www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

ANA BABAYA İYİLİK

ANA BABAYA İYİLİK
Güzel ahlakın en önemli işaretlerinden biri, hatta birincisi ana baba­ya iyilik etmektir. Onlara iyilik etmek dinin en önemli emirlerinden bi­ridir. Onlara iyilik etmek dinin bir emri olduğu gibi insan olmanın da bir gereğidir. Yüce Mevla onlara iyilik etmeyi kendisine kullukla birlikte zikretmiş, bu konuda "Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı emretti" buyurmuştur.
Ana babaya itaat etmek, gönüllerini hoş edip kendilerine iyi dav­ranmak başta Allah Teala'nın emridir. Bu emir sıradan bir emir değil, yaratanın kullarından önemle yapmalarını istediği bir emirdir. Çocuklar kendilerini yetiştirip büyüten, bir insan olarak hayata hazırlayan bu fe­dakar ve vefakar insanlara karşı görevlerini yerine getirmek zorundadır­lar. Zira güzel ahlak iyiliğe iyilikle, vefaya vefayla karşılık verilmesini gerektirir.                                                                                                Onlara iyilik etmek, başta sözlerini dinleyip gereğini yerine getir­mek, isyan edip karşı çıkmamakla olur. İtaat ve boyun eğmek bütün gü­zelliklerin kaynağıdır ve itaat edip boyun eğenler, onların gönüllerini hoş edip duasını alanlar hem kulluk görevini yerine getirmiş, hem de evlatlık vazifesini ifa etmiş olurlar.
Ana babaya iyilik hayatın her döneminde önem arzetmekle birlikte, özellikle yaşlılık döneminde daha büyük önem arzeder. insanın elden ayaktan düşmeye başladığı, zayıflayıp balama muhtaç hale geldiği za­manlarda başkalarına daha muhtaç hale gelir. Ana babanın evlatlarına en fazla ihtiyaç duydukları zaman da bu dönemlerdir. Nitekim Zekeriya aleyhisselam yaşlanıp da elden ayaktan düşmeye başladığı bir dönemde bir gün içtenlikle rabbine niyaz ederek, kemiklerinin zayıfladığını, saçının başanın ağardığını, yaşının ilerleyip ihtiyarlığını ileri sürmüş ve Hak Teala'dan kendisine bir oğul vermesini niyaz etmiş, Hak Teala onun bu duasını kabul ederek ona yumuşak kalpli tertemiz bir çocuk olarak Yahya aieyhisselamı ihsan etmiştir. Yahya aleyhisselam ana babasına karşı çok iyi davranan salih bir evlattı ve onlara karşı asla isyankar bir zorba olmamıştı.
Her anne babanın böyle bir temennide bulunma hakkı vardır. Onla­ra yaşlandıkları, saç ve sakallarının ağardığı, et ve kemiklerinin incel­meye başladığı bu hassas ve nazik dönemde onlara gösterilecek tavır son derece hassas nazik olmalıdır. Bu durumda olan ana babaya incitici kaba saba söyler söylenilmesi, gönüllerini kırmak şöyle dursun kendile­rine "öf!" bile denilmesi doğru değildir. Zira güzel ahlakın böyle olum­suz ve kaba sözlere tahammülü yoktur. Onlara yapılacak en hayırlı hizmet onlara güzel söz söylenilmesi, kendilerine şefkat ve merhamet gösterilerek "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beri nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et!" denilerek onlara dua edilmesidir. Evlat olmanın güzel ahlaka sahip bulunmanın gereği budur.
Yaratanı seven kullar yaratandan dolayı ana babalarına böyle dav­ranmak zorundadırlar. Başta Allah'ın salih kullan olan peygamberler dahil olmak üzere bütün salih ve iyi insanlar ana babalarına güzel dav­ranmışlar, bu konuda insanlığa örnek olmuşlardır.  ibrahim bir evlat olarak şirk içinde bulunan babasını o durumdan kurtarmaya çalışmış, "Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni doğru yola çıkarayım" diyerek babasına karşı elinden gelen iyiliği yapmaya gayret etmiştir. Resul-i Ekrem Efendimiz de ümmetine namazların son oturuşunda "Rabbim! Hesap sorulduğu gün beni, anamı babamı ve müminleri bağışla!" demelerini emir buyurarak ana babaları­na karşı dua görevlerini yerine getirmelerini tavsiye etmiştir.
Allah'a saygılı olan iyi evlatlar ana babalarına büyük değer verdiler. Onlara hizmet etmeyi, dualarını alıp yaratanın rızasını kazanmayı canla­rına minnet bildiler. En sıkıntılı zamanlarında onlara yaptıkları hayırlı hizmetleri vesile kılarak Hak Teala'ya dua ettiler. O dualar sayesinde korktuklarından emin, umduklarına nail oldular. Yeri geldi onlara yap­tıkları iyilikler sayesinde karanlık mağaradan kurtuldular.
Vaktiyle mağarada içinde mahsur kalan üç kişiyi mağaradan kurta­ran onlardan birinin ana babasına yaptığı iyilikti. Adamın yaşlı bir ana babası vardı. Adam onlara hizmet eder, kendilerine hürmette kusur et­memeye çalışırdı. Evde onlar yemeklerini yemeden asla çoluk çocuğuna ve hizmetçilerine bir şey yedirip içirmez, hep onlara öncelik verirdi. Bu ameliyle de yaratıcının rızasını gözetir, ondan ecir beklerdi. Adam birgün hayvanlara yem bulmak üzere evinden ayrıldı, onlar uyumadan önce de evine dönemedi. Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini an­nesi ile babasına götürdü, ama ne var ki her ikisi de uyumuştu. Onları uykularından uyandırmaya kıyamadı. Onlardan önce ev halkına da bir şey vermeyi uygun görmedi. Süt kabı elinde şafak atana kadar uyanma­larını bekledi. Çocuklar etrafında açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Niha­yet ana babası uyandılar da sütlerini içtiler. Adam ana babaya itaatla do­lu bu güzel amelini vesile kılarak "Rabbim! Şayet ben bunu senin rızanı kazanmak için yapmışsam, bizi şu kaya sıkıntısından kurtar!" diye yal­vardı. Allah da onun duasını kabul etti. Diğer iki arkadaşının dualarıyla birlikte onları mağaradan kurtardı. Zira ana babanın razı olması Hak Teala'nın razı olması demekti. Onların rızasını alan yolda kalmaz, başı darda kalıp saşmazdı. Mevla ona ummadığı yerden bir çıkış yolu ya­rattı, içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtardı.
Bu ilahi hakikat Efendimiz tarafından bütün yönleriyle ümmetine anlatılmış ve her konumda çocukların ana babalarına karşı salih birer evlat olmaları için gereken emir ve tavsiyelerde bulunulmuştur. Aynı şekilde Efendimiz bir gün kendisine hangi amelin Allah'a daha sevgili olduğunu soran birine önce vaktinde kılınan namazı söylemiş, ardından da "Ana babaya iyilik etmek" olduğunu haber vermiştir.
