www.musluman.biz

26 Nisan 2012 Perşembe

MÜCADELE SURESİNDE KULLANILAN EĞİTİM METODLARI

MÜCADELE SURESİNDE KULLANILAN EĞİTİM METODLARI Eğitimin çeşitli bilim dallarına göre çok çeşitli tarifleri yapılmıştır. Eğitim, insanların belli amaçlara göre yetiştirilme sürecidir. Bu zaman zarfında kişinin kazandığı bilgi ve becerilerle, insanın kişiliği değişir. Eğitim sosyal bir süreçtir. Bu süreçte kişi, edindiği tecrübe ve kazanımlarla, kendini topluma adapte eder ve toplum standartlarını ve toplumdaki geçerli olan yaşam kurallarını yollarını kazanır. Din: Dil bilimcileri, “Din” kelimesinin Arapça “Deyn” kökünden mastar veya isim olduğunu kabul etmişlerdir. Kur’an da din kelimesi yerde geçmektedir. Din, sözlükte, sahip, yönetme, yönetilme, itaat, hüküm, tapınma, tevhid, şeriat, İslam, hudud, âdet, ceza, hesap, millet anlamlarını taşımaktadır. “Din”, akıl sahiplerini peygamberlerin bildirdiği gerçekleri kabul etmeye çağıran ilahi bir kanundur. Zebidi’ye göre din, akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle hayırlı olan şeylere götüren ilahi bir kanundur. Bu sayede insan, sadece kendisinin olmadığını, toplum içinde bir konuma sahip olduğunu şahsi sorumluluklarının yanı sıra toplumsal sorumluluğunun da olduğunu her zaman hatırda tutacak, toplum içinde kendi ihtiyaçlarını karşıladığı gibi, paylaşma kültürünün de kendisinde olduğunu bilecek ve diğer insanlarla sürekli etkileşim içinde olduğunu aklından çıkarmayacaktır. Genel Eğitim: Günümüzde üzerinde en çok konuşulan ya da tartışılan konulardan biri de şüphesiz eğitimdir. Genel eğitim, geniş anlamda, bireylerin toplum standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan bir süreçtir. Kişinin yaşadığı toplum içerisinde değeri olan yetenek, davranış ve tutumların gelişmesine katkıda bulunan bir süreçtir. Eğitimde amaç, düşünen üreten ve uygulayan bireyler yetiştirmektir. Bu da yetiştireceğimiz insanı doğru tanımakla mümkün olabilir. Bir insanı sosyal hayatta ve kişisel anlamda yetiştirmek ve mükemmelleştirmek istiyorsak onu doğru tanımalı ve iyi analiz etmeliyiz. Din Eğitimi: Tarih sürecine baktığımızda, insanoğlu, genç nesilleri hem fiziksel hem de ruhsal yönden içinde yaşadığı topluma faydalı bir şekilde eğitim vermeyi hedeflemiştir. Sosyal hayat geliştikçe insanların yetiştirilmesi de buna göre ayarlanmış yeni şartlara göre eğitim yapılmaya başlanmıştır. Bu sebepledir ki zaman içerisinde eğitim, milletlerin inanç, ahlak ve geleneklerine göre değişiklik göstermiştir. Din belli bir amaç taşır. İnsanları tarihi, sosyal ve psikolojik şartların ortaya koyduğu bütün olumsuzlukları gidermek suretiyle Allah’a boyun eğen, daima iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çalışan ideal bir tipe ulaştırmak için, insanı eğitmeyi hedef edinmiştir.Din eğitimi bir çeşit sosyalleşme aracıdır. Kişinin kendisini tanımasında bir rehberdir. Öğretilen dini bilgiler sayesinde kişinin ihtiyaç ve sorunlarına cevap veren ve içine düştüğü bunalımlardan kurtulmasına vesile olan bir araçtır. Kişiye ve sosyal gruba göstermiş olduğu iyi ve doğru hedefler sayesinde, toplumdaki uyum ve ahengi sağlayarak, ideal bir topluluk oluşmasına yardımcı olur. Kişilerin başka din mensuplarıyla birlikte uyum içinde yaşamalarını da olumlu yönde etkilemektedir. Aynı zamanda Din Eğitimi insana, Kur’an’ın ahlakını