www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

İSTİŞARE ve İSTİHARE

İSTİŞARE ve İSTİHARE                    
Güzel huylardan bir diğeri de istişaredir. Herhangi bir konuda doğ­ruya ulaşmak için bir başkasının görüşüne başvurmaya istişare denir. Bir işi yapıp yapmama hususunda güvenilir kimselerin fikrine başvurup onlara danışmaya meşveret, istişare etmek, danışıp işaret ve görüş al­maya da müşavere denilir. Toplanıp meşveret eden cemaate de şura adı verilir. Kur'an-ı Kerim'de istişarenin önemine işaret edilerek Efendimize "İş hususunda onlarla müşavere et" denilmiştir.
Buradaki emir, vücub manası taşımaz. Yani mutlak manada Efen­dimize ashabıyla istişare etmesi emrolunmamış, sadece tavsiye edilmiş­tir. Efendimizin istişare ile emrolunması ashabının gönüllerini hoş tut­mak ve ümmetine güzel bir ömek olmak içindir. Bir başka ayette mü­minlere de istişare etmeleri tavsiye edilmiş, onların kendi aralarındaki işlerinin istişare ile olduğu beyan buyurulmuştur. Buna göre istişare etmenin hükmü sünnettir. Efendimiz kendi hayatında bu sünneti uygu­lamış, ashabı ile sık sık istişare etme yolunu tutmuştur. Dini konularda vahyi beklediği ve Cenab-ı Hakk'ın buyruğuna göre hareket ettiği halde, savaş ve banş gibi toplumun tamamını ilgilendiren, hele savaş gibi ölüm kalım meselesi olup vahiyle ilgisi bulunmayan, görüş ve ictihad ile hal­ledilen konularda ashabına danışmış, onların görüşlerine başvurmuştur.
Bedirde düşman kervanına saldırıp saldırmamak, Uhud'da şehri içe­riden mi savunmak, yoksa şehir dışına çıkıp düşmanla savaşmak mı daha uygun olur diye ashabının görüşlerini almıştır, Hendek, Hudeybiye ve Taif seferinde, İfk hadisesinde ve ezan konusunda ashabıyla istişare et­miştir. Hatta Ebu Hüreyre Efendimizden daha çok ashabıyla istişare eden kimse görmediğini belirtmiştir. İdarecüer istişareden uzak dura­mazlar. Devlet başkanları ve halifeler, devlet işlerini kendileriyle birlikte yürütecekleri, istişare edip konuşacakları vezirlere, bakanlara ihtiyaç duyarlar. Efendimizin ashabı içinde özellikle de Ebu Bekir'le istişare ettiği bilinmektedir.
Efendimiz ümmetini istişare yapmaya teşvik etmiş, bir hadisinde "İstişare eden asla pişman olmaz" buyurmuş, bir başka hadisinde de "İstişare yapmaya muhtaç olmayan hiç kimse yoktur" buyurarak meşve­retin önemine dikkat çekmiştir. Bir diğer hadisinde kendisiyle müslüman kardeşi tarafından istişare edilen kimsenin ona bildiği faydalı şeyi söyleyip yol göstermesini tavsiye buyurmuştur.
Bir başka hadi­sinde müslümanlar arasında iyi kimselerin idareciler, cömert kimselerin de zenginlerin olduğunu ve işlerinin de istişare ile yürütüldüğü takdir­de toprağın üstünün alandan daha hayırlı olacağım, kötülerinin idareci­ler, cimrilerinin zenginler olduğu ve işlerinin de kadınlarına kaldığı za­man toprağın alanın üstünden daha hayırlı olacağını ifade buyurmuş­tur. Ayrıca kişinin kendisiyle istişare edenin hayrına olan şeyi dilediği sürece görüşü doğru kalmaya devam edeceğini, onu aldattığı zaman ise Allah'ın onun isabetli görüşünü alacağım haber vermiştir.
