www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

AKRABAYA İYİLİK

AKRABAYA İYİLİK
Güzel ahlakın gereklerinden bir diğeri de yakın akrabaya iyilik et­mektir. Aralarında nesep, süt veya evlilikten dolayı oluşan yakınlığa ak­rabalık, böyle kimselere de akraba denir.
İslam dini, akrabalar arasındaki ilişkilerin sağlam, sıcak ve devamlı olmasına, akrabaların birbirine maddi ve manevi yönden destek olmala­rına büyük önem vermiştir. Toplumun çekirdeğini oluşturan aile ve onun etrafını sıkıca saran akrabalık bağları ne kadar sağlam olursa, top­lum da o kadar sağlam ve güçlü olur. Bu güç kişinin hayatta ayakta durmasını sağladığı gibi, hayatın zorluklarına karşı mücadele etmesinde de kendisine yardımcı olur. Ağacın kökleriyle ayakta durduğu gibi, in­san da aile kökleri olan akrabasıyla ayakta durur. Amcalar dayılar, hala­lar teyzeler ve bunların çocukları yakın akrabalardır. Akrabalarla ilişki­leri iyi bir şekilde sürdürmek insan olmanın bir gereğidir. Hak Teala müminlere bu görevlerini hatırlatmak üzere "Akrabaya iyi davranın" buyurmuştur.
Akrabaya iyi davranmak bir görevdir. Bu görev kişilerin imkanları­na göre değişir. Aç açıkta kalmışlarsa onları doyurmak, giydirip kuşat­mak gerekir. Muhtaç bir durumda değilseler, kendilerini ziyaret etmek, elden geliyorsa sorunlarını çözmek, mektupla veya telefonla hal hatırla­rını sormak, sevinç ve kederlerine ortak olmak, hiçbir şey yapılamıyorsa selam vermek veya selam göndermek suretiyle onlara iyilik etmeye çalı­şılır. Onlara iyilikte yakından uzağa doğru bir sıra takip edilir. Nitekim ashab-ı kiramdan biri Efendimize kime iyilik edeceğini sorduğu zaman Efendimiz annesine, sonra babasına, sonra sırayla kız kardeşine, erkek kardeşine ve bir de bunları takip eden akrabasına iyilik etmesi gerekti­ğini söylemiştir.
Yakınlık derecesine göre akrabaya iyilik ve ihsanda bulunmak, en önemli hayırlardan biridir. Akrabalardan müslüman olmayan varsa on­ların müslüman olmasına çalışılır. Zira bir insanın hidayetine vesile ol­mak ona yapılacak en büyük iyiliktir. Böyle bir iyilik bir mümin için bü­tün dünyaya sahip olmaktan daha hayırlıdır. Resul-i Ekrem Efendimiz yakın uzak bütün akrabasına İslam'ı arzetmiş, onların hidayet bulması için elinden geleni yapmıştır. Nitekim Efendimiz yakın akrabalarım uyarmak üzere bir gün kalkıp onlara kabile kabile seslenerek kendilerini ateşten kurtarmaları konusunda onlara uyanlarda bulunmuştur.
Efendimiz bir gün yüksekçe bir yer olan Safa tepesine çıktı ve uzak yakın bütün akrabalarını, kabile ve soydaşlarını yanma çağırdı. Onlara bir konuşma yaptı. İman edip cehennem ateşinden korunmalarını söy­ledi. Aralarındaki akraba bağından dolayı onlara iyilikle görevli oldu­ğunu, bunun için onların hidayete gelmelerini, dünya ve ahirette kurtu­luşa ermek için çağrışma kulak vermelerinin, davetine icabet etmelerinin daha hayırlı olacağını ifade etmeye çalıştı. Onlara karşı peygamberlik ve akrabalık görevini yerine getirmeye, onlara ihsanda bulunmaya çalıştı. O üzerine düşeni yaptı, sorumluluğunu yerine getirdi. Ama ne var ki onlar bu iyiliği kabul etmediler. Hatta amcası Ebu Leheb bu çağrıya kar­şı çıkarak kendilerini bunun için mi çağırdığım söyleyerek Efendimize ağır sözler söyledi. Bir amcaya yakışmayan şeyler yaptı.
Akrabaya yapılacak dini davette yapılması gereken ilk şey onlara güzel bir şekilde İslam'ı tebliğ edip duyurmak, hidayetlerine vesile ola­bilmek için çalışmaktır. Gerisi Allah'a aittir. Zorlamak baskı yapmak doğru değildir. Kabul etmezlerse kendi hallerine bırakılır. Akraba içinde mümin kafir ayırımı yapılmaksızın onlara iyilik yapılır, kendilerine öğüt verilir, nasihat edilir. Onlar ne kadar kadir kıymet bilmeseler de onlara iyilik yapmaya çalışılır. Bu bir görevdir. Görevini yapan, sorumluluğu­nu yerine getiren mesuliyetten kurtulur.