vermeyi amaç edinir. Sözlükte, “huy, seciye, tabiat, mizaç, karakter” gibi anlamlara gelen ahlak, terim olarak ise, insanın iyi ya da kötü olarak nitelendirilmesine sebep olan manevi vasıfları, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışların bütününe verilen isimdir. İnsan, ahlakını kur’andan alır. Kur’an ahlakıyla ahlaklanan insan, davranışlarında, ne kendisine ne de kendi dışındaki bir varlığa ruhsal ve fiziksel bir sıkıntı vermeyerek, davranışlarında gerekli olan ideal ölçüyü ayarlayacaktır.Din eğitimi, fertleri Kur’an’ı kerim okuyacak duruma getirmekle beraber, onlara hayatta gerekli olan her türlü bilgi ve maharetleri de kazandırma amacını gütmektedir. Din Eğitimi ve Kur’an: Arapça karşılığı “terbiye” olan eğitim kelimesi; ıslah etmek, düzene koymak, eğitmek, anlamlarına gelir. Terbiye kökünden gelen “Rab” Allah’ın isimlerinden biri olup Kur’anda defa geçmektedir. Çünkü Rab, bütün varlıkların yetiştirilmesini ve eğitilmesini yüklenmiştir. Bu kelimeyi mutlak manada alırsak, en büyük eğiticinin Allah olduğu sonucuna varırız. Terbiye kavramını Hz. Peygamberin görevi ve uygulamasına bakarak düşündüğümüzde tebliğ ve irşad olarak anlam kazanır. Tebliğ, eğitim ve öğretimi de içine alan bir terimdir. İrşad ise, rehberliktir. Kur’an’ın öğretilerini öğretme ve insanları eğitmekle görevli olan Hz. Muhammed, bedevi bir toplumu medeni hale getirmeyi başarmıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, kaynağını Kuran’dan alan din eğitimi, ferdi ve sosyal hayatta bir değişimi içerir. İnsanların başlangıç yeri ve sonunda vardıkları yer, eğer farklıysa, bir değişimden ve eskisinden daha iyi bir konuma gelinmişse, din eğitiminin başarısından söz etmek mümkündür. Hz. Muhammed, bu değişimi Kur’an’ın rehberliğinde gerçekleştirmeyi başarmıştır.İnsan davranışlarının bir yönüde psikolojik olaylara dayanmaktadır. Çünkü dışardan gelen olaylar kadar iç olaylarda etkilidir. Eğitimde aslolan, insandaki dayanma gücünü geliştirmek, iyimserliği, ümit ve idealleri pekiştirmek şartlar ne kadar zor olursa olsun insana bir kurtuluş yolu bulabilecek bilgiyi ve gücü vermektir. MÜCADELE SURESİYLE İLGİLİ BAZI TEMEL KAVRAMLAR Mücadele: kelimesi, münakaşa etme ve karşısındakini yenmeye çalışma, bir meseleyi çözme, karara bağlamak için karşılıklı görüşme anlamına gelir. Mücadele, iki kişinin bir şey üzerinde çekişmesi, uğraşması savaşması anlamalarına da gelmektedir. Zıhar: sırt anlamındaki “zahr” kökünden gelmektedir. Kelime olarak; iki şey arasında münasebet ve mutabakat sağlama anlamlarına gelmektedir. Bir fıkıh terimi olarak zıhar ise bir kişinin karısına “ Sen bana anamın sırtı gibisin” demesidir. Bir çeşit perhiz yemini olan zıhar, eski bir cahiliye geleneğidir. Cahiliyede zıhar boşama sayılırdı. Kadının aleyhine olan bu boşama tarzı İslam’da kaldırıldı.Araplar arasındaki yaygın geleneğe göre, karı ve koca birbirleriyle münakaşa ettiklerinde öfke içindeki erkek hanımına bu lafzı kullanırdı. Böylelikle erkek hanımına, "Seninle cinsel ilişkide bulunmak, anamla cinsel ilişkide bulunmak gibidir" demiş oluyordu. Erkeğin hanımını annesine benzetmesi anlamsız bir davranıştır, hatta bunu düşünmek bile kişi için utanç vericidir. Allaha ve Peygambere Karşı Gelenler: Mücadele suresi ayette Allah ve Rasülüne karşı gelmekten bahsedilmektedir. Ayette geçen (Yuhaddüne) kelimesi, Müberred, “önlemek, mani olmak manasınadır.” Ebu Müslim el Isfahânı de bu kelimenin “demir” anlamına gelen “Hadid” kökünden geldiğini söylemektedir. Demirle, yani kılıçla, silahla karışı koymak, karşısında durmak anlamlarını ihtiva etmektedir. Allah’ın yasaklarına karşı gelmek, ona düşmanlık yapmak, ona savaş açmak anlamlarında kullanılmaktadır. Ayrıca, Allah’ın koymuş olduğu kurallara ve peygambere karşı hudut koymak anlamlarındadır. Allah’ın dinini yaymasını engellemeye çalışanlar, insanları onun yolundan alıkoyanlar da bu ayetin ihtiva ettiği manaya girmektedir. Ayetlerden de anlaşılacağı üzere, Allah burada insanları uyarmaktadır. Allah ve Rasülüne karşı gelenler uyarılarak geçmişte bu işi yapmaya kalkanların düştüğü durumu da anlatarak, karşı gelenlerin bir zillet içinde oldukları bildirilmiştir. İnsanlar bu zillete düşmesin diye Allah, ayetlerini açık bir şekilde açıklamaktadır fakat insanlar bu öğütlerden üzerlerine düşen nasibi almamaktadır. Bu ayetler ilk dört ayetin devamı niteliğindedir. Mücadele suresinin ilk ayeti, insan hak ve özgürlüklerinden bahsetmektedir. ayetten itibaren de ahlakın temeli anlatılmaktadır. İnsanlar yapıp ettiklerini dünyada unutsalar bile Allah unutmayacaktır. İnsanların bütün amelleri kayıt altına alınarak, yaptığı her iyi ve kötü şey hesap gününde karşısına çıkarılacaktır. Fısıltıyla Konuşma: İnsan vücudunun en dikkat çeken yeri yüzü, yüzde de en çok dikkat çeken yer ise gözlerdir. Ancak yüz ifadelerini anlamak o kadar da kolay değildir. Çünkü yüz, karmaşık bir iletişim sistemi oluşturur. Yüz ifadeleri, el kol hareketleri, bedenin konumları ve sesin yükselip alçalmasıyla gönderilen sözsüz mesajlar, iletişimde kullanılan mesajların daha büyük bölümünü kapsamaktadır. İnsanların duygularını anlamak çok zordur. Ne hissettiklerini söylemek istemedikleri için, kendilerine soru sormanız mümkün değildir. Bu tür insanların, yüz ifadeleri, duruşları, jest ve mimikleri, insanların o anki hal ve durumları hakkında, muhataplarına bilgi verir. Kişiler arasındaki iletişimi engelleyen ya da yanlış anlaşılmasına sebep olan en önemli etkenlerden biri de, kullanılan dilin ya da yapılan bedensel hareketlerin anlaşılamamasıdır. Bir iletişim ortamında, karşıdaki insana verilmek istenen mesaj genel olarak sözle ifade edilir. Dilin, açık, sade ve anlaşılır olması, iletişimin etkinliğini ve gücünü artırır. Ancak sözsüz iletişimde, yüz ifadesi olan mimikler ve beden hareketleri olan jestler sözsüz iletişimin çerçevesini çizer. Yüz kaslarının hareketlerinden alıcıya verilmek istenen duygu ve düşünce yansıtılır. Toplum içinde bir takım uyulması gereken kurallar olduğu şüphesizdir. Genel ahlaki kurallar, iyi- kötü davranışlar bütün toplumlarda aynı özelliği taşır. Örneğin hırsızlık her toplumda suçtur ve kötü bir davranıştır. Toplum içinde bozgunculuk yapmak, kutuplaşmalara yol açmak da böyledir. İnsan, gerçekleştirdiği yaşam tarzıyla ve ahlaki yaşantısıyla sosyal bir çevre oluşturmaktadır. İnsan bir taraftan çevreyi etkilerken, diğer taraftan da yaşadığı çevreden etkilenir. İnsan hayatının huzur ve mutluluğu oluşturmuş olduğu manevi çevresindeki ilişkileriyle doğru orantılıdır. Ayetten anlaşıldığına göre, münafıkların tutum ve davranışları, hem kendi huzurlarını kaçıracak şekilde hem de yaşadığı toplumdaki