Burada dikkat çeken noktalardan biri kendisiyle istişare edilen kim­senin nasıl davranması gerektiğidir. O da istişare edilen kişinin istişare edilen konu hakkında doğru olanı din kardeşinden esirgememesidir. Böylece istişare edilen, istişare eden kimseye yol göstermiş olur.
Efendimiz istişare konusunda ashabına her hususta örnek olmuş, mesela eğer ümmeti ile istişare etmeden onların basma birisini idareci tayin edecek olsa İbni Ümmü Abd'i tayin edeceğini söylemiştir. Hadis­te İbni Ümmü Abd diye dikkat çekilen sahabi, Abdullah İbni Mesud'dur. İbni Mesud ilk müslümanlardandı.
Daha müslüman olur ol­maz gözü dönmüş müşriklerin işkenceleriyle karşılaşmıştı. Bu sebeple önce Habeşistan'a, sonra da Medine'ye hicret ederek iki hicret sevabı ka­zananlardandır. Yine Ebu Hüreyre'nin Resul-i Ekrem'den daha çok arkadaşlarıyla istişare eden bir kimse görmediğini söylemesi Efendimizin istişareye ne kadar önem verdiğini açıkça göstermektedir.
istişare ile hayatın bütün alanlarında güzel işlerin yapılması müm­kündür. Kişi ne kadar akıllı, zeki ve tecrübeli olursa olsun, Cenab-ı Hakk'ın işaret buyurduğu ve faillerini Övdüğü müşavere esasına uygun hareket etmedikçe, faydalı sonuçlara ulaşılması ve problemleri güzel bir şekilde çözmesi mümkün değildir. Zira Efendimiz akıl ve zeka yönüyle insanların en mükemmeli iken, Allah ona bile müşavereyi emretmiştir. Efendimiz vahyin indirilmediği durumlarda daima arkadaşları ile istişa­re yoluna gitmiştir. Ashab-ı kiram Efendimizin kendi fikriyle hareket et­tiğini bildikleri konularda kendi fikirlerini ona açıklar, o da uygun fikir doğrultusunda hareket ederdi. Bunun örnekleri pek çoktur.
İstişarede güven esastır. Danışılan kişi, güvenilir ve emin olmalıdır. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bir gün Ebu'l-Heysem'e hizmetçisinin olup olmadığını sordu. O da olmadığını söyledi. Efendimiz esirler gel­diği zaman kendisine gelmesini emir buyurdu. Sonra Efendimize iki esir getirildi. Bunun üzerine Ebu'l-Heysem, Resul-i Ekrem'in huzuruna var­dı. Efendimiz ona bu ikisinden birini seçmesini söyledi. Ebu'l-Heysem, işi Resul-i Ekrem'e havale ederek kendi adına onun seçmesini istedi. Bunun üzerine Efendimiz gerçekten istişare olunan kişinin güvenilir ol­ması gerektiğini ifade buyurdu. Ardından namaz kılarken gördüğü kö­leyi tavsiye ederek onu almasını, ona iyi davranmasını söyledi.
Ebu'l-Heysem, Resul-i Ekremin buyurduklarını zevcesine anlattı. Bunun üzerine zevcesi, kocasına hitaben bu köleyi azad etmedikçe Efendimizin buyurduğu tavsiyeyi yerine getirmiş olmayacağını söyledi. Ebu'l-Heysem de onu azad etti. Olayın baş tarafı şöyle gelişmişti:
 Efendimiz bir gün Ebu Bekir ve Ömer'le birlikte Ebu'l-Heysem'in evine gitmişlerdi. Ebu'l-Heysem'in hurma bahçeleri ve koyunlan vardı, fakat hizmetçisi yoktu.
