www.musluman.biz

26 Nisan 2012 Perşembe

RAHMAN SURESİ’NDE KULLANILAN EĞİTİM YÖNTEMLERİ

RAHMAN SURESİ’NDE KULLANILAN EĞİTİM YÖNTEMLERİ . Eğitimin Tanımı Sözlüklerde eğmek fiilinden türediği ifade edilen eğitim, değişik açılardan ta- nımlanmış; bununla birlikte, eğitimin net ve kesin bir tanımı yapılamamıştır. Buna ne- den olarak da, eğitimin öğrenme ve öğretme olaylarına bağlı olması ve bu iki kavramında bugün net bir tanımının yapılamaması gösterilmiştir. Eğitimciler kadar eğitim tanımı vardır, denilebilir. Hatta eğitim, yalnız bilim adamlarını değil; köydeki çiftçiden bürokrasideki yöneticiye, amirinden memuruna, işvereninden işçisine herkesi ilgilendiren bir unsur olduğundan, vatandaş sayısınca eği- tim tanımı ve anlayışı vardır denilirse, yine de abartılmış olmaz. Eğitimi, insanın hayatı boyunca karşılaşacağı olaylara göstereceği belirsiz tepkiler olarak anlayamayız. Birey ve toplum için önemli ve çok geniş bir alanı içine alan eğiti- mi, insanın bir plan ve hedefe göre yetiştirilmesi; ruh ve beden sağlığının korunarak geliştirilmesi için yapılan bütün çalışmalar olarak tanımlamak mümkündür. Bütün bu tarifler ve açıklamalar, konuya yaklaşım biçimine göre bazı farklılıklar ve değişiklikler göstermektedir. Bunlar ferde yahut topluma göre eğitime ağırlık veril- mesinin sonucudur. Ancak yapılan bütün tanımlamalarda müşterek bazı noktaların ol- duğu dikkat çekmektedir. Buna göre eğitim, kişinin yetişmesi, gelişmesi, topluma uyması bakımından kişisel, sosyal ve siyasal bir süreç olarak gözükmektedir. . Eğitimin Amacı ve İnsan Eğitimin amacı, eğitim biliminin en önemli konusu ve sorunu olmuştur. Tarih bo- yunca tüm insanların, dinlerin, siyasî sistemlerin ve tabiî ki felsefî ekollerin hepsinin, eğitimin amaçları ile ilgili düşünceleri ve önerileri var olagelmiştir. Eğitim, kişiyi ve toplumu aynı derecede ilgilendiren bir olaydır. Bunun içindir ki, her toplumda bir nesil diğer neslin eğitimiyle uğraşmış ve uğraşmaktadır. Bütün top- lumlarda eğitimin amacı, yeni kuşaklara bir kültür birikimini aktarmak, gençlerin dav- ranışını yetişkinlerin hayat tarzı yönünde biçimlendirerek, onları gelecekteki toplumsal rollerine doğru yöneltmektir. İnsan, sadece bugünde yaşayamaz. Zira o, tarihsel bir varlıktır; dolayısıyla geçmi- şiyle bağlantılı olarak yaşar. Ayrıca, geçmişine ve yaşadığı ana bakarak geleceğiyle ilgili birtakım planlamalar da yapar. Onun geçmişte, bugünde ve gelecekte bir bütün olarak yaşamasını sağlayan eğitimdir, öğretimdir. İnsanın doğuştan getirdiği kabiliyet- ler, içinde doğduğu ortama ve aldığı çok yönlü terbiyeye, eğitim ve öğretime göre şekillenir. Eğitimde en büyük iş, sinir sistemimizi düşmanımız değil, yardımcımız yapmaktır. Bunun için mümkün olduğu kadar çok sayıda yararlı hareketi, olabildiği derecede alışkanlığa dönüştürmeli ve zararlı alışkanlık edinmekten kaçınılmalıdır. Ferde güzel ahlak kazandırıp, onun kötü davranışlarını yok etme anlamında eği- timin mümkün olup olmadığı hususu da tartışılmıştır. Eğitimcilerin bir kısmı, ferdin yaşama şeklini ve yeteneklerini doğuştan beraberinde getirdiğini, bunlarda hiç bir gay- retin değişiklik meydana getiremeyeceğini; dolayısıyla kişiyi eğitme konusunda gösteri- lecek faaliyetlerin, kubbe üzerinde ceviz durdurmaya çalışmaktan öteye gidemeyeceğini iddia etmişlerdir. Diğer bir kısmı ise, kişinin zihnini bir bal mumuna benzetmiş ve ona istenilen her şeklin verilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Kur’an’ın dediği gibi bilenlerle bilmeyenler bir olmaz. Doğal olarak iyi bir eğitim görmüş insanla iyi eğitimden mahrum kalmış insan da bir olmaz. Eğitim görmüş insan daha bilgilidir, düşünce ve hareketleri de daha sistemlidir. Zorlukları daha kolay aşar, meselelere daha gerçekçi çözümler bulur. Nefsini dizginlemede ve duygularına hâkim olmada daha başarılıdır. Daha idealist ve daha faydalıdır. Eğitim bir toplum bilincini oluşturan en önemli unsurlardan biridir. Bu nedenle eğitime değer vermeyiş, toplumsal değerlerin çökmesine yol açar. Toplumda eğitime ne kadar değer verilirse, toplum da o kadar güçlü olur. Toplumdaki eğitimin seviyesi, top- lumun da seviyesini gösterir. Şu hâlde toplum demek eğitim demektir. Özetle, insan eğitimsiz yapamaz. Zira hayatının devamı eğitimle mümkündür. İn- sanın içinde yaşadığı toplumla ahenkli uyumunu ve cemiyetlerin de refah içinde kalıcı- lığını ve sürekliliğini sağlayan eğitimdir. Eğitim olmasaydı çağların birikimi olan kültür ve medeniyet mirası kaybolurdu. Demek oluyor ki, insanlığın bekası ve gelişmesi için eğitim şarttır. . Kur’an ve Eğitim Yaratıcı’nın insanlığa gönderdiği son kitap Kur’an, kendisine gönülden inananlar için huzur kaynağı ve saadet reçetesidir. Kur’an, Allah’ın kelamı olup, içinde O’nun varlığı ve birliğine ait delilleri, en doğru kıssaları ve en doğru sözleri ihtiva eden kutsal beyan’dır. O, vahiy yoluyla ceste ceste Hz. Muhammed’e indirilmiş, insanlığa hakikî ruhu veren hak kelamdır. Kur’an’ın kendisi doğru olduğu gibi kendisinden önceki kitap- ları da tasdik edici bir hüviyete haizdir. O, insanlara yolların en doğru ve sağlamını bil- diren, kendisine bağlananları Yaratıcı’ya ulaştıran ve her türlü tahriften uzak olan son ilahî kitaptır. Herhangi bir düşünce ya da dinin evrensel olabilmesi için, hitap etmiş olduğu in- sanların birtakım ihtiyaçlarını, isteklerini ve arzularını karşılıyor olması gerekir. Bunu yerine getiremeyen bir düşünce ya da dinin evrenselliğinden söz edilemez. Bu açıdan diğer din ve düşüncelere baktığımızda, insanların her yönüyle değil; ancak bazı yönleriyle ilgilendiklerini, bazı taraflarını mutlaka ihmal ettiklerini görmekteyiz. Ancak Kur’an, bu türlü bir eksiklikten tamamen uzaktır. O, insanın ihtiyaç hissedeceği hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. En önemlisinden, daha az önemlisine kadar her şeyi ele almış, her şeyin en güzelini insanlara bildirmiştir. Düşünen, anlayan ve kavrayabilen için Kur’an’da her şey vardır. Şu ayet de buna işaret etmektedir: “Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” Kur’an’ın muhatabı insandır. İnsan ise bilgisiz olarak dünyaya gelmiştir ve bilgi kazanacak cihazlarla donatılmıştır. Bu gerçek Kur’an’da şöyle belirtilir: “Allah, sizi annelerinizin karnından çıkardığı zaman hiçbir şey bilmiyordunuz. Size işitme duyusu, gözler ve kavrama gücü verdi ki, şükredesiniz.” Kur’an, insanları uyaran, kötülüklerden koruyan, bilmedikleri ve görmedikleri hususlarda yollarını aydınlatan; onlara iyiyi kötüden ayırt etme hususunda yardımcı olan, yol gösteren, açıklamalarda bulunan, gerçeği işaret eden; insanı asıl maksada ulaş- tıran, gerçekleri ortaya çıkaran, hüküm ve hikmetler ihtiva eden ve Yaratıcı’nın rahmet eseri olan kutsî bir beyandır. İnsanın ilim öğrenmesi ve ilmini artırması için Rabbine niyazda bulunması, Kur’an’da insandan istenilen sorumluluklardan biridir. Kur’an’da bilenlerle bilmeyenler bir tutulmamış, ilim üstünlük sebebi sayılmış ve “Allah’tan kulları içinde ancak âlimler gereğince korkar” buyrularak eğitim ve öğretimin Allah katında ne kadar de- ğerli olduğu ifade edilmiştir. Çünkü insan, Allah’ın fiillerindeki incelikleri, harikulâde- likleri öğrendikçe, O’na karşı taşıdığı sorumluluk bilincinin önemini daha fazla idrak edeceği gibi, kendi yaratıcısına karşı da saygısı artacaktır. Ayrıca Kur’an, kendisine ilim verilen insanların bahtiyarlığını “Kime ilim verilmişse, ona çok hayır verilmiştir” aye-tiyle çarpıcı bir şekilde vurgulamıştır. Cehalet bütün kötülüklerin anasıdır. Onda hayır yoktur. Bütün hayır, güzellik ve fayda ilimdedir. Bilgi aydınlatır ve karanlıktan kurtarır. Kur’an da bilgi kaynağıdır. İnsanı karanlıktan aydınlığa çıkarır. Kendisinden önceki dönemin adını “cahiliye dönemi” olarak açıklayan İslam, cehaleti temelinden reddetmiş, kendi çizgisinde yürüyen insanları bilgilendirmiş ve in- sanlara öncelikle bilgi edinmeyi emretmiştir. Kur’an’da bunun örnekleri çoktur. İlk inen beş ayete bir bakalım: “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı alekadan (embriyondan) yarattı. Oku, çünkü Rabbin sonsuz kerem sahibidir. İnsana kalemle yazmayı O öğretti. İnsana bilmediğini belletti.” İşte Kur’an’ın ilk buyrukları… Görüldüğü üzere bu emirlerin hepsi okuma, yaz- ma eğitim- öğretimin gayesi ve yöntemi; insanın kendisini tanıması, bilgi sahibi olması; vazifesini, ihtiyacını bilip azmaması; doğru yolu ilimle, marifetle bulması gibi konularla ilgilidir. Bütün bunlar eğitim- öğretimin temel unsurları değil midir? Bunlar, Kur’an’ın eğitim- öğretime verdiği önemi göstermek için yetmez mi? a) Kur’an’ın Eğitim Anlayışı Kur’an eğitiminin gayesi, iyi insan yetiştirmektir. Onun için Kur’an, insanı insan olması nedeniyle muhatap kabul eder. Kur’an’ın hedeflediği iyi insan, aynı zamanda Allah’a en iyi kul olan ve bu uğurda yarışan insandır. İnsan davranışlarının hepsi, iyi kul olmanın içerisinde yer alır. Kur’an, eğitimin konusu olan insanı, ilk inen ayetten başlayarak bütün boyutlarıyla ele alır ve düşündürür. Allah, insana birtakım sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumluluklarını yerine ge- tirebilmesi için de, başta ilim olmak üzere bir takım güçlerle donatılmıştır. Dolayısıyla Kur’an’ın eğitim anlayışı, insana bahşedilen bu güçlerin, yerli yerinde kullanılarak mü- kemmelleşmesini hedef alır. Eğitimin gücü ile ilgili hususlarda, Kur’an ışığında kalıtım, çevre ve eğitici unsur- ları üzerinde durulabilir. Şimdi bunlara kısaca değinelim. . Kalıtım: Kalıtım, çocuğun doğarken anasından, babasından ve dolayısıyla da atalarından getirdiği özelliklerin tümüdür. Bu özellikler, bedensel, ruhsal ve toplumsal özellikler olarak da ifade edilebilir. Ruhsal özelliklerin önemli bir kısmını, zihinsel nite- likler olarak da adlandırılan “zekâ” oluşturur. Kişinin yeti ve yetenekleri büyük ölçüde buna dâhildir. Her fert, farklı bir yapıda doğar. Bu yapıyı değiştirmek bizim elimizde değildir. Eğitimciye düşen, bu farklılıkları göz önünde bulundurarak karşısındakini eğitmektir. Bununla birlikte, eğitimci, kalıtımla gelen bu gücü korumak, daha kötü duruma düşme- sini engellemek ve elinden geldiğince ileriye doğru gelişmesi için çaba harcamak duru- mundadır. . Çevre: En geniş anlamı ile çevre, bireyin dışındaki her şeydir. Coğrafî çevre, iklim, toplum ve toplumsal anlayış, barınak, yeme, içme ve bakımın her türlüsü, aile ve okul çevrenin ekseni içinde incelenir. Yapılan araştırmalar, çevresel etkenlerin kişilik gelişiminde etkili olduğunu gös- termiştir. Tabiat, aile, arkadaş, beslenme, okul ve nihayet kültür çevresi, kişiliğin oluş- masına katkıda bulunur. Kişi bir bakıma çevresinin ürünüdür. Çevre de en önemli etken “eğitim” olduğuna göre, eğitim, ferdin kişiliğini değiştirmede büyük güce sahiptir.