Görüldüğü gibi Allah'a karşı kulluk görevi ibadet olan beş vakit namazdan sonra, ana babaya itaat olan evlatlık görevi zikredilmiş, onla­ra iyilik etmenin ne kadar önemli olduğu bu şekilde açıkça gösterilmiş­tir. Allah'ın hakkını gözeterek namazını kılan bir insan elbetteki kulların hukukunu başta ana babasının hakkını da gözetecek, onlara iyilik ede­cektir Zira kulluk bir bütündür, parçalanma ve bölünme kabul ermez. Padişahın ülkesinde onun bir kısım emirlerine itaat edilip de diğerlerine itaat etmemek olmaz. Seven sevdiğinin her emrine kayıtsız şartsız bo­yun eğip itaat edeceğine göre yaratanı seven de onun her türlü emrine boyun eğecek, gereğini yerine getirecektir. Namaz kılıp da ana babasına iyilik etmeyen namazdan da nasibini alamamış demektir. Yaratılanı ya­ratandan dolayı sevmeyen, halka hizmeti Hakk'a hizmet olarak bilme­yenlerin dinden nasipleri yoktur. Hakk'ı seven, halkı da sevmelidir. Hakk'ı seven ana babasını da sever, onlara itaat eder.
Ana babaya itaat Hakk'a itaat kaydıyla sınırlıdır. Zira onlara itaat Hakk'a itaattan sonra gelir. Bu durumun iyi anlaşılması gerekir. Yarata­na isyanda kula itaat olmaz. İncitmeden kırmadan bu önemli düsturun anlatılması, insanlara kavranılması gerekir. Sa'd İbni Vakkas böyle bir durumla karşılaşan sahabilerden biridir.
Sa'd İslam'ı kabul eden ilklerden olup, annesine çok hürmet eder, saygı gösterirdi. Ama annesi henüz müslüman olmamışta. Oğlunun kendisine düşkünlüğünü bilen anne, bir gün oğluna bu yeni ortaya çı­kan dini reddetmedikçe bir şey yiyip içmeyeceğine yemin etti. Bunu söyledikten sonra kırk gün bir şey yiyip içmedi. Nihayet oğlu Sa'd yanı­na geldi ve ona yüz tane canı olsa ve onlar birer birer çıksa, dinini yine de terk etmeyeceğini, yiyip içmekte serbest olduğunu söyledi. Anne ümidini kesince, artık yemeye ve içmeye başladı. Bu olayın ardından Al­lah Teala ana babaya iyilik etmeyi, şirk konusunda onlara uymamayı emretti. Ana babaya iyilik emredilmekle birlikte bu iyilik meşru işler­de, dinen yapılması mubah olan şeylerde geçerlidir. Yoksa ana baba in­sana hakkında bilgi sahibi olmadığı bir şeyi emreder, Allah'a ortak koş­ma gibi meşru olmayan bir şey söylerlerse onlara bu hususta itaat edi­lemez. İtaatta önce Hak, sonra halk gelir. Allah'a isyan olmayan şeylerde ana babaya itaat edilir, onlara iyilik yapılır.
Ana babaya itaatin zıddı onlara isyan etmektir ki böyle birşey bü­yük günahlardandır. İyilik yapana cefa edilmez, vefa gösterilir. İsyan edilmez, itaat edilir. Çocuğunu sıkıntı üzerine sıkma olan hamilelik doneminde karnında taşıyan, dünyaya getirdikten sonra onu emzırip bü­yüten, geceleri sabahlara kadar başında bekleyen anneye isyan etmek büyük bir nankörlük sayılır. Nimete şükretmeyip ona nankörlükte bu­lunmak günahtır. Söz konusu nankörlük ana babaya karşı yapılırsa onun adı büyük günah olur.
Çocuklarının her türlü ihtiyacını karşılayarak onları büyüten, bir karşılık beklemeksizin onlar için çalışıp didinen, gerektiğinde binbir çe­şit çileye katlanıp kendilerini onlara feda eden varlıklara karşı vefa gös­terilmezse, Allah'ın emri yerine getirilmiş olmaz. Allah'ın emrinin yeri­ne getirilmemesi demek onun rızasının kazanılmaması demektir. Hal­buki Allah'ın rızası ile ana babanın rızası birbirine bağlıdır. Birinin ol­duğu yerde diğeri vardır. Nitekim ibni Ömer Allah'ın rızasının babanın rızasında gazabının da babanın gazabında olduğunu söylerdi. Bazı ri­vayetlerde ananın rızası da vardır. Bu durumda ana babanın rızası ve gazabı Allah'ın nzası ve gazabı demektir. Onlardan birinin rızasını alan Allah'ın rızasını almış, birini öfkelendiren Allah'ın gazabını üzerine çekmiş olur.
Bu noktaya son derece dikkat edilmesi gerekir. Zira hayatta başarı­nın en önemli sırlarından biri burada yatmaktadır. Buna göre ana baba­sının rızasını alamayanların Allah'ın rızasını kazanmaları mümkün de­ğildir. Özellikle çocuğun yetişmesinde büyük hizmeti olan annelere saygıda kusur edilmemesi lazımdır. Çocuk üzerinde annelerin hakkı büyüktür. Hak büyük olunca annelere itaat oranı da büyük olacaktır. Nitekim adamın biri Efendimize kime iyilik edeceğini sorduğunda Efendimiz önce annesine iyilik etmesini emir buyurdu. Adamın soruyu iki defa daha tekrarlaması üzerine Efendimiz de aynı cevabı iki defa tek­rarladı. Adamın dördüncü defa sorması üzerine bu defa babasına iyilik etmesini tavsiye buyurdu.
İtaat ve iyilikte anne babadan önce gelir. Zira çocuğun üzerinde an­nenin hakkı daha fazladır. Hadiste üç defa arka arkaya anneye iyüik tavsiye edilmesi, ana hakkının önemini göstermek için tekrarlanmıştır. Ayrıca çocuklar, babaya nisbetle annenin hakkını yerine getirmede daha fazla gevşeklik gösterirler. Annelerine karşı daha fazla nazlanır, onlara karşı daha serbest davranırlar. Annesinin şefkat ve merhametinden emin olduğu için genelde ondan korkmazlar. Bunun için de ev içinde çocuk annesine çoğu defa isyan eder, emirlerine karşı gelir. Babasına karşı bunu fazla yapamaz. Bir de baba anneden daha güçlü olduğu için çocuk ona karşı çıkamaz. Ama annenin zayıflığından ve şefkatinden faydalanarak ona daha çok karşı çıkar. Bunun için babadan çok anneye iyilik etme hususunda daha fazla durulmuştur. Nitekim adamın biri İbni Abbas'a gelerek bir kadına talip olduğunu, fakat kadının başkasını tercih ettiğini, bunun üzerine kadım kıskanıp öldürdüğünü, tevbe etse kabul edilip edilmeyeceğini sordu. İbni Abbas adama annesinin hayatta olup olmadığım sordu. Adam hayatta olmadığım söyleyince ibni Abbas öyle ise Allah'a tevbe etmesini, mümkün olduğu kadar onun rızasını kazandıracak ameller yapmasını söyledi. Orada bulunanlardan birisi İbni Abbas'a adamın annesinin hayatta olup olmadığını neden öğren­mek istediğini sordu. Bunun üzerine İbni Abbas, Allah'a yaklaştıracak ameller içinde anneye iyilik etmekten daha hayırlı bir amel bilmediğini söyleyerek cevap verdi.