Evinde kendisini bulamadılar, hanımından sor­dular. Hanımı içme suyu almak üzere çıktığını söyledi. Bu sırada Ebu'l-Heysem, güçlükle taşımakta olduğu su kırbası su kabı ile çıkageldi. Su kabını yere koyduktan sonra, Resul-i Ekreme iltifat edip hürmet göster­di Sonra onları bahçesine götürdü ve yere serdiği sergi üzerine oturttu.
Kendisi yaş hurma toplamaya gitti, islediklerinden yesinler diye kum ve yaş hurmalar getirdi. Hurmalardan yediler ve getirmiş olduğu taze sudan da içtiler. Konuşma sırasında Resul-i Ekrem, Ebul-Heysem'e hizmetçisinin bulunup bulunmadığım sordu. Bulunmadığım öğrenince kendisine gelen esirlerden ona bir tanesini vereceğini söyledi Daha son­ra gelen esirlerden birini seçmesini söylediği zaman, Ebu'l-Heysem'in işi Efendimize bırakması üzerine de yukarıdaki hadis-i şerif varid oldu.
Elbetteki istişare olunan, kendisine danışılan kimse emin ve kendi­ne güvenilir olmalıdır. Kendisine danışılan adam, bu özelliklere sahip değilse, onunla yapılacak istişare, insanı felakete sürükler. Çünkü böyle bir kimse insana doğru yolu göstermez ve bildiği gerçeği açıklamaz. Bu bakımdan istişare edilecek şahsı iyi tanımak ve ehil olduğuna kanaat ge­tirmek suretiyle ona müracaat etmek doğru hareket olur. Aksi halde in­san hüsrana düşebilir. Danışana yanlış yol gösteren günah işlemiş, vebal alfana girmiş olur.
Zira din kardeşine hıyanet etmiş ona ihanette bulun­muştur. Hainlik ise kötü bir sıfattır. Sahibi için bir lekedir. Yüzünü ka­rartır, kişiliğini zedeler. Bunun için Efendimiz müslüman kardeşi danışır da danışılan adam o kardeşini yanlış şeye yönlendirirse, o kişinin karde­şine hainlik etmiş olacağını ifade buyurmuştur.
Efendimizin vefatından sonra ashab-ı kiram da aynı şekilde hareket etmişlerdir. Halife seçimi, dinden dönenlerle savaş, fethedilen arazilerin kullanım şekli gibi hakkında ayet ve hadis bulunmayan hususlarda birbir­lerine danışarak çözüm aradılar. İşte bu sebeple savaş, devlet yönetimi, ekonomi ve benzeri konuların her birinde, o sahalarda yetişmiş olan kim­selerle istişare ederek sağlıklı kararlar almak, İslam'ın başlıca prensiple­rinden biridir.
Bununla birlikte istişare son nokta değildir. Bir müslüman ihtiyaç duyduğu bir konuda bir iki kişinin görüşüne başvurup onların kanaatlerini öğrenebilir. Bu bir istişaredir, fakat bağlayıcı değildir. Bu fi­kirlerden kendisine uygun geleni alıp uygulayabilir. Ama bir devlet işin­de o konuda söz sahibi olanlan bir araya getirip onların görüşlerine mü­racaat edilmişse, meşveret veya şura denen bu nevi toplantılarda alınan kararlar bağlayıcıdır ve uygulanması zorunludur. "Onlar işlerini arala­rında müşavere île yürütürler''" ayetinin manası da budur.
istişare eden mahrum olmaz ve pişmanlık duymaz. Abdullah îbni Zübeyr'in zor günlerinde annesiyle yaptığı istişare dillere destandır. Haccac Mekke'yi kuşatmış, Ebu Kubeys Dağı'ndan bu mübarek şehri mancınıklarla taşa tutmuştu. Kuşatmanın altına ayında Mekkelilerin yi­yecekleri tükenmiş, taraftarları Abdullah'ı terk etmeye başlamıştı. Ab­dullah'ın yanında pek az adamı kalmıştı. Haccac ona teslim olduğu tak­dirde kendilerine bir şey yapılmayacağına dair haber salmıştı.
