www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

ÇOCUKLARA İYİLİK

ÇOCUKLARA İYİLİK
Doğumundan ergenlik yaşına kadar olan küçük yavrulara çocuk denir. Çocuk, ailenin neşesi, evin sürür kaynağıdır. Babanın sun ve bü­tün özelliklerinin sahibidir. Hayatı boyunca onun gözbebeği, ölümün­den sonra da soyunu devam ettiren ciğerparesidir.
Küçük bir bebek, eve ve aileye büyük bir neşe getirir. Ana baba ço­cuk sayesinde ana babalığın tadını ve hazzını yaşarlar. Sorumluluklarını yerine getirmek suretiyle daha da olgunlaşırlar. Çocuklar öyle güzel ve şirin varlıklardır ki onlar hakkında Kur'an'da "Mal ve çocuklar dünya hayatının süsleridir" buyurulmuştur.
Ailenin süsü, anne babanın sürür vesile olan bu masum yavruları bir emanet olarak bilmek ve onlara gereken güzel ahlak ve terbiyeyi vermek her ana babanın görevidir. Çocuk denilince kız ve erkek çocuk­lar anlaşılır. Bu iki cinsin kendine göre bir takım özellikleri vardır. Kız çocukları erkek çocuklar gibi değildirler. Onları yetiştirmek ve büyüt­mek erkek çocuklara göre daha fazla itina ve titizlik ister. Onlar bakıma ve korunmaya erkek çocuklardan daha fazla muhtaçtırlar. İslam'dan ön­ce kız çocuklarına hor bakılır, değer verilmezdi. İslam bu kötü adet ve geleneği yıkmıştır. Aksine kız çocuklarım yetiştirip büyütmenin erkek çocukları yetiştirip büyülemekten daha önemli olduğuna vurgu yapmış­tır. Resul-i Ekrem Efendimiz bu hususta kimin üç kızı olur da onlara sabreder, varlığından onlara giydirirse, onların kendisine ateşten koru­yucu bir perde olacağını ifade buyurmuştur.
Çocukların yetişme aşamasında sabırlı ve hoşgörülü olmak, ihtiyaç­larını karşılayıp onları yurt yuva sahibi oluncaya kadar kollayıp gözet­mek büyük bir hizmettir. Yaratıcı nezdinde değerlidir. Böyle yapan bir müminin hizmetine karşı o çocuklar cehenneme karşı bir siper olurlar. Elden geldiği kadar onlara iyilik edilmesi mümini cehennem ateşinden korumakla kalmaz, cennete de götürür. Efendimizin herhangi bir müslümanın buluğ çağına kadar iki kız yetiştirir de onları güzelce korur büyütürse onun cennete gireceğini belirten hadisi bunu gösterir.
Benzer bir başka rivayette kimin üç kızı olur da onları barındırıp ih tiyaçlarını karşılar, kendilerine merhamet ederse, aynı şekilde ona da cennetin vacib olacağı, iki kızın da aynı hükme tabi olup olmadığının sorulması üzerine Resul-i Ekrem Efendimizin iki kızın da aynı hükümde olduğunu söyleyerek cevap vermesi işin önemini göstermektedir. Özellikle buluğ çağına ermiş kız çocuklarına iyi bakmak, onları hayata hazırlamak küçüklere nispetle daha zor olduğundan, onların çilesini çe­kenlere, eza ve cefalarına tahammül edenlere cennet vardır. İki kızla üç kıza bakmak sevab bakımından farksızdır, aynı hükmü taşımaktadır. Bu hüküm sadece kız çocuklar için değil, kız kardeşler için de geçerlidir. Kimin üç kızı veya üç kız kardeşi olur da onlara iyi davranırsa onun muhakkak cennete gireceği hadisi bunu göstermektedir.
Kocası ölen veya kocasından boşanmış olan kızma karşı iyi davra­nan kişi de büyük sevaba nail olur. Efendimiz ashabından birine sadaka­ların en büyüğünü haber verirken kişinin boşanmak veya kocası ölmek suretiyle kendisine dönmüş, kendisinden başka desteği olmayan kızına verdiği sadakanın en büyük sadaka olduğunu söylemiştir.
Evlat ne kadar büyüse de ana babasının yanında o hep çocuktur. Boşanma veya kocasının ölümü sebebiyle olsun tekrar baba ocağına ya da bir başkasının yanına sığınmak durumunda kalan bir kadına iyilik etmek de büyük bir sevaptır. Zira iyiliğin en hayırlısı ilk önce en yakına yapılan iyiliktir. Boşanmış, yuvası dağılmış bir evlada iyilikten daha bü­yük bir iyilik tasavvur edilemez. Bu şekilde olan evlatlara yapılacak har­camalar, hiç şüphesiz sadakaların en büyüğüne girer. En büyük sada­kanın sevabı da en büyük olur. Zira insanın çocuğuna yedirip içirdiği şeyler sadakadır, insan geçimini sağlamakla görevli olduğu kişilere yaptığı harcamalardan dolayı sadaka sevabı gibi mükafat alır. Ancak böyle harcamalarda Allah rızası devamlı düşünülmeli, bu niyetle harcamalar yapılmalıdır. Aksi halde sadece kişinin üzerine farz olan nafaka borcu ödenmiş olur, sadaka sevabı elde edilmiş olmaz. Onlara yapılan harca­maları hep hayır ve iyilik kapsamında görmelidir. Nitekim Ibni Ömer'in yanında bulunan bir adam kız çocuklarının ölümünü temenni etti. Bu­nun üzerine Ibni Ömer kızdı ve adama onların rızkını kendisinin mi verdiğini söyleyerek ona tepki gösterdi.