Anneye itaattan sonra babaya itaat gelir. Efendimiz bir rivayette üç kez anneye dördüncü kez babaya, bir başka rivayette de dört kez anneye beşinci kez babaya iyilik yapılmasını emir buyurmuştur.
Ana baba çocuğuna zulmedip haksızlık yapmış olsalar bile yine on­lara iyi davranmak gerekir, ibni Abbas, müslümanın Allah'dan sevab bekleyerek ana babasına hizmet ederse, Allah'ın ona cennetten iki kapı açacağını, eğer ana babasından biri bulunursa bir kapı açılacağını, kişi onlardan birini kızdırıp gazaplandırırsa, onun rızasını kazanmadıkça, Allah'ın o kişiden razı olmayacağını, ana baba çocuğuna zulmetmiş bile olsalar durumun böyle olduğunu, onların rızalarını almadıkça, Allah'ın da ondan razı olmayacağını söylerdi.
Ana baba çocuklarına zulmetmiş, haksız davranmış olsalar bile, ev­latların yine de onlara itaat etmeleri gerekir. Ana babaya ceza vermek çocuğun işi değildir. O yaratıcının işidir. Onları kırıp incitmemek, gönül koyup yıllarca küs durarak ilişkileri kesip kendilerini yapayalnız bırak­mak doğru değildir. Her halükarda onların rızasını kazanmaya, kendile­rine hizmet edip dualarını almaya çalışmak lazımdır. Tabiatıyla bu dün­ya işlerinde söz konusudur. Yani onlar dünya işlerine ait bir konuda ço­cuklarına zulmetseler, onlara itaat edilir ve rızaları alınır, yoksa ahiret iş­leri için yapacakları zulümden dolayı rızalarını almak gerekmez. Bir de insan gücü nispetinde sorumludur. Ana babanın her emrine çocuğun itaat etmesi gerekmez. Çocuklar güçleri ölçüsünde ana babalarının emir­lerini yerine getirirler.
Ana ve babadan her ikisinin hakkım gözetmek mümkün olmazsa, yani birini gözetirken diğeri bundan rahatsız olursa bu durumda yapıl­ması gereken hürmet ve saygı gerektiren şeyde babanın hakkı tercih edi­lir. Hizmet ve nafakaya dair işlerde ise anneye öncelik verilir. Mesela anne ve baba ikisi birlikte çocuklarmm yanına gelseler, çocuğun babası için ayağa kalkması, kendisinden bir şey istedikleri vakit annesine önce­lik vermesi daha doğrudur. Ana babadan yalnız birine yetecek kadar bir nafakası olsa o durumda anne, babaya tercih edilir. Çünkü anne çocuk için çok zahmet çekmiştir, ona karşı şefkati daha fazladır. Çocuğunu ta­şımış ve emzirmiş, hastalığında ve sağlığında ona bakmış, üstünü başını temizleyerek onu hayata hazırlamıştır.
Evlat bütün bunları unutmamalı, onlara karşı en iyi şekilde dav­ranmalıdır. Bunun için ana babasma karşı yumuşak başlı olmalı, onlara iyi davranmalı, kendilerine güler yüz gösterip tatlı dilli olmalıdır. Nite­kim adamın biri büyük günahlardan zannettiği bir takım günahlar işle­diğini Ibni Ömer'e anlattığı zaman Ibni Ömer adama ne gibi şeyler yap­tığını sordu. Adamın yaptığı bazı işleri kendisine haber vermesi üzerine İbni Ömer yaptığı işlerin büyük günahlardan olmadığım söyledi. Büyük günahların neler olduğunu saydı ve ardından adama cehennemden korkup cennete girmek isteyip istemediğini sordu. Adamın istediğini söylemesi üzerine Ibni Ömer, ana babasından hangisinin hayatta oldu­ğunu öğrenmek istedi. Yalnız annesinin yanında olduğunu öğrenmesi üzerine, eğer annesine yumuşak söz söyler, ona yedirir içirir ve büyük günahlardan da sakınırsa muhakkak cennete gireceğini söyledi.
Demek ki onlara iyilik ve ikram etmek cennete girmeye vesiledir. Bu yüzden ana babaya sert ve kaba davranmak, kendilerini incitip ağ­latmak asla doğru değildir. Ana babaya isyan edilerek onların ağlatılma-sı da büyük günahlardandır. Zira bu onlara yapılan en büyük isyan ve itaatsizliktir. Cehennemden korkan, cennete girmek isteyen bir mümin hayatta olan ana babasına veya hangisi hayatta ise ona yumuşak söz söylemeli, kendisine iyi bakmalıdır. "Ana babanın her ikisine acıyarak tevazu kanadını indir" ayetinde tevazu kanadının indirilmesi, onların sevdiği şeylerin yerine getirilmesi, bu konuda onların memnun edilmesi şeklinde de tefsir edilmiştir.
Ana babanın hakkını ödemek kolay iş değildir. Daha doğrusu normal şartlarda hiçbir evlat ana babasının hakkını ödeyemez. Efendimiz baba hakkını ödemenin zorluğu konusunda çocuğun hiç bir iyilikle babasının hakkını ödeyemeyeceğini, ancak onu köle olarak bulur da onu satın ala­rak özgürlüğüne kavuşturursa o zaman ödeyebileceğini söylemiştir.
