www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

SAYGI VE SEVGİ

SAYGI VE SEVGİ
Saygı, kutsal değerlere, değer verilmesi gereken şeylere gereken önemi vermek demektir. En kutsal varlık Allah Teela'dır, En başta ona saygı duyulur. Ona hiçbir şeyi ortak koşmamak, kayıtsız şartsız ona bo­yun eğip, mütevazi olmak ona saygı göstermektir ki buna aynı zaman da takva da denir. Takva ya da Allah'a karşı saygılı olmak müslümanı her türlü kötülüklerden koruyacak üstün bir meziyettir. Ashab-ı kiram, Allah'a karşı duydukları derin saygıdan dolayı, küçük günahları bile helak sebebi sayarlardı.
Çünkü onlar hatanın küçüklüğünü değil, emrine karşı gelinen Allah'ın büyüklüğünü dikkate alırlardı. Kuru kuruya sade bir saygıdan söz etmek kimseye bir şey kazandırmaz. Allah'a ve Resu­lüne herkesten çok İtaat etmeli, en üstün saygıyı onlara karşı beslemeli­dir. Efendimizin Allah Teala'ya karşı ne büyük bir saygı beslediği ve her hususta ümmetine örnek olduğu açık bir gerçektir.
Başta anne babaya, kendilerinden ilim öğrenilen hocalara, hürmete layık büyüklere saygılı davranmak gerekir. Saygı İslam toplumunu ayak­ta tutan dinamik bir kavramdır. Bu sosyal müeyyide, fertlerin aleyhine değil, lehinedir. Çünkü yanlış bir iş yapan ve hatalı hareket eden kimse kendini yalnız hissedip toplumdan dışlanacağını anlayınca, doğruya dö­ner ve uyumlu bir toplumun saygın bir üyesi olma özelliğini korur.
İslam'da her şey bir ölçü ve bir kurala bağlıdır. İnsanlar arasındaki ilişkiler belli kurallara bağlanmış, her müminin bu kurallara uyması is­tenmiştir. Hayatın düzeni, ilişkilerin düzeyi buna bağlıdır. Büyüklere saygı İslam ahlakının üzerinde özenle durduğu bir konudur. Bunun için Resul-i Ekrem Efendimiz "Küçüğümüze acımayan, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir" buyurmuştur.
Büyüklere saygı göstermek, onlara değer vermek insanın hayatını güzelleştirip. İlişkilerine bir düzey ve denge getirir. Büyüklerin ilmin­den, ve tecrübelerinden faydalanmak, onlara saygı beslemekle mümkün olur. Büyüklere danışarak iş yapan, büyüklerin tecrübelerine değer ve­rip onların dediklerini yapan pek fazla pişman olmaz. İşlerinde başarılı olur. Büyüklerin takdir ve teveccühlerini kazanan insan onların desteği­ni alır, kendilerinden daima yardım görür. Böylece toplum içinde dü­zenli ve ahenkli bir yaşayışa sahip olur.
Her insanın kendinden küçük ve kendinden büyük insanlar buluna­cağından, herkes küçüğüne sevgi ve şefkat göstermekle, büyüğüne de saygı ve hürmet etmekle sorumludur. Böyle bir toplumda İslam ahlakı yerleşmeye, insanlar birbirlerinin hakkını gözetmeye başlar. Bu da top­lumun huzur ve mutluluğunu artırır.
İnsanlar İslam'ın feyiz ve bereke­tinden istifade eder hale gelir, ilişkilerinde iyileşme, tutum ve davranış­larında güzelleşme meydana gelir. Büyüklere saygı sıradan bir kavram değildir. Büyüklere saygı göstermek Hak Teala'ya saygı göstermenin bir parçasıdır. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bu hususta saçı sakalı ağarmış bir müslümana saygı göstermenin Allah'a saygıdan ileri geldi­ğini ifade buyurmuştur.
Büyüklükten kastedilen yaş ve tecrübe olmakla birlikte buna ilimde büyüklük de dahildir. Müslüman olarak yaşadığı bir ömrün sonlarına gelmiş, saçı başı ağarmış olan kimselere saygı göstermek hem insanlık hem de müslümanlık görevidir.