“Her doğan, fıtrat üzere doğar. Sonra anne- babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar” hadisi şerifi. . Eğitici: Ailede ana-baba, okulda öğretmen, bir anlamda kişiliğin gelişmesi de- mek olan eğitimin gücünün oluşmasında etkili olan kişilerdir. Eğitici; sağlam, doğru ve sağlıklı eğitim yöntemlerine sahip oldukça, bu bilgilerini başarıyla öğrenci üzerinde uyguladıkça; bunun, yetişmekte olan kişinin şahsiyetine etkisinin değişik ve üst düzeyde olacağında kuşku yoktur. Fakat bunun etkisi yukarıdaki çevre etkeni kadar fazla olma- yacak; eğitimcinin etkisi sınırlı bir düzeyde kalacaktır. Bunun böyle olması, eğitimcinin ya da okulda öğretmenin değerini azaltmaz. Bununla birlikte eğitici, çocuğu, yeti ve yeteneklerinin izin verdiği en yüksek düzeye çıkarmada önemli bir etkendir. “Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kim- seyi doğru yola eriştirir. O, doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.” Bu ayette, eğitim- öğretim tekniklerinin ve eğitimcinin ne kadar mükemmel olursa olsun, eğitim gücünün mutlak olmayıp sınırlı olduğu görülmektedir. İşte bu noktada eğitimciye düşen, eğitimin gücünü en yüksek seviyede kullanmaktır. Sonuç olarak şunlar söylenebilir: Eğitim, insanın fıtratında var olan potansiyel güçleri (istidatları/yetenekleri) ortaya çıkarır, geliştirir, güzelleştirir. Fakat fıtratta olma- yan bir özelliği var edemez. Doğuştan gelen yeteneklerin bazılarını eğitmek kolay, bazı- larını eğitmek zordur. Eğitim ferdin kişiliğinin geliştirilmesi üzerinde bir etkiye, kısaca bir güce sahiptir; ancak bu güç sınırsız değildir. Bu güç, kalıtım, çevre ve eğiticiyle sı- nırlanır. Bunların her fertte yaptığı etki farklıdır. Kimisinde kalıtım, kimisinde de çevre ya da eğitim etkinlikleri daha çok görülür. Eğitimciye düşen görev, bunları hesaba kata- rak, kişiye en uygun etkiyi yerinde ve zamanında yapmaktır. Kişinin kalıtım yoluyla getirdiği özelliklerinden hareketle, onu güzel şekilde donatarak kendisine sağlıklı, den- geli ve mutlu bir hayat ortamı hazırlamaktır. Kur’an’ın eğitim- öğretim hedefleri, Kur’an ayetleri ışığında şu üç kategoride toplanabilir: . Özel hedef: Ferdin ıslahı İslam eğitimi açısından zihin ve nefis, insan davranışlarını yöneten üç merkez olarak kabul edilir. Modern eğitim anlayışı açısından bu görüşün garipsenmemesi ge- rektiğini söyleyen Suat Cebeci, konuyla alâkalı şunları söylemektedir: “Bu görüş, ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Çünkü modern eğitim anlayışında kalp ve nefis kavramları üzerinde durulmamaktadır. Modern eğitimcilere göre kalp, vücudun kan dolaşımının merkezinde pompa görevi yapan bir organdır. Nefis ise dinî terminolojide kullanılan soyut bir kavramdır. Bu açıdan kalp ve nefsin insan davranışlarının merkezi olduğuna dair açıklama inandırıcı değildir. Fakat İslam kaynaklarında ve İslam kültüründe bu kavramlara yüklenen anlamlar ve bu anlamlara dair açıklamalar, kalp ve nefsin insan davranışlarını yöneten merkezler olduğu fikrinin, eğitim açısından değerli bir yönü olduğunu göstermektedir.” Peygamberimiz, insanlara örnek olmak için, en ideal tutum ve davranışları yaka- lamak üzere şöyle dua etmiştir:“Allahım! Faydası olmayan ilimden, huşu duymayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.” Bu hadiste üç olumsuzdan kaçınma, aynı zamanda üç olumlu talebi ifade etmek- tedir: İşe yarayan bilgi, duyarlı kalp ve doyan nefis (kanaat, tok gözlülük). Bu üç noktadan hareketle olumlu tutum ve davranışların kazanılmasını eğitim açı- sından ele aldığımızda, işe yaramayan bilginin, zihin eğitimini; huşu duymayan kalbin, tutum ve davranış eğitimini; doymayan nefsin ise, nefis eğitimini öngördüğü söylenebilir. Bu üç temel yaklaşımla, İslam dininin üzerinde hassasiyetle durduğu şu üç temel hedefe ulaşılacaktır: - Zihin eğitimi ile iman, - Kalp eğitimi ile amel-i salih, - Nefis eğitimi ile güzel ahlak. İşte Kur’an, bu özel hedefleri gerçekleştirmek için, insan davranışlarım yöneten üç merkez olarak kabul edilen zihnin, kalbin ve nefsin eğitimini öngörür. . Yakın hedef: Toplumun ıslahı Kur’an’ın özel/bireysel hedefinin iyi insan yetiştirmek olduğunu açıklamıştık. Kur’an’ın toplumsal hedefi ise, iyi insanların oluşturduğu salih toplumu meydana ge- tirmektir. Toplum da fertlerden oluşmaktadır. Fertler iyi olursa toplum da iyi olur; toplumda huzur, saadet ve barış hâkim olur. Kur’an’a göre toplumu oluşturan insanlar, yani müminler birbirini seven kimselerdir. Birbirilerine iyiliği emreder, kötülük yapmaktan da sakındırırlar. Onlar kardeştirler. Birbirilerine karşı son derece merhametli, düşmanlarına karşı çetindirler. Akrabaya, ana- babaya iyilik ederler. Adaleti tesis ederler. Hayra çağırır ve hayırda yarışırlar. İman ederler ve salih amel işlerler. Birbirlerine sabrı ve hakkı tavsiye ederler. Doğru sözlüdürler. Kendileri ihtiyaç içinde olsa dahi kardeşlerini kendi ne- fislerine tercih ederler. Onlar, emin kimselerdir, verdikleri sözlere ve emanetlerine sadakat gösterirler. Allah’ın ipine sarılır ve birbirine kenetlenirler. Kendi menfaatlerini toplumun menfaatlerine feda ederler. Birbirlerini çekiştirmezler. İşte Kur’an’ın hedefi, eğitim- öğretim etkinlikleriyle böyle bir toplumu oluştur- maktır. Kur’an, bu hedefe doğru yürürken toplumun tamamını, özellikle de eğitimcilerini, idarecilerini sorumlu olarak görür. Bilgisine uygun duygu ve davranışta bulunmayan insan meyvesiz ağaç gibidir. . Uzak hedef: Cennet, ahiret saadeti Allah, insana birtakım donanımlar ihsan etmiş, hayatını sürdürebilmesi için her türlü nimeti kendisine lütfetmiştir. Bunun yanında kendisine sorumluluklar yüklemiştir. “Gerçek şu ki, biz (akıl ve irade) emanetini göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama sorumluluğundan korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O emaneti insan üstlendi;zaten o, daima haksızlığa ve akılsızlığa son derece meyyal biridir” ayeti bu gerçeği dile getirmektedir. Başka bir ayette de “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kul- luk/ibadet etsinler diye yarattım” buyrulmak suretiyle bu yaratılışın amacı ortaya ko- nulmaktadır. Kur’an’a göre, dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir. Asıl hayat ise ahiret hayatıdır. İnsanlar bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla ilerlemek, maddî ve manevî yeteneklerini geliştirmek, o kabiliyetlerini iyi yolda mı yoksa kötü yolda mı kullanacağını gösterecek bir imtihana tabi tutulmak için gönderilmiştir. Dünyaya imtihan için gönderilen insan, yaşadığı sürece çeşitli şekillerde denenecek, imtihandan geçirilecektir. Var oluşumuzun değişmez bir kuralıdır bu… Hayatımızın muhtelif dönemlerinde, sahip olduğumuz maddî- manevî varlıklar konusunda ve bize tanınan imkânlar çerçevesinde denenir, sınavdan geçiriliriz: Zengin, fakirlikle; sağlıklı olan, hastalıkla; genç, ihtiyarlık- la... Velhasıl hayatın bin bir çeşit dönemeçleriyle… Kur’an bu gerçeği “Hiç şüphesiz biz sizi, biraz korku, biraz açlık; bir de mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz. Sabredenlere müjdele” mealindeki fermanıyla dile getirmektedir. İşte Kur’anî eğitimin uzak hedefi, insanın yaratılıştan getirdiği zihinsel ve nefsî kabiliyetlerini, eğitim- öğretim etkinlikleriyle fikir hâlinden fiilî hâle dönüştürerek o kabiliyetleri, bilişsel duyuşsal ve davranışsal olarak her birini kendine mahsus usullerle çalıştırıp Allah’ın hoşnutluğunu kazandırmak ve insanı hem dünyada hem de ahrette huzur ve saadete ulaştırmaktır. Cennet ve ebedî saadet ise dünyada güzel amel ile im- tihanı kazanmanın, Allah’ı hoşnut etmenin mükâfatıdır. Bu itibarla insana düşen, yüce Rabbinin kendisini yaratma gayesine uygun olarak, O’na kulluk etmesi, tâbi tutulduğu bu ilahî imtihanı kazanmak için gayret göstermesidir. Bu gayreti neticesinde insan, kendisine Rabbinin müjdelediği bu ebedî mutluluğu elde edecektir. RAHMAN SURESİ’YLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER . İSMİ Müfessirlerin ortak kanaatine göre, sure, ismini ilk ayette geçen “Rahman” keli- mesinden almaktadır. Beyhakî’nin Hz. Ali’den rivayet ettiği bir hadiste bu sureye “Arûsu’l Kur’an” adı verildiği de belirtilmektedir. Resulullah (s.a.) “Her şeyin bir arûsu vardır. Kur’an’ın arûsu da Rahman süresidir” demiştir. Arapçada arus kelimesi birçok anlama gelmektedir. Ancak yaygın kullanımda damada da geline de arûs denilmektedir. Evet, ilk kelime olan “Rahman”, sureye ad olarak verilmiştir. Bu ad, surenin muhtevasıyla da alakalıdır. Zira surenin içinde baştan sona kadar Allah’ın rahmeti ve rahmetinin tezahürleri