İnsan ana babasının hakkını ancak bir iş karşılığında ödeyebilir, başka hiç bir iyilikle ödeyemez. Başkasının eli altında köle olarak bulu­nan ana veya babasını bu kölelikten kurtarmak için, sahiplerinden satın alır ve bu şekilde özgürlükle kavuşturabilirse o zaman onlara bir karşılık vermiş olabilir. Onları hürriyetlerine kavuşturmak, onları yeniden mut­lu bir hayata döndürmek olacağından büyük bir hizmet sayılır ve ancak böyle bir iş onların yaptıkları iyiliklere denk bir iyilik sayılabilir. Nasıl ki ana baba çocuğun hayata çıkmasına sebep olmuşlarsa, bunun gibi evlat da köle olan ebeveynini özgürlüğe kavuşturmakla onlara yeni bir hayat bahşetmiş gibi olur. Burada yalnız baba geçiyorsa da anne haklanın ödenmesi de aynı şeye bağlıdır. Ana babadan birini köle olarak bulmak çok nadir olacağından onların haklarını ödemek de çok nadir olacaktır. Nitekim Yemenli bir adam sıranda annesini taşıyarak Kabe'yi tavaf edi­yor bir taraftan da annesinin zelil bir devesi olduğunu, başka bineklerin ondan usansa da kendisinin ondan usanmayacağını söylüyordu. Sonra Yemenli adam orada bulunan İbni Ömer'e bu şekilde annesinin hakkını ödemiş olup olmadığını sordu. İbni Ömer ona ödeyemediğini, değil ödemesini annesinin çektiği sıkıntılardan bir "Ah!"demesini bile karşı­layamadığını söyledi.
Demek ki kişi ana babasından birini sıranda Kabe'yi tavaf etse bile onun hakkını ödemiş olamamaktadır. Özellikle annenin çektiği sıkıntı ve zorluklardan bir ah etmesine bile eşit olamaz. Dolayısıyla anne baba­nın hakkını ödemek öyle kolay bir İş olmadığından evlatlar hiçbir şekil­de onlara isyan etmemeli, ödeyemedikleri haklar karşısında bir de isyan ederek günahlarını daha da artırmaktan kaçınmalıdırlar. Ebu Hüreyre gibi onlara her zaman için iyi ve güzel davranmalıdırlar.
Ebu Hüreyre halife Mervan'ın hac görevini eda gibi bir iş için Me­dine'den dışarı çıktığı zaman onun yerine bakardı. Ebu Hüreyre, Medi­ne civarında Zülhuleyfe denilen yerde otururdu. Annesi bir evde, ken­disi de başka bir evde ikamet ederdi. Evden çıkıp gideceği zaman anne­sinin kapısında durup selam verir, annesi de onun selamını alırdı. Ebu Hüreyre sonra kendisini küçükken şefkatle nasıl yetiştirip terbiye ettiyse Allah'ın da ona merhamet etmesini söyleyerek kendisine dua ederdi. Annesi de yaşlı halinde kendisine acıyarak nasıl iyilik ve ihsan ettiyse Allah'ın da ona merhamet etmesini söyleyerek o da oğluna dua ile karşı­lık verirdi. Ebu Hüreyre, evine döneceği zaman da aynı şeyi yapardı,
 Ebu Hüreyre Efendimizden almış olduğu terbiye gereğince, annesine gerekli şekilde hürmet eder, annesi de oğlundan duasını esirgemezdi. Böy­lece onlar islam'ın emretmiş olduğu ana ve evlat arasındaki karşılıklı hak ve vazifeleri yerine getirmiş ve kendilerinden sonrakilere güzel bir örnek olmuşlardır. Bu bakımından ashab-ı kiramın hayatı şuadan bir hayat değil, aksine müminlerin örnek alacaktan güzel hikaye ve anlamlı hatıralarla do­lu bir hayattır. Onların izinde gitmek. Efendimizin izinden gitmek, onların ahlakıyla ardaklanmak Efendimizin ahlakıyla ardaklanmak demektir.
Onlar Ebu Hüreyre gibi ana babalarını sevindirmeye; onlara itaat edip kendilerine hizmet etmeye çalışırlardı. Sevindiremeyenler gerekli uyardan ahr, kısa zamanda yanlışlarından dönerlerdi. Nitekim ana ba­basını ağlar halde bırakıp hicret ve beyat etmek için Efendimize gelen bir adama Efendimiz adama ana babasının yanına dönmesini onları nasil ağlattıysa öylece sevindirip güldürmesini emretmiştir. Aynı şekilde cihada katılmak için Yemen'den hicret edip gelen bir adama Efendimiz ona Yemen'de herhangi bir kimsesinin olup olmadığını sordu. Adam annesiyle babasından birinin veya ikisinin de olduğunu söyledi. Efen­dimiz kendisine izin verip vermediklerini öğrenmek istedi. Adam izin vermediklerini söyleyince Efendimiz ona dönüp onlardan izin istemesi­ni, eğer izin verirlerse cihada katılmasını, yoksa onların hizmetinde bu­lunmasını emretti.
Bu ve benzeri hadisler ana babaya itaatin gerekliliğini ortaya koy­duğu gibi, onlara itaatten dolayı kazanılacak sevabın büyüklüğünü de ortaya koymaktadır. Bu gibi hadislere bakarak ana baba hakkının cihaddan daha büyük olduğunu söyleyenler bile olmuştur. Ancak ana babanın kafir olmaları halinde gerek farz ve gerekse nafile cihad için izinlerini almaya gerek yoktur. Savaşa çıkacak olan bir kimse eğer bu savaşa mecbur olmadan sadece sevap kazanmak arzusuyla çıkacaksa, ana babasının izni olmadan çıkamaz. Fakat üzerine farz olan bir cihadı ifa etmek isteyen bir kimsenin ana babasından izin alması gerekmez. Bu hükümler müslüman olan ana babalar içindir. Ana babası kafir olan kimselerin cihada çıkmak için onların iznini almaları söz konusu değil­dir, isterse çıkmak istediği cihad nafile olsun. Üzerine cihad farz olan bir kimsenin ana babasından izin alması gerekmez. Ancak cihad konusunda ana babadan izin almak sadece sevab kazanmak maksadıyla yapılan na­file cihadlar için söz konusudur. Bu çeşit cihadlar için ana babanın gön­lünü almak gerekir. Ana babasının iznini almadan nafile bir cihada katı­lan kimseler günahkar olurlar. Fakat genel seferberlik ilan edilmesi gibi, cihadın farz-ı ayn olması halinde ana babanın iznini almak gerekmez.
Allah rızasını kazanmak için yapılan hicret her ne kadar sevab ve makbul ise de bu gibi amellerin ana baba rızası dahilinde olması lazım­dır. Genel bir savaş hali olmadığı nafile durumlarda ana baba rızası her şeye takdim edilir. Müslümanların buna dikkat etmeleri lazımdır. Zira ana babaya isyan ermek, onlara karşı gelmek doğru olmadığı gibi büyük günahlar arasında da yer alır. Nitekim Efendimiz bir gün ashabına günahların en büyüğünü haber vermek istemiş ve bu sözünü üç defa tek­rarlamıştı. Ashabın haber verilmesini istemeleri üzerine Efendimiz bun­ların, "Allah'a ortak koşmak ve ana babaya isyan etmek" olduğunu ha­ber verdi.