Bir söze başlanacağında veya bir soru sorulacağında büyüklere ön­celik verilmesi güzel bir adettir. Efendimizin sünnetidir. Nitekim Abdul­lah İbni Sehl ve Muhayyisa İbni Mesud Hayber'e geldiler. Sonra işlerini görmek için hurma bahçesinde birbirlerinden ayrıldılar. Sonra kimlikleri bilinmeyen kişiler tarafından Abdullah ibni Sehl öldürüldü. Haberin duyulması üzerine İbni Mesud'un iki oğlu Huveyyisa ve Muhayyisa ile maktulün kardeşi Abdurrahman ibni Sehl, Efendimize gelip öldürülen arkadaşlarının durumu hakkında onunla konuştular. Heyetin en küçüğü olan Abdurrahman söze başladı. Bunun üzerine Efendimiz ona büyük­lere öncelik vermesini emir buyurdu.
Efendimizin bu emri yaşça en büyük olan söze başlasın, olayı o an­latsın anlamına gelmektedir. Efendimizin bu uyarısı üzerine heyet için­deki büyükler konuşmaya başladılar. Hadisin ilk bölümü İslam ahlakı ve terbiyesi ile ilgilidir. Edeble ilgili kısmını teşkil eden husus, büyükle­re söz hakkının verilmesidir. Toplumda konu ortaklaşa görüşüleceği zaman, orada bulunanların en yaşlısı söze başlamalıdır. Ona bu hakkı vermek İslam terbiyesi ve nezaketinin bir gereğidir. Ancak kendisi ko­nuşma hakkından feragat eder, hakkım başkasına verirse bu durumda onun yerine daha küçüğü konuşabilir. Büyüklere öncelik tanıyarak on­lara söze başlama hakkının verilmesi, onlara hürmet ifadesidir. Küçük­ler bu saygıyı, büyüklere karşı daima göstermelidirler.
İbni Ömer büyüklere saygı duyan onlara hürmet gösteren sahabilerin önde gelenlerindendir. Bir gün Resul-i Ekrem Efendimiz ashabryla sohbet ederken onlara bir soru sordu. Onlardan her zaman meyve veren, yaprak­larını da dökmeyen, müslümanın benzeri gibi olan bir ağaç göstermelerini söyledi İbni Ömer'in kalbine bu ağacın hurma ağacı olduğu fikri geldi. Kendi kendine bunun hurma ağacı olduğunu söyledi. Fakat mecliste Ebu Bekir ve babası Ömer gibi yaşlı başlı kimseler bulunduğundan konuşmayı uygun bulmadı. Ebu Bekir ve Ömer konuşmayınca Efendimiz o ağacın hurma ağacı olduğunu söyledi, ibni Ömer babasıyla birlikte meclisten dı­şarı çıktığı zaman babası Ömer'e Efendimizin sorduğu ağacın hurma ağa­cı olduğu fikrinin içine doğduğunu söyledi Ömer onu neden söylemedi­ğini, söylemiş olsaydı bundan dolayı çok sevineceğini, memnun olacağını haber verdi. Büyüklerin konuşmadığı zaman küçüklerin konuşmalarında bir salanca olmadığını belirtmek istedi.
Küçüklerin uygun şartlarda konuşmaları caiz olmakla birlikte bü­yüklere saygıyı elden bırakmamaları, onlara hürmet gösterip edebi mu­hafaza etmeleri islam ahlakına daha uygun bir davranıştır. Bir toplumda büyüklere saygı gösterildiği zaman onlar insanların babaları gibi olur. Kendisine saygı gösterilen insanlar toplumda değer bulur. Küçükler de bu hususu onlardan öğrenirler. Küçüklere değer verilir onlar büyüklerin önüne geçirilirse toplumda ahenk ve ölçü kaybolur. Büyüklere saygı beslemek ve onları üstün tutmak edebin gereği olduğu gibi, toplum içinde belli disiplinin oluşması ve bir otoritenin kurulması bakımından da önemlidir. Büyüklerine hürmet edenler, onların yerine geçerler ve kendileri de aynı şekilde hürmet görürler.                                            
Küçüklerine saygı gösterip onları yüceltenler ise, aksine olarak em­salleri yanında, hakarete uğrarlar ve alay konusu olurlar. Bu da ahlak düşüklüğünün baş göstermesine yol açar. Her davranış yerinde güzel­dir. Liderlik ve önderlik konularında büyüklerin tercih edilmesi, aklın ve tecrübenin gereğidir. Ama küçüklerin tercih edilmesi, onlara öncelik verilmesi gereken yer ve durumlarda vardır. Özellikle ele geçen az mik­tardaki yiyeceklerin çocuklara verilmesi güzel bir davranıştır. Nitekim Resulu Ekrem Efendimize turfanda bîr meyve getirildiği zaman, "Allahım! Şu şehrimizde bize bereket ver. Ölçeğimizde ve ölçümüzde bereket üstüne bereket ver, diyerek dua eder. sonra o meyveyi yanında buhman çocukların en küçüğüne verirdi.