Çocukların özellikle kız çocukların ölümünü temenni etmek, iman sahibi bir mümine yakışmaz. Canı veren Allah olduğu gibi alan da odur. Onun verdiği caru, onun izni olmadan alınmasını istemek, kulun işi de­ğildir. Kula düşen verilen canı yedirip içirip doyurmaktır. Onu iyi bir insan olarak yetiştirmeye, hayata kazandırmaya çalışmaktır. Bu bakım­dan ıbni Ömer'in adama gösterdiği tepki gayet yerindedir ve zamanıyla cahiliye döneminde yaşanan yanlış duygu ve düşüncelerin islam'da ye­rinin olmadığını hatırlatmaktadır. Rızkı veren Allah Teala'dır. Herkes nasibi ile yaşar. Bunun için rızık ve geçim endişesiyle çocukların ölümü­nü istemek doğru değildir. Sebeplere sarılarak rızık yolları aranmalı, bunun için gereken çalışmalar yapılmalıdır. Çocuğu cimrilik ve korkak­lık sebebi görmemek gerekir. Yüce Mevla her insanın kısmetini ayırmış­tır. Kimse kimsenin kısmetini yiyemeyeceğine göre gereksiz temenni ve kuruntulardan uzak durmak gerekir.
Mümin çoluk çocuğunu sevmeli, onlara gereken değeri vermelidir. Normal şartlarda insan kendi çocuğunu sever. Zira yaratılışın gereği budur. Fevkalade psikolojik bir bozulma olmadıkça insan kendi yavru­suna karşı aşırı bir ilgi ve derin bir sevgi duyar. Nitekim Ebu Bekir bir gün kızı Aişe'nin yanında yemin ederek, yeryüzünde kendisine Ömer'den daha sevgili kimsenin olmadığım söyledi. Evden çıkıp tekrar geri dönünce kızına nasıl yemin ettiğini sordu. Aişe de ona söylediği sözü haber verdi. Bunun üzerine onu üzecek bir iş yaptığını, insanın kendi çocuğunun daha çok sevgili olduğunu söyledi.
Evlada olan sevgi yaratılıştan gelir. Aynı candan, aynı kandan yara­tılmış iki canın birbirine olan sevgisi Yüce Mevla'nın canlılara koyduğu engin bir şefkat ve merhametin eserdir. Her canlida bu duygu vardır ve olması, gereken de budur. Burada dikkat edilmesi gereken evlat sevgi­nin gözü kör, kulağı sağır edecek dereceye vardırılmamasıdır. Çocuğa olan sevgi aşırı boyutlara varır da ona mal mülk bırakma hevesi ile hep onun için çalışılırsa bu da doğru olmaz. Ebu Bekir bir baba olarak çocuklarına karşı gereken iyilik ve ihsanlarda bulunduğu gibi malını mülkünü Allah yolunda harcamaktan da hiçbir zaman geri durmamış­tır. Fakat ne var ki her insan aynı başarıyı gösterememektedir.
İnsanlar arasında öyle insanlar vardır ki çoluk çocuğuna mal bıra­kabilmek için cimrilik ederler. Hatta çocuğu babasız kalmasın diye türlü bahanelerle cihaddan bile geri kalır. Çocuk böylece insanın hem cimrili­ğine, hem de korkaklığına sebep olur. Bununla birlikte bu hükmün dı­şında kalan insanlar elbette ki vardır. Nitekim vaktiyle bir adamın çocu­ğu olduğunda adam cimri davranmak şöyle dursun, elinde avucunda ne varsa hepsini sadaka olarak dağıttı. Bu yaptığı işin sebebi kendisine so­rulunca, çocuğunun iyi biri olacaksa, kendisinin onunla Allah araşma girmeyeceğini, çünkü Allah'ın iyi kimseleri koruyacağını ve onların yardımcısı olacağım, eğer kötü ve hayırsız olacaksa malım kötü işlerde kullanacak birine bırakmayacağım söyledi. İnsanın yaratılışında her ne kadar çocuğa meyil varsa da meyil ve sevgi onu hayır işlemekten alıkoymamalıdır.
Çocuk insanın göz nuru, gönül sürürüdür. Bu durum bütün insan­lar için böyledir. Bir adam Ibni Ömer'e sivrisinek öldürmenin hükmünü sorduğunda İbni Ömer ona nereli olduğunu sordu. Adam Iraklı oldu­ğunu söyleyince Ibni Ömer, kendisine sivrisineği öldürmenin hükmünü soranların vaktiyle Efendimizin torunu Hüseyin'i öldürdüklerini, hal­buki Efendimizin torunları hakkında onların yani Hasan ile Hüseyin'in kendisinin dünyadaki iki gülü olduğunu söyledi.
Dede çocuğun büyükbabasıdır. Bir babada olan şefkat ve merhame­tin belki de daha fazlası onda bulunur. Bir dede olarak Efendimiz torun­larına karşı son derece şefkatli davranır, onları sever, her halleriyle ilgi­lenirdi Onlara yapılabilecek her türlü iyiliği yapar, hiçbir şeyi onlardan esirgemezdi. Bir defasında Hasan'ı omuzuna almış onu sevdiğini belirtmiş, Allah'ın da onu sevmesi için dua etmiştir. Çocukları sevmek ve onlara şefkat göstermek onlara yapüacak en büyük iyiliklerden biridir.