sosyal ilişkileri ve manevi çevreyi bozacak niteliktedir. Bu davranışlarıyla münafıklar toplum içinde huzursuzluk çıkarmak ve toplum düzeninin bozmayı amaçlamaktadır. Davranışlarında ısrarlı olmaları ve yaptıklarını yanlış olarak görmemeleri, onlarda bir kişilik bozukluğu olduğunu açıkça ifade etmektedir. Meclislerde Yer Açılması: ayetde “meclislerde yer açın denildiği zaman yer açın ki Allah da size genişlik versin. Mealindeki ayetle, Müslümanlara başkaları için yer açmaları emredilerek bu davranışta bulunanlar övülmektedir. Ayetin nüzul sebebine baktığımızda, ashab-ı kiram birisinin kendilerine doğru geldiğini gördükleri zaman Hz. Peygamberin yanındaki yerlerine iyice yerleşmeleri, gelene yer vermemeleri sebebiyle nazil olduğunu görüyoruz. Bu ayetle Allah, müminlere edep öğretmeyi amaçlamıştır. Ayet, Müslümanların hayır için toplandığı her ortamı ifade etmektedir. Geneli kapsamaktadır. Her ne kadar kişi hak olarak kendi yerine sahipse de, bir kişi o meclise girdiği zaman ona yer açması bir ahlak örneğidir. Kimse kendi isteği doğrultusunda değil, o meclisin oturum başkanının direktifleri doğrultusunda hareket etmelidir. Ayrıca mecliste başkasına yer vermek bir centilmenlik örneğidir. Bunun neticesinde Allah da “ yer açan kişiye genişlik vermekle” bu güzel hareketin mükâfatını vermektedir. Burada önemli olan bir diğer nokta ise; bir kişi meclise girdiği zaman diğer kişileri yerinden kaldırıp kendisinin oturması değil, ona yer gösterilmesidir. Hz. Peygamber burada bütün Müslümanlara, meclislerde nasıl davranılması gerektiğini öğretmektedir. Mecliste oturan kimselerin, sonradan gelen kimselere yer vermesi gerektiği, sonradan gelen kimselerinde, yer bulamadıkları takdirde, zorla o meclise girmeye çalışmamaları ve birini yerinden kaldırıp onun yerine oturmamaları gerektiğini belirtmiştir. Burada Hz Peygamber oturma şeklini de aslında kişilerin konumlarına göre belirlemektedir. Bu insanlara yapılan bir ayrımcılık olmayıp, kişilerin görev dereceleri ya da ilim dereceleri göz önünde bulundurularak yapılan bir düzenlemedir. Günümüz toplumunda da görüyoruz ki, bir toplantıda ya da geniş katılımlı olan yerlerde unvan dereceleri ya da katılımın durumuna göre konumları yüksek olanlardan itibaren oturma şekillerine önem verilmektedir. Örneğin cumhurbaşkanının katıldığı bir toplantıda, onu en arkaya atmak, arkadan bir izleyici getirip en öne protokol koltuğuna oturtmak çok mantıksız bir davranış olur. Netice olarak diyebiliriz ki, ayette Müslümanların oluşturduğu topluma bir onur ve değer verilmektedir. Yüce Allah, kişilerin değerini ilimle ölçtüğünü ifade etmektedir. İlim adamına saygı ona saygıdır. İman edenlere, ilimle uğraşanlara ayrı bir değer vermektedir. Çünkü Hz. Peygamberin meclisinde ondan uzak bir yere oturmakla insanın kıymet derecesi ve değeri düşmüş olmamaktadır. Sadaka Verme: ayetlerde yüce Allah, Hz. Peygamberle özel görüşmelerde, görüşmeye başlamadan önce sadaka vermeyi emretmektedir. Bu ayet özellikle Hz. Peygamberin meclisinde ona fısıltıyla bir şey arz etmek isteyenler, yada onunla özel görüşmek isteyenler hakkında nazil olmuştur. Bazı sahabeler lüzumlu ya da lüzumsuz Hz. Peygambere sorular sormak suretiyle Hz. Peygamberi yoruyor ve hatta üzüyorlardı. Hz. Peygamber’in engin hoşgörüsü onları kırmaya müsait olmadığı için her gelenle bizzat