Kibir ve gurur belirtisi olmaksızın vakar ve ağırbaşlılıkla tabu hal üzere yürümek İslam ahlakı ve adabının gereklerindendir. Ancak önem­li ve fevkalade hallerde koşmanın ve süratle yürümenin de caiz olduğu bu hadisten anlaşılmaktadır. Bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesinin hangi gece olduğunu haber vermek, şüphesiz ki çok önemli bir iştir. Böyle bir hal karşısında süratle yürümeyi istisnai bir durum olarak de­ğerlendirme gerekir.
Genel anlamda vakar ve ağırbaşlılığı kaybetme­mek, hatif meşrebe hamledilecek davranışlardan sakınmak lazımdır. Bunlar saygıyı ihlal eden hallerdir.
Büyüklerin duruma göre köle ve hizmetçiaiyle birlikte yürümesin­de, onu bineğine almasında bir salonca yoktur. Böyle durumlar büyük­lerin saygınlığına zarar vermediği gibi, onlara saygısızlık anlamına da gelmez.
Nitekim Muaviye bir defasında küçük kardeşine hizmetçisini bineğinin arkasına almasını söyledi. Kardeşi ise bunu yapmaktan kaçın di. Bunun üzerine Muavîye ona ne kötü terbiye edildiğini söyleyerek kendisine çıkıştı. Bu durumu gören Muaviye'nin babası Ebu Süfyan Muaviye'ye kardeşinin bu tutumunu bağışlamasını söyledi. Hizmetçi­yi bineğe almak, efendi ve hizmetçinin birarada yürümeleri edebe aykırı değildir. Bu kişinin mütevazı ve alçak gönüllü olduğunun işaretidir.
Büyüklere saygı ne kadar güzelse, küçüklere sevgi de o kadar gü­zeldir. Güzel ahlak sahibi büyükler çocuklara büyük değer vermişlerdir. Onlar dünya malına fazla önem vermediklerinden kendilerine verilen hediyeleri, özellikle küçüklere vermekten büyük zevk duyarlar.
Efendimiz yeni çıkan taze meyvelerden kendisine getirildiği zaman onları çocuklara vermeyi daha çok tercih eder, onları sevindirirdi. Fazla miktar olunca küçük büyük herkesin tatması daha uygun bir hareket olur. Çocukların yemeğe ve meyveye meyilleri fazla olduğundan, onla­rın arzusuna uymak, onların gönüllerini hoş etmek gerekir. Zira küçüğe merhamet etmeyen Efendimizin yolunda değildir.
Küçüğe şefkat ve merhamet göstermek Efendimizin yoludur. O ço­cukla rı sever, onlarla şakalaşır, kucağına alır bağrına basardı. Bir gün Efendimiz bir yemeğe davet edilmişti. Ashab-ı ile birlikte yolda gider­ken torunu Hüseyin'i gördü. Çocuk oynuyordu. Efendimiz biraz sürat­lenip topluluğun önüne geçti, sonra iki elini açtı. Çocuk Öteye beriye koşmaya haşladı. Efendimiz ona gülüyordu. Nihayet onu yakalayınca, iki elinden birini çocuğun çenesine ve diğerini de başına koydu. Sonra onu kucakladı. Arkasından Hüseyin'in kendilinden, kendisinin de Hü seyin'den olduğunu, Hüseyin'i seveni Allah'ın da sevdiğini; Hüseyin'in torunlardan bir torun olduğunu söyledi,
Efendimizin torunu Hüseyini  nasıl sevdiğini, onu kucaklayıp nasıl bağrına bastığını gösteren bu ri­vayet, çocuklara karşı gösterilmesi gereken şefkat ve merhameti de göz ler önüne sermektedir. Efendimizin Hüseyin'in kendisinden, kendisinin de Hüseyin'den olduğunu ifade etmesi, ikisinin bir vucud gibi olduğu­nu onları sevmek gerektiğini, Hüseyini seveni Allah'ın da seveceğini göstermektedir. Burada hem Efendimizin ailesine sevgisi hem de çocukları sevmenin lüzumuna işaret vardır.