Çocuk salih ve iyi bir evlat olursa anne baba için saadet kaynağı olur. Mümin her şeyde olduğu gibi çocuğun da hayırlısını istemelidir. Peygamberler Hak Teala'dan evlat isterken "Rabbimiz! Bize eşlerimiz­den ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak kişiler ihsan et!" diye dua etmişlerdir.
Eğer çocuk iyi birisi olmazsa başa bela olabileceği gibi, iman etmez de küfür üzerinde ısrar ederse ana baba için bir üzüntü sebebi de olur. Onun için her şeyin hayırlısını istemek gerektiği gibi evladın da hayırlısını iste­mek gerekir. Nitekim bir gün ashabdan Mikdad İbnü'l-Esved'in yanına bir adam geldi ve ona Resul-i Ekrem'i gören gözlere sahip olmaktan dola­yı onun ne kadar mutlu olduğunu, kendisinin de onun gördüklerini gör­meyi çok istediğini söyledi. Adamın bu sözlerinden dolayı öfkelenen Mikdad görünürde hayırdan başka bir şey söylenmemiş gibi olsa da adama döndü ve ona bir insana Allah'ın peygamberle karşılaşmayı nasip etmediği halde onunla karşılaşmayı temenni edecek kadar nasıl cüretkar olabildiğini, halbuki onu görse iman mı edeceğini, yoksa küfür içinde mi kalacağını nereden bileceğini söyleyerek işin ciddiyetine dikkat çekti. Ar­dından Resul-i Ekrem'in huzurunda bulunan çoğu kimselerin iman et­mediği için yüzüstü cehenneme yuvarlandığını, peygambere icabetten ve onu tasdik etmekten geri durduklarını, şimdi karşısında duran bu adam­ların Allah'a hamdetmelerini, çünkü Allah'ın onları rablerini ve peygam­berlerini bilir bir halde dünyaya getirdiğini, onları belalardan kurtardığını söyledi. Cahiliye devrinde gönderilen peygamberin geldiği dönemde in­sanların   putlara   taptıklarını,  bunun  üzerine  peygamberin   getirdiği Kur'an'la Allah'ın hak ile batılı birbirinden ayırdığını yine onunla baba ile çocuğun birbirinden ayrılarak birinin mümin, birinin kafir olduğunu, öyle ki adamın kendi babasını yahut çocuğunu veya kardeşini kafir olarak gördüğünü ifade etti. Böyle iken, Allah'ın o adamlardan bir kısmının kal­binin üzerindeki kilitleri iman ile açtığını, o adamın yakın akrabası babası, çocuğu ve kardeşinin bu durumda iman etmeden ölse cehenneme girece­ğini bildiğini, böyle sevdiği kimsenin yakınlarından birinin cehenneme gireceğini bildiği halde, bir adamın gözünün aydın olamayacağını belirtti. Nitekim bu sevilen yakınlar hakkında Kur'an'da "O müminler ki ey rab-bimiz derler? Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin suni­ni olacak iyi kimseler ihsan et"1* denildiğini böylece göz aydınlığı olan çocukların ve yakınların cehennemde olacaklarını bilmenin inşam sevin­dirmeyeceğini söyledi.
Kuran hak ile batılı ayırdığı gibi, iman etmeyen baba ile evlat arası­nı da ayırmıştır. Hakkı seçerek iman edenler cennete, batılı seçerek kafir olanlar cehenneme gideceklerdir. Çocuk Allah'a itaat eder, iyi bir insan olursa, ana baba bundan dolayı sevinir, mutlu olur. Dolayısıyla ne olur­sa olsun bir çocuk olmasını istemek yerine, hayırlı ve iyi bir çocuk iste­mek gerekir. Hayır olmayan şeyde şer vardır. Şer ve kötülüğün olduğu yerde de sıkıntı ve üzüntü eksik olmaz.
İyi bir çocuk aile için göz aydınlığı, gönül süruru olacağından kişi kendisine olduğu gibi başkalarına da hayırlı evlatlara sahip olması için dua edebilir. Nitekim Enes îbni Malik'in annesi bir gün Efendimizden oğlu Enes için de dua istedi. Bunun üzerine Efendimiz Enes için hayır dua etti. Duasının sonunda "Allahım! Onun malım ve evladım çoğalt ve kendisine mal ve evladında bereket ver" dedi.