Abdullah annesinin yanına giderek ona halkın kendisini terk ettiğini, hatta kendi oğlunun bile onu bırakıp gittiğini, yanında az bir adam kaldığım, onla­rın da en fazla bir saat dayanabileceğini, ne yapması gerektiğini sordu. Bunun üzerine annesi Esma ona davasının hak olduğundan ve halkı Hakk'a çağırdığından eminse direnmesini söyledi. O da direndi, nihayet şehit oldu. Hasan Basri de istişare eden bir topluluğun en iyi ve en doğ­ru görüşe sahip olacaklarını söylemiş ve ardından "Onların işleri arala­rında danışıklıdır" ayetini okumuştur.
Bunların yanısıra sahabe ve özellikle raşid halifeler de istişareye bü­yük önem vermişler, Ebu Bekir ve Ömer, istişare etmek üzere Osman, Ali, Abdurrahman îbni Avf, Muaz îbni Cebel, Ubey Ibni Kab, Zeyd Ibni Sabit ve diğer ashabtan oluşan birer müşavere heyeti oluşturmuşlardır. Devlet başkam ile şura meclisi arasında anlaşmazlık çıkması halinde, ihtilaf konusunu tartışıp inceledikten sonra görüş bildi­recek bilirkişilerden oluşacak hakem heyeti kurulabilir.
Ömer bunu tatbik etmiştir. Şam'a giderken, yolda orada veba salgım olduğunu öğren ince, yola devam edip etmeme konusunda muhacirlerle istişare etmiş; an­laşma olmaması üzerine ensarla görüşmüş, yine netice çıkmayınca ilk muhacirlerden Kureyş büyükleriyle müşavere etmiş ve onların geri dön­me yolundaki teklifini kabul ederek maiyetiyle birlikte geri dönmüştür.
Başarılı idareciler kendilerine danışman olarak alimleri seçen ve on­ların görüşlerine değer veren kişilerdir. Hz, Ömer, Hür Ibni Kays ve Abdullah îbni Abbas gibi genç fakat bilgili zevatı, yaşlı sahabilerle bir­likte istişare meclisinde üye olarak bulundururdu. Hatta o, bir konudaki yorumunu sorarak Abdullah Ibni Abbas'ı genç yaşına rağmen tercih et­mekteki haklılığım öteki üyelere karşı ispat da etmiştir.
Hz, Ömer'in istişare ettiği önemli konulardan biri de veba hastalığı konusundadır. Hicretin 18. yılında Şam'da veba salgını çıkmıştı. Bunun üzerine Ömer alınan tedbirleri yerinde incelemek için Şam'a hareket etti Şam'a yaklaştığında ordu kumandanı Ebu Ubeyde îbni Cerrah ve arkadaşlan onu karşıladılar ve veba salgınının iyice yayıldığını söyledi­ler. Ömer orada bulunanlarla istişare etti ve neticede Medine'ye ha­reket etme emrini verdi- Bunun üzerine Ebu Ubeyde Ibni Cerrah Ömer'e Allah'ın kaderinden mi kaçtığını sordu.
Ömer'in bu soruya verdiği cevap manidardı. "Evet, dedi. Allah­'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçtığım söyledi. Ardından eğer onun develeri olsa, onları iki yamacı olan bir vadiye indirse, o yamaç­lardan birisinin yaylım otunun fazla, diğerinin ise çorak olsa ve onun da develerini otlak yerde gütse Allah'ın kaderiyle gütmüş, otsuz yerde gütse yine Allah'ın kaderiyle gütmüş olup olmayacağını sordu. Ebu Ubeyde bu güzel cevap karşısında söyleyecek bir şey bulamadı. Bu arada gelen Abdurrahman îbni Avf, bu hususta bir şey bildiğini, onu Resul-i Ek­rem'den işittiğini söyleyerek yukarıdaki hadisi rivayet etti. Bunu duyan Ömer Allah'a hamd etti.