Ana babaya veya onlardan birine asi olmak büyük günahlardandır. Ana babaya itaat Allah Teala'ya itaatle yanyana zikredilmiştir. Onlara itaat Allah'a itaat, onlara isyan da Allah'a isyan anlamına gelir. Hadiste konu olumsuz yönden ele alındığı ve itaat değil itaatsizlik açısından ba­kıldığı için Allah'a isyan ile ana babaya isyan yine yanyana zikredilmiş­tir, insanın iyiliği veya kötülüğü, varlığının sebebi olan ana babasına ve­ya onlardan birine davranışıyla ortaya çıkar. Ana ve babasına iyilik et­meyen birinden başkalanna iyilik beklenemez. Yüzüne konan sineği ko­valamaya, en basit ihtiyacını bile gidermeye güç yetiremediği bir devre­den itibaren kendisini el bebek gül bebek yetiştiren insanlara kötü dav­ranan bir kimseden vefa beklenemez. Ana babasına iyi davranmayan bi­rinden ne vatana ne millete ne de insanlığa bir fayda gelir. Ana babaya itaat Allah'a itaat, onlara isyan Allah'a isyan demektir.
Ana babaya isyan büyük günahlardan olduğu gibi onlara lanet et­mek de büyük günahlardan biri sayılır. Zira onlara lanete sebep olmak, itaatsizlik ve isyanın en son sınırıdır. Onlara lanet edene Allah da lanet eder. Nitekim  Ali'ye Resul-i Ekrem'in kendilerine özel bir şey söyle­yip söylemediği sorulduğunda  Ali Efendimizin kendilerine özel ola­rak bir şey söylemediğini, yalnız kılıcının kırandaki kağıtta bulunan ya­sının bunun dışında olduğunu söyledi. Sonra kılıcının kınından bir say­fa çıkardı, orada Allah adından başkasına putlara veya şahıslara hayvan kesene, arazisinin sınır taşlarını çalana ve ana babasına lanet edene Al­lah'ın lanet edeceği yazılıydı.
Ana babaya lanet etmek Allah'ın lanetine uğramak demektir. Bir kimse bir adamın ana babasına lanet ederse, o adam da lanet edenin ona babasına lanet eder. Böylece kendi ana babasına lanete sebep olduğun dan günah işlemiş olur. Doğrudan ana babaya lanet etmek çok daha bü­yük günahtır, insanı Allah'ın rahmetinden daha çok uzaklaştırır. Lanet kelimesinin manası, uzaklaştırmak ve kovmaktır. Burada azaba müsta­hak olmak, rahmetten ve cennetten uzak olmak manalarına gelir. Lanete uğrayan dünyada Allah'ın rahmetinden uzak kalmış ahirette de azabı hak etmiş demektir. Lanet etmek asla caiz değildir. Efendimiz lanetçi olarak gönderilmediği gibi onun ümmeti de lanetçi olmamalıdır. Ancak şahıs belirtilmeksizin bazı günahları işleyenlere, o günahın cinsi kasdedilerek lanet etmek caiz olabilir.
Ana babaya lanet değil itaat edilir. Nitekim Resul-i Ekrem ashabın­dan Ebü'd-Derda'ya dokuz şey emretmiş, bu dokuz şey arasında ona ana babasına itaat etmeyi de emir buyurmuştur. Ana babaya itaat etmek ve onlara iyilikte bulunmak, rıza ve dualarını almak evladın en önemli gö­revlerinden biridir. Onların izni olmadıkça bir başka memlekete göç et­mek, sefere çıkmak doğru değildir. Ana babanın evlatlarına ciddi şekilde ihtiyaçları olur da evlat bu yüzden hacca gidemezse günahkar olmaz. Cihad için de aynı şey söz konusudur. Onların nzasını kazanmak Allah yanında daha büyük ecre vesiledir. Efendimiz kolay kolay beddua etme­diği halde bir gün ashabı arasında üç defa "Yazıklar olsun o kimseye" buyurdu. Bu kimsenin kim olduğunun sorulması üzerine Efendimiz ya­nında ana babasına veya onlardan birine ihtiyarlık halinde eriştiği halde cehenneme giren kimse olduğunu haber verdi. Böyle bir kimsenin bumu yere sürünsün, hakir ve zelil olsun. Yaşlılık ve ihtiyarlık halinde olan ana babanın yardıma ve bakıma olan ihtiyacı, gençlik yıllarına göre olan ihti­yaçlarından daha fazladır. Bu durumda ana babasına hizmet etmeyen, on­lara iyilik ve ihsanda bulunmayan kimse onların rızasını ve dualarını ka­zanamayacağından cehennemlik olmaya müstehak olur. Aksine onlara hizmet eden de onlar sebebiyle cennete girmeyi hak eder.
Ana babaya itaatin faydası sadece ahiretle sınırlı değildir. Onlara itaatin bu dünyada da büyük faydası vardır. Ana babasına itaat edenler için Efendimiz "Ana babasına iyilik edene ne mutlu! Allah onun ömrü­nü uzatsın" diye dua buyurmuştur.
Peygamberlerin caiz olmayan bir şeyi istemesi muhal olduğuna gö­re, burada Ömrün uzamasını istemek onun gerçekleşebileceğine delildir.
Her ne kadar herkesin belli bir ecelinin olduğu, o ecel geldiği zaman ne bir an gecikeceği, ne de bir an öne geçeceği beyan buyurulmuş olsa da Ömrün uzamasını istemenin ona ters bir taraf» yoktur. Hadiste söz ko­nusu olan ömrün uzamasından maksat onun bereketlenmesi veya insa­nın rızkının bollaşması anlamındadır. Ömrün uzaması demek, bereketli olması, nimetler içinde yüzmesi demek olur. Ömür belli olmakla beraber uzayıp kısalabileceği görüşünde olanlar da vardır. Mesela bir adam, ana babasına itaat ettiği takdirde, yaşı seksene varır. Bunu yapmadığı zaman ise yetmişde kalır. Böyle bir kimse, ebeveynine itaat edince seksen yaşı­na varacağından ömrü artmış sayılır.
Ana baba ile olan ilişkilerde din farkı gözetilmez. Ana babaya öf bile denilmemesi, onlara tevazu kanadının indirilmesi, onların insanı kü­çükken nasıl merhametle yeriştirmişlerse, evladın da Hak Teala'dan on­lara merhamet dilemesinin beyan buyurulduğu ayette mutlak manada ana babaya itaat emredilmiştir. Halbuki diğer bir ayette müşriklerin cehennemlik oldukları müminlere belli olduktan sonra onlar kişinin ak­rabası bile olsalar artık onlar için ne peygamberin, ne de müminlerin on­lara mağfiret dilememeleri emir buyurulmuştur. Bazı müfessirlere göre ikinci ayet birinci ayetin hükmünü kaldırmıştır. Dolayısıyla mümin ol­mayanların bağışlanmaları için Allah'dan af istenmez, sadece onların hidayete ermeleri için Allah'a dua edilir. Ama günlük işlerden olan ana babaya iyilik onlardan esirgenmez. Nitekim Esma Binti Ebi Bekir bir gün Efendimize geldi. Hudeybiye Andlaşması senesinde annesinin kendisi­ne geldiğini, kendisinden iyilik ve ihsan beklediğini söyledi. Ona iyilik edip edemeyeceğini sordu. Efendimiz ona annesine iyilik ve ihsanda bu­lunmasını emir buyurdu. Bunun üzerine din hususunda müminlerle sa­vaşmamış, onları yurdlanndan çıkarmamış kimselere iyilik yapılmasını, onlara adalet gösterilmesini Allah'ın yasaklamayacağı, çünkü Allah'ın iyilik ve adalet yapardan sevdiğini belirten ayet nazil oldu.