Bereketli mal ve hayırlı çocuk, insanın hem dünyası hem de ahire ti için hayırlı olur. İyi ve bereketli mal, Allah yolunda harcanır ve bunun sevabı ahirette mal sahibine ait olur. İyi çocuk da böyledir. Çocuğun ya­pacağı iyi amel ve hareketlerden dolayı kazanılacak sevab ahirette çocu­ğun kendisine faydalı olduğu gibi ana babasına da faydalı olur. Enes Efendi mizin kendisine yaptığı bu duanın bereketini hayatında gördü Yüz yılı aşkın bir hayat süren Enes'in pek çok çocuğu, torunu ve serveti oldu. Nitekim bir defasında çocuklarından yirmi tanesiyle Basra'da bir mescide gelmiş ve onlara orada namaz kıldırmışhr. Bir baba İçin böyle bir durum büyük bir mutluluk vesilesi, saadet sebebidir. Ana babanın kendilerine birer emanet olan çocuklarını iyi bir insan olarak yetiştirme­leri onlara yaptıkları en büyük iyiliktir. Çocuklar anne babalarına birer emanettirler. Özellikle anneler ço­cuklarına daha düşkündürler. Onların çocuklarına olan sevgisi dillere destandır. Kendileri yemezler, onlara yedirirler. İçmezler onlara içirirler. Giymezler onlara giydirirler. Bir hurma bile olsa yavrularını kendilerine tercih ederler. Nitekim bîr defasında kadının biri yanındaki îki çocuğuy­la birlikte Aişe'nin evine geldi. Hz, Aişe ona üç hurma verdi. Kadın­cağız çocuklarına birer hurma verdi, birini de kendisine alıkoydu. Ço­cuklar kendilerine verilen hurmaları yediler ve ardından annelerine bak­maya başladılar. Kadıncağız yemek üzere elinde tuttuğu o bir tek hurma­yı da gördüğü bu manzara üzerine yemekten vazgeçti ve onu da ikiye bö­lerek çocuklarına verdi. Çocuklar o hurmayı da yediler. Sonra kadın ayn-hp gitti. Resul-i Ekrem Efendimiz eve gelince Aişe gördüğü bu olayı Efendimize anlattı. Olay karşısında duygulanan Efendimiz çocuklarına gösterdiği bu şefkat ve merhametten dolayı Allah Teala'nm o kadına merhamet ettiğini, kendisini bağışlayıp affettiğini haber verdi.
Fakirliğine ve yoksulluğuna rağmen bir annenin elindeki bir hur­mayı bile tatmadan çocuklarına vermesi, annelerin ne kadar şefkatli ve merhametli olduğunu göstermesi bakımından son derece önemli bir ri­vayettir. Onlann çocuklarına olan sevgisi böylesine derin ve engindir. Onlar her şeylerini çocuklarına feda eder, onlara karşı vefakar davranır­lar. Gönülleri ince, yürekleri yufkadır. Her zaman merhametlidirler. Bu­nun için Hak tealaya yakındırlar. Hakka yakın oldukları gibi, cennete yakın, cehennemden uzaktırlar. Cennet onların ayakları altındadır. Onların rızası Halkın rızası, gazapları da Hakk'ın gazabıdır. Onların çocuklarına yaptığı iyiliği hiç kimse kimseye yapamaz. Şefkatli ve merhametli ol­duklarından şefkati ve merhameti hak ederler. Hak Teala da onlara merhamet eder, affeder. Mağfiret eder, bağışlar.
Çocuklara yapılan en güzel iyiliklerden biri de onları öpüp okşa­maktır. Onları öpüp okşamak şefkat ve merhametin en güzel göstergele­rinden biridir. Zira bu günahsız tertemiz yavrular koklanması gereken bir gül gibidirler. Gül koklamasını bilmeyen birinin hayatın güzellikle­rinden nasibi yoktur. Gönlünde sevgi, kalbinde merhamet kalmamıştır. Nitekim çölde yaşayan bedevilerden bir grup Efendimizi ziyarete gelmislerdi O sırada Efendimiz dünyada iki gülü olduğunu söylediği to-runlanndan Hasan'ı öpüp okşuyordu. Çölün dikenli ortamında gül kok­lamadan yaşamaya çalışan bu adamlar Efendimizin durumuna hayretle bakmaya başladılar. Çocukları öpmediklerini, böyle bir alışkanlıklarının olmadığım söylediler. Efendimiz amansız hastalığa yakalanan bu adam­lardan birine karşı "Allah senin kalbinden merhameti çıkardıysa ben sa­na ne yapabilirim?" buyurdu. Daha da garibi içlerinden Akra isimli biri kendisinin on tane çocuğunun olduğunu, fakat onlardan hiç birini öpmediğini belirtti. Bu durum karşısında Efendimiz adama baktı ve "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" buyurdu.
Bedeviler böyle medeni hareket görmediklerinden insanlar içinde çocukları öpmenin iyi bir şey olmadığım zannetmişlerdi. Ama durum onların sandıklan gibi değildi. Her şey yerinde ve vaktinde güzeldi. Bü­yüklere saygı ne kadar yerinde ve güzel bir davranış ise, küçüklere sevgi de o kadar güzel bir davranıştır, insanların yanında çocukları öpmek, insanın kişiliğine bir zarar vermediği gibi, aksine onun olgunluğuna, ço­cuklara karşı gösterdiği şefkat ve merhamete bir işaret sayılır, insan kendisinden daha zayıf olanlara şefkat ve merhamet gösterdiği takdirde yaratıcıya göre çok zayıf olan insan da onun şefkat ve merhametine«nail olacaktır. Aynı şekilde Ömer de devlet işinde çalıştırdığı memurlar­dan birinin çocuklarından hiç birini öpmediğini öğrendiği zaman mer­hametin önemini anlatmak üzere ona Allah'ın ancak iyi kullarına mer­hamet edeceğini hatırlattı. Her şey karşılıklı olduğundan iyilik yapan iyilik bulacak, kötülük yapan karşılığına katlanacaktır. Anne babalar ço­cuklarına bu şekilde sevgi göstererek onları sıcak bir iklimde yetiştirme­li, onlara her vesile ile şefkat ve merhamet göstermelidirler.