Ömer'in istişare ettiği konular bunlarla sınırlı değildi. Resul-i Ekrem kendi zamanında içki içen birine ceza olarak çatallı hurma değ-neğiyle kırk sopa vurdurmuş, Ebu Bekir'de halifeliği döneminde aynen böyle yapmıştı. Ömer halifeliği döneminde ileri gelenlerle istişarede bu­lundu. Abdurrahman Ibni Avf in şer'i cezaların en hafifinin seksen değ­nek olduğunu söylemesi üzerine Ömer de bu şekilde emretti ve içki içe­nin cezası seksen değnek oldu.
Ömer'in, meseleleri istişareyle çözmeye büyük önem atfettiği bi­linmektedir. Onlar ortaya çıkan hemen hemen her yeni mesele için as­habı toplar ve istişare ile bir hükme varırlardı.
Hatta onların sırf istişare için Medine'den ayırmadıkları birer istişare heyetlerinin olduğu nakle­dilmektedir. Mühim meselelerin çözümünde istişareye başvurmalıdır. Kişi umumun menfaatiyle ilgili olduğuna inandığı düşüncelerini istişa­reye başkanlık edene iletmekten çekinmemelidir.
Toplumların içine düştükleri hatalar, çok defa İşleri kendi başlarına yürütmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu kişilerin bir işi kendi başlarına yürütme oranlan ne kadar artarsa hatalarının sayısı o nisbette artar. Ne kadar azalırsa hataları da o nisbette azalır. Gerçi hatadan büsbütün kur­tulmak imkansızdır. Çünkü hatadan uzak kalan sadece Allah'tır. Ancak meselelerin çözümünde birçok fikir bir araya gelirse, mükemmel veya nisbeten doğru bir çözüm elde edilebilir. Bu surette, sorumlu kimselerin üzerindeki sorumluluk yükü de hafifler ve sorumluluk müşterek olur.
Herhangi bir konuda istişare etme ihtiyacı ortaya çıkarsa, şu iki metoddan biri ile problem halledilir. Birincisi, birkaç kişiyle ayrı ayrı gö­rüşülür, fikirleri alınır, fikirler hangi noktada daha çok birleşiyorsa, o uygulanır, ikincisi birkaç kişi toplanıp görüşleri sorulduğu zaman her biri fikirlerini söyler, daha sonra bu kişiler birbirlerinin görüşlerini ince­leyerek en uygun görüşte karar kılarlar ki bu görüşle de sağlıklı hareket etmek mümkündür.                                                                           
 Ayet ve hadisler istişarenin önemini açıkça ortaya koyduğu gibi, in­san aklı da istişarenin önemini rahatlıkla kavrayabilmektedir. Atalarımız tarafından söylenen "Ulu sözü dinleyen, ulu dağlar aşar", "Akıl akıldan üstündür'' sözleri de istişarenin gerekliliğini kısa ve öz bir şekilde ifade etmektedir.
İstişare edilecek hususlardan biri de evliliktir. Efendimiz bu konuda "Kızlarını evlendirmek hususunda anneleriyle istişare ediniz" buyur­muştur. Kendisiyle istişare edilmedikçe dul kadın, kendisinden izin alınmadıkça da kızın nikahı kıyılmaz, kızın izin vermesi ise susması-dır. Her nimet sahibine hased edilebileceğinden, bir planı olan kimse onu güvendiği en yakınlarından veya istişare etmeyi faydalı bulduğu kimselerden başkasına açmamalıdır. Böyle yapmasını düşündüğü şeyin gerçekleşmesinde kendisine çok büyük faydası dokunacağı kesindir.  
 İstişarenin dışında istihare de önemlidir. İstihare, yapılması düşü­nülen bir işin hayırlı olması halinde, onu kolaylaştırması için Allah Tea-la'dan yardım dilemektir. Bazen bir işi yapmak, bazen da yapmamak hayırlı olur. İnsan o işin iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu kestiremediği zaman, Cenab-ı Hakk'ın yardımını niyaz eder.