zikredilmiştir. Allah, ilk yaratılıştan hayat sona erinceye kadar, yani cennet ehli cennete; cehennem ehli cehenneme girinceye kadarki süre içinde var olan gizli ve açık bütün nimetleri bu surede sıralamıştır. Bunlar insan hayatının vazgeçilmezlerinden olan nimetlerdir. Bu nimetler tamamen Allah katındandır. Onun için Allah bu sureye kendi güzel isimlerin- den olan Rahman ile giriş yapmıştır. . NÜZUL ZAMANI Rahman Suresi, Hz. Osman’ın Mushaf’ındaki kronolojik sıralamaya göre ., Hz. Ebu Bekir’in cem ettirdiği elimizdeki Kur’an’a göre . suredir. Genellikle müfessirlerin tümü, bu surenin Mekkî olduğu görüşündedirler. Gerçi bazı rivayetler, İbn Abbas, İkrime ve Katâde’nin bu sureyi Medenî olarak niteledikleri şeklinde ise de, bu rivayetler diğerlerine ters düşmektedir. Ayrıca surenin muhtevası, diğer Mekkî surelerle kuvvetli bir benzerlik göstermektedir. Hatta bu benzerlikler, surenin Hicret’ten çok önceleri Mekke’de nazil olduğunu teyit etmektedir. Ancak Rahman Suresi’nin, Hicr ve Ahkâf surelerinden önce nazil olduğu bilin- mektedir. Yine başka bir rivayetten anlaşıldığına göre Rahman Suresi’nin, Mekke’nin ilk döneminde nazil olan surelerden biri olduğu kesinlik kazanmaktadır. Yine surenin nüzulüyle ilgili İbn İshak (ö. /) Urve b. Zübeyr’den şöyle bir olayı nakleder: “Bir gün Ashap, kendi arasında, Kureyşlilerin hiçbir zaman Kur’an’ı dinlememiş olduklarını ve dolayısıyla bir kez bile olsa onlara Kur’an’ı açıktan dinletecek olan şahsın kim olacağı hususunda konuşuyorlardı. Abdullah b. Mes’ud “Bu işi ben yaparım” deyince sahabiler, “Sana eziyet etmelerinden çekiniyoruz. Aramızda bu işi yapacak kimse öyle biri olmalı ki, kabilesi güçlü olsun; zira Kureyşliler kendisine bir zarar vermeye kalkıştıklarında, kabilesi onu savunur” dediler. İbn Mes’ud ise, “Siz bu işi yapmama izin verin, beni Allah muhafaza eder” dedi ve hemen ertesi gün sabahleyin Kureyş’in ileri gelenleri Harem-i Şerif’te sohbet ederlerken, O Kâbe’de Makam-ı İbrahim’e gitti ve Rahman Suresi’ni yüksek sesle okumaya başladı. Kâfirler önce İbn Mes’ud’un ne okuduğunu anlamadılar. Fakat kısa bir süre sonra O’nun, Allah’ın Resulullah’a indirdiği ayetleri okuduğunu fark edince, ona saldırıp yüzüne, gözüne vurmaya başladılar. Fakat O, buna rağmen Rahman Suresi’ni okumaya devam ederek, gücü yettiğince okumaktan vazgeçmedi. Sonunda oldukça perişan bir hâlde arkadaşlarının yanına dön- dü. O’nu bu hâlde görünce arkadaşları “İşte biz de bundan korkuyorduk” dediler. İbn Mes’ud ise şöyle cevap verdi: “Allah’ın düşmanlarını, karşımda bugünkü kadar zavallı görmedim. İsterseniz yarın yine gidebilirim.” Arkadaşları ona: “Bu kadarı yeterli. Sen onlara dinlemek istememelerine rağmen dinlettin” dediler.” Tüm bu ifadelerden ve rivayetlerden anlaşılan o ki, Rahman Suresi, Mekke’de hicretten önce nazil olmuş bir suredir. . NÜZUL SEBEBİ Kur’an, insanlığı doğru yola iletmek ve toplum hayatına yön vermek amacıyla in- dirilmiştir. Dolayısıyla onun asıl hedefi, insanlığın ahlakî, hukukî ve diğer alanlardaki ihtiyaçlarına cevap vermektir. Kur’an bu hedefini gerçekleştirirken bazen sözü edilen ihtiyaçlarla ilgili hükümler koymuş, bazen insanların ibret almalarını temin etmek için daha önce vuku bulan hadiselere yer vermiş, bazen de nüzul ortamında meydana gelen bir kısım olaylara ışık tutup mahiyeti merak edilen hususları açıklamıştır. Allah, her şeyi bir sebebe bağlamıştır. Bunların bazısını görebilir, bazısını da gö- remeyiz veya izah edemeyiz. İşte Kur’an’ın ayetleri de bu yönden iki kısma ayrılabilir: Birincisi Kur’an’ın ekseriyetini teşkil eden, bir sebebe bağlanamayan ve doğrudan doğ- ruya indirildiği söylenilen ayetler, ikincisi de belli bir sebebe bağlı olarak inen ayet- lerdir. İşte bir ayetin inmesine sebep olan olaya, konuya sebeb-i nüzul; gerek sebeb-i nüzulü gerekse ayetlerin inişi ile ilgili rivayetleri konu edinen ilme esbab-ı nüzul ilmi denir. Kur’an’ın her ayetinin mutlaka bir sebebe dayalı olarak indiğini söylemek zordur, hatta imkânsızdır. Gerçi sene gibi uzun bir zamana yayılmış olan nüzul sürecinde hemen her ayetin nüzulüne denk gelen bir hâdise mutlaka varsa da, bu konuda kaynak teşkil edecek rivayetler pek fazla mevcut değildir. Mevcutlar arasındaki ihtilâflar da birçok ayetin nüzul sebebi hakkında bizi şüphe ve tereddüde düşürmektedir. Rahman Suresi incelendiğinde, bu surenin, Allah’ın kullarına ihsan ettiği nimetleri bir bir saymak için indirildiği ve bu nimetlerin en kıymetlisinin de bütün nimetlerden önce beyan edilen Allah’ın kullarına Kur’an’ı öğretmesi olduğu göze çarpacaktır. Zira bu nimet dünya ve ahiret saadetinin kaynağıdır. Surede sebeb-i nüzulü rivayet edilen ayetleri şu şekilde ifade etmek mümkündür:. ayette “Göklerde ve yerde kim varsa O’ndan ister. O, her an yeni bir iş ve oluştadır” buyurulmaktadır. Mukatil b. Süleyman (ö. /) bu ayetin nüzul sebebi ilgili şunları ifade eder: “Yahudiler “Allah, cumartesi günü hiçbir şeye hükmetmez” dediler. Bu ayet, bunun üzerine nazil oldu. . KONUSU Rahman Suresi de, diğer Mekkî sureler gibi ayetlerinin kısalığı, kuvvetli vurguları ve fazlaca korku uyandırmasıyla temayüz eder. İtikat esaslarından biri olan tevhitten, ilahî kudretin delillerinden, nübüvvet ve vahiyden, kıyametten, cennet ve cehennemden, nimetlerden, şiddet ve korkulardan bahseder. Surenin girişinde Allah’ın büyük nimetleri sayılır. Bunlar din, vahiy, Kur’an’ın indirilmesi ve kullara öğretilmesidir ki, bu, en büyük nimettir. Sonra insanın yaratılışın- dan, vahiy ve Allah’ın kitabından bahsedilir. Daha sonra da, insanı diğer canlılardan ayıran “ifade etme” özelliği zikredilir ki, bu, insanın düşündüğünü konuşarak anlatma özelliğidir. Sonra güneş, ay, bitkiler, ağaçlar, ince dengelerle ayakta duran gökyüzü; meyve- ler, ağaçlar ve ekilmiş güzel kokulu mahsuller sayılır. Diğer taraftan elle tutulmayan, maddî olmayan başka bir varlık âlemine işaret edilir ki, o da cinler âlemidir. Tüm bunlara ilaveten, yüce Allah’ın apaçık kudretini gösteren deliller ilave edilirki, bunlar yüce Allah’ın topraktan samanlı hububatı ve reyhanı çıkarması, tatlı deniz ile tuzlu denizi ayırması, tuzlu sudan inci ve mercanı çıkarması ve denizlerin üstünde gemileri yürütmesidir. Sonra eşsiz güzelliğe sahip bu varlık âlemi nihaî olarak yok edilir, Allah’ın zatın- dan başka hiçbir şey kalmaz. Bundan sonra kıyamet âlemi, korku verici büyük hadise- ler, günahkârların akıbeti ve cehennem ateşine atılmalar başlar. Bu elem verici manzaraya mukabil ehl-i imanın, ashab-ı yemînin, Allah’ın huzu- runda durmaktan korkanların, ebedî cennetlerde nimetlere nail oluş manzarası gelir. Bu cennetlerde çeşit çeşit ağaçlar, gözeler, nehirler, meyveler, yumuşak ipek döşekler, yeşil yastıklar, huriler, huyu güzel, yüzü güzel kadınlar ve hizmetçi delikanlılar bulunur. Allah’ın kullarına ihsan ettiği bütün bu nimetler karşısında Allah’a hamt etmek münasip olacağından, sure “Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir” ayetiyle bitmiştir. Rahman Suresi, insanlarla birlikte, irade ve sorumluluk sahibi varlıklar olan cinlere de hitap eden Kur’an’daki tek suredir. Surenin özellikle ön plana çıkan ayrı ve dehşe- tengiz bir ahengi vardır. Ayetleri kısa kısa cümlelerden oluşmaktadır. Surede, kâinat sahasında Allah’ın açık ve gizli hâkimiyetinin delilleri açıklanmakta; sayısız nimetlerine ve sınırsız kudretine dikkat çekilmekte; bunun karşısında cinlerin ve insanların acziyet içerisinde Allah’a itaatten başka çareleri olmadığı bütün çıplaklığı ile ortaya konulmak- tadır. Onların sorumlulukları hatırlatılmakta ve itaatten yüz çevirirlerse karşılaşacakları kötü sonuçlar; boyun eğip, şeriatına uyarlarsa elde edecekleri hayırlı neticeler mucizevî bir üslupla dile getirilmektedir. Sure, konuları bir hitap tarzı ile ele almakta, coşku ve belagat dolu bir akış içerisinde, Allah’ın kudretinin mükemmelliği ve O’nun her şey üzerinde yaymış olduğu mutlak hâkimiyeti müthiş bir tablo hâlinde gözler önüne serilmektedir. Allah’a tâbi ola- rak işlenen iyilik karşılığında mükâfat olarak vaat edilen Cennet’in bir tasviri yapılmakta ve isyan etmenin karşılığında kazanılan Cehennem azabı ile insan ve cinler topluca uyarılmaktadır. Surede insanın kendinde ve dış dünyada görebileceği dinî ve dünyevî birçok ni- mete değinilerek, bunların sorumluluğunu idrak etmesi ve kulluk bilinci içinde hareket etmesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Cinlere ve insanlara müşterek hitaplarda bulunulmakta, nispeten kısa bir cehennem tasvirini takiben oldukça ayrıntılı bir cennet tasvirine yer verilmektedir. Surenin başlangıcında hitap insanlaradır; zira yeryüzünün hilafeti onlara verilmiş, peygamberler insanların arasından çıkmış ve semavî kitaplar yine insanların dilinde nazil olmuştur. Ancak . ayette insanlarla cinlere birlikte hitap edilerek, her iki varlığada aynı çağrı yapılmıştır. Bu sure bir hitabe biçimindedir. Coşku ve belagat dolu olan bu hitabede, Allah’ın kudretinin mükemmelliği, O’nun Cebbar ve Kahhar oluşu birer birer anlatılmıştır. Ceza ve mükâfat en ince ayrıntılarıyla beyan edilerek insanlara ve cinlere şöyle sorulmuştur:“Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” Bu surede, Allah’ın kullarına bahşettiği nimetlere, evrenin dört bir yanına serpiştirilmiş azametinin sahnelerine dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda Allah, insana karşı gös- terdiği özene işaret etmiştir. Ayetleri yalanlayanlara ağır eleştiriler yöneltilirken, şayet böyle devam ederlerse korkunç bir akıbete uğrayacakları kendilerine çarpıcı bir şekilde bildirilmiştir. Yine Allah’ın azabını hesaba katarak günahlardan sakınan muttakilerden övgüyle söz