Çocuklara yapılacak en önemli iyiliklerden biri de onlara güzel bir terbiye vermektir. Baba çocuğun edeb ve terbiye öğrenmesinde üzerine düşen görevi yapmalı, çocuğuna iyiliği ve güzel ahlakı öğretmelidir. Zi­ra eski büyükler çocuğun olgun bir şekilde yaratılmasının Allah'ın tak­diri olduğunu, ama ona edeb ve terbiyesi öğretmenin babaya ait bir gö­rev olduğunu söylemişlerdir.
insana fazilet kazandıran her güzel alışkanlığa edeb denir. Edeb, in­sanın haddini bilmesi ona göre hareket etmesidir. Edeb, insanın başına taktığı bir taç gibidir. İnsan o tacı takmayı, onunla yaşamayı hayatının en önemli gayelerinden biri olarak bilmelidir. Edeb, insanı ayıplanmak­tan, kınanmaktan koruyan bir kalkan gibidir. İnsan o kalkanla sürekli olarak kötü söz ve davranışlara karşı kendini korumaya çalışmalıdır. Çocuğa birinci derecede edeb ve terbiye öğretecek olan babadır. Baba evin reisi olduğundan çocuklarına iyi bir eğitim vermeye, onlara edeb ve ahlak Öğreterek iyi birer insan olmalarına çaba sarfetmelidir.
Bu çabanın en önemli adımlarından biri çocuklar arasında adalet ve eşitliğe dikkat etmektir. Babanın çocuklar arasında adalet ve eşitliğe dikkat etmesi çocukların güvenini kazandırır. Güven ise sevginin temel kaynağıdır. İnsan güvendikçe sever, sevdikçe de güvenir. Nitekim Nu~ man Ibni Beşirin babası bir gün oğlu Numan'ı yanına alıp Efendimize götürmüş ve Efendimize sahip olduğu kölesini ona verdiğini söylemişti. Bunun üzerine Efendimiz ona verdiğini diğer çocuklarına da verip ver­mediğini sordu. Beşir, vermediğini söyleyince Efendimiz o halde kendi­sini şahit tutmam asını, çünkü kendisinin yapılan bir zulme şahit olama­yacağım söyledi ve Allah'tan korkmalarım, çocuklar arasında adaletli davranmalarını emir buyurdu. Yaptığı bağışına başkasını şahit göster­mesini söyledi. Bunun üzerine Beşir hibesinden döndü ve oğluna yaptı­ğı bağışını geri aldı.
Efendimizin burada hibenin geri alınması emri vücub için değil, fa­zilet ve ihsan kabilinden bir emirdir. Çocuklar arasında eşitliğe riayet farz değil, müstehaptır. Çocukların erkek ve kız olmaları arasında bir fark yoktur. Ancak bir babaya yakışan, fevkalade zaruret olmadıkça bü­tün çocuklarına eşit davranmaktır. Çünkü ayrıcalıklı bir davranış aile içindeki düzeni bozar, sevgi ve muhabbeti azaltır ve münakaşalara se­bep olur. Kardeşler arasında sevgisizlik ve münakaşaya sebep olacak ta­vır ve davranışlardan sakınmak gerekir. Bir babanın miras ve bağış hu­susunda bütün çocuklarına eşit davranması müstehaptır. Baba duruma göre çocuğuna yaptığı bağıştan dönebilir.
Baba imkan ölçüsünde bütün çocuklarına iyilik ve ihsanda bulun­maya çalışmalıdır. Zira iyilik yalandan uzağa doğru yapılacağına göre kişiye en yakın olan kendi çocuğudur. Allah Teala, Kur'an'da salih kim­seleri ebrar, yani iyi insanlar olarak anmıştir. Çünkü onlar, hem babala­rına hem de çocuklarına iyilik etmişlerdir. İnsanın kendi üzerinde baba­sının hakkı olduğu gibi, çocuğunun da hakkı vardır, öyle ise baba kendi çocuğuna iyilik etmelidir. Ebrar kelimesi iyilik ve ihsan eden, itaat edip sadakat gösterenler demektir. İyilik ve ihsan eden salih kimseler çocuk­larını korumak, onlara iyilik etmek, din terbiyesi vermek, ve geçimlerini sağlamak ve onları yetiştirmek gibi önemli hizmetlerde bulundukların­dan dolayı onlar da ebrar sınıfına dahildir.
Baba çocuğuna her zaman şefkat ve merhamet göstermeli, ona olan sevgisini açıkça belli etmelidir. Zira hayat şefkat ve merhametle güzel­dir. Çocuklar da şefkat ve merhamete herkesten daha layık varlıklardır.
Çocukları sevmek ve onları öpmek şefkat ve merhamet sebebi oldu­ğundan, bu merhamet karşılığında Allah Teala insana sevab ikram eder, hayatım bereketlendirir. Onlara şefkat ve merhametten uzak olmak bü­yük bir bedbahtlıktır. Halbuki Allah'ın rahmet ve merhameti sınırsızdır. O kullarını bu sınırsız rahmet ve merhametiyle kuşatmışken onun kulla­rına özellikle çocuklara şefkat ve merhameti esirgemek doğru olmaz. O Allah ki merhameti bölerek yüz parçaya ayırmış, onlardan doksan do­kuzunu yarımda alıkoymuş, yeryüzüne bir tek parçasını indirmiştir. Bu bir parça ile yaratıklar birbirlerine merhamet etmektedirler. Hatta bir at bile o merhamet sayesinde yavrusuna ayağını vurmamak için ayağını ondan kaldırıp yavrusunu esirgemektedir.
Allah Teala'nın merhameti sonsuz denecek kadar geniştir. Sınırı hududu yoktur. İnsanın kalbine de bu merhamet duygusunu yerleştir­miştir. Bu merhamet duygusu çeşitli sebeplerle yok edilmemelidir. Fiili olarak yaratıklar üzerinde, özellikle küçükler ve yavrular üzerinde etki­sini göstermelidir. Hayvanlarda bile yavrularına karşı merhamet duy­gusu vardır. Hayvanlann kendi yavrularını korumaları, onları kendi canlarına tercih ederek besleyip büyütmeleri hep ilahi merhametin ese­ridir. Merhameti bol ve geniş olan Allah 'm en güzel isimlerinden olan Rahman ve Rahim de onun en büyük merhamet sahibi olduğunu göste­ren isimlerindendir.