Yakın akrabaya iyilik etmek, diğer insanlara iyilik etmekten daha önemlidir. Onlara iyilik etmek inşam cennete götüren salih amellerden­dir. Nitekim bir yolculuk sırasında bedevilerden biri Efendimize gelerek kendisini cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak bir şey bildirmesini istediğinde Efendimiz adamın bu isteğine cevap olarak Al­lah'a ibadet etmesini, namaz kılıp zekat vermesini ve akrabasına iyilik etmesini tavsiye buyurdu.
 İnsan güzel ibadetlerle Allah'a yaklaşır, onun sevgisini kazanır. Namaz dinin direği, zekat da onun köprüsüdür. Onlardan sonra akra­baya iyilik gelir. Akrabaya iyilik cennete girmeye vesile olan güzeJ amel­lerdendir. Onun Hak katındaki değeri büyüktür. Hak Teala ona değer vermiş, müminlere de bunu emretmiştir. Nitekim mahlukatı yaratıp da yaratma işi tamam olunca, rahim denilen akrabalık bağı bir şahsiyet gibi ayağa kalktı ve Allah'ın huzurunda ayağa kalkışının akrabalık bağlarını kesmekten ona sığmanın kalkışı olduğunu, akrabalık bağlarını kesmenin büyük bir vebale sebep olacağım söyledi. Allah Teala onun bu sözlerine destek vererek ona ilgi gösterip iyilik edene iyilik edeceğini ondan ilgiyi kesenden de rahmetini keseceğini ifade buyurdu,
 Rahimin ayağa kalkması ve konuşması, Allah Teala'nın izni ile bir bedene girip konuşması şeklinde olabileceği gibi, bir meleğin ayağa kal­kıp rahim adına konuşması şeklinde de olabilir. Gerçek mahiyetini Allah bilir. Burada vurgulanmak istenen rahimin yani akraba ziyaretinin önemidir, Sıla-i rahim denilen akraba ilişkilerinin devam ettirilmesidir.
Akrabanın birbirine iyiliği malla, bir işe yardım etmekle, bir zararı kaldırmakla, onlardan gelecek eziyet ve ilgisizliğe güler yüzlü karşılık vermekte olur. insan gücü yettiği kadar yakınlarına iyi davranmak, on­lardan gelecek eza ve cefaya katlanmakla sorumludur. İyilik, istikamet sahibi olan dürüst akrabaya yapılır. Fasık fecir kötü olan akrabaya yapı­lacak iyilik onlara nasihat etmek, öğüt vermektir. Doğru yola dönmez­lerse, onlardan ilgi kesilir ve hakkı kabul etmediklerinden dolayı kendi­leriyle ilgi kesildiği kendilerine bildirilir. Yine de zor günlerinde imdat­larına yetişilir, gıyablannda hallerini düzeltmeleri için onlara dua edilir. Allah'a iman bunu gerektirir. Akraba ile üişkileri kesmek imana aykırı­dır. Kötü insanların işidir. Nitekim Kur'an'da münafıklardan bahsedi­lirken onların iş basma gelecek olurlarsa yeryüzünde bozgunculuk ya­pacakları ve akrabalık bağlarım koparacakları haber verilmiştir.
"Akrabaya hakkını ver" ayeti de akrabaya iyilik yapmanın önemini belirtir. Her ne olursa olsun onlardan iyiliği esirgememek gerekir. Baz» akraba ve yakınlar vefasız çıkabilir. Üstelik insana vefa göstermek yeri­ne eza ve cefada yapabilir. Nitekim adamın biri Efendimize gelerek ona yakınlarının olduğunu kendisinin onlara gidip geldiğini, ama onların kendisiyle ilgiyi kestiklerini, onlara iyilik ettiğini ama onların kendisine kötülük ettiklerini, bütün bu yaptıklarına tahammül edip onları bağışla­dığını söyledi. Adamı dinleyen Resul-i Ekrem eğer anlattığı gibi ise, kendisinin onlara ateşli kül yedirir gibi olduğunu, onların kendilerine yapılan iyiliğinden ızdırap duyduklarını, onun akrabalarına karşı bu şe­kilde iyiliğe devam ettiği sürece onlara karşı Allah'dan bir yardımcının daima onunla birlikte olacağım haber verdi.
Akrabasına kötü davranan, onlarla görüşüp konuşmayan kimseler, yaptıkları bu insanlık dışı davranışlardan dolayı bir müddet sonra piş­man olup elem ve ızdırap çekmeye, eğer vicdanları varsa vicdan azabı duymaya başlarlar. Onların kabalıklarına katlanan, kötülüklerine iyilikle karşılık veren akrabaları ise, insanca davranmanın mutluluğunu yaşaya­rak gönül huzuru içinde olurlar. Onların bu asil davranışı kadir bilmez akrabalarım daha fazla ezer, yerin dibine geçirir. Sanki onlara sıcak kül yedirmenin acısını çektirir.
Gelmeyen akrabasına giden, onların kabalıklarına tahammül eden, maddi ve manevi yardımlarıyla onları görüp gözeten kimsenin yaptığı bu iyilik ve ikramlar, Cenab-ı Hakk'ın rızasını kazanmaya vesile olur. Sabırlı olmak, öfke ve gazapdan uzak durmak mümine büyük dereceler kazandırır.