edilmiş ve kendilerinin sayısız nimetlere, güzelliklere kavuşacakları müjdesi veril- miştir. Onların karşılaşacakları nimetler ve huzurlu hayat, ayrıntılı tasvirlerle dikkatlere sunulmuştur. Allah’ın ayetlerini yalanlayanların ise, ahirette yaşayacakları dehşet ve korkunç azap tasvir edilmiştir. Kısa kısa cümlelerden oluşan bu surede işlenen muhtevayı ayetlere göre şu şekilde özetlemek mümkündür: - : Bu Kur’an Allah tarafından nazil olmuştur. İnsanlara hidayet vererek doğru yolu göstermek, Allah’ın rahmetinin bir gereğidir. İnsanları akıl ve şuur sahibi olarak yaratan da O’dur. - : Kâinatın tüm nizamı Allah’ın izniyle devam etmektedir ve O’na tâbidir. Bu konuda hiç kimsenin bir müdahalesi söz konusu değildir. - : Allah, bu kâinatın nizamını adalet üzere inşa etmiş; kullarından bu nizamın tabiî sınırları içinde kalmalarını ve kuralları bozup hududa tecavüz ederek dengeyi boz- mamalarını istemiştir. - : Allah’ın yaratmış olduğu harikulâde mükemmeliyete işaret edilerek, in- sanların gece ve gündüz yararlandıkları nimetlere dikkat çekilmiştir. - : İnsanlara ve cinlere hitap edilerek, evrendeki her şeyin geçici ve fani ol- duğuna, ancak Allah’ın zatının bundan müstesna bulunduğu gerçeğine dikkat çekilmiş- tir. Dolayısıyla küçük- büyük her mahlûk, varlığını sürdürebilmek için Allah’a muhtaç- tır. Çünkü evrendeki her olay, O’nun iznine ve emrine binaen vuku bulmaktadır. - : Her iki varlığa da (insan ve cin) yakında kendilerine hesap sorulacağı, hiç kimsenin ise bu sorgulamadan kaçamayacağı ve kurtulamayacağı bildirilmektedir. Çünkü Allah, insanları ve cinleri her tarafından kuşatmıştır. - : Hesabın, kıyamet gününde gerçekleşeceği vurgulanmaktadır. - : Suçlu olan insanların ve cinlerin kötü akıbetleri bildirilmiştir. - : İnsanlara ve cinlere verilecek olan mükâfattan bahsedilerek, bu mükâfatın kendilerine, dünyada iken Allah’tan korktukları ve bu idrak içerisinde yaşadıkları için verileceği söylenmiştir. . DİĞER SURELERLE İLİŞKİSİ Bu surenin önceki surelerle irtibatı şu hususlarda ortaya çıkar: Evvela, surenin kendisinden önce gelen Kamer Suresi’yle bağlantısına değinelim. . Bu sure, tamamıyla bundan önceki surenin son kısmının bir şerhi ve tafsilatıdır. Kamer suresinde günahkârların göreceği azap, ateşin korkunçlukları ve kıyametin acı tarafları; muttakilerin nail olacağı mükâfatlar, cennet ve cennet ehlinin tavsifi icmalen yapıldıktan sonra, bu surede de önceki sureden gelen icmaldeki tertibe uygun olarak kıyamet, cehennem ve cennet hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. . Allah önceki surede Nuh, Hud, Salih ve Lut kavmi ve Firavun’un avenesi gibi geçmiş milletlerin başına inen felâket çeşitlerini zikretmişti. Burada ise bütün insanların kendilerinde ve dış dünyalarında, nail oldukları dinî ve dünyevî nimet çeşitleri zikredilmektedir. Önceki sure Allah’ın kudret, azamet ve heybetine delâlet eden Ay’ın ikiye bölünme hadisesi zikredilerek başlamıştı. Bu sure de Allah’ın rahmet ve merhametinin bir tezahürü olan Kur’an’ın indirilmesi ile başlamaktadır. . Önceki sure Allah’ın heybet ve azametine, yüceliğine delâlet eden iki sıfatı yani “Melik” ve “Muktedir” sıfatlan beyan edilerek bitmişti. Bu sure ise bu sıfatlarına ya- kın bir sıfat olan “Rahman” ile başlamış, O’nun yerde ve gökte insana yaptığı ihsanının, nimetlerinin ve rahmetinin tecellilerini beyan ederek devam etmiştir. Allah, kâfirlere ve facirlere karşı azizdir, çetindir ve muktedirdir; iyilere karşı ise merhametlidir, ihsan edicidir ve affedicidir. Rahman Suresi’nden sonra gelen Vakıa Suresi de kıyamet, cennet ve cehennemi anlatmada Rahman Suresi’yle kardeş gibidir. Rahman Suresi’nde, kıyamet hâlleriyle ilgili olarak sadece göğün yarılmasından söz edilirken, Vakıa Suresinde yerin sarsılması zikredilir. Dolayısıyla bu iki sure, birbi- rine bağlı olmaları açısından sanki bir sure gibidir. Bunun içindir ki, zikrettikleri şeylerin sıralanışı birbirlerinin aksinedir. Rahman Suresi’nin sonunda zikredilen şeyler, bu surenin başında; onun başında zikredilen şeyler bu surenin sonunda zikredilmiştir. Rahman Suresi, Kur’an’ı zikrederek açılış yapmaktadır. Sonra güneş, ay, bitkiler, insanın yaratılışı, cinlerin halis ateşten yaratılması, kıyamet, cehennem ve cennet zikredilir. Vakıa Suresi ise, kıyameti zikrederek başlar. Sonra cennet, cehennem, insanın yaratılışı, bitkiler, su, yıldızlar ve en son Kur’an zikredilir. Velhasıl bu sure, Rahman Suresi’nin mukabili ve sonun başa çevrilmesidir. RAHMAN SURESİ’NDE KULLANILAN EĞİTİM YÖNTEMLERİ Yöntem kelimesi, dilimize Fransızcadan geçen metot kelimesinin karşılığı olarak kullanılan bir kelimedir. Türkçede usul, yol, tarz gibi kelimeler de yöntem kelimesinin anlamdaşı olarak kullanılmaktadır. Bir eğitim kavramı olarak ise yöntem, belli bir sonuca ulaşmak; bir problemi çözmek; herhangi bir işi görmek ve bir teşebbüsü sonuçlan- dırmak için bilinçli bir şekilde seçilen ve izlenen yol ve başvurulan teknik, usul ve metot demektir. Kelimenin anlamlarından hareketle yöntem, “Ulaşılmak istenilen hedefe en emin ve kestirme yollardan varılmak için, önceden bilerek, şuurlu bir şekilde planlanmış ve programlanmış yoldur” şeklinde de tarif edilebilir. Yöntemin eğitim ve öğretime uyar- lanmış şekline de “eğitim- öğretim yöntemi” denilebilir. Eğitimde yöntem, öğrencileri, öğretimin amacına ulaştırmak için takip edilmesi gereken en doğru, en emin ve en kısa yoldur. Bu tarife göre, öğretim sırasında dikkate alınan metot, teknik, ilke ve kavramlar, hep öğretim yönteminin içine girmektedir. Eğitim yöntemleri şu şekilde sıralayabiliriz: . Anlatma (Takrir) Yöntemi, . Soru-cevap (İsticvap) Yöntemi, . Karşılaştırma (Mukayese) Yöntemi, . Problem Çözme Yöntemi, . Tartışma (Münakaşa) Yöntemi, . Gezi- Gözlem Yöntemi, . Teşbih (Benzetme) Yöntemi, . Öğüt verme (Telkin) Yöntemi, . Gösteri (Demonstrasyon) Yöntemi, . Rol Oynama (Drama) Yöntemi, . Grup (Küme) Çalışması Yöntemi, . Pekiştirme (Teşvik) Yöntemi, . Buldurma (Sokrates) Yöntemi, . Örnek Olay İncelemesi Yöntemi . Beyin Fırtınası Yöntemi . Temsil Yöntemi . Tedriç Yöntemi . Akıl Yürütme ve Gözlem Yöntemi . Betimleme (Tasvir) Yöntemi . Öğüt Yöntemi, . Ödül- Ceza Yöntemi, . Yaşayarak Öğretme Yöntemi, . Tekrar Yöntemi. Rahman Suresi’nde bu yöntemlerden, soru- cevap, karşılaştırma, teşbih, temsil, tekrar, tedriç, akıl yürütme ve gözlem, betimleme, öğüt ve ödül- ceza yöntemleri kulla- nılmıştır. Şimdi bu yöntemler ve suredeki kullanımları ile ilgili ayrıntılı bilgilere geçebiliriz. . SORU CEVAP (İSTİCVAP) YÖNTEMİ Soru, bilgi edinme ve edindirme yollarından biridir. Soru sormak bir ustalık işidir. Soruyu anlamak ve istenen cevabı vermek de zihinsel kabiliyet işidir. Eğitimde anlatma (takrir) yönteminden sonra en çok kullanılan bu yöntem, eğitim kavramında meydana gelen çağdaş değişikliklere rağmen önemini hâlâ korumaktadır. Soru cevap yöntemi, cevap almak amacıyla soru sormak demektir. Başka bir deyişle, bu yöntem, öğretici/mesaj verici konumunda olanın, alıcılara/öğrenicilere birtakım sorular sorması ve bu sorulara aldığı cevapları eleştirerek öğretim yapması anlamını taşır. Bu yöntem, yaratıcı düşünmeye, kişisel girişim yeteneğinin gelişmesine; serbest konuşma ve tartışmaya; muhakeme, tasavvur ve araştırmaya imkân verir, fırsat hazırlar. İnsanın soru sorması, neyi öğrenmek istediğini ve probleminin ne olduğunu göstermesi bakımından da önem taşır. Çünkü herkese her şeyi öğretmek, imkânsız olmasının yanında gereksizdir de… İnsan, soru sormak suretiyle, bilgi bakımından nelere muhtaç olduğunu göstermiş olur. Hiç kuşkusuz bu, eğitimcinin işini kolaylaştırır. Prog- ramını ona göre hazırlayan eğitimci, eğittiği kimselerin kafalarını lüzumsuz bilgilerle doldurma yanlışlığından kurtulmuş olur. “Merak, ilmin hocasıdır” atasözü, soru sormanın ilim öğrenmedeki değerini bildiren veciz bir ifadelerdendir. Soru- cevap, İslam âleminde de Asr-ı Saadet’ten beri kullanılagelen bir yöntem- dir. Hz. Muhammed (s.a.v.) döneminde başlayan mescit eğitim- öğretimiyle, daha sonra kurulup gelişen medreselerde de asırlarca bu yöntemden istifade edile gelmiştir. Yine, mahalle ve sübyan mekteplerinde çocuklara dinî esasları öğretirken de soru cevap yöntemi kullanılmıştır. Çocukların basit dinî kuralları ezberlemeleri şeklinde uygulanan bu tekniğe “ilmihâl usulü” denilirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, dinin pek çok esasını, ashabının sormuş olduğu sorulara cevap vermek suretiyle öğretmiştir. Ayrıca O, ashabını, karşılaştıkları meseleleri, öğrenmek istedikleri konuları ve dinin hükümlerini sorma noktasında teşvik etmiştir. İncelendiğinde görülecektir ki, soru-cevap yöntemi, Kur’an’ın çokça kullandığı bir eğitim- öğretim yöntemidir. Kur’an, soru sorarak öğrenmemizi, yani eğitimde soru-cevap yöntemini kullanmamızı ister Kur’an, insanların bilmediklerini, bilenlerden sorarak öğrenmelerini tavsiye, hatta teşvik etmektedir. Ayrıca Kur’an, “Bilene, ehline sorun” demekle hem ihtisasa önem vermekte, hem de sormak kadar, ehline sormanın da önemli olduğunu ifade ederek yol göstermektedir. Rahman Suresi incelendiğinde, surenin deyim yerindeyse vitrinini teşkil eden ve defa tekrarlanan “Şimdi rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?” ayeti, soru ce- vap yönteminin kullanıldığı en çarpıcı ayet olarak karşımıza çıkmaktadır. Surede tekrarlanan bu ayet ile ilgili müfessirlerimizin çoğu, birbirine yakın olmak üzere birçok görüş serdetmiştir. Öncelikle müfessirler, ayette geçen ve tesniye siygasıyla ﴾ ﻥﺎﺑﺬﻜﺗ ﴿ olarak zikredilen ifadenin muhatapları ile ilgili açıklamalarda bulunmuşlar, sonra bu yalanlama işinin ne anlama geldiğini ifade etmeye