Çocuklara gösterilecek şefkat ve merhametin en önemli belirtilerinden biri de onların çocukluklarını yaşamalarına, oynayıp eğlenmelerine izin vermektir. Çocuklar için oyun ve eğlence bir ihtiyaçtır. Onların sağlığına ve dini yaşantılarına zarar vermeyecek şekilde oyun oynamalarına karşı çık­mamak gerekir. Zira Yakup aleyhisselam oğullarının isteği üzerine oyna­malarına izin vermiş, ashab-ı kiram da çocukların oyunlarına engel olma­mışlardır. Çocukların oynamalarına fırsat vermek güzel bir davranıştır, ib­rahim en-Nehai, çocukken büyüklerin oynadıkları oyunların hepsine izin verdiklerini, ancak köpeklerle oynamalarına müsaade etmediklerini söyle­miştir.143 Bir defasında da İbni Ömer yolda yürüdüğü sırada Habeşli ço­cuklara tesadüf etti. O sırada çocuklar oynuyorlardı. İbni Ömer cebinden iki dirhem para çıkarıp onlara verdi. Çocukları oynar vaziyette gören ibni Ömer onlara çıkışmadığı gibi oyunlarına engel olmamış, üstelik onların gönüllerini hoş tutmak için kendilerine para vermiştir.
Aişe de Efendimizin kız arkadaşlarını kendisine oynamaları için gönderdiğini, o da küçük bebeklerle birlikte oynadıklarını söylemiştir. Bilhassa kız çocukların oyuncak bebeklerle oynamaları onların yaratılış-larındaki özelliğe en uygun olan bir eğlencedir. Çocukluk çağında olan Aişe'ran kız arkadaşlarıyla bebek oynamasına Efendimiz müsaade etmiş ve çocukları eğlenmeye teşvik buyurmuşlardı.
Her şey çağında güzel olduğuna göre çocukların oynamalarına izin vermek, zaman zaman parka götürüp onları eğlendirmek, oyuncaklar alıp kendilerini sevindirmek onlara yapılan en büyük iyiliklerden biri­dir. Biraz daha büyüdüklerinde kendilerine güzel bir terbiye vermek, onları iyi birer insan olarak yetiştirmek onlara yapılacak en hayırlı hiz­met, en büyük iyiliktir. Çocuğuna yaptığı nasihat ve verdiği öğütlerle en büyük iyiliği yapanlardan biri Lokman aleyhisselam'dır. Lokman aleyhisselam oğluna nasihat ederken yaptığı şeyin, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa bir kaya içinde veya göklerde yahut yerin dibinde giz-lense Allah'ın onu getirip mizanına koyacağını, Allah'ın en ince şeyleri bileceğini, her şeyden haberdar olacağını söylemiştir. Ardından namaz kılmasını, iyiliği emredip kötülükten sakındırmasını, başına gelenlere sabretmesini, çünkü bunların yapılması gereken önemli işlerden oldu­ğunu ifade etmiştir. Daha sonra insanlara karşı avurdunu şişirip kibir­lenmemesini, yeryüzünde çalımla yürümemesini, Allah Teala'nın övü­nen ve kuruntu edenleri sevmediğini haber vermiştir. Son olarak yürü­yüşünde tabu ve mütevazi olmasını, sesini alçaltmasını söylemiştir. Çocuğun iyi bir mümin olmasını sağlamak için ona yapılan bu öğütler her baba tararından çocuklarına yapılmalı, bu gibi güzel ve hikmet dolu tavsiyeler çocukların belleklerine küçük yaşta yerleştirilmelidir. Onlara yapılacak en büyük iyilik, onlara Hakk'ı tanıtmak, hak yolunda yaşama­larım sağlamaya çalışmaktır.
Çocuklara yapılacak iyiliklerden biri de doğumlarında davet ver­mektir. Ashab ve tabünden çoğunluğun görüşüne göre bazı davetlere icabet edilmesi gerekir ki, çocuk doğduğu zaman yapılan davetler de bunlardan biridir. Doğum dolayısıyla ziyafet verildiği zaman böyle bir ziyafette nafile oruç tutanlar varsa oruçlarını bozabilirler. Ancak bozu­lan orucun kaza edilmesi vacib olur.
Yeni doğan çocuğun damağına tatlı bir şey çalmak güzel bir adettir. Nitekim Enes îbni Malik babalığı Ebu Talha'nın oğlu ve onun anadan kardeşi Abdullah doğduğu gün, onu Efendimize götürmüştü. Efendimiz o sırada kendisine ait bir deveyi katranlıyordu. Efendimiz Enes'e yanın­da hurma olup olmadığını sordu. Enes, Efendimize birkaç hurma verdi. Efendimiz onları çiğnedi, sonra çocuğun ağzını açtı ve onları ağzına çal­dı. Çocuk da diliyle yalanmaya başladı. Bunun üzerine Efendimiz, ensarın hurmayı sevdiğini söyledi ve çocuğa Abdullah ismini verdi. Yeni doğan çocuğun damağına, sağlık ve bereket dileği ile hurma ve benzeri tatlı bir şey çiğneyip çalmaya tahnik denir. Bunun yapılmasın­daki maksat, çocuğa gıda vermek değil, bereket ummaktır.