Küçükleri sevmenin onlara gösterilen şefkat ve merhametin en Önemli işaretlerinden biri onların öpülmesidir. Tertemiz bu masum yav ruları öpmek insanın şefkat duygularını artırır. Nitekim Abdullah ibni Cafer, Ömer ibni Ebu Seleme'nin kızı Zeyneb'i öpmüştü. O zaman kız cağız iki yaşında veya bunun gibi bir yaşta bulunuyordu. Şefkat duy gusuyla küçük yaşta olan kız çocukları Öpmekte bir sakınca yoktur.
Çocuklara gösterilecek sevgi ve şefkat işaretlerinden biri de çocukla­rın başını okşamaktır. Resul-i Ekrem Efendimiz Abdullah Ibni Selamın oğluna Yusuf adını vermiş ve onu kucağına oturtarak başını okşamışür. Doğan çocuklara güzel isim vermek ve onlan sevip okşamak sünnettir. Yusuf, ashabı kiramdan Abdullah İbni Selam'ın oğludur. Abdullah aslen Yahudi olup, İslam'ı kabulden sonra sadakati ile şöhret bulmuştur. Oğlu Yusuf küçük yaşta iken Efendimizi görme şerefine nail olmuş ve ondan hadis rivayet etmiştir. Ömer İbni Abdülaziz devrinde vefat etmiştir.
Hz. Aişe de Efendimizin yanında oyuncak bebeklerle oynardı. Onunla oynayan kız arkadaşları da vardı. Efendimiz içeri girdiği zaman arkadaşları ondan utanarak köşelere kaçar, saklanırlardı. Efendimiz on­lan okşayarak Hz. Aişe'ye gönderirdi Onlar da onunla oynarlardı. Kız çocukların oyuncak bebeklerle oynamaları caizdir. Bu da onlara gös­terilen sevgi ve şefkattir. Küçük yaştaki çocukları eğlendirmek ve gönül­lerini hoş tutmak İçin bebek oyuncaklarla oynamaları hoş görülen hal­lerdendir. Bu çocuklara mahsus istisnai bir durumdur.
Genel manada olan resim ve heykellerle olan yasaklara aykırı düşmez. Çocuklar sevgi­ye, şefkat ve merhamete muhtaç varlıklardır. İnsan kendi çocuğuna şef­kat ifade eden "Yavrucuğum, yavrum, evladım, oğlum" gibi hitaplarda bulunduğu gibi başkasının kendinden küçük olan çocuklarına da aynı şekilde hitap ermesi caizdir. İbni Ömer, Ebul-Aclan el-Muharibi'ye bu şekilde hitap etmiştir.
Başta çocuklara olmak üzere bütün insanlara şefkat ve merhamet göstermek insan olmanın bir gereğidir. Zira insanlara merhamet etme­yene Allah merhamet etmez. insanlar amellerine göre ceza ve mükafat göreceklerinden dünyada işledikleri ameller esastır. Dünyada merha­metli olan, insanlara ve hayvanlara acıyarak onlara iyi davranan kimse­ler bu güzel davranışlarının karşılığını görecekler, kendilerine de aynı şekilde merhamet edilecektir.
Şefkat ve merhametin sınırlan ne kadar geniş olursa, mümin de şefkat ve merhametten o kadar çok istifade eder. Yeryüzünde yaşayan, can taşıyan, insan olsun hayvan olsun onlara acıyan kişiye de Allah Teala acır, merhamet eder. Nitekim adamın biri Re-sul-i Ekrem Efendimize koyun kestiğini fakat keserken ona acıdığını söyledi. Efendimiz adama "Sen koyuna acırsan Allah da sana acır" bu­yurmuş, bu sözünü iki defa tekrar etmiştir.
Hayvan da olsa can taşıyan bir varlığa acımanın ve ona merhametli davranmanın ecri vardır. Hayvanlar boğazlanırken onlara eziyet etme­mek ve lüzumsuz yere onlara acı çektirmemek gerekir. Her vesile ile şefkat ve merhametin Önemine dikkat çeken yüce dinimiz burada da hayvanlara iyi davranılmasını emretmiştir. Zira bu şekilde onlara fazla acı çektirmemek de bir nevi merhamettir ve onların ızdırabını hafiflet­mektir. Hayvan olduğu gerekçesiyle onlara karşı acımasız davranmanın islam'da yeri yoktur. Müslüman merhametsiz olamaz. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bu hususta merhametin ancak şaki, yani kötü kimse­den çıkarılıp alınacağını haber vermiştir.