 Ebu Bekir'in de böyle vefasız bir yakım vardı. O fakir olan bu akrabasını görüp gözetmeye, kendi imkanlarıyla geçindirmeye çalışır­ken adam onun bu iyiliğine iyilikle karşılık vermek şöyle dursun kızı  Aişe aleyhine yürütülen iftira kampanyasına katıldı.  Ebu Bekir haklı olarak buna kızdı ve yemin ederek bundan sonra ona hiçbir yar­dım yapmayacağım söyledi. Esasen kötülüğe misli ile karşılık vermek caizdi. O bir insan olarak bunu yapmıştı. Ne var ki Hak Teala akrabaya iyilik konusunda kullarından daha üstün ve güzel davranışlar bekliyor­du. Bunun için faziletli ve varlıklı kimselerin akrabaya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere yardım etmeyeceklerine dair yemin etmemele­rini, onların kusurlarını bağışlayıp affetmelerini, Allah'ın da kendilerini mağfiret edeceğini belirten ayetini indirdi. Bunun üzerine  Ebu Be­kir ağladı ve Allah Teala'run mağfiretine muhtaç olduğunu ifade ederek, akrabası olan adama eskisi gibi yardım etmeye devam edeceğini söyledi.
Bir insanın akrabalarına iyilik ve ihsanda bulunmasına karşılık, on­lardan eziyet ve kötülük görmesi halinde de onlara tahammül etmesi, onlardan ilgiyi kesmeyip onlara gereken yakınlığı göstermesi güzel bir davranıştır. Zira böyle biri azimet yolunu seçmiş, sıkıntı ve meşakkatle­re göğüs germeyi tercih ermiştir. Buna karşılık Allah Teala da ona yar­dıma olur. Allah'ın ona yardıma olması kula yeterlidir. Bunun için ufak tefek olaylardan dolayı akrabalık bağlan koparılmamalı, onlara karşı iyi­liğe devam edilmelidir. Zira doğru olan budur. Böyle yapan Allah'ın rahmetine ve merhametine nail olur, yapmayan her ikisinden de mah­rum kalır. Nitekim bu hususta Allah Teala kendisinin Rahman olduğu­nu, akrabalık demek olan rahimi Rahman isminden türettiğini, akrabaya iyilik edene iyilik edeceğini, ondan ilgiyi kesenden de iyiliği keseceğini ifade buyurmuştur.
Allah Teala'run en güzel isimlerden biri olan Rahman kelimesi ile soy yakınlığı anlamına gelen rahim kelimesi kök itibariyle aynı kelime­dir. Burada rahimin değeri ve önemi vurgulanmaktadır. Rahimin hu­kukuna riayet edenlere Allah Teala ikram ve ihsanda bulunur, riayet etmeyenleri de rahmetinden mahrum bırakır. Aynı gerçeği ifade etmek üzere Efendimiz de parmağım bir gün ashabına doğru kaldırarak, rahimin Rahman isminden ayrılma bir parça olduğunu, onun hakkım koruyana Allah'ın ihsan edeceğini, onun hakkım korumayana Allah'ın ondan ihsanını keseceğini, rahimin yakınlara karşı kıyamet gününde fa­sih ve beliğ bir dilinin olacağım ifade etmiştir.
Demek ki rahim, ilahi rahmetin eseridir. Onun hakkım yerine geti­ren, akrabasına karşı iyi olanlara Allah Teala ihsanda bulunur, akrabası na karşı ilgisiz ve duyarsız kalanlara karşı da Allah ondan İhtarı ve rahmetini keser. Akraba haklarına dikkat etmek insana öyle ihkanlar ka­zandırır ki bu imkanlar dünyada saadet sebebi, huzur vesilesidir, .Bftm-dimiz akraba ziyaretini yapan imanlara ikram edilen iki nimeti haber vermek üzere "Rızkının bol olmasını ve ömrünün uzamasını seven ak r abasına iyi davransın" buyurmuştur.
Allah Teala akrabasını görüp kollayan kimiye ikramda bulunur, ona hayır yollarını gösterir. O da ömrünü boşa geçirmez, ahirette kendi sine faydalı olacak işler yapar, ölümünden sonra insanlar onu hayırla anar. Böylece o kimse, yaşıyormuş gibi sevap kazanır. Adı sanı kolay ko­lay unutulmaz, uzun yıllar hayırla anılır. Uzun bir ömre sığabilecek bu şeyleri yapmasma izin vermekle Allah Teala onun ömrünü uzatmış olur. Yahut o kimse hayırlı evlatlar yetiştirebilir. O evlatlar sayesinde hayırla­rı devam eder.
insanın rızkının bol, ömrünün uzun olması büyük bir nimettir. Ibni Ömer de akraba ziyareti yapan kimsenin malının çoğalacağını, aile fert­lerinin de onu seveceğini söylerdi.93 Efendimiz ümmetinin bu güzel ni­metlerden mahrum kalmaması için onlara sık sık akraba ziyareti yapma­larını öğütler ve bu konuda Allah'ın yalan akrabaya, ondan sonra da sı­rasına göre iyilik edilmesini emrettiğini söylerdi.