ilgileniyor, Bu da Hz. Peygamberi aşırı derecede yoruyordu.Bu ve buna benzer davranışlarla Yüce Allah insanlara bir davranış modeli daha sunmaktadır. Bu ayetle Allah özel görüşmelerinde ciddi önem arz ettiğini ve bir sınır içinde olması gerektiğini inananlara öğretmektedir. Allah’ın bu öğretisine baktığımızda, Müslümanların özel görüşme neticesinde Hz. Peygamberi rahatsız edeceğini hesaba katmadan hareket etmelerine karşı bir tedbir niteliği taşıdığını görmekteyiz. Bu ayetin aynı zamanda müminlere sadaka vermeyi öğretme amacını taşıdığını ve eğitsel bir değeri olduğunu düşünmemiz de mümkündür. Ayrıca, sadaka verme işinin ağır geldiği göz önünde bulundurularak Allah’ın bir hafifletme yoluna gittiğini görmekteyiz. Çünkü gizli konuşmadan dolayı sadaka vermek Müslümanlara ağır gelmişti ve ileri geri konuşmalar olmaya başlamıştı.Allah bu durumu yapmadıklarından dolayı onları eleştirmiş, ama affettiğini de beyan etmişti. Bunun yerine yüce Allah, namaz kılınmasını, zekât verilmesini ve Allah ve Rasülüne İtaatli kalınmasını emretmiştir. Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere Allah, Müslümanların zoruna gidecek hiçbir konu üzerinde ısrar etmemiştir. Bu Allah’ın affediciliğini ve sorun yerine çözümler getirdiğini göstermektedir. Din eğitimi açısından olaya baktığımızda, din eğitimcisi, insanların zorda, darda kalacakları bir olay üzerinde asla ısrarlı olmamalıdır. Kişilerin, psikolojik ve biyolojik durumları göz önünde bulundurularak, eğitim- öğretim işini yaparken herkesin seviyesi göz önünde tutulmalıdır. Her zaman için geçerli alternatifler sunulabilmelidir Münafıklarla İlişkiler : Kur’anın münafıklar hakkında yapmış olduğu tasvirler çok yönlüdür. Onların iç dünyalarından, amellerinden, bazı olaylardaki tutumlarından, gizli planlarından, yaptıkları nifaklardan dolayı kendilerine verilecek cezalardan Kur’an bazı ayetlerde bahsetmektedir. Ayrıca Kur’an’ın münafıkları eleştirmesi çok serttir. Onların yapmış olduğu nifak hareketlerinden dolayı, onlar hakkındaki azap ayetlerine baktığımızda cehennemin en aşağı yerinde cezaya çarptırılacaklarından bahsetmektedir. Kur’an, münafıkların amellerinden bahseder. Onların diğer insanlarla ilişkilerine, ahlaki yapılarına, ibadetlerine yeri geldikçe değinmektedir. Yalan söylemeleri, namazı gösteriş için kılmaları gibi ferdi ibadetlerindeki tutumlarının yanı sıra, müminleri sıkıntıya sokan tehlikeli davranışlarından da bahsetmektedir. Müminlerle karşılaştıklarında iman ettiklerini söyleyen münafıklar, yalnız kaldıklarında da bu sözleriyle onlarla alay ettiklerini söylerler. Yalan söylemek, yalan yere yemin etmek ve söz verdikleri halde yerine getirmemek münafıkların özelliklerindendir. Ayrıca, sadaka verme hususunda cimri olmaları, müminlerden sadaka verenleri alaya almaları, savaşa çıkmak istememeleri, yeryüzünde fesad çıkarmaları, namazı üşenerek kılmaları ve insanlara gösteriş için ibadet etmeleri münafıkların diğer özellikleri arasında zikredilmektedir. Ayrıca Kur’an, münafıkların, Müslümanların aleyhine giriştikleri faaliyetlerden Hz. Muhammed’in aleyhinde yapmış oldukları faaliyetlerden ve çirkin sözlerden bahsederek, onların en büyük silahlarının yalan ve inkâr olduğunu haber verir. Hz. Muhammed’de münafıklarla ilişkide belli ölçüler doğrultusunda hareket etmiştir. Öncelikle, kendisine