Şefkat ve merhametten ancak şekavet sahibi kötü kimseler, zalim ve gaddar kişiler mahrum olur. Şefkat ve merhamet göstermeyen kimse salih bir mümin olma Özelliğini kaybetmiş, şaki denilen kötü insanlar seviyesine düşmüştür. Böyle bir duruma düşmekten Cenab-ı Hakk'a sı­ğınmak gerekir. Zira merhametten mahrum olan zulme alışmaya, zalim olmaya başlamıştır. Zalimlerin akıbetleri ise bellidir. Allah Teala acımayana, acımaz. Merhamet etmeyene merhamet etmez. Ceza işlenen amel cinsindendir. Göze göz, dişe diş olduğu gibi, merhamet etmeyene mer­hamet edilmez.
Merhametsizlik, mümine yakışmaz. Alemlere rahmet olarak gönde­rilen şefkat ve merhamet peygamberi insanlığa şefkat ve merhametin en güzel örneklerini göstermek suretiyle örnek olmuştur. Resul-i Ekrem Efendimiz ailesine ve çocuklarına karşı insanların en merhametlisi idi. Medine'nin bir tarafında süt annede bulunan oğlu İbrahim vardı.
Çocu­ğun süt babası demirci idi. Bir defasında Efendimiz oğlunu ziyarete gitmişti. Ev kuru otun yanmasından tütüyordu, içeri de duman vardı. Bu ortamda Efendimiz oğlunu kucağına alarak onu öptü ve kokladı.
ibrahim hicretin sekizinci yılında Medine'de doğmuş, on altı aylık iken vefat etmiştir. Efendimiz oğlunun küçük yaşta ölümüne son derece üzüldü, gözlerinden yaş boşandı. Efendimiz merhamet gösterilmesi ge­reken çocuklara büyük değer verir, onları severdi. Çocukları sevenleri de sever, takdir ederdi. Nitekim bir gün kendisine bir adam geldi.
Ada­mın yanında bir çocuk vardı. Adam çocuğu bağrına basmaya, şefkat ve merhametle kucaklamaya başladı. Resul-i Ekrem Efendimiz adama ço­cuğa merhametinden daha çok Allah'ın kendisine daha merhametli ol­duğunu söyledi.
Hayat büyüklere saygı, küçüklere sevgi ile güzel olduğu gibi, hay­vanlara da merhametle güzeldir. Bütün canlılar bu acıma ve merhamet­ten nasibini almalıdır. Hayvanlara acımak da merhametin bir parçasıdır. İnsan için bazen af ve mağfiret olunma sebebidir.
Nitekim Resul-i Ekrem Efendimizin haber verdiğine göre vaktiyle bir adam yolda yürürken şiddetli bir susuzluğa yakalandı. Nihayet bir kuyu buldu ve oraya indi. Su içtikten sonra kuyudan çıktı, bir de gördü ki kuyunun çevresinde bir köpek susuzluktan ıslak toprağı yalıyordu. Bunu gören adam kendine isabet eden susuzluğun aynısının köpeğe de isabet ettiğini söyledi. Son­ra kuyuya inip ayakkabısına su doldurdu.
Sonra onu ağzı ile tutup yu­karı çıktı ve ayakkabısındaki suyu köpeğe içirdi. Allah Teala onun bu amelini kabul etti ve onu mağfiret buyurdu. Olayı dinleyenler Efendi­mize hayvanlara iyilik etmekte, kendilerine bir mükafat olup olmadığını sorunca Efendimiz ciğer sahibi her canlıdan dolayı insana mükafat ol­duğunu söyledi.
Yaratılan bütün canlılara karşı şefkat ve merhamet göstermek olgun bir insan olmanın göstersidir. Hak hukukun çiğnenmediği yerlerde merhametli davranmak, Allah'ın rahmetini kazanmaya vesile olur. Hay­van da olsa onlar birer candır. İçecek suya, yiyecek gıdaya ihtiyaçları ol­duğu zaman onları bu nimetlerden mahrum etmemek lazımdır. İnsan onları mahrum etmeye çalışırsa kendisi de mahrum olur. Nitekim yine Resul-i Ekrem Efendimizin anlattığına göre bir kediden dolayı bir kadı­na azab edilmiştir. Kadın kediyi açlıktan ölünceye kadar onu hapsetmişti. Bunun yüzünden kadın cehenneme girdi. Melekler tarafından kadına kediyi hapsettiği zaman onu yemekten ve içmekten mahrum ettiğinden dolayı bu azaba müstehak olduğu söylendi.