Efendimizin bu uyarılarına kulak veren ashab-ı kiram bundan dola­yı akraba ile ilişkilere büyük önem verirdi. Ebu Hüreyre bir perşembe günü arkadaşlan ile sohbet ederken onlara sıla-i rahmi terkedenlerin gü­nahkar olacağını, aralarında böyle biri varsa günahında ısrar etmeme­sini sıla-i rahim yapmasını söyledi. Cemaat içinde kimse kalkmadı. Ebu Hüreyre bu sözünü üç defa tekrarlayınca, bir genç ayağa kalktı. İki se­nedir halasıyla konuşmadığını söyledi. Ebu Hüreyre'nin uyarısı üzerine hemen halasına gitti Halası ona geliş sebebini sorunca genç Ebu Hüreyre'nin söylediklerini ona anlattı. Halası yeğenine Ebu Hüreyre'ye dönüp bu sözü niçin söylediğini kendisine sormasını söyledi Ebu Hüreyre gence Efendimizin her perşembe akşamı amellerin Allah'a arz 'edileceğini, sıla-i rahmi terk edenlerin amellerinin kabul edilmeyeceğini bildiren hadisini haber verdi."
İbni Ömer de sevabım Allah'dan umarak insanın nefsine ve ehline harcadığı şeye karşılık, Allah'ın muhakkak ona mükafat vereceğini, in­sanın önce geçimine baktığı kimseye harcama yapmasını, eğer fazla malı varsa sırasıyle en yakınına ve ondan sonraki yakınına vermesini, daha fazla malı olursa onu dilediğine vermekte serbest olduğunu söylerdi.
İnsan önce bakmakla yükümlü olduğu kişilere harcamakla görevli­dir. Bunu yerine getirdiği takdirde Allah Teala ona ecrini verir. Gücü ye­tenler de bakmak mecburiyetinde olmadıkları akrabalarından en yakı­nına ve sırasıyla daha uzaktakilere verdikleri takdirde bunun da sevabı­nı elde ederler. Böyle yapılırsa o topluluklarda huzur artar, insanlar mutluluk içinde yaşarlar. Aksi takdirde huzuru ve mutluluğu kaybeder­ler. Nitekim Efendimiz içlerinde sı la-i rahmi terk edenlerin bulunduğu bir topluluğa rahmet inmeyeceğini ifade buyurmuştur.
Burada topluluktan maksad, sıla-i rahmi terk edene yardıma olan­lar ve onun haline razı olup kendisine tepki göstermeyenlerdir. Yağmur bereketinin rahmet manasına kullanıldığı göz önüne alındığında insan­lardan yağmurun kesilmesine sebep olabileceği de hatırdan uzak tutul­mamalıdır. İlahi rahmetten mahrum kalanın ilahi merhametten de mah­rum kalması kaçınılmazdır. Efendimizin "Sıla-i rahmi terk eden cennete giremez" ifadesi bunu gösterir.
Onun cennete girememesi doğrudan cennete girememesi anlamın­dadır. Zira o kişi sorumluğunu yerine getirmemiş, ilahi emirlerin yerine getirilmesinde kusurlu davranmıştır. Bunun hesabım verecek, gerekirse uyan ve azar işitecek, gerekirse ceza görecek, cehenneme sevk edilecek­tir. İlahi rahmet kendisine yetişir de af ve mağfirete nail olursa kurtulur, ardından cennete konulur. Bu durumda mümin böyle vebali ağır günah­lardan uzak durmalıdır. İşlediği bu günahtan dolayı sorguya çekilme­den cennete girmesi mümkün olmadığı gibi, müslümanlarla ilgiyi kesetek imansız olarak ahi/et gitmişse bu durumda da cennete girmesi mümkün olmaz. Zira akraba île ilişkinin kesilmesi bir çeşit zulumdür. Nitekim Rahim, Hak Teala'ya dua ederek kendisine zulrnediidiğîni kendisinin terk edildiğini, şöyle şöyle zulüm ve haksızlık yapıldığını söyler» Böyle büyük bir mesuliyetin alana aklı başında bir İnsan gir­mez. Girse girse ancak aklı kıt olan sefih kimseler girer. Nitekim Ebu Hüreyre çocukların ve sefihlerin basa gelmesinden onların idareci olma­sından Allah'a sığınırdı. Ebu Hüreyre'ye bunun alarnetinin ne olduğu sorulunca o bunun alametleri arasında o insanların ilk olarak sıla-i ra­himleri terk edeceklerini söylerdi.
Çocukları başa getirmek demek, onların dediğini yapmak ve onlara itaat etmektir ki, bu takdirde insanlar özellikle din işlerinde helak ol­muşlar demektir. Sefihlere itaat da böyledir- Sefih, hafif akıllıya, aklı noksan olana denir. Bu gibilere itaatin doğuracağı zararlar aşikardır. Böyle kimseler sıla-i rahmi terkederek akrabalık bağlarının kesilmesine, sebep olurlar. Bunları terk eden kişiler de cezaya maruz kalırlar.
