kadmlar da dikkatli davranma­lıdırlar. Hatta onların erkeklere göre komşu kadınlarla ilişkileri daha fazladır. Bunun için daha dikkatli olmak zorundadırlar. Kapı komşusu­nun getirdiği hediye ve ikramları beğenmemezlik edip küçük görmeme­li, uygun bir şekilde alıp komşusunun gönlünü hoş etmelidir. Bu hassas ilişkiye işaret eden Efendimiz "Ey mümin hanımlar! Sizden hiç biriniz yanmış koyun paçası bile olsa komşusunun hediyesini küçük görme­sin!" buyurmuştur.
Koyunun yenen organlarından en değersizi paçalarıdır. Eğer bir kadın paçadan yaptığı bir yemeği gönlünden kopmuş, kapı komşusuna bir miktar tabağa koyup götürmüşse karşı komşu kadın da bu hediyeyi hor görüp reddetmemeli, böyle hediye mi olur deyip kalbini kırmamalı-dır. Alıp komşusunu sevindirmeli, teşekkür edip göndermelidir. Bura­daki amaç, komşuların birbirlerine karşı duyduğu sevgi ve muhabbettir. Bu hikmeti göz ardı edip de karşıdakini rencide etmek, hediyeleşmekte-ki hikmetin kaybolmasına sebep olur. Olgun bir mümin ise böyle du­rumlara düşmekten, aşağı seviyelere inmekten sakınır. Demek ki insan fazla zahmet ve külfete katlanmadan az da olsa, komşusuna hediye vermekten kaçınmamalı, elde bulunandan ve kolay olandan vermelidir. Yoksa adeten verilmeyen bir şeyi vermek değildir. Zengin olmayan bir komşudan gelecek az bir hediyeyi küçümsememek ve onu kabul etmek gerekir. Bir de aza çoğa bakmaksızın Allah için, sevgi bağlarını güçlen­dirmeye, hediyeleşmeye müminler rağbet etmelidir.
Hadiste özelliklere hanımlara hitap edilmiştir. Çünkü hanımlar ge­nellikle evde bulunurlar ve komşu olarak birbirleriyle yardımlaşırlar. Ay­nı zamanda bu gibi hareketleri gurur ve onur meselesi yaparlar. Erkeklere göre sabır ve tahammülleri daha azdır. Bunun için özellikle onlar muha­tap alınmıştır. Yoksa erkekler bu hükmün dışında bırakılmış değildirler. Verilen az şeyi, hakaret saymak ve hor görmek düşmanlığa sebep olur. Bu da komşular arası ilişkiyi olumsuz yönde etkiler, aradaki sevgi ve saygıyı ortadan kaldırır. Onun için, az bile olsa hediye küçümsenmemeli, ilahi nazargah olan insan gönlünü incitmekten, böyle bedbaht bir davranışa sürüklenmekten sakınmalıdır. Ensann komşuluk ilişkileri bu bakımdan gayet iyi idi. Onlardan bazılarının sağmal hayvanları vardı. Efendimize komşu olanlar bu hayvanların sütlerinden kendisine gönderirler, Efendi­miz de gönderilen bu sütlerden içer ve ev halkına da içirirdi.
Komşuluk ilişkilerinin devam ettirilmesinde en önemli etkenlerden biri de komşuları şikayete zorlamamaktır. Zira insanın komşusunu şika­yet edecek dereceye kadar gelmesi, ilişküerin bozulduğuna her geçen gün daha da kötüye gittiğine işarettir. Adamın biri Efendimize komşu­sunun kendisine eziyet ettiğini söyleyince Efendimiz ona gidip eşyasını yola çıkarmasını söyledi. Adam gidip eşyasını çıkardı. Onun bu duru­munu görenler çevresine toplanıp neden böyle yaptığım sorunca adam, komşusunun kendisine eziyet ettiğini, durumu Efendimize anlatınca onun da böyle yapmasını tavsiyet ettiğini haber verdi. Bunun üzerine orada bulunanlar komşusuna lanet etmeye başladılar. Olup bitenler adamın komşusuna ulaşınca derhal gelip adamın evine dönmesini, bir daha kendisine eziyet etmeyeceğini söyledi. Kötü komşunun eziyetleri­ne katlanamayan kimsenin en sonunda böyle psikolojik bir baskı yolu kullanması fayda vermiş ve kamuoyunun gözünde küçük düşmekten korkan adam nihayet komşusuna eziyetten vazgeçmiştir. İş bu boyutlara vannca yapılacak başka bir şey kalmamıştır. Kötülüğe engel olmak, fe­sadı ortadan kaldırmaya çalışmak, insanları ıslah etmek de önemli bir görevdir.