Doğum zamanında çocuğa dua etmek de güzel bir davranıştır. Yeni doğan çocuklar için ziyafet verildiği gibi, bu ziyafet münasebetiyle çocuk hakkında hayır duada bulunmak da İslam geleneğine uygun bir harekettir. Gerek baba ve gerekse misafirler çocuğa duada bulunurlar.
Doğan çocuk kusursuz olunca Allah'a hamd ve şükredilir. Aişe yakınlarından birinin bir çocuğu olduğu zaman doğanın oğlan mı, kız mı olduğunu sormaz, sadece kusursuz yaratılıp yaratılmadığını sorar, sağlam ve kusursuz olduğunu öğrendiği zaman Allah'a hamdederdi. Önemli olan doğan çocuğun eksiksiz ve kusursuz olarak dünyaya gel­mesidir. Oğlan mı kız mı olduğu çok önemli değildir. Her ikisinin de hayırlı olması umulur. Mutlak erkeklik veya mutlak dişilik iyüik sebebi veya hayır alameti olamaz. Mühim olan çocuğun kusursuz olarak dün­yaya gelmesidir. Böyle noksansız ve ayıpsız olarak çocuğu yaratan Al­lah'a verdiği bu büyük nimete karşılık hamdetmek güzel bir davranıştır.
Çocuk ergenlik çağma ulaşınca kendisine bazı şeyler öğretilir, özel­likle temizlik konusu üzerinde durulur. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz beş şeyin peygamberlerin sünnetlerinden olduğunu beyan buyurmuş, on­lar arasında kasıkları tıraş etmeyi de saymıştır. Etek tıraşı olmak, apış aralarını yani kaşıklan araş etmek demektir. Halk arasında buna etek te­mizliği denir. Bu temizlik o bölgede bulunan kılları uzadıkça jilet veya benzeri bir şeyle tıraş etmek, yolmak yahut makasla kesmek suretiyle ya­pılır. Bu sünnetin, Batı taklitçiliği sebebiyle giderek ihmal edildiği görül­mektedir. İslam'ın, insanın temizliğine ve sağlığına verdiği önemin tabii bir sonucu olan etek ve koltuk altı temizliği ve tırnakların kesilmesi gibi adetleri kasten ihmal etmek, sünneti terke sebep olacağı için haramdır. Bu temizlikleri yapma müddeti bünyelere göre değişirse de haftada, onbeş günde veya ayda bir yapılmalıdır. Kırk günü de geçirmemelidir. Ibni Ömer ayda bir kasık tıraşı olurdu. Bir kocanın hanımına veya cariyesine başını traş ettirmesinde edebe aykırılık yoktur. Nitekim İbra Ömer'in ca­riyesi zaman zaman onun saçlarını traş ederdi.
Çocukların fıtratın gereği olan diğer işleri öğrenmelerinde büyük fayda vardır. Zira bugünün küçükleri yarının büyükleri olacaklardır. Peygamberlerin sünneti, fıtrat olan diğer şeyler de tırnakları kesmek, koltuk altını temizlemek, bıyıkları kırpmaktır.
Fıtrat kelimesi, peygamberlerin adeti veya sünneti, bütün din ve şe­riatların ortaklaşa benimsedikleri gelenek gibi anlamlara gelir. İnsan ola­rak yaratılmanın tabii gerekleri gibi de anlaşılması mümkündür. Ergen­lik çağına yaklaşan çocuklara bunların öğretilmesi gerekir.
Tırnaklara gelince onları parmaklara zarar vermeyecek şekilde dip­ten kesmek gerekir. Tırnak kesmek için belli bir süre tayin edilmediği için tırnak uzadıkça kesilir. Tırnak kesmenin caiz olmadığı bir gün yok­tur. Efendimiz cuma günleri tırnak kesmeyi severdi. Tırnağın belli bir sı­raya göre kesilmesi şart değildir. Tırnak kesiminde dikkatli davranıp, et­rafa sıçratmamaya ve kesilen tırnak parçalarım ortalıkta bırakmamaya özen gösterilmelidir. Günümüzde özellikle büyük şehirlerde yaşayan birçok kadının moda veya süs zannederek tırnaklarım uzatmaları islam geleneğine tamamen aykırıdır. Ayrıca tırnak altlarında oluşacak birta­kım birikintilerin insan sağlığı açısından tehlikeli olabileceği düşünül­melidir. Özellikle mutfakta yemek yapan hanımların uzun tırnaklarla bu işleri yapması hiç de hoş değildir. Unutulmamalıdır ki İslam, her şeyin en güzelini ve tabii olanını tavsiye eder.
Koltuk altı kılların yolunması sünnet olmakla beraber acısına daya­namayanların tıraş etmesi veya ilaç kullanmak suretiyle temizlemesi mümkündür. Temizlik işine sağ koltuk altından başlamak daha uygun­dur. Bıyıkların da üst dudakların kırmızısı görünecek şekilde kesilmesi münasiptir. Bıyıkların ağzı kapatacak ve üst dudak kenarlarından taşa­cak şekilde uzatılması doğru değildir. Yenilen veya içilen şeylerin bıyık­lara bulaşmaması önemlidir. Bıyıkların kısaltılmasını kökünden kazı­mak şeklinde anlamak yerine onu kısaltmak şeklinde anlamak daha doğrudur. Misvak kullanmak da temizliğin gereği olan sünnet bir uygu­lamadır. Bütün bunların çocuklara zamanında öğretilmesi onlara yapıla­cak en büyük iyiliktir.