Sıla-i rahmi terk edenin dünyada ve ahirette elbette cezası vardır. Fakat ahirete bırakılmadan dünyada bir miktar cezası peşin olarak veri­lir. Bu cezadan kurtulmanın yolu akraba ilişkilerine dikkat etmek, daha fazlasını yapmaya çalışmaktır. Zira Resul-i Ekrem Efendimiz bu konuda akrabasına karşı aynısıyla karşılık verenin sıla-i rahim eden olmadığını, sıla yapan kimsenin akrabalık bağları kesildiği zaman onlarla ilişkiyi kesmeyen kişi olduğunu beyan buyurmuştur.
Bir kimsenin kendisine yapılan iyiliğe aynı şekilde karşılıkta bu­lunmasına mükafat denir. Bu karşılığı yapan şahsa da mükafi adı verilir. Yapılan iyiliğe aynı ile mukabelede bulunan görevini yerine getirmiş demektir. Bu normal bir haldir. Fakat sı la-i rahmi terk eden ve böylece akrabalık haklarını yerine getirmeyen kimselere karşı iyilik ve ihsanda bulunan, onlara karşı hak ve hukuka dikkat eden kişinin bu yaptığı ger­çek vuslattır, onlarla bağlan sağlam tutup koparmamaktır. Böyle hare­ket edene, ilişkileri devam ettiren anlamında vasıl denir. Bunun sevabı daha büyüktür. Bunun üç derecesi vardır. İyilik ve ihsanda üstün bulu­nan ve aşağı duruma düşmeyen kimseye vasıl adı verilir. İkind derece­de olan, kendisine yapılan iyiliğe ziyadesiz karşılıkta bulunan kimsedir ki, buna mükafi denilir. Kendisi daima iyilik işinde aşağı durumda olup, emsal iyiliği yapmayan kimsedir. Buna da "katı" denir. Bu üçüncü dere­ce makbul değildir. Birinci derece ise, en makbul ve üstün derecedir. Asıl vuslat budur.
 Akraba ile olan ilişkiyi sürdürmede iyi akraba kötü akraba farkı da gözetilmez. Nitekim bedevinin biri Resul-i Ekrem'e geldi ve ondan ken­disini cennete götürecek bir amel öğretmesini istedi. Efendimiz sözü kı­sa yapmışsa da meseleyi mana bakımından genişlettiğini söyledi ve ar­dından zalim akrabaya iyilik etmeyi tavsiye etti.102 Buna göre akrabayı korumak, onların iyiliğine çalışmak cennete girmeye vesile olan amel­lerdendir. Bu gibi güzel ameller insanın cennete girmesine vesile olduğu gibi, şirkten kurtulmasına müslüman olmasına da vesile olur. Nitekim Hakim İbni Hizam Efendimize cahiliye zamanında akraba ziyareti, köle azadı ve sadaka gibi iyi işler yaptığını bunlardan dolayı kendisinin mü­kafat alıp almadığını sordu. Onun bu sözlerini dinleyen Resul-i Ekrem Efendimiz ona hayır olarak işlemiş olduğu geçmiş amelleri sayesinde müslüman olduğunu haber verdi.
Küfür halinde iken yapılan güzel işler İslam'ı kabulden sonra değer kazanır. Kişi onlardan sevab ve mükafat alır. Nitekim mümin tevbe edip halini düzeltince günahları sevaba çevrilir. Devamlı olarak yapılan bir hayır işi hastalık gibi bir sebeple yapılamaz hale gelirse, Allah yine onun mükafatını yapmış gibi kendisine verir. Küfür halinde bulunan kimse İs­lam'ı kabul etmedikçe ameli makbul olmaz. İslam'ı kabul etmek şartı ile makbul olur ve İslam'dan önceki günahları bağışlanır.
 Akraba hakkını korumak için onların kimler olduğunu öğrenmek gerekir. Efendimiz bu konuda müminin soyunu öğrenmesini bu sayede akraba haklarını yerine getirmesini, çünkü yakın dahi olsa, iyi ilişkiler kesilirse akrabalık diye birşeyin kalmayacağını, iyi ilişkiler sürdürüldü-ğü takdirde ise akrabalığın uzak da olsa uzaklığın ortadan kalkacağını daha büyüktür. Bunun üç derecesi vardır. İyilik ve ihsanda üstün bulu­nan ve aşağı duruma düşmeyen kimseye vasıl adı verilir, ikinci derece­de olan, kendisine yapılan iyiliğe ziyadesiz karşılıkta bulunan kimsedir ki, buna mükafi denilir. Kendisi daima iyilik işinde aşağı durumda olup, emsal iyiliği yapmayan kimsedir. Buna da "katı" denir. Bu üçüncü dere­ce makbul değildir. Birinci derece ise, en makbul ve üstün derecedir. Asıl vuslat budur.