Kedi yüzünden bir insanın azaba uğraması, şefkat ve merhamet ko­nusunda ne kadar dikkatli olunması gerektiğini göstermektedir. İnsan bir köpeğe verdiği bir yudum su ile ilahi merhamete mazhar olduğu gi­bi, bir kediyi aç bırakmaktan dolayı da cehennem azabına müstehak olur. Öyle ise dikkatli olmak gerekir. İnsan büyük günahlardan sakınmış olsa bile, küçük günahlar yüzünden azaba uğrayabilir. Kediyi öldürmek büyük günahlar arasına girmese de günah üzerinde ısrar edildiğinden küçük günah büyük günaha dönüşmüştür.
Kedinin hapsedilişi, ona ye mek ve su verilmeyişi haşarat yemek için salıveril mey işi ve nihayet ölümüne sebebiyet verilişi ayrı ayrı günahlardır. Bunların bir araya geli­şi ve ısrarlı bir şekilde devam edümesi günahın mahiyetini değiştirmiş­tir. Bu gibi yanlış iş yapan insanlara Efendimiz şu uyarıda bulunmuştur: "Merhamet edin ki, merhamet olunasınız. Bağışlayın ki, Allah sizi bağışlasın. Başkalarına bilgileri aktarıp da kendÜerini mahrum bırakan­lara yazıklar olsun. Bile bile kötü işler üzerinde ısrar edenlere de yazıklar olsun!"
işledikleri işin kötü olduğunu bildikleri halde, ısrarla o iş üzerinde duranlar ve pişmanlık duymayanlar azaba müstehak olurlar. Çünkü kü­çük günah dahi olsa, üzerinde ısrarla durulduğu ve o işe devam edildiği takdirde, bu günah büyük günahlar araşma girer. Tevbe de edilmezse sahibi cezayı hak eder. Hayvan bile olsa ona acımak, merhamet etmek gerekir. Ölecek bile olsa ona işkence çektirmek, eziyet etmek caiz değil­dir. Boğazlanacak hayvana bile olsa, merhamet edene kıyamet gününde Allah merhamet eder.
Ölümü yaklaşmış bir canlıya merhamet gösterilmesi emrolunduğuna göre yaşayan canlıya merhamet gösterilmesi daha önceliklidir. Her ne suretle olursa olsun bir canlıya eziyet etmek doğru değildir. Nitekim bir defasında Resul-i Ekrem Efendimiz bir yerde konuklamıştı. Seferdeki-lerden bir adam bir kuş yuvasında bulunan iki yavruyu ve yumurtaları nı almış, bunu gören kuş da çırpınmaya başlamıştı.
Bu durumu göre Efendimiz kuşun neden rahatsız edildiğini, yavrularını ve yumurtalarım kimin aldığım sordu. Alan adam yumurtayı kendisinin aldığım söyledi. Bunun üzerine Efendimiz kuşa merhamet için o yumurtayı yerine bı­rakmasını emir buyurdu. Bir başka seferde bir karınca yuvasının ya­kıldığını gören Efendimiz ateşin sahibi olan Cenab-ı Hak'tan başka kim­senin ateşle azab etmesinin uygun olmayacağım söylemiş, hayvanların ateşle yakılmak suretiyle onların yok edilmesini asla tasvip etmemiştir.
Hayvanlara şefkat ve merhamet onların ihtiyaçlarının giderilmesi, rahatça yaşamalarının sağlanmasıyla olur. Bazı hayvanların kapalı ortam­larda tutulması onlara şefkat ve merhamete engel değildir. Önemli olan onlara eza ve cefa etmemektir. Mesela Efendimizin ashabı kafeslerde kuş taşırlardı. Bir gün Efendimiz Ebu Talha'nın evine teşrif etmişti Evde Ebu Talha'nın oğlunu gördü. Bu çocuğa Ebu Umeyr denirdi.
Bu çocuğun daha önce bir serçeciği vardı ki, onunla oynardı. Kuş kafeste canlı bulun­duğu zamanlarda Efendimiz çocukla kuş konusunda sohbet eder, onun bu haline bir şey demezdi. Çocuk da olsa onun gönlünü almak, aradaki sevgi bağını muhafaza etmek güzel ahlakın gereğidir. İnsanlar arası ilişki­ler İslamın önem verdiği en önemli konulardan biridir. Onlara saygı ve sevgi göstermek bunun en önemli göstergesidir. Onlarla istişare etmek onlara fikirlerini sormak da saygı ve sevginin bir tezahürüdür.