Esma,  Ebu Bekir'in en büyük kızı olup, onun İslam'dan önce bo-şadığı bir kadından dünyaya gelmiştir. Müslümanlarla müşrikler arasında Hudeybiye'de yapılan barıştan faydalanan ve henüz müslümanlığı kabul etmemiş olan annesi Medine'deki kızı Esma'yı ziyarete geldi ve beraberinde de kuru üzüm, yağ gibi hediyeler getirdi. Buna karşılık kı­zından da hediyelerine karşılık vereceğini umdu ve kızının kendisine ik­ramda bulunmasını, iyilik edip yakınlık göstermesini bekledi. Bunu se­zen kızı, annesine iyilik ve ihsanda bulunup bulunamayacağını Efendi­mize sordu. Bundan anlaşıldığına göre müşrik ana babaya hediye ver­mek, onlara iyilik ve İkramda bulunmak savaş hali dışında her zaman için gereklidir, önemli olan onlarla olan ilişkilerin şuurlarını bilmek, ona göre hareket etmektir.
Ana babaya lanet edilmesi yasak olduğu gibi onlara sövülmesi de yasaktır. Kişinin ana babasına sövmesi büyük günahlardandır. Bu onla­ra karşı yapılacak en büyük vefasızlık ve saygısızlıktır. Bir kimsenin bir başkasının ana babasına sövmesi, karşıdaki kişinin de onun ana babası­na sövmesi kişinin kendi ana babasına sövmesi gibidir.65 Zira kendi ana babasına sövülmesine sebep olmuştur. Bir şeye sebep olan onu işleyen gibidir, iyiliğe sebep olan iyilik, kötülüğe sebep olan kötülük günahı ka­zanır. Mümin değil ana babasına kim olursa olsun hiç kimseye kötü söz söylememelidir. Kötü söz hayırlı bir evlada, olgun bir mümine asla ya­kışmaz. Güzel ahlak sahibi bir mümin diline sahip olmalıdır. Ağzından çıkan her kelimeye dikkat etmek zorunda olduğu gibi, aklından gecen her düşünceye de hakim olmak zorundadır. Öyle aklına gelen her sözü sarfetmeye, her düşünceyi gerçekleştirmeye kalkışmamalıdır.
Yapılan kötülüğe misliyle ve daha fazlasıyla karşılık vermek, sade­ce kişinin kendisiyle sınırlı kalmaz. Bazen ailesine, ana babasına kadar sirayet eder. Kimsenin böyle bir şeye sebep olmaya hakkı yoktur. Efen­dimizin bu gibi hareketleri büyük günahlardan sayması, işin vehametini anlatmaya yeterlidir. Ana babaya sövülmesine sebep olmak, onlara is­yan sayılır. Onlara isyan ve itaatsizlik de haramdır. Kişinin ana babası­nın sövülmesine sebep olması, büyük günâhlar araşma girer. Büyük gü­nahlar da insanı helak eder. Büyük günahlar insanın ölümüne sebep olan zehir gibidir. İşlenmeye devam edildiği takdirde zehirin insanı öl­dürdüğü gibi, büyük günahlar da ilahi azaba uğramaya sebep olur.
Ana babaya eziyet etmenin, onlarla ilişkiyi kesmenin her iki dünya­da da cezası vardır. Ama onlara itaatsizliğin cezası tamamen ahirete bı­rakılmaz. İşlenen günahın sıradan bir günah olmadığının anlaşılması için cezasının bir kısmı dünyada peşin olarak verilir ki başkaları da bundan ibret alsın. Bunun için Efendimiz zulmün ve yalanlarla ilgiyi kesme günahından daha çok dünyada cezası peşin verilen başka bir gü­nah olmadığını, ahirette ise onların cezasının daha büyük olacağım ha­ber vermiştir.
Hadiste her ne kadar yakınlar deniliyorsa da ana baba insanın en yakı­nı olduklarından ilk önce akla gelecek olan onlardır. Onlarla ilişkiyi kes­mek, onlarla görüşmemek, kendilerini ziyaret etmemek, onlarla bağlan ko­parmak Allah'ın gazabını çeker. Onlarla ilgiyi kesmek iki şekilde olur:
Birincisi, yalnız ziyareti terk etmek ve iyilikte bulunmamakla olur ve akrabanın yakınlığına göre Önem taşır. Ana baba söz konusu olursa, bunun günahı daha büyük olur.
ikincisi, akraba hakkında dedikodu ve gıybet gibi onlara kötülük yapmak suretiyle kendilerine eziyet etmekle olur. Allah'ın gazabına se­bep olan bu gibi yanlış işleri ısrarla yapan ve buna devam edenlerin ce­zaları dünyada peşinen verilir. Aleme ibret olmaları için cezaları tama­men ahirete bırakılmaz. Dünyada da bir nebze olsun kendilerine bu yap­tıkları işin doğru olmadığı hatırlatılır. Kişinin aklı basma gelir, hatasını telafi ederse bu kötü akıbetten kurtulur. İnat eder kötü işlerine devam ederse bela ve musibetlerden yakasını kurtaramaz, onlara engel olamaz. Ana babaya, yakın akrabaya iyi davranmak, onlarla olan hukuka dikkat etmek nasıl ömrü bereketlendirirse, tersi bir durum da ömrün bereketini alır götürür.
Zina, içki ve hırsızlığın çok çirkin şeyler olduğunu, onlarda öldür-me, dövme ve el kesme gibi cezalar bulunduğunu söyleyen Efendimiz ardından büyük günahların en büyüğünü bildirmek üzere "Allah'a or­tak koşmak, ana babaya asi olmak" buyurmuştur. Efendimiz büyük günahlardan olan zina fiilini işlemek, şarap içmek ve hırsızlık etmek suçlarının azabı gerektiren cezaları bulunduğunu beyan ettikten sonra, daha şiddetli bir azabı gerektiren ana babaya eziyet etmek günahına işa­ret buyurmuştur. Nitekim tbni Ömer de ana babayı ağlatmanın büyük günahlardan sayıldığını söylerdi.