Akraba ile olan ilişkiyi sürdürmede iyi akraba kötü akraba farkı da gözetilmez. Nitekim bedevinin biri Resul-i Ekrem'e geldi ve ondan ken­disini cennete götürecek bir amel öğretmesini istedi. Efendimiz sözü kı­sa yapmışsa da meseleyi mana bakımından genişlettiğini söyledi ve ar­dından zalim akrabaya iyilik etmeyi tavsiye etti.102 Buna göre akrabayı korumak, onların iyiliğine çalışmak cennete girmeye vesile olan amel­lerdendir. Bu gibi güzel ameller insanın cennete girmesine vesüe olduğu gibi, şirkten kurtulmasına müslüman olmasma da vesile olur. Nitekim Hakim ibni Hizam Efendimize cahiliye zamanında akraba ziyareti, köle azadı ve sadaka gibi iyi işler yaptığını bunlardan dolayı kendisinin mü­kafat alıp almadığını sordu. Onun bu sözlerini dinleyen Resul-i Ekrem Efendimiz ona hayır olarak işlemiş olduğu geçmiş amelleri sayesinde müslüman olduğunu haber verdi,
Küfür halinde iken yapılan güzel işler islam'ı kabulden sonra değer kazanır. Kişi onlardan sevab ve mükafat alır. Nitekim mümin tevbe edip halini düzeltince günahları sevaba çevrilir. Devamlı olarak yapılan bir hayır işi hastalık gibi bir sebeple yapılamaz hale gelirse, Allah yine onun mükafatını yapmış gibi kendisine verir. Küfür halinde bulunan kimse İs­lam'ı kabul etmedikçe ameli makbul olmaz. İslam'ı kabul etmek şartı ile makbul olur ve islam'dan önceki günahları bağışlanır.
Akraba hakkını korumak için onların kimler okluğunu öğrenmek gerekir. Efendimiz bu konuda müminin soyunu öğrenmesini bu sayede akraba haklarını yerine getirmesini, çünkü yakın dahi olsa, iyi ilişkiler kesilirse akrabalık diye bırşeyin kalmayacağını, iyi ilişkiler sürdürüldü­ğü takdirde ise akrabalığın uzak da olsa uzaklığın ortadan kalkacağını beyan buyururdu. Yine akrabalık haklarını yerine getirebilecek kadar insanın soyunu öğrenmesi gerektiğini, akrabalarla iyi ilişkilerin onlar arasında sevgiye, malının artmasına ve ömrün uzamasına sebep olaca­ğını ifade ederdi.  Ömer de bir gün minberde konuşma yaparken halka neseblerini ve soylarını öğrenmelerini, sonra yakınlarına iyilik ve ihsan etmelerini, insanın kardeşleri ile arasında ilgi bulunması gerekti­ğini söylemiştir.
Ana ve baba tarafından olan usul ve furua, hısımlara neseb adı veri­lir. Akrabaların bir kısmını tanımak ve öğrenmek farz olur. Bir mümin yakınlarından kimlerle evlenip kimlerle evlenemeyeceğini bilmek zo­rundadır. Aynı şekilde miras konusundaki yakınlarını da öğrenmesi la­zımdır. İbni Abbas akraba ve yakınların hatırda tutulmasını, sıla-i rahim yapılmasını, zira akrabanın uzağının olmadığını, akrabalığın uzak olsa bile sıla yapılınca yakın olacağını, akrabalık yalan olsa bile sıla terk edi­lince onun da uzak olacağını, her akrabalık bağının kıyamet günü sahi­binin önüne gelip eğer sıla-i rahim yapmışsa lehine şahitlik edeceğini, sı­la-i rahmi terketmişse aleyhine şahitlik edeceğini söylemiştir.
Bir kabilenin azadlısı da kendilerinden, yani yakınlarından sayılır. Nitekim bir gün Efendimiz  Ömer'e kavmini toplamasını söyledi, o da onlan topladı. Vakta ki Efendimizin kapısında hazır oldular. Ömer, Resul-i Ekrem'in huzuruna vanp ona kavmini topladığını söyledi. Bu durumu gören ensar Kureyş hakkında vahiy nazil olduğunu zannetti. Ne olacağını merak eden bazı kimseler de oraya geldiler. Derken Efendimiz yanlarına çıktı, içlerinde kendilerinden olmayan kimse olup olmadığını sordu. On­lar, içlerinde anddaşlarının, kız kardeşlerinin oğlu ve azadlılarının oldu­ğunu söylediler. Bunun üzerine Efendimiz anddaşlarının, kız kardeşi oğulların ve azadlılarının da kendilerinden olduğunu ifade buyurdu. Azad edilen köle esasında kabilesine nispet edilmez. Ama birlik ve bera­berlik söz konusu olduğu zaman, bir kavmin efradı ile onların azadllıları arasında genel manada ayırım gözetilmez. Birbirine bağlılık ve yardımlaşma bakımından kendileri ile sözleşme yapılanlar, yeğen durumunda, azadlılar ve o kavmin diğer ferdleri bir aile topluluğu gibi sayılır.
Akraba île ilgili hadisler arasında nakledilen diğer bilgilere göre büyük kardeş baba yerindedir.109 Her nimet bir külfet karşılığıdır. Büyük kardeş, babası hayatta ise ona yardıma olmuş, küçük kardeşlerinin daha iyi şartlar içerisinde yetişmelerine katkıda bulunmuştur. Baba Ölmüşse, babalık vazifesini üstlenmiş, ailenin bütün sıkıntılarını omuzlamıştır. Bu kadar külfet bir karşılık gerektirir. Bu karşılığın ödenmesi gerekir.