Çocuklara yapılacak bir diğer iyilik onları zamanı gelince sünnet et­tirmektir. Çocukların sünnet edilme işine hitan denilir. Erkeklerin avret­lerinde doğuşta görülen sarkık deri fazlalığının kesilip giderilmesine sünnet adı verilir. Hem temizlik, hem de cinsiyet bakımından sünnetin faydalı yönleri vardır, ibrahim aleyhisselam yıllardan sonra Kadum de-nilen yerde sünnet oldu.» Bu adet daha sonra peygamberlerin sünneti olarak benimsendi. Çocuğun doğumunun yedinci günü sünnet olması müstehabdır. Bu günden sonraya bırakılırsa, kırkma günde yapılır. Bir kısım alimler de çocuğun temyiz çağı olan yedi yasında sünnet edilme­sini müstehab görmüşlerdir. En doğrusu, çocuğun anlamadığı küçük bir yaşta onu sünnet ettirmektir. Deri ince ve gelişme durumunda olduğu için kolay olur ve yara çabuk iyileşir. Geciktirilirse artık buluğ çağında vacib olur.
Yaşlı başlı büyükler de yerine göre sünnet olurlar. İbrahim aleyhisselam yüz yirmi yaşında iken sünnet olmuş, bundan sonra da seksen sene yaşamıştır. İbrahim ilk sünnet olandır. İhtilam haline ula­şan erkeğe baliğ denir. Böyle buluğ çağına yetişenlere de, çocukluk dev­resini aştıklarından büyük denir. İşte sünnet olmak yalnız çocuklara mahsus değildir. Çocukluk çağını geçirmiş olsalar bile, erkeklerin yetiş­kin hallerinde sünnet olmaları gereklidir, hatta vacib mertebesinde ol­duğunu söyleyen alimler vardır.                                                     
Malik İbni Münzir, İslam'ı kabul eden Kesker halkından ihtiyarları teftiş etti de onlara sünnet olmalarım emretti. Kış mevsiminde sünnet olduklarından onlardan bazıları da öldü. Hasan-ı Basri, Malik'in bu işi­ne hayret ederdi. Zira Efendimiz zamanında Rum ve Habeş asıllı olanlar müslüman olduklarında Efendimiz onlan teftiş ettirmemişti. İslam'ı kabul eden yaşlıların sağlık durumları müsait olmadığı takdirde onların sünnet edilmeye zorlanması doğru değildir. Mevsim ve sağlık durumla­rı göz önüne alınarak ihtiyarlar için en emin yolu tercih etmek gerekir. Ayrıca insanların hallerini araştırıp onları zorlamak doğru değildir. Kesker, Basra ile Küfe arasında bir kasabadır. İslam'ı kabul eden bura­daki yaşlı halka, Malik İbni Münzir böyle bir uygulama yapmıştır. İbni Şihab da bir erkeğin islam'ı kabul ettiği zaman, büyük olsa bile, sünnet olmakla emrolunduğunu söylemiştir .                                           
 Bazı bölgelerde kadınlar da sünnet olur. Ümmü'l-Muhacir denilen kadın Rum cariyeleri arasında esir edilmişti. Osman onlara İslam'ı arzedince onunla diğer bir cariyeden başkası müslüman olmadı. Bunun üzerine Osman bu ikisininin götürülüp sünneti edilmesini ve temizlenmesini emretti. Erkeklerin sünnet edilmesi dini bir gelenek, kadın­ların sünnet edilmesi yöresel bir uygulamadır.
Sünnette davet de güzel bir şeydir. Abdullah İbni Ömer oğullan Sa­lim ile Nuaym'ı sünnet etti. Onların sünnet düğünleri için bir koç kesti. Çocukları kendilerine koç kesildiğinden dolayı diğer çocuklara karşı kendilerini daha mutlu hissediyorlardı. Sünnet düğünleri yaparak zi­yafet vermek İslam geleneğinde vardır.
Sünnette meşru şekilde eğlenmek caizdir. Aişe'nin erkek karde­şinin kızları sünnet edildiklerinde ona bu çocukları eğlendirecek bir kimsenin çağrılması teklif edildi. Bunun üzerine Aişe, Adi'ye haber gönderdi. Adi de geldi. Sonra Aişe sünnet evine uğradı da adamı şarkı söyleyip, neşeden başım sallıyor gördü. Adam çok şiir biliyordu. Bunun üzerine Aişe, onun bir şeytan olduğunu, derhal çıkarılmasını söyledi.
Dini ve ilmi bir fayda kazandırmayan, üstelik inşam önemli görevle­rinden alıkoyan ve boşuna zaman harcanmasına sebep olan eğlence ve oyunların hepsi batıldır. Bu oyunlar zararlarına göre de haram veya mek­ruh olurlar. Aişe'nin de tutumu gösteriyor ki, çocukları eğlendirmek için eğlence tertip etmekte esasen sakınca yoksa da bu eğlencenin yapılış şeklinde aşırılık ve münasebetsizlik görülmesi halinde bunda hayır yok­tur. Nitekim gördüğü manzaradan hoşlanmadığından bu eğlenceye son vermiştir. Normal şartlarda ve ölçülerde eğlence çocukları mutlu eder.
Mümin gerek kendi çocuklarına gerekse başkalarının çocuklarına bu şekilde iyüik yaptığı gibi diğer insanlara, özellikle yakın komşularına da iyilik yapmalıdır.