çalışmışlardır. Allah, burada insanlara ve cinlere, asıl yapmaları gerekenin kendilerine verilen nimetlere karşı şükretmek ve üzerlerine düşen sorumluluklarını yerine getirmek olduğunu belirtip, nankörlük etmelerinin yanlış olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca onlara tavsiyede bulunarak, âdeta “Gelin, bu yanlışınızdan dönün. Bakın, ben size nimetlerin türlü türlüsünü veriyorum. Onların kıymetini bilin” diyerek kullarını uyarmaktadır. Bu da Hak Teala’nın yarattıklarına karşı ne kadar müşfik olduğunu bizlere bir kez daha göstermektedir. Burada belirtilmesi gereken bir husus da şudur: Dikkat edilirse sorulan bu soru- nun cevabı verilmemekte, bunun yerine her sorudan sonra farklı konular sıralanmaktadır. Buradan da anlaşılıyor ki, kullanılan bu soru üslubuyla insanların zihinleri açılmaya ve dikkatleri bir yöne çekilmeye çalışılmaktadır. Zaten yukarıda da ifade edildiği üzere, soru cevap yönteminin faydalarından biri de dikkatleri uyarmasıdır. Surede soru cevap yöntemine yer verilen bir diğer ayet . ayettir. Bu ayette Allah “İyiliğin/ihsanın karşılığı ancak iyilik değil midir?” diye bir soru yöneltir. Öyleyse inanan bir insana düşen iyilik yapmaktır, iyilikte bulunmaktır. Hatta inanan, kendisine kötülük edenlere dahi iyilik de bulunabilmelidir. İnsanlar iyilik yaparsa, elbette Allah onların iyiliğine daha büyük bir iyilik ile karşılık verecektir. “Güzel iş yapanlara karşılık olarak daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır”ayeti bunu açıkça ortaya koymaktadır. Hâl böyle olunca, bir müminin yalan söylemesi, insanları kandırması, Allah’ın emirlerini yerine getirmede tembellik yapması, zararlı olduğunu bildiği bir eylemi ger- çekleştirmesi, yeryüzünde fitne ve fesada yönelmesi ve çevresindekilere zulmetmesi asla mümkün olmayacaktır. Böylece her an ve her zeminde Allah tarafından ihata edil- diğinin şuurunda olan mümin, Allah’tan başkasına asla teveccüh etmeyecek; daraldığı, bunaldığı zaman da Allah’tan başkasını imdadına çağırmayacaktır. Bir de, Rabbinin kendisine bu kadar yakın olduğunu bilen ve bunun bilincinde olan bir mümin, kendisini daima kuvvetli hissedecek ve şartlar ne olursa olsun hiç bir şeyden ve hiç kimseden korkmayacaktır. KARŞILAŞTIRMA (MUKAYESE) YÖNTEMİ Lügatte, “Bir şeyin diğer bir şeyle benzer ve farklı taraflarını ortaya çıkarmak için, onları karşı karşıya getirip incelemek, değerlendirip sonuç çıkarmak anlamına ge- len” karşılaştırma, Kur’an’da, insanların zihinlerinin açılması ve onların doğruyu yanlıştan ayırt edip gerçek mutluluğa ulaşabilmeleri için kendisine sıkça başvurulmuş bir yöntemdir. Aynı zamanda bir bilgi edinme yolu olan karşılaştırma, Kur’an’da daha çok sorular şeklinde yapılmış, bu suretle zihnin konu üzerinde yoğunlaşması sağlanmıştır. Böylece muhakemeye geçen zihin, başka bir yolun olmadığını görerek hakkı ikrara mecbur kalmaktadır. Karşılaştırmanın Kur’an’da pek çok örnekleri vardır. Verilen bu örneklerde şu üç unsurun göze çarptığı görülür: Bilgi, işlem ve sonuç. Kur’an’da karşılaştırmaların yapıldığı ayetlerin sayısı oldukça fazladır. Bu ayet- lerde bazen dünya ile ahiret, bazen cennetle cehennem, bazen müminle kâfir, bazen görenle görmeyen, yukarıda ifade edildiği üzere bazen de bilenle bilmeyen karşı karşıya getirilerek birbiri aralarında kıyaslanır. Rahman Suresi’ne bakıldığında karşılaştırmaların yapıldığı birçok ayet-i kerime karşımıza çıkacaktır. İlk olarak . ayet ile . ayeti ele alalım. Bu ayetlerde insan ile cinler karşılaştırılmaktadır. . ayette “Allah insanı, pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı” denilerek insanın yaratıldığı madde belirtilmekte, . ayette ise “Cinleri de yalın bir alevden yarattı” buyrularak, cinlerin yaratıldığı maddenin yalın bir ateş olduğu bildirilmekte ve her iki varlığın yaratıldığı maddeler karşılaştırılmaktadır. . TEŞBİH (BENZETME) YÖNTEMİ Kur’an bir irşat kitabıdır. İrşadın tam ve faydalı olmasının birinci şartı, verilen mesajın insanların seviyelerine uygun olmasıdır. Zira insanların birçoğu hakikatleri çıp- lak hâlleriyle idrak edemezler; onları ancak malum bir üslup ve elbise altında görebilir- ler. Bunun içindir ki, Kur’an, ince, derin ve yüksek hakikatleri teşbihler, misaller ve istiarelerle tasvir ederek insanların anlayışlarına uygun hâle getirmiştir. Teşbih ile anlatım, eğitimde de çok önemli bir görev üstlenmiştir. Bütün insanları bir meseleyi anlamada aynı düzeye sahip değildirler. Bazı insanlar konuları kısa sürede kavrayabilirken, bazı insanlar da meseleleri çok geç kavrar, hatta kavrayamazlar. Dolayısıyla bir mesele, bütün insanlara aynı kavramlarla anlatılamaz. Anlatılsa da herkes anlayamaz. Hâl böyle olunca, farklı kavramları, özellikle anlaşılması güç kavramları, bilinen kavramlara benzeterek anlatmak daha tesirli olacaktır. Bu açıdan bakıldığında teşbih, eğitimde çok önemli bir öğedir. Teşbih, Kur’an’da kendisine çok sık başvurulan yöntemlerden biridir. “Kur’an’ın hemen her sayfasında bir teşbih vardır” denilirse, mübalağa edilmiş olun- maz. Kur’an’daki teşbihlere bir iki örnek vererek asıl mevzuumuz olan Rahman Suresi’ndeki teşbihlere geçmek istiyoruz. Mesela, Bakara suresi . ayette yer alan ve genellikle İslam karşıtlarınca saptı- rılarak bir saldırı vasıtası olarak kullanılmak istenen ifade şudur:“Kadınlarınız, sizin için bir tarladır.” Bu ayette “tarla” olarak çevrilen “hars” kelimesi, “ekinlik, ekim yeri, mezra” an- lamında olup, bununla kadının kadınlık uzvu toprağa, erkeğin nutfesi tohuma, doğacak çocuk da mahsule benzetilmiştir. Şu ayet-i kerime de kadınlarla ilgili beliğ bir teşbihtir:“Onlar (kadınlar) sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.” Yani, elbise gibi yekdiğerinize sarılır, sarmalaşırsınız. Elbisenin ayıpları örtmesi, insanları soğuk ve sıcaktan koruması gibi, her biriniz diğerinin hâlini örter, iffetini mu- hafaza eder ve birbirinizi günah işlemekten korursunuz. Rahman Suresi’ndeki teşbihleri şu şekilde göstermek mümkündür: . ayet-i kerimeden başlanacak olunursa; ayette “İnsanı testi gibi ses veren kupkuru çamurdan yarattı” buyurulur. Burada geçen “salsal” ifadesi, kupkuru çamur, sesi işitilebilen kurumuş çamur demektir. Allah, onu pişen testiye (seramiğe) benzetmektedir. “Allah’ın bu buyrukları ile başka yerde zikredilen “Şekil verilmiş çamurdan”, “Yapışkan bir çamurdan” ve “Topraktan” buyrukları arasında bir aykırılık yoktur. Çünkü bunlar arasında mana itibariyle bir ittifak söz konusudur. Zira bunlarına hepsi Allah’ın insanı topraktan ya- ratmış olduğunu, sonra bunu çamur hâline getirdiğini, sonra balçığa çevirdiğini ve daha sonra ses veren bir balçığa dönüştürdüğünü ifade etmektedir.” Ayette öne çıkan çok önemli bir husus vardır ki, o da şudur: Allah’ın insanı ses veren bir balçıktan yaratmış olduğunun söz konusu edilmesi ile hâlen görülen insan türünün bir başka yaratığın tekâmül etmiş şekli olduğunu ileri sürenlerin, yani evrimcilerin kanaatleri bir şekilde reddedilmektedir. . ayette Allah, “Denizde koca dağlar gibi akıp giden o görkemli gemiler de O’nundur” buyurmaktadır. Burada gemiler, dağlara benzetilmiştir. Büyüklükleri itiba- riyle dağları andıran ve denizde yapılan gemilerin Allah’ın olduğu ifade edilmektedir. Allah, bu ayette, beldeden beldeye, bölgeden bölgeye ve kıtadan kıtaya seyredip giden, içlerinde insanları ve onların muhtaç oldukları çeşitli şeyleri taşıyan gemilerin, ancak kendi emriyle seyrettiğini ve bunların, insanların hizmetine sunulan nimetlerden olduğunu bildirmektedir. Bu ayette birden çok Kur’anî mucize bulunmaktadır. Ayet, bizlere Allah’ın eşyayı insanın emrine vermiş olduğunu hatırlatmaktadır. Bunun sonucunda insan, bu dünyada taşımak, yolculuk ve birtakım şeyleri taşıyıp getirmek gibi birçok menfaatlerine yar- dımcı olan bu muazzam gemileri yapabilmiştir. . ayette, “Gök yarılıp da eriyip kızarmış yağ/kırmızıya boyanmış deri gibi bir gül hâline geldiği zaman” ifadesiyle kıyamet gününde göğün yarılacağı, renginin deği- şip kızaracağı ve âdeta bir boya veya deri hâline geleceği beyan edilmiştir. Burada da göğün durumu kızarmış yağ rengindeki güle benzetilmiştir. Rahman Suresi’nde teşbih yönteminin kullanıldığı bir diğer ayet de . ayettir. Bu ayette Cenab-ı Hak, . ayet-i kerimede geçen ve “Orada bakışlarını sadece eşlerin çevirmiş dilberler vardır. Onlara eşlerinden önce ne bir insan ne de bir cin dokunmuş- tur ” şeklinde nitelendirdiği hurileri . ayette yakut ve mercana benzetmektedir. Allah, cennetteki hurileri insanların dünyada iken en çok istedikleri şeylere benzeterek zikretmiştir. Ayrıca bunları insanın hayal bile edemeyeceği bir şekilde vasıflandırmıştır. Böylelikle, hem insan hemde cinlere, “Bakın! İşte cennet sizin hayal bile edemeyeceğiniz şeylerle bezeli. Dünyanın aldatıcı güzelliklerine kanıp da yanlış yola gitmeyin. Rabbinizi unutmayın. Emirlerime uyup sorumluluklarınızı yerine getirin. Sizi aldatan o güzelliklerin çok çok daha fazlasını ben size vereceğim” mesajını vererek, insanın hedefini son derece cazip bir şekle sokmuştur. Yani teşvik yöntemini kullanmıştır. Bu da bizlere, eğitimde amaca ulaşabilmek için konulacak hedefin ve yapılacak teşviklerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermektedir. . TEMSİL (BENZETİŞİM) YÖNTEMİ Surede kullanılan bir diğer eğitim yöntemi de temsil yöntemidir. Temsilin kelime anlamı, “Bir şeyin aynısını veya benzerini yapmak, sunmak ya da tasvirini yapmak- tır.” Bir başka ifadeyle temsil, anlaşılması güç bir durumu, daha belirgin ve çok bili- nen benzeriyle anlatmaktır. Soyut kavramların somut olaylarla canlandırılıp şekillendi- rilmesi de bir temsildir. Temsilde kavramın veya durumun kendisi değil, benzeri söz konusudur. Bazı belagat bilginleri teşbih ile temsil arasında bir fark görmez. Ancak, manada yakınlık aynı anlamı taşımayı gerektirmediğinden, genellikle ayrım cihetine gidilmiştir.