İslam her konumda akraba ilişkilerine önem vermiş, tersi bir duru­mu şiddetle eleştirmiştir. Efendimiz Medine'ye geldiği zaman Ebu Talha isimli bir genç huzuruna gelerek müslüman oldu. Efendimiz onun tes­limiyetini ölçmek için gidip babasını Öldürüp öldürmeyeceğini sordu. Genç hemen ayağa kalktı, bu emri yerine getirmek için evlerinin yolunu tuttu. Efendimiz onun bu itaatinden dolayı memnun olmuştu. Çağırdı ve kendisinin akrabalık bağlarını kesmek için gönderilmediğini söyledi. Zira en üstün sadaka, kötülük düşünen akrabaya verilendir. Akrabala­ra verilen sadakanın sevabı iki kat olarak verilir.  Ali kardeşine bir dirhemle sıla-i rahimde bulunmayı yabancı birisine yirmi dirhem sada­ka vermeye terdh edeceğini söylerdi. Onun bu sözü en hayırlı insanlar­dan birinin akraba hakkım en iyi gözeten kişi olduğunu belirten hadisini hatıra getirmektedir.
Efendimiz bu şekilde ashabına akraba haklarım gözetmelerini önemle tavsiye ederdi. Ebu Talha'ya da aynı şeyi tavsiye etmiştir. Ebu Talha ashab içinde Medine'de en fazla hurmalığı bulunan idi. Onun en sevdiği malı da mescidin karşısındaki hurma bahçesiydi. Resul-i Ekrem zaman zaman bu bahçeye girer ve oranın tatlı suyundan içerdi. Mümin­lerin sevdikleri şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiye eremeye-ceklerini belirten ayet-i kerime nazil olunca, Ebu Talha Resul-i Ekrem'in yanına geldi ve söz konusu ayeti hatırlatarak kendisinin en çok sevdiği malının Beyruha adlı bahçesi olduğunu, onu Allah rızası için sadaka olarak vermek istediğini söyledi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem ona "Aferin sana, karlı mal dediğin işte budur! Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum" buyurdu. Ebu Talha da öyle yapmayı kabul etti ve bahçeyi akrabaları arasında taksim etti. Görüldüğü gibi infak ve har­camada da öncelikli olarak aile bağı bulunan akrabaların düşünülmesi ve onlara yardım edilmesi İslam'ın ruhuna daha uygundur.
İyilik bu şekilde önce yakınlardan başlar. Halka halka genişleyerek uzağa doğru gider. Müminlerin annesi Meymune de bir defasında Efen­dimize haber vermeden bir cariye azad etmişti. Kendi nöbet gününde Resul-i Ekrem'in yanına gelince, cariyesini azad ettiğini söyledi. Bunun üzerine Efendimiz eğer cariyeyi dayılarına hediye etseydi daha çok se­vap kazanmış olacağını söyledi. iyiliğin yakından uzağa doğru yapıl­ması gerektiğine, insanın dayıları varken ilk önce onlara vermesinin da­ha doğru olacağına işarette bulundu.
İhtiyaç halinde bulunan akrabayı görüp gözetmek elbette ki diğer in­sanları görüp gözetmekten daha hayırlıdır. Zira yoksula verilen sadaka bir sadaka, akrabaya verilen sadaka ise iki sadaka yerine geçer. Biri sadaka se­vabı, öteki de akrabayı koruyup gözetme sevabıdır.117 Nitekim bu şekilde düşünenlerden biri de Abdullah İbni Mesud'un karısı Zeynep'tir.
Zeynep Efendimizin konuşmalarından birinde kadınların zinet eş­yalarından bile olsa sadaka verilmesini duymuş, eşinin yanma döndü­ğünde ona elinin dar bir adam olduğunu, Resul-i Ekrem'in kendilerine sadaka vermelerini emrettiğini söyledi. Ondan Efendimize giderek sa­dakasını kendisine vermekle bu emri yerine getiriyorsa ne ala, getirmi­yorsa o halde başkasına vereceğini sormasını istedi. Abdullah bu teklifi kabul etmedi. Eşine kendisinin gidip sormasını söyledi Zeyneb de gitti. Resul-i Ekrem'in kapısına varınca ensardan bir kadının orada beklediği­ni gördü. Onun derdi de onunkinin aynısı idi. Resul-i Ekrem'in huzuru­na girmeye çekindiler. İçeriden Efendimizin hizmetkarlarından biri çı­kınca ona Resul-i Ekrem'e kapıda iki kadının beklediğini, kocal arıyla kendi yetimlerine verecekleri sadakanın kabul olup olmadığını sormasını söylediler. Ama kimliklerinin gizlenmesini istediler. O zat da Resul-ı Ekrem'in huzuruna girerek meseleyi anlattı. Resul-i Ekrem onların böyle yapmakla iki sevap birden kazandıklarını, birinin yakınlarını himaye sevabı, diğerinin de sadaka sevabı olduğunu ifade buyurdu.