Ana babayı ağlatmak, onlara isyan etmek yerine onları memnun ederek dualarını almak gerekir. Zira bazı dualar önemlidir ve sahibine hayır ve bereket getirir. Bu konuda Efendimiz üç kimsenin duasının makbul olduğunu söylemiş, onlar içinde "Ana babanın çocuklarına olan duası"nı da zikretmiştir. Ana babanın yaptığı hayır dua Allah katında makbuldür. Onlara yapılacak eziyet ve kötülük karşılığında edecekleri beddua da aynı şekilde kabul edilir. Allah Teala ana babanın lehte ve aleyhte yapacakları duaları kabul buyurur. Çünkü onların duaları duy­gulu bir kalble yapılır. Bunun için evladlar ana babalarının rızalarını al­maya çalışmalı, nefretlerini kazanmaktan sakınmalıdırlar.
Ana babanın kalpleri çocuklarına karşı derin bir sevgi bağıyla bağlı­dır. Kendi canlarından yaratıldıktan için çocuklarına karşı son derece na­zik ve duygulu olurlar. Onlar yaptıkları bütün iyiliklere karşı eğer çocuk­larından büsbütün ümid keserlerse mazlum durumuna düşerler. Maz­lumların yaptığı beddualar ateşin kıvılcımı gibi göğe yükselir ve ilahi dergahta derhal kabul edilir. Nitekim rahip Cüreyc'in annesinin oğlu Cüreyc hakkında yaptığı böyle bir bedduası hemen kabul edilmiştir.
Cüreyc denilen kişi bir rahipti. Kendisine ait bir manastırda inziva­ya çekilmiş orada ibadet ederdi. Manastırının alanda barınan bir sığır çobanı vardı. Köy halkından bir kadın da bu çobana gider gelirdi. Bir gün Cüreyc namaz kılarken annesi gelip oğluna seslendi. Cüreyc na­mazda iken annesine cevap verme yerine namazına devam etmeyi tercih etti. Sonra annesi ikinci defa ona seslendi. Cüreyc yine namaza devam etti. Annesinin üçüncü kez çağırmasına rağmen Cüreyc her seferinde namazı tercih etti, annesine cevap vermedi. Annesine cevab vermeyince, annesi ona beddua ederek fahişelerle imtihan olunmadıkça, Allah'ın onun canını almamasını niyaz etti. Sonra kadıncağız döndü gitti. Bir müddet sonra sığır çobanına gidip gelmekte olan o kadın gayr-i meşru doğurduğu çocukla hükümdara getirilip dava edildi.
Hükümdar çocuğun kimden olduğunu sorunca kadın onun Cüreyc'den olduğunu söyledi. Hükümdar Cüreyc'in manastırının yı­kılmasını ve onun kendisine getirilmesini emretti. Halk manastın yerle bir ettiler. Cüreyc'i de elini kolunu bağlayarak hükümdarın huzuruna getirdiler. Hükümdar Cüreyc'e hakkındaki iddiayı haber verdi. Cüreyc, orada bulunan çocuğu kucağına alıp ona babasının kim olduğunu sor­du. Çocuk babasının çoban olduğunu söyledi. Cüreyc'in iftiraya uğradı­ğı anlaşılınca hükümdar ona manastırını altından yapmayı teklif etti. Fakat Cüreyc bunu kabul etmedi ve onun eskiden olduğu gibi yapılma­sını istedi. O sırada Cüreyc gülümsedi. Hükümdar ona neden gülümse-diğini sorunca Cüreyc, anesinin bedduasına uğradığını söyledi. Sonra başından geçen hadiseyi, onlara anlattı. Ebeveynin bedduası kısa bir zaman içinde tesirini göstermiş, çocuğun aleyhinde bile olsa derhal ka­bul edilmiştir. Cüreyc'in sahip olduğu manevi rütbe kendisini kurtar­maya yetmişse de her insanın bu derece bir maneviyata sahip olması zor olacağından en iyisi, anne babanın bedduasını almamaya çalışmaktır. Beddua almamak daha kolaydır, ama beddua aldıktan sonra kurtulma ihtimali zordur.
Namazda iken ebeveynin çağrısına cevap verilip verilemeyeceği konusunda farklı görüşler varsa da en doğrusu, farz ve vacibler dışında nafile olarak kılınan namazlarda ebeveynin çağrışma cevap verilmediği takdirde Öfkelenmelerine sebep olacaksa namazı bozmaktır. Nafile bir ibadette, ebeveynin rızası tercih edilir. Fakat Allah 'm emri olan farz namaza devam edilir.
Müminin bedduadan sakınması, dua almaya çalışması gerekir. Özellikle anne babası müslüman olmayanlar onların müslüman olması için dua etmelidirler. Nitekim Ebu Hüreyre annesinden önce İslam'ı ka­bul etmişti. O annesinin müslüman olmasını istiyordu fakat o kabul et­miyordu. Ebu Hüreyre, önce annesinin müslüman olması için Efendi­mizden dua istedi, o da dua etti. Sonra annesinin yanına döndü, annesi kapıyı üzerine kilitlemiş, temizlik yapıyordu. Oğluna kendisinin müslüman olduğunu haber verdi. Ebu Hüreyre hemen giderek Efendi­mize durumu kendisine bildirdi. Bununla da yetinmedi, kendisi ve annesi için ikinci bir dua daha istedi. Efendimiz bunun üzerine Ebu Hüreyre'yi ve annesini insanlara sevdirmesi için dua etti. Hem annesi­nin müslüman olması için dua eden, hem de onun bütün insanlar tara­fından sevilmesi için ikinci bir dua talebinde bulunan Ebu Hüreyre her iki duasının da semeresini görmüştür.
Ana babaya dua ve iyilik etmek sadece hayatlarıyla sınırlı kalmama­lı, vefatlarından sonra da aynı şekilde devam ettirilmelidir. Bir adam Efendimize ebeveyni öldükten sonra, onlara yapabileceği bir iyilik olup olmadığını sordu. Efendimiz dört iyiliğin olduğunu söyledi. Bu dört iyi­lik sırasıyla onlara hayır duada bulunmak ve onlara mağfiret dilemek, vasiyetlerini yerine getirmek, onların sadık arkadaşlarına ikram etmek, akrabaya iyilik etmektir.
Dirilerin ölüler için yapacakları dua ve istiğfarın ölülere faydası vardır. O halde insan ölen ana babasına Allah'dan rahmet ve mağfiret dilemelidir. Onlann meşru şekilde yaptıkları vasiyetleri yerine getiril­melidir. Ana baba dostlarını ziyaret etmek, onlara ikramda bulunmak evlat üzerine düşen görevler arasındadır. Bunu yerine getirmek vefat etmiş olan ebeveyni sevindirmek olur. Ana baba tarafından gelen akra­balarla ilgiyi kesmemek ve onlara elden geldiği kadar iyi muamele et­mek güzel bir davranıştır. Ana baba çocuğunun yaptığı güzel amellere sevinir. Nitekim ölümünden sonra, iyi ameller sebebiyle ölünün derecesi yükseltilir. Ölü bu güzel şeyin ne olduğunu sorar. Ona çocuğunun ken­disi için istiğfar ettiği söylenir.