Çok cihetle yapılan teşbihe, temsil denir. Temsilin en önemli özelliği ise, az öncede ifade edildiği üzere, hissî bir şeyi aklî bir şeyle, sanal bir şeyi gerçek ve mevcut bir şeyle tasvir etmektir. Diğer taraftan, fikirlerin daha iyi anlaşılması için, bazı kavram ve düşüncelerin misalle anlatılmasına temsil yöntemi denir. İnsanların kavramakta zorlandıkları Allah’ın sıfatları, peygamberlik, vahiy, ahiret hayatı, cennet, cehennem, melek vb. soyut kavramları anlatabilmenin en kolay yolu, somut olaylardan veya varlıklardan benzerlerini bulup göstermek suretiyle anlatmaktır. Bazı bilgileri daha etkili ve çarpıcı bir şekilde sunmak ve zihinlerde yer etmesini sağlamak için de yine temsile başvurulur. Temsil yönteminin eğitim- öğretim faaliyetlerindeki faydalarını şu şekilde açık- lamak mümkündür: * Anlamların zihinlere yerleşmesi için, duygular dünyasında bir model oluşturur. * Uzağı yaklaştırır. * Kapalı manaları açar. * Mücerret (soyut) fikirleri, herkesin anlayacağı şekilde müşahhas (somut) hâle getirir. Kur’an, çok fazla mükâfat fikrini ise şu temsille anlatır: “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” Kur’an, kötü olarak kabul ettiği bir amelden insanları vazgeçirmek için de şu şekilde etkili bir temsil getirir: “Ey inananlar! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Başkasının kusurlarını araştırmayın. Birbirinizi çekiştirmeyin. Biri- niz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksindiniz değil mi? Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, tövbeyi çokça kabul edendir, çokça merhamet edendir.” Hz. Muhammed (s.a.v.) de sözlerinin iyi anlaşılması, hatırlanmasının kolay ve te- sirli olması için konuşmalarında sık sık temsile yer vermiştir. Aşağıdaki hadis, Hz. Pey- gamberin kullandığı temsil yöntemine güzel bir örnektir: “Kur’an okuyan müminin misali kokusu güzel, tadı hoş portakal gibidir. Kur’an okumayan müminin misali de kokusu olmayan lezzetli bir hurma gibidir. Kur’an okuyan münafıkların misali ise, kokusu güzel, fakat tadı acı olan fesleğen gibidir. Kur’an oku- mayan münafığın misali ise kokusu bulunmayan, tadı da acı olan Ebu Cehil karpuzu gibidir.” . TEKRAR YÖNTEMİ Hayatımızda öğrenmemiz gereken her şey, herkesin bir bakışta, bir deneyişte öğ- renebileceği şeyler değildir. Keza insanların tamamının zihnî seviyeleri de her şeyi bir deneyişte öğrenecek seviye de değildir. Yani öğrenme konularının hepsi aynı kolaylıkta olmadığı gibi, öğrenecek kimselerin yetenekleri de aynı olmaz. Bir kısım insanlar öğ- renme konularını bir defada öğrenirken, diğer bir kısmı ise bunu başaramamaktadır. Bu durumda tekrar ve egzersiz gündeme gelmektedir. Tekrar, “ilk defa yapılan bir işin veya söylenen bir fikrin ikinci defa yapılması” olarak tanımlanmaktadır. Belagatçiler, tekrarı, “lafzın mana üzerine defalarca delalet etmesi” şeklinde tarif etmektedirler. Tekrarı şu şekilde tanımlamak da mümkündür: “Tekrar, anlamı kuvvetlendirmek veya pekiştirmek, anlatılmak istenen şeyi etkili, sü- rekli değişik ve ilgi çekici bir biçimde kılmak için, seslerin, birtakım hecelerin, kelime- lerin aynen veya değişiklikler içinde sıralanmasıdır.” İnsan ruhu kendisine söylenenlerden etkilenecek duyarlılıkta yaratılmıştır. Ne varki, bu etki, süreli ve geçici bir nitelik arz etmektedir. Bu itibarla ruha söylenen şeylerin tekrarı gerekir. Ayrıca tekrar, unutkanlığa karşı hafızayı güçlendirme yollarından biridir. Kur’an’da, üzerinde ciddiyetle durulması gerekli görülen önemli meseleler, de- vamlı olarak tekrarlanmıştır. Böylece Kur’an, insanların asî tabiatlarına ve ürkek nefis- lerine nüfuz eden bir yol bulmuş, onları kendine ısındırmış ve böylece bir sulh ve sükûn ortamı hâsıl olmuştur. Kur’an’ın, tevhit akidesini yerleştirmek, şirk yarasını da tedavi etmek için, birkaç defa, bazen açıklamalar yaparak, bazen imalarda bulunarak; bazen kısa, bazen de uzunca bu tekrar vasıtasını kullanmış olması, bunun en güzel örneklerinden biridir. Kur’an, bu yöntemi uygularken tekrarı iki şekilde yapmaktadır: . Konuların tekrarı, . İfadelerin tekrarı. Özellikle belli konular ve bazı kıssalar Kur’an’da çokça zikre- dilirken, bunlarda ana fikir aynı kalmakta, fakat ifade biçimi ve üslup değişmektedir. Bazen de aynı ifadeler herhangi bir değişiklik yapılmadan tekrar edilmektedir. Örneğin, Kur’an’da Allah’ın kudreti ve sıfatları, cennet, cehennem, ahiret günü, akıl, kibir, cihat, cimrilik, doğruluk, dostluk, dünya hayatı, fesatçılık, Firavun, fitne, gayb, hayat, İslam, zekât, Yahudiler, kâfirler, kâinatın yaratılışı, Kur’an, melekler, münafıklar, müşrikler, namaz, İbrahim, Musa, Nuh ve nübüvvet gibi konular, çokça tekrar edilen ve üzerinde durulan hususlardır. Hemen her defasında değişik yönleri ile ele alı- nan bu konularda ana fikir genellikle değişmemektedir. Aşağıda ayrıntılarıyla açıklaya- cağımız üzere Rahman Suresi’nde geçen “O hâlde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?” ayetiyle, yine Kur’an’ın pek çok yerinde tekrarlanan, Allah’ın işitici, bilici, görücü, bağışlayıcı, merhametli, hikmet sahibi vs. olduğunu ifade eden ayetler bu çerçevede değerlendirilebilir. Bilinmelidir ki, bir konu, bilgi veya düşünce, körü körüne, bir makine gibi değil;insanların ilgi, ihtiyaç ve durumlarına göre tekrarlanırsa amaca hizmet edecektir. Tebliğ ve tavsiyenin güzelliği yönünden önemli olan husus, temel konuyu muhafaza edip onu her defasında çeşitli şekil ve ifadelerle tekrarlamak, böylece tekrarın bıktırıcı olmamasını sağlamaktır. Bu yüzden Kur’an, konuları ve kıssaları tekrar ederken, her tekrarda durum ve ihtiyaca göre, farklı üslup ve ifadelerle ya da konuların değişik bölümlerini sunmaktadır. Bu sayede ilgi ve dikkat uyanık tutulmakta, hafızanın onu daha rahat kav- raması ve tutması sağlanmaktadır. Kur’an’ın, inişi sırasında öncelikle yetişkinlere yönelik olduğu ve yetişkinlerin de bilgi edinmek için daha uzun bir zamana ihtiyaç duy- dukları dikkate alınırsa, Kur’an’daki bu tekrarların anlamı ve önemi daha iyi anlaşılır. Rahman Suresi’ne bakıldığında hemen göze çarpan, surenin gerek okunuşunda gerekse anlamında farklılık oluşturan “Şimdi Rabbinizin hangi nimet- lerini yalanlıyorsunuz?” ayeti Kur’an’ı Kerim’de geçen tekrarların en meşhur olanıdır. Aynı ayet, surenin farklı yerlerinde defa zikredilerek muhatapların dikkati çekilmekte ve onların içerisinde bulunduğu nimetleri idrak etmeleri istenmektedir. Genel tekrarlar ve lafız tekrarları konusunda en fazla görüş, Rahman Suresi’ndeki tekrarlara yöneltilmiştir. Bu bakımdan, Kur’an ilimleri otoriteleri, söz konusu tekrarlara özellikle yer vermiş; Arap dilinin belagat kaidelerine ve tefsir usulüne göre bunları izah etmiştir. . TEDRİÇ YÖNTEMİ Tedriç, “Bir insanı bir nesneye derece derece, teenni ile vardırmak ve yakınlaş- tırmak anlamında kullanılmaktadır.” Eğitimde ise kime neyin, ne kadar zamanda verilmesi gerektiğini ifade eder. İnsanın diğer yetenekleri gibi aklî yetenekleri de sınırlıdır. O, her şeyi algılama gücüne sahip değildir. Algılayabileceği bazı şeyleri de bir zaman içinde algılamak du- rumundadır. İnsandan her şeyi birden algılayıp öğrenmesini istemek onu tanımamak demektir. Bir zaman içinde algılayabileceği şeylerde bile zorluk çekebileceğini ve zaman zaman sıkılıp bunalabileceğini düşünmek gerekir. Bu itibarla gerek öğrenme, gerek öğretme süresinde bu gerçeği, yani insanın gücünün sınırsız olmadığını düşünmek lazımdır. Bu da eğitimde tedriç yöntemini gündeme getirir. İnsan gerçeğinden hareket eden Kur’an, tedriç yöntemini esas almıştır. Bunu, onun yıllık bir süreç içinde insanlara ulaşmış olması olayında gördüğümüz gibi kendi ifadelerinde ve uygulamalarında da görmekteyiz. Bu yöntemiyle Kur’an, getirmiş oldu- ğu yeni prensipleri insanlara kolayca kabul ettirmiş, eski kötü alışkanlıklarından vazge- çirmiş ve toplumda büyük bir ıslahata muvaffak olmuştur. Ancak son noktayı koyduktan sonra da asla geri adım atmamış, ortaya koyduğu ilkelerinden vazgeçmemiştir. Kur’an’ın tedricen indiğine dair şu ayetler delil olarak gösterilebilir: “Kuran’ı, in- sanlara ağır ağır okuman için, bölüm bölüm indirdik ve onu gerektikçe indirdik.” “İnkâr edenler, “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz, Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır oku- duk.” Kur’an’ın indirilmesini ifade etmek için “inzal” yerine “tenzil” kelimesinin kulla- nılması da, onun tedricen indirildiğine işaret etmektedir. Çünkü lügat âlimleri tenzil kelimesini tedricen inmeler için kullanmaktadırlar. İnzal ise, daha genel bir mana ifade etmektedir. Hamdi Yazır, bu kelimeleri izah ederken şunları zikretmektedir: “Tenzil ve inzal, her ikisi de indirmek demek ise de, tenzil, teksir ifade eder. Onun için bir- den indirmeye inzal, ceste ceste birçok defada indirmeye de tenzil denir.” Kur’an’ın tedricen inmesinin şüphesiz birçok hikmeti vardır. Resulullah’ın kalbi- nin tespit ve takviye edilmek istenmesi, Kur’an’ın hıfzının, anlaşılmasının ve kabulünün kolaylaştırılmak ve çabuklaştırılmak istenmesi bu hikmetlerin önde gelenleridir. Yine Kur’an’ın Allah katından geldiğini, onun Allah kelamı olduğunu göstermek de başlıca hikmetlerdendir. Hz. Aişe’nin bu konudaki şu mühim tespitini bize nakletmektedir: “Kur’an’da ilk nazil olan sure, Mufassal’dan (kısa surelerden) içinde cennet ve ateş zikrolunan bir suredir. Nihayet insanlar İslam’a döndükleri zaman, helâl ve haram nazil oldu. Şayet evvela “Şarap içmeyin” yasağı inseydi, insanlar elbette “Biz ebediyen şarabı bırakma- yız,” derlerdi. Yine ilk önce “Zina etmeyin” yasağı inmiş olsaydı, insanlar muhakkak“Biz zinayı asla bırakmayız,” diyeceklerdi.” Hz. Aişe’nin bu ışık verici mesajında, eğitim öğretim etkinliklerinin dayandığı iki önemli esas vardır. Birincisi talebenin zihnî seviyesine riayet etmek, ikincisi de onların aklî, ruhî ve bedenî güçlerini doğruya yöneltmektir. Kur’an, tedriç yöntemiyle bu iki esasa uyduğunu göstermiştir. O, çok yönlü bir tedriç yöntemine sahiptir. Tedriç yöntemi, Kur’an’ın ilk öğretmeni Hz. Muhammed (s.a.v.)’in de başvurduğu bir yöntemdi. Hz. Peygamber dinin ahkâmını peyderpey öğretiyordu. Daha iyi alınması ve zihinlere yerleşip ezberlenmesi için, öğretirken önem sıralanmasında bulunuyor ve parça parça, bölüm öğretiyordu. Rahman Suresi’nde de tedriç yöntemi çok oturaklı bir şekilde kullanılmıştır. Önce yaratmadan başlanılmış, sonra hayata dair gerçekler zikredilmiş, ardından ölüm ve ölüm ötesi hayatın gerçekleri bir bir sıralanmıştır. Bununla birlikte, surede bu tedrice aykırı gibi gözüken bir durum vardır. O da, ilk ayetlerde göze çarpan önce Kur’an’ın öğretilip sonra insanın yaratılmasıdır. Bilindiği gibi sure, genel manada Allah’ın insan ve cinlere ihsan ettiği nimetleri işlemektedir. İnsanın yaratılması bu nimetler cümlesindendir. Zira insan, yokluktan vücuda getirilmiştir. Bu, insana büyük bir değer ve saygınlıktır. Bununla beraber Allah’ın nimetleri içerisinde en büyük ve en yücesi Kur’an’dır. İnsan onun sayesinde değerini öğrenip diğer tüm varlık- lardan üstün olduğunu fark etmiş, mutluluk hedefini saptamıştır. Bu nedenle de en bü- yük nimet olan Kur’an’ın öğretilmesi, yaratılma nimetinden önce gelmiştir. Böylelikle Allah, çok önemli bir hususa vurgu yapmıştır. Netice olarak, Kur’an’ın kullandığı bu yöntem, bize nerede, neyi, ne kadar konu- şacağımızı öğrettiği gibi, hangi ortamda ve hangi zamanda konuşacağımızı da göster- mektedir. Bu nedenle, özellikle din eğitimcilerinin, Kur’an’ın getirmiş olduğu tedricîlik yöntemini kendilerine örnek alarak, vermek istedikleri mesajı planlı bir şekilde sıraya koymaları, neyi ne zaman anlatacaklarını iyi seçmeleri ve özellikle de her şeyi birden anlatmayıp, anlatacakları şeyleri önemine binaen sıraya koyarak anlatmaları gerekir. Bu takdirde hem mesaj hedefine daha kolay ulaşacak hem de daha etkili olacaktır. . AKIL YÜRÜTME ve GÖZLEM YÖNTEMİ İnsanı ve kâinatı anlatan bir kitap olarak Kur’an, hiçbir şeyi eksik bırakmamış,her şeyi önemine ve büyüklüğüne göre anlatmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v.) ile kemale erdirilen din ve aynı zamanda bu dinin kitabı Kur’an, evrensel olması yönüyle bü- tün zamanlara ve mekânlara hitap etmektedir. Bu özelliğinden dolayıdır ki O, müfessi- rinden fakihine, sosyoloğundan psikoloğuna, mutasavvıfından filozofuna, fizikçisinden kimyacısına herkese, her asırda, her tabaka ve seviyede dersler verir. Kur’an’ın, bütün insanlara ders vermesi, onun konuları bir kimya ya da fizik kitabı gibi ele alması demek değildir. O, her şeye değeri ve gereği kadar yer vermesinin yanında, muhataplarının sahip oldukları bilgi ve kültür seviyesini de gözden ırak tutmaz. Kur’an’ın muhatapları arasında, âlimin yanında cahillerin, tahsilli ve kültürlü kimselerin yanında avam kişilerin, ufku geniş ihtisas sahibi kimselerin yanında, dar ka- falı, sığ düşünceli insanların bulunması ve hepsinin de kendi kabiliyetleri nispetinde ondan dersini alması, gerçekten hayret verici ve Kur’an’a mahsus bir durumdur. Kur’an, kullandığı ifadelerde, sıradan insanların, basit malumatları, gözleriyle gördükleri hakikatlere tatbik edebildikleri birtakım kelimelere yer verdiği gibi, zamanla ortaya çıkan ilmî gerçekleri gösteren bazı işaretleri, ehil olan kimseler için koymayı da ihmal etmemiştir. İşte Kur’an’a göre bilgi edinme, dolayısıyla zihni eğitme yollarından biri de gözlemdir. Kur’an, insanın sadece yaşadığı çevreyi gözlemesini yeterli bulmayarak seyahat etmesini, gözlemler yapmasını; bunun yanında nefsini de gözlemesini istemektedir. . BETİMLEME (TASVİR) YÖNTEMİ Kur’an’da yaygın olarak kullanılan, önemli ve üstün bir ifade vasıtası olan tas- vir, olayları, insan zihninde ve hayalinde canlandırmak, hareketli ve hissedilir hâle getirmek ve soyut bir bilgiyi somutlaştırmak demektir. Başka bir ifadeyle, tasvir için bilgiyi veya olayı resmetmek ya da tablolaştırmak da denilebilir. Tasvir, sözle, renkle veya musikî ile yapılabilir. Bu yolla meydana getirilen tablo, gözü ve kulağı, duygu ve hayali, fikir ve vicdanı doyurur. Bilgilendirme sırasında dikkatin güçlendirilmesi için göze hitap eden konuların veya unsurların güçlü ve şiddetli olması gerekir. Kur’an, bunu daha çok tasvirlerle yapmaktadır. Kur’an ifadelerinin en belirgin özelliği, zihinsel anlamları ve ruhsal durumları tasvir etmek; bunları hissedilebilir formlar hâline getirmek; tabiat manzaralarını, geçmiş olayları ve kıssaları, meselleri, kıyamet sahnelerini, nimet ve azap tablolarını, insan tip- lerini âdeta karşıda duruyormuş gibi canlı resimler hâline getirerek ifade etmektir. İnsan korku, sevgi, taklit, heyecan, gelecek endişesi taşıma ve sonsuz yaşama arzusu gibi çeşitli duygulara sahiptir. Bununla birlikte insanların hepsinde, bahsi geçen duygular aynı ölçüde olmayıp farklılık arz etmektedir. Kimi insanda korku, kiminde sevgi, kiminde beka arzusu, kiminde de güzel şeylere karşı aşırı ilgi vb. daha ön planda- dır. Yaratıcı, insanları ıslah ederken, bu gibi duygulardan istifade ederek onları kendisine inanmaya davet etmiştir. Rahman Suresi’nde öne çıkan iki tane tasvir söz konusudur. Bunlardan biri kıyametin tasviri, diğeri ise cennetlerin tasviridir. Her iki tasvir de Kur’an’ın birçok ayetinde farklı tonlarla ve üsluplarla tekrarlanmıştır. . ÖĞÜT YÖNTEMİ Öğüt, kişiye kalbini yumuşatacak ve Allah’ın azabından korkutacak şeyleri hatır- latmaktır. Nasihat etmek, hayrı hatırlatmak ve doğruya yöneltmek manalarını da taşı- maktadır. Öğüt, tavsiye anlamına da gelir. Öğüt vermek, sadece cezalandırma ama- cıyla yapılmaz; sevap kazandırmak için de yapılabilir. Eğitimde, eğitimcinin sevgi ve şefkat duygularının tezahürü, yumuşak davranış, nezaket ve tatlı sözdür. Bunlar, insana her türlü eğitimin kilidini açacak anahtarlardır. Çünkü bu tip yaklaşımlar, insanın yapısı ve karakterine uygundur. Bundan dolayı da İslamî tebliğin ana yöntemi, yumuşak davranışa, tatlı söze ve nasihate dayanır. Öğüt, zorunlu olarak gerekli bir şeydir. Çünkü ruhta devamlı tevcih ve terbiyeye muhtaç bir takım fıtrî itici güçler vardır. Dolayısıyla bu hususta mutlaka öğüt lazımdır. Zira bazen insan, uygun örneği bulup alamaz veya bazen de tek başına o örnek kâfi gelmez.” Şu da var ki, insanların büyük bir çoğunluğu -özellikle de selim bir yapıda olanlar- güzel söz ile ikna olurlar. Çünkü insan hoş tutulmayı isteyen, gururuna düşkün bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu sebeple o, psikolojik yapısına uygun davranışlara muha- tap olmaktan hoşlanır. Bundan dolayı Kur’an, insanın bu yönünü okşayan, onu rencide etmeyen ve şahsiyetini koruyan bir hitap tarzı kullanmaya son derece dikkat göstermiş,bu tutumu da eğitimcilere tavsiye etmiştir. “Sen, Rabbinin yoluna, hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” ayeti Kur’an’ın bu üslubuna dair gösterilebilecek en çarpıcı ifadelerdendir. Burada hikmetten anlaşılan, eski tabirle mukteza-ı hâle mutabakattır. Yani, gerek yumuşak gerek tesirli sözde, gerekse de örnek davranışlarda, teşvik ve korkutmalarda her şeyi, yerinde ve zamanında muhataba en uygun yolla telkin etmektir. Kısacası abesle iştigal etmemektir. Güzel öğütle davet etmek, yumuşak bir üslupla kalplere girmeyi ve tatlılıkla duy- guların derinliklerine inmeyi gerektirir. Gereksizce azarlama ve zorlamaya başvurma- mayı icap ettirir. Bilgisizlikten veya iyi niyetten kaynaklanmış olabilecek hataları yüze vurmamayı ve deşifre etmemeyi zorunlu kılar. Zira öğüt vermedeki yumuşaklık, çoğu zaman katı kalpleri bile doğru yola iletir, birbirinden nefret eden gönülleri kaynaştırır;neticede azarlama, çıkışma ve rencide etmekten daha iyi sonuçlar doğurur.” Öğütle eğitim, ahlak eğitiminde kullanılan çok faydalı bir yöntemdir. Kur’an’da da önemle üzerinde durulan bu eğitim yönteminin nerede, ne zaman ve nasıl kullanıla- cağını yine Kur’an’dan ve Peygamberimizden öğrenmek durumundayız. “Din samimi- yettir/öğüttür” diyen Hz. Peygamber (s.a.v.), öğüdün, nasihatin din ve ahlak eğiti- mindeki yerini çok açık olarak ifade etmiştir. Peygamberimiz (s.a.v) her zaman muhatabın durum ve seviyesine göre, onun aklını, kalbini, vicdanını doyuracak şekilde, eksik ve fazladan arınmış olarak, hikmet çer- çevesinde bir usul ve üslupla hitap ederdi ki, O’nu dinleyip de huzurdan ayrılanlar ekse- riyetle iman ve itminan elde etmiş olarak ayrılırlardı. Rahman Suresi’nde öğüt yöntemi, ilk ayetlerde kendini gösterir. Bunlardan ilki . ayettir: “Ölçüde haddi aşmayın!” Bu ayette Allah, ölçü ve tartıda haddi aşmamayı, hak- sızlık yapmamayı öğütlemektedir. Aslında Cenab-ı Hak, bu eylemi tavsiyeden de öte emretmektedir. Ancak O, bir şeyi emretmişse mutlaka onda insan için alınacak bir öğüt vardır. Her Cuma hutbesinin bitiminde okunan “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir” ayeti bu gerçeğe işaret etmektedir. . ÖDÜL- CEZA YÖNTEMİ Rahman Suresi’nde kullanılan ve bizim tespit edebildiğimiz yöntemlerin sonun- cusu da ödül- ceza yöntemidir. Arapça bir kelime olan cezanın, “karşılık, uyarı, mükâfat ve cezalandırmak” gibi anlamları vardır. Ceza, eğitim sözlüklerinde ise, “Suç işleyen bir kimseyi eğitme, ıslah etme veya başkalarına örnek olma gibi