Onun kendisine yol gös­termesini, dini, dünyası ve ahireti için hayırlı olanı bildirmesini, onu yapmayı kolaylaştırmasını ve gönlünü o işe yatırmasını diler. Şayet o işi yapmak dini, dünyası ve ahireti için hayırlı değilse, o işi kendisinden uzaklaştırmasını ve gönlünü o işten soğutmasını Mevla'sından ister.
Resul-i Ekrem Efendimiz tıpkı bir Kur'an suresini öğretir gibi, asha­bına her iş için istihare yapmayı öğretir, bir insanın bir iş yapmak istedi­ğinde, farz namazlardan ayrı olarak iki rekat namaz kılmasını ve sonra da şöyle dua etmesini, ardından isteyeceği şeyi şu şekilde Allah'tan is­temesini tavsiye buyururdu:
" Allahım! Sen her şeyi bildiğin için, hakkımda hayırlı olanı bana da bildirmeni, senin gücün her şeye yettiği için, beni başarılı kılmanı ve ha­yırlı olanı nasip etmeni, senin o büyük kereminden niyaz ederim. Çünkü senin gücün her şeye yeter, benimki yetmez; sen her şeyi bilirsin, ben bi­lemem. Şüphesiz sen görülüp bilinmeyenleri de bilirsin.
Allahım! Eğer bu işin benim dinim, dünyam ve ahiretim için hayırlı olduğunu biliyorsan onu yapmayı nasip et, kolaylık ver ve onu bana mübarek kıl. Şayet bu işin benim dinim, dünyam ve ahiretim için kötü olduğunu biliyorsan onu benden, beni ondan uzaklaştır. Hayır nerede ise onu bana nasip et, sonra da gönlümü bu sonuca razı kıl!"569
Resul-i Ekrem Efendimiz kendisi de istihare yapmış, istihare duası okumuştur. Bir defasında pazartesi, salı ve çarşamba günü Fetih mesci­dinde dua ettiği ve çarşamba günü iki namaz vakti arasında duasının kabul olunduğu rivayet edilmiştir. Cabir şiddetli mühim bir iş başına geldiğinde de bu vakti araştırıp o saatte çarşamba günü iki namaz ara­sında o iş için Allah'a dua ettiyse, onun kabul olunduğunu söylemiştir.
Fetih mescidi, Medine'nin batısında bir tepe üzerinde olan mescidin adıdır. Buna Mescid-i Ahzab ve Mescid-i Ala da denir. Medine'nin müş­rikler tarafından kuşatıldığı Hendek Savaşı sırasında Efendimiz bu mescidde düşmanların helak ve perişan olmaları için Allah'a dua etmiş ve duası kabul olunarak gece şiddetli bir rüzgarın esmesiyle çadırlar darmadağın olmuş, ateşleri sönmüş, toprak ve kum fırtınası üzerlerine çökmüş ve böylece perişan bir halde düşman o gece kaçarak geri dön­müştü.
Anlaşıldığına göre, dua namaz kıldıktan sonra, ikinci namaz vakti girmeden yapılmış olması itibariyle istihare namazı île ügilidir, Aynca duanın kabul edilmiş olması da, istiharenin önemine bir işaret teşkil etmektedir. Pazartesi, salı ve çarşamba günleri bu mescide varıp üç gün öğle ile ikindi vakti arasında bu duanın yapılmış olduğu da riva­yet edilmiştir.
Yine Efendimiz bir adamın "Ey gökleri yaratan, ey hay ve kayyum olan Allah! Ben senden istiyorum" diye dua ettiğini duyunca ashabına adamın Allah'a öyle bir ismi ile dua etti ki, Allah'a bununla yapılan du­anın kabul edileceğini söyledi. Hay ve Kayyum isimleri, Allah'ın ke­mal sıfatlarındandır. Hay, hayat sahibi. Ölümsüz demektir.