Mümin yakın akrabasına yaptığı bu iyilikler ve güzel davranışlar sayesinde dünyada huzurlu bir hayat yaşar, ahirette de Cenab-ı Hakk'ın rızasına kavuşur. Akraba ile olan ilişkiler böylesine önem arzeder. Hakk'ın rızası ve gazabı akraba ilişkilerine verilen öneme bağlıdır. Ön­ceki ümmetlerin helak olmalarına sebep olan günahlardan biri de akra­balarla ilişkileri kesmeleridir." Kişi akrabalarla iyi ilişkisini keser veya haram bir işi yapmaya yemin ederse cezasını daha ölmeden görür. Seva­bı en çabuk verilen iyiliklerden biri akrabalarla iyi ilişkileri sürdürmek­tir. Cezası da en çabuk verilen kötülüklerden biri de akrabalarla ilişkiyi kesmektir. Kıyamet günü Allah Teala'nın rahmet nazarıyla bakmaya­cağı kişilerden biri akrabalarıyla ilgiyi kesen kişidir. Akraba ile iyi ilişki­ler kurmak selametle cennete girmeye vesile olan amellerdendir. Cen­net hazinesinden biri de akrabalarla ilişkiyi devam ettirmektin Bu amel­lerin en efdal olması, onlarda nefis payının bulunmaması, her birinin nefse karşı tam bir mücadele örneği oluşturması ve tamamen Allah Tea-la'nın rızası için yapılmasından dolayıdır.
Kişinin yakınlarına, hısım akrabasına iyilik etmesi onun olgun mü­min olmasının en önemli işaretlerinden biridir. Mümindeki bu iyilik halkası genişleyerek devam eder ve önce evindeki yavruları sonra da di şandaki çocukları içine alacak dereceye gelir. Canab-ı Hakkın insanlar arasına böyle bir bağı koyup buna vacib emirler arasında yer vermesi, insanlara olan büyük nimet ve rahmetlerinden biridir. Fert ve toplumla­rın birbirlerini karşılıklı Alarak sevme ve saymalarının mayasını sıla-i rahim teşkil eder.
 Peygamberliğin ilk yıllarından itibaren Efendimizin muhataplarını ısrarla davet ettiği şeylerden biri yine sıla-i rahimdi. Hatta, Bizans kralı Herakliyus, peygamberlik iddiasında bulunan Muhammed hakkında bilgi edinmek üzere ticari maksadla Şam'a gelmiş olan Ebu Süfyan ve yanındakileri çağırıp ona peygamberin neyi emrettiğini sorunca Ebu Süfyan onun bir takun özelliklerini saymış, sıla-i rahime yani akraba zi­yaretine de önem verdiğini söylemiştir.
Efendimizin akraba konusunda bu kadar titiz ve ısrarla durmasının sebebi müminlerin dünyada mutlu ve huzurlu yaşamalarını sağlamak, kıyamet günü de sağ salim sırat köprüsünü geçmelerini gerçekleştirmek içindir. Zira kıyamet günü emanet ve rahim yani akrabalık bağı gönderi­lir ve bu ikisi sıratın sağ ve solunda dururlar. Müminlerin ilk kafilesi şimşek gibi geçer. Sonrakiler rüzgar gibi, kuş gibi, koşan insanlar gibi geçerler. Onları işledikleri amelleri sırattan böyle süratli geçirir. Efendi­miz sırat üzerinde durup "Ey Rabbim, selamete çıkar, selamete çıkar!" diyecektir.
Neticede kulların amelleri kendilerini sırattan geçirmede yetersiz kalır. O kadar ki, yürümeye gücü yetmeyen bir adam oraya oturağı üze­rinde sürünerek gelir. Sıratın iki tarafında emrolunduklarıru yakalamak­la memur asılı çengeller vardır. Bazıları yaralanmış vaziyette kurtulur, bazıları da cehenneme yuvarlanır. Cehennemin dibi yetmiş yıllık mesafe kadar derinliktedir.                                                                      
 Emanet ile sıla-i rahimin sırat köprüsünün iki yanına getirilmeleri, her ikisinin dindeki önemimi gösterir. Bunlar, Cenab-ı Hakk'ın dilediği şekil ve suret içinde canlı birer varlık olarak orada dururlar ve sırattan geçenlerden haklarını isterler. Sıla-i rahim, yani akraba ilişkileri mümin­lerin sıratı geçip geçmemelerinde Önemli rol oynayacaktır. Dolayısıyla akraba ilişkilerine dikkat etmek, ona gereken önemi vermek gerekir.
İş ve ikamet yeri akrabalardan uzakta ise zaman zaman ziyaretleri­ne gitmek, mektup yazıp telefon etmek, yakında ise arada sırada gö­rüşmek, yardıma muhtaçsa yardım etmek, hastaysa ziyaretine gitmek, bir meselesi varsa ilgilenmek, sürurunda tebrik, üzüntüsünde teselli ve taziyede bulunmak, hal hatır sormak, selam vermek vs. hepsi sıla-i rahime dahildir. Bütün bu sayılanlar akrabalar arasındaki manevi bağla­rı güçlendirir, insanı hayata daha çok bağlar, ferdleri bencillik, yalnızlık gibi kötü hislerden ve böylesi duyguların getireceği hal ve durumlardan korur. Allah'ın rızasına, rahmetinin tecellisine sebep olur.
Akrabalara iyilik etmek gibi, Allah'ın rahmetine vesile olan amel­lerden biri de küçük yavrulara iyilik etmek, onlara şefkat ve merhamet göstermektir.