Evladın ölümlerinden sonra ebeveyni için yapacağı dua ve istiğfarın onlara elbetteki faydası olur. Nitekim Ebu Hüreyre hayırlı bir evlat ola­bilmek için annesine sık sık dua eder, kendisini annesini ve onlar için af dileyenleri mağfiret buyurmasını niyaz ederdi. Onun yaptığı bu duaya dahil olabilmek için yanındakiler de ona ve annesine Allah'dan mağfiret dilerlerdi. Ebu Hüreyre'nin annesinin amel defteri onun gibi salih bir ev­lat bırakmasından dolayı kapanmış değildir. Zira geriye kendisine dua eden salih bir çocuk bırakmıştır. İnsan vefat ettikten sonra dünyada bıraktığı şeylerin hiç birinden fayda göremez. Bunun için daha hayatta iken, elinden geldiği kadar güzel işler yapmalıdır. Öldükten sonra piş­manlığın bir faydası yoktur. İstisna edilen üç amel ahirette ölüye fayda vereceğinden bunlann daha hayatta yapılmasında yarar vardır.
Salih ve iyi bir evlat ana baba için sevinç kaynağıdır, iyi bir çocuk ana babasına mağfiret dilemeye devam edeceği için geriye takva sahibi bir çocuk bırakmanın önemi büyüktür. Hayatta iken çocuk terbiyesi üzerinde durmak ve onu Allah'ın emirlerine uygun bir şekilde yetiştir­mek, ebeveynin ahirette de rahata kavuşmasına sebep olur. Çocuklara dini terbiye vermenin, onlara İslam ahlakını öğretmenin ne büyük önem taşıdığı bu hadisten rahatlıkla anlaşılmaktadır. Böyle bir çocuk kendisi­ne faydalı olduğu gibi ana babasına da faydalı olur. Ayrıca dinin ayakta durması, gelecek nesillere bağlı olduğundan, evlat ve torunların İslam'a göre yetiştirilmesi büyük önem taşır. Bu yolda gayret sarfetmek her müslümanın görevidir. Nitekim bir adam Efendimize annesinin vefat et­tiğini, vasiyette bulunamadığını, onun adına sadaka vermesinin ona fayda verip vermeyeceğini sordu. Adamın bu sorusuna Efendimiz "Evet" diye cevap verdi.
İnsan ana babasına vefatlanndan sonra böyle iyilik ettiği gibi, onla­rın dostlarına da iyilik etmeli, ana babalanmn hatıralarına her durumda saygı göstermesini bilmelidir. Nitekim bir yolculukta İbni Ömer bir be­deviye rastladı. Bu bedevi babası Ömer'in dostu idi. Bedevi İbni Ömer'i tanıdı. Bunun üzerine İbni Ömer, yedekte bulundurduğu bir merkebin ona verilmesini emretti ve başından da sarığını çıkararak ona verdi. İbni Ömer'in beraberinde olanlardan biri bedevilerin kanaatkar olup aza razı olduklarım, ona iki dirhem paranın yeterli olacağını söyledi. Bunun üze­rine İbni Ömer adama Efendimizin ifade buyurduğu "Babanın dostunu gözet ona ikram et ve sevgi göster. Onunla ilgiyi kesme, yoksa Allah iman nurunu söndürür" hadisini haber verdi.
Babanın hayatında veya ölümünde onun sevdiği kimselere iyilik etmek, babaya iyilik etmek yerine geçeceği için büyük bir görevdir. Ba­banın bulunmadığı bir zamanda, onun dostlanna iyilik ve ikram ise, ba­baya yapılacak en büyük ihsandır. Rivayete göre  Osman'ın oğlu Amr bir gün mescidde arkadaşlan ile oturuyordu. Abdullah Ibni Selam, onların yanına uğradı. Sonra Amr'a döndü ve ona istediği şekilde hare­ket etmesini, Muhammed aleyhissealamı hak olarak gönderen Allah'a yemin ederek Tevratta da baba dostlanna karşı ilgi ve alakayı kesenle­rin, iman nurlarının söneceğinin yazılı olduğunu söyledi.
Nasıl ki mal mülk babadan evlada intikal ediyorsa, babaların birbir­lerine olan sevgi ve bağlılığı da evladlanna geçer. Bu da gözetilmesi la­zım gelen haklardandır. Nitekim Efendimiz sevginin veraset yoluyla ka­zanıldığını söylemiştir. Sevgi babadan oğula geçtiğine göre evladlar baba dostlarma saygı ve hürmette kusur etmemelidirler. Baba dostlanna saygı gösterebilmek için ilk önce çocuğun babasına nasıl saygı göstere­ceğini çok iyi öğrenmesi gerekir. Nitekim bir gün Ebu Hüreyre iki adam gördü. Onlardan birine yarımdaki adamın kim olduğunu sordu. Adam, babası olduğunu söyledi. Ona babasını ismi ile çağırmamasını, onun önünden yürümemesini ve ondan önce oturmamasını tenbih etti. İnsan babasına hitaben bir şey söyleyeceği zaman "baba" veya "babacığım" şeklinde hitap etmelidir. Yolda yürürken önüne geçmemeli, bir mecliste veya herhangi bir yerde oturmak icab ettiği zaman ondan önce oturma­malıdır. Müslümana yakışan hürmet ve edebin gereği budur. Evladın babasına künyesiyle hitap etmesinde bir sakınca yoktur. Nitekim Ibni Ömer'in oğlu Salim bir gün babasına "Namaza! Ey Ebu Abdurrahman!" diye hitap etmiştir. İbni Ömer'in kendisi de babası Ömer'den bahseder­ken "Ebu Hafs" diye bahsederdik Bu şekilde hitap etmenin bir mahzu­ru yoksa da tercih edilen bir çağırma tarzı değildir.
Ana babaya saygı olduktan sonra bu gibi hitaplar edeb ve ahlaka aykın sözler sayılmaz. Önemli olan onlara karşı samimi ve dürüst ol­mak, hizmetlerini yerine getirmektir. Bu şartlar yerine getirildikten son­ra evlatlar ana babalarına karşı görevlerini yerine getirmiş olurlar. Ana babaya itaat ve hizmet müminin ahlakını güzelleştirir, onu toplum naza­rında saygın bir duruma getirir. Zira toplumun değer yargılarına göre bir evladın iyilik Ölçüsü başta ana babasına karşı evlatlık görevini yerine getirmesiyle ölçülür. Ana babasına karşı iyi davranan bir insan iyi bir insan sayılır ve onun bu hali güzel ahlaktan nasibini aldığını gösterir. Ana babasına karşı iyi davranan bir insan sırayla diğer insanlara da iyi davran».
iyilik yakından uzağa doğru yapılacağından ana babaya iyilikten sonra iyilik sırası akrabaya yani en yakınlara gelir.