Allah'ın ilim, kudret ve iradesi bu sıfatın varlığı ile ezelden beri vardır ve ebede kadar da var olacaktır. Kayyum demek. Yaratıkların rızık, iş ve ecellerini tedbir ve idare eden varlık demektir. Bu mübarek isimlere iltica ederek ihlasla edilen duaların makbul olacağım Efendimiz haber vermektedir.
 Ebu Bekir de bir gün Efendimize kendisine namazında okuya­cağı bir dua Öğretmesini istemiş, bunun üzerine Efendimiz de ona "Allahım! Ben nefsime çok zulmettim, günahları ise ancak sen bağışlar­sın. Yüce karından bana mağfiret buyur, çünkü sen günahları bağışlayan merhamet sahibisin!" demesini tavsiye buyurmuştur.
Bu duanın, na­mazın hangi yerinde okunacağına dair hadiste bir tayin yoktur. Namaz içinde dua için en uygun yer, teşehhüd ile secdedir. Çünkü bu yerlerde dua edilmesi emrolunmuştur; ve bu yerlerde duaların makbul olduğu açıklanmıştır. Bu da selam vermeden önce namaz içinde ve belirtilen yerlerde okunacak bir duadır. Namaz içinde duanın meşru olduğuna da bir delildir.
İstiharenin manası, hayır istemek ve gaybi bilen Allah'a niyazda bu­lunarak ona ulaşmaktır. Yoksa gaybdan haber beklemek değildir. İstiha­re eden kimse, gaybi bilme iddiası taşımamalıdır. Allah'ın hakkında ha­yırlı olanı takdir etmesi niyetiyle istiharenin bir dua aracı olacağına inanmalıdır. Mesela bir insan, satın almayı tasarladığı bir ev için istihare edip Allah'dan hayırlı ise ona sahip olmayı, değilse olmamayı istese ona sahip olsa, hakkında hayırlı bulunduğuna inanç beslemelidir.
Şayet o eve sahip olamamışsa, yine hakkında hayırlı olduğuna inanç beslemeli­dir. Çünkü insan, geleceği ve gaybı bilmediği için, hayrın nerede oldu­ğunu keşfedemez. Ancak Allah'dan hayırlı olanı ister ve Allah'ın takdir eylediğine rıza gösterir. İstiharenin gerçek manası budur.
İstihare farz ve vacib gibi işleri yerine getirmek için yapılmadığı gi­bi, haram ve mekruh olan işleri terk için de yapılmaz. Hac gibi edası ge­niş zamana bağlı farz ibadetlerin tayininde hayırlı olan vakti istemek için istihare yapılabilir. İstihare daha çok önemli olan, fayda ve zararları büyük bilinen işler için yapılır.
Daha doğrusu mubah olan bir işin yapı­lıp yapılmamasındaki tereddüdü gidermek için istihare yapılır ve böyle­ce Allah'dan hayırlı olan taraf istenir. Allah rızası için kılman iki rekat namaz, aynen diğer namazlar gibi kılınır. İstenen her sure okunabilir, ama Kafirun ve Ihlas surelerini okumak tavsiyesi edilir. Böyle iki rekat namaz kıldıktan sonra metindeki dua edilir ve işin hayırlı tarafı istenir. Bundan sonra hangi tarafa sahip olunursa, hayrın orada olduğuna ka­naat getirilir.
 Süleyman aleyhisselamın mektubunu alan Sebe melikesinin bu işinde kendisine bir fikir vermelerini, onlara danışmadan hiçbir yapma­dığını söylemesi istişarenin tarihi önemini gösteren bir başka delil olarak değerlendirilebilir. Mümin her işini istişare ve istihare ile yapan akıllı adamdır. O akıllı olduğu kadar ilişkilerini iyi sürdüren yumuşak başlı insandır.