amaçlarla, işlenmiş suçun derecesine göre çektirilen her türlü acı hâl” diye tarif edilir. Ceza, pedagojik yönüyle, kişiyi istenmeyen davranıştan alıkoymak için uygulanan önleyiciler ve istenmeyen davranış yapıldıktan sonra, bu dav- ranışın tekrarlanmaması için konulan yasaklayıcılardır” diye tanımlanmıştır. Cezalandırma, iradeye doğrudan etkisi olan eğitim yollarından biridir. İnsanları disipline edebilmek için bazı yetkiler kullanılmalıdır. İşte bu yetkilerin kullanılması, ceza kavramını ortaya çıkartır. Cezanın eğitimde önemli bir yeri vardır. Ceza, bir bakıma sosyal hayatın zorunlu bir işlevidir. Düzeni korumak için cezaya başvurulması tabiîdir. Zira cezanın yarattığı korku ve acı sayesinde insanlar, anti- sosyal hareketlerde bulunmaktan ve toplumun rahatını kaçırmaktan çekinirler. Aslında ceza, her şahıs için zorunlu değildir. Çok kere bazı kimseler örnek ve öğütlerle yolunu bulur, hayatı boyunca cezalandırmaya muhtaç olmaz. Lakin bütün in- sanlar böyle değildir. Zira insanlar arasında öyleleri vardır ki, değil bir defa, defalarca cezalandırmayı hak ederler.” İnsan fıtratı gereği rahat bir yaşamı arzular ve sıkıntı veren bir hayattan acı duyar. Bu nedenle, kendisine eziyet verecek bir yaşamdan çekinip korkar. İşte insanı en iyi bilip tanıyan Allah, onun bu özelliğini yine onu eğitme yolunda kullanmıştır. Rahman Suresi’nde cezalandırma yönteminin kullanıldığı ayetler -. ayetler- dir. Bu ayetlerde Cenab-ı Hak, mücrimlerin simalarından tanınıp perçemlerinden ve ayaklarından yakalanarak cehenneme atılacaklarını bildirmektedir. Rahman Suresi’nde cehennemdeki elem dolu bu azaptan sadece bir pasaj sunul- maktadır: “Onlar, cehennem ateşi ile yüksek derecede kaynar su arasında gider gelirler.” (ayet, ) Mücrimlerin cehennemdeki bu durumuna benzer ifadeler Kur’an’ın çeşitli yerlerinde zikredilmiştir. “Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sıcak suya sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklar” ve “... İnkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir. Bununla karınlarının içindekiler ve derileri eritilecektir” ayet-i kerimeleri bunlardan sadece iki tanesidir. Cehennemde, susadıkça çeşmelere koşacaklar; ama orada kaynar sudan başka birşey bulamayacaklardır. Bu kaynar su da basit bir kaynar su değildir. Genellikle kaynarsu olarak çevrilen “Hamim”, ya içecek olur veya içildiğinde eritilmiş bakır gibi bağır- sakları ve iç organları parçalayan son derece sıcak kaynar su olur. Cehennemlikler mecburen o kaynar sudan içecek ve yine susayacaklardır. Böylece Cehennem ile çeşme arasında koşarak cezalarını bulacaklardır. “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” Görüldüğü üzere, dünyada iken kendilerine verilen sorumluluklarını yerine getir- meyenleri öte tarafta çetin bir azap beklemektedir. Allah, kullarını önceden bu tür bir durumla karşılaşmamaları için uyararak, âdeta onlara “Ey kullarım! Durum bunlardan ibaret. Öyleyse, dikkatli olun. Sorumluluklarınızı yerine getirin. Yoksa sonunuz kötü olur” diyerek öğütte bulunmaktadır. Zira o “Rahman”dır, “Rahim”dir. Bireyin doğuştan getirdiği yetenekleri geliştirmesine yardımcı olan ve davranışla- rını mükemmel hâle getirmek için uğraşan eğitim, dünyaya aciz ve bilgisiz olarak gelen insanoğlunun en önemli ihtiyaçlarından biridir. Her eğitim anlayışının dayandığı birtakım unsurlar vardır. İslam eğitiminin da- yandığı ana unsurlardan biri de, Kur’an’dır. Bundan dolayı İslam eğitiminin yapısını, yöntemlerini ve gayelerini anlayabilmek için Kur’an’ı incelemek gerekmektedir. Rahman Suresi, her şeyden önce, Mekke döneminde inmiş bir sure olduğundan, daha çok imanî hakikatlere vurgu yapılmış, aklî deliller kullanılmaktadır. Surede Al- lah’ın kulları için halk ettiği birçok nimet gündeme getirilmekte ve her bir nimetinin sonunda da: “Öyleyse Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?” buyrularak, insanlar düşünmeye, kulluğa ve Allah’a şükre davet edilmektedir. Surede ilk olarak iki önemli nimete vurgu yapılmaktadır: Okumak ve beyan. İkiside insanı diğer yaratıklardan üstün kılan iki önemli özelliktir. Ölçülü, dengeli ve hesaplı olarak yaratılmış bir ortamda yaşamak da, Allah’ın insana en büyük lütfudur. Tabiî ki, en güzel kıvamda yaratılan insan ve mükemmel bir yapıda var edilen evren, aynı za- manda Allah’ın kudretinin azametine, yüceliğinin eşsizliğine bir işarettir. Kâinatta den- geleri ve hayrı koruma görevinin insana verilmiş olması, insanın evrende ne kadar önemli bir konumda olduğunu gösteren bir alamettir. Ayrıca surenin ilk ayetini teşkil eden ve sureye adını veren Rahman ayetinden sonra zikredilen Kur’an’ın öğretilme ni- meti, değinilen nimetlerin en kıymetlisi, en faydalısıdır. Zira bu nimet dünya ve ahiret mutluluğunun kaynağıdır. Rahman Suresi, eşsiz bir ifade tarzına ve ses uyumuna sahiptir. Ayetlerinin kulağa hoş gelen bir ahengi vardır. Surede Allah’ın varlık sahasındaki delilleri açıklanıp ilan edilmekte; sanatındaki güzellikler, yaratmasındaki üstünlükler, nimetlerindeki feyizler dile getirilmektedir. Bu surenin özellikle göz önünde tutulması gereken ayrı bir önemi vardır. Sure, mümin- kâfir, insan- cin herkes için bir uyarı ve hatırlatma özelliği taşımaktadır. Bir nevi Allah’ın Rahman sıfatının tarifinin yapıldığı surede, din ve dünya nimetlerinin O’nun elinde olduğu haber verilmektedir. Bu nimetlerin kadrini bilip, Allah’a ibadet etmenin ve itaatte bulunmanın gerekliliğine; böylece kulluk görevlerine devamın mutlu- luk ve esenlik vesilesi olacağına dikkat çekilmektedir. Bunun yanında, Yaratıcı’nın bunca nimetini tekzip eden ve onları inkâr ederek nankörlükte bulunmaya cüret edenler de kınanmaktadır. Nimetleri tanımayanları cezalandırmaya ancak Allah’ın muktedir olduğu anlatılmakta; nimetlere şükredip kulluk bilinciyle hareket edenleri ise, yine O’nun ödüllendireceği vurgulanmaktadır. Yine bu sure, Allah’ın, insanların gözü önünde bulunan veya meydana gelen, fa- kat onların gafletinden dolayı bir türlü fark edemedikleri mucizevî olayları tek tek zik- rederek, inkârcıların yalanlarken içinde bulundukları basiretsizliği bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Surede insan eğitimi açısından değişik konulara temas edilmekte, bunlar kullanı- lan eğitim yöntemleriyle idraklere sunulmaktadır. Kur’an’da de oldukça geniş bir şekilde kullanılan “soru- cevap yöntemi”nin Rahman Suresi’nde de birkaç yerde işlendiğini görmekteyiz. Özellikle, surede çok dikkat çeken ve Kur’an’ın en çok tekrar edilen ayeti olan “O hâlde rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?” ayeti, “soru- cevap yönte- mi” ve “tekrar yöntemi”nin edebî bir üslupla kullanıldığı bir ayettir. Bu ayet, aynı zamanda surenin diğer ayetleriyle mükemmel bir ahenk oluşturmaktadır. “Tekrar yöntemi”ne başvurularak surede defa tekrarlanan ve bu tekrarı farklı şekilde yorumlanan ayetle, muhatap kitlenin zihinlerinde şimşekler çaktırılarak, konumlarının farkına var- maları kendilerine hatırlatılmaktadır. Ayrıca bu ayet, eğitimde tekrarlamaların önemine dair verilebilecek en güzel örneklerden biridir. Surede kullanılan bir diğer eğitim yöntemi de “karşılaştırma yöntemi”dir. Bu yön- temle de, Allah’tan hakkıyla korkanla O’na karşı nankörlük edenlerin ve bu iki grubun sonuçta varacağı cennet ve cehennemin durumu karşılaştırılmakta ve muhatapların önüne seçenekler sunulmaktadır. Kur’an’da çok sık olarak kullanılan “teşbih yöntemi”yle temsil yöntemi” de surede kullanılan yöntemlerdendir. Bu yöntemlerin kullanılmasıyla, Allah’ın sanatının gü- zelliği ve Kur’an’ın müthiş belagati sergilenmekte; insanların bilemedikleri, kavramakta güçlük çektikleri soyut kavramlar somutlaştırılarak, meseleleri kavramaları kolaylaştırılmaktadır. “Tedriç yöntemi”, insan eğitiminde göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir yöntemdir. Şüphesiz her insanın kavrama yeteneği aynı değildir. Kimi insan yaşından, kimi eğitim seviyesinden, kimi de idrak kapasitesinden dolayı olayları anla- mada ve anlamlandırmada aynı seviyede olmaz, olamaz. Bu yüzden onların durumuna ve seviyesine göre bir eğitimin yapılması kaçınılmazdır. Allah, Rahman Suresi’nde bu hususa riayet etmiş ve bilinenlerden bilinmeyene giderek insanları eğitmektedir. Rahman Suresi’nde kullanılan eğitim yöntemlerinden biri de “öğüt yöntemi”dir. Bilindiği gibi, bu yöntemle insanların yanlıştan döndürülüp doğru yola kanalize edilmesi hedeflenir. Allah da bu surede, insanları ölçü ve tartıda yanlış yapmamaları noktasında uyarmış, onlara tavsiyede bulunmaktadır. Kullarına olan şefkati, bir annenin evladına olan şefkatinin kat kat ötesinde olan Allah, özellikle de surede tasviri yapılan cehenneme karşı kullarını dikkatli olmaları noktasında uyarmakta ve cehenneme gitme vesilele- rinden biri olan nimetlere karşı nankörlükten vazgeçmeleri hususunda onlara öğüt vermektedir. Bütün bunlardan sonra özetle şunları söyleyebiliriz: Genel olarak Kur’an’ın eğitim anlayışına bakıldığında bunun, insan şahsiyetine ne kadar uygun olduğu görülür. Kur’an’ın eğitim yönteminde ölçü, insanın yapısıdır. Kur’an, bu konuda yönteminin esaslarını, insan davranışlarını idare eden merkezlere göre koymuştur. Bunun için, eği- tim yöntemi insan fıtratına uygundur ve ona fıtratında olmayan hiçbir şeyi yüklemez. Bu nedenle, din eğitimcileri Kur’an’ın bu üslubunu kendilerine ilke edinmelidirler. Kur’an’ın bu yöntemlerini, insanların durumunu da göz önüne alarak uygulayabilen din eğitimcilerinin başarılı olacaklarında şüphe yoktur. Cehalet karanlığının dünyayı kapladığı bir zamanda, bu yöntemi uygulayan Hz. Peygamberin başarısındaki sır da, bu olsa gerek. Kardeşiniz Hüseyin Ebu Emre