Kötü olan komşunun şerrinden Allah'a sığınmak gerekir. Zira o yanan bir ateş gibidir. Alevi insana zarar vermese de onun parlaması bi­le insanı rahatsız ermeye yeterli olur. Sırf komşusu yüzünden oturduğu yeri terk etmek zorunda kalan nice insanlar vardır. Yine komşusunun düşmanlığını şikayet etmek için gelen bir adam Beytullah'ta oturduğu sırada Resul-i Ekrem Efendimizin yanına geldi. Bu adam Efendimizin yanında beyaz elbiseli bir kişi daha gördü. Komşusundan şikayet için gelen adam Efendimize dönüp yanındaki beyaz elbiseli adamın kim ol­duğunu sordu. Resul-i Ekrem, onu gerçekten görüp görmediğini sordu. Adamın gördüğünü söylemesi üzerine Efendimiz adama onun Cibril olduğunu, kendisine komşuya iyilik etmesini tavsiye ettiğini, o kadar ki komşuya miras vereceğini sandığını söyledi. Komşusundan şikayet etmek için gelen bir adamdan dolayı Cibril'in gelmesi komşu hakkının ne kadar önemli bir konu olduğunu göstermektedir. Zalim değil de mazlum olan komşunun Cibril'i görmesi, mazlumun manevi derecesine bir işaret sayılır. Bunun için komşu ilişkilerinde ve diğer insanlar arası ilişkilerde zalim konumunda olmaktansa mazlum durumunda olmak tercih edilmelidir. Bu durum mümin için daha hayırlıdır.
Komşularla ilişkilerde ne kadar olumsuzluk yaşanırsa yaşansın on­lara karşı dargın ve küs durmaktan uzak durulmalıdır. Zira gerek kom­şu ile gerek diğer insanlarla üç günden fazla dargın duran iki adamdan biri helak olur. Eğer bu dargınlık süresi içinde ikisi de ölürlerse, her ikisi de toptan helak olmuşlardır. Komşusuna, evinden çıkıncaya kadar zul­meden ve onu baskı altına alan kimse de muhakkak helak olmuştur. Helak olmamak, felakete maruz kalmamak için komşularla ilişkileri iyi tutmak gerekir.
Kötü komşuluk kıyamet günü insana zarar verir. O günde Allah'ın rahmet nazarıyla bakmadığı kişilerden biri de kötü komşular olur. Muh taç dununda olan komşusuna yardım etmeyen kişiye Allah Teala da kı­yamet günü yardım etmez, onu yalnız basma bırakır. Yalnız basma bırakı­lan kişi de helak olur, azaba maruz kalır. Kötü veya iyi komşu olmanın ölçüsü de insanların şehadetidir. Bir insanın komşusu hakkında onun iyi bir komşu olduğunu söylemesi o komşunun iyi bir komşu olduğunu, kö­tü bir komşu olduğunu söylemesi de o komşunun kötü bir komşu oldu­ğunu gösterir. Onların şahitlikleri önemlidir. Burada önemli olan şehadeti yapan kişilerin aklı başında objektif kişiler olmasıdır.               
iyilik yapmada yalandan uzağa doğru bir sıra takip edilir. Her şey­de olduğu gibi bu sıra komşuluk ilişkilerinde de geçerlidir. Nitekim Efendimiz iki kişi aynı anda birini davet ederse kapısı en yakın olanın davetine icabet edilmesini, onun daha yakın komşu olduğunu söyle­miş, mülkünü satmak isteyen birinin önce komşusuna teklif etmesini tavsiye buyurmuştur. Zira satılık ev veya arsaya yakın olan komşunun, o mülkü almaya diğer insanlardan daha çok hakkı vardır. Ona bu hakkı tanımak güzel bir şeydir ve komşuya verilen değerin bir gösterge­sidir, ileriye yönelik ilişkilerin dostça devam etmesine vesile olur. Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusuna karşı en hayırlı olandır. Din ve ırk ayrılığına bakılmaksızın komşu kim olursa olsun, ona iyi mu­amele etmek ve mevcut olan şeylerden ona ikram etmek herkesin göre­vidir. Bu şekilde komşu haklarına dikkat edilidiği sürece toplumda hu­zur hakim olur.
Ahlakı en güzel, en hayırlı insanlar komşularına olduğu kadar diğer insanlara özellikle baba desteğinden mahrum olan yetim yavrulara da iyilik yapar, onlara güzel davranırlar.