tam itaati sağlayarak insanlar arasında birliği sağlamlaştırmıştır. Daha sonra nifak hareketleri konusunda ashabı uyarmış ve İslam toplumun nifak konusunda eğitmiştir. Bu bilinci alan toplum, nifak hareketlerine karşı verilecek mücadelede kendini görevli saymıştır. Ayrıca, ensar ve muhacir kendi aralarında bedevi toplumu yadırgamalarına müsaade etmemiş, onların yapmış olduğu kaba davranışları hoşgörüyle karşılamalarını öğütleyerek bedevi toplumu da kendi tarafına çekmeyi başarmıştır. Ayrıca, ilerde olabilecek bazı nifak hareketlerinden dolayı bazı sahabeleri fitneler konusunda uyararak onları bilgilendiriyordu. Bu ve buna benzer hareketlerle Hz. Peygamber eğitimciliği sayesinde münafıklara karşı bazı tedbirleri almıştır. Kur’an, münafıklarla ilişkilerde her zaman temkinli yaklaşmayı emretmiştir. Onların çıkarı olmadan hiçbir zaman bir Müslüman gibi olamayacağını ve tek amaçlarının Müslümanları kendilerine benzetmek olduğunu açıkça ifade etmiştir. Ayrıca Kur’an onlarla, dostluk ilişkilerinde de bir uyarıda bulunmaktadır. Çünkü toplum içindeki gerçek yakınlaşmalar dostlukla sağlanır. Menfaate dayalı ilişkiler, amaca ulaştıktan sonra sona erer. Ama gerçek dostluklar saftır, karşılıksızdır ve hiçbir menfaate dayanmaz. Dost, dostu kendine tercih eder. Dostlukta saflık vardır. Onun içindir ki gerçek müminler şeytanla ve onun dostlarıyla asla dost olmazlar. Kuran’a göre müminler birbirinin dostudur. Ve müminler asla dostluklarını menfaate dayandırmazlar. Karşılıksız severler ve imanın tadını böylece alırlar. İnsanlar hakkında hayır isterler. Dost eğer dosta kızmışsa bile onun kötülüğünü istemez. Mevlana’nın ifadesiyle “adamın eline sopayı alıp bu sopayla kilime vurması ona düşmanlığından değil, onu, yük teşkil eden tozlardan arındırmak içindir.” Allah ve Rasülü insanlar için gerçek dosttur. Bunun dışında dost arayanlar ve şeytan ve dostlarıyla dostluk kuranlar, Kuran’ın tabiriyle, evlerin en dayanıksızı olan örümcek evi gibi yıkılmaya mahkûmdur. Mücadele suresinde Allah, müminleri, münafıkların şerlerinden korumak, onlar üzerinde kurmuş oldukları çirkin oyun ve entrikalardan korumak adına bir uyarıda bulunmaktadır. Çünkü münafıkların emellerine ulaşmak için yapamayacakları şey yoktur. Münafıkların hiç kimseden yana taraf olmadığı, sadece kendi çıkarları için hareket ettikleri aşikârdır. Bunun için Allah bu surede, münafıkların kişilik analizini yaparak münafıklardan ya da genel anlamıyla münafıklaşan insanlardan inananları korumak için uyarma yoluna gitmiştir. KUR’AN- EĞİTİM İLİŞKİSİ Allah insana yeryüzünde bir halifelik٭ (idareci) olma şerefi ve değerini vermiştir. Bunun gereği olarak da insanı mükemmel bir varlık olarak yaratmış, birçok özelliklerle onu donatmış ve yaratılanlardan birçok şeyi de onun emrine vermiştir. Buna karşılık Kuran, insanlardan hak ve adalet duygularıyla hareket etmelerini, davranışlarına bu değerleri yansıtmalarını ve topluma yaymalarını istemektedir. Bu görevlerin yerine getirilebilmesi için ise bilgi gerekmektedir. Bir şey önce bilinmeli ve sonra da uygulanılmalıdır. Bu anlamda bilginin önemi, insan için çok büyük bir kazanç olduğu, açıkça ortaya çıkmaktadır. Okuma yazma bilmeyen bir topluma “ümmi” bir peygamberin gelmesi ve ilk ayetlerin “oku” ile başlaması, Kuran’ın öğrenmeye, bilgi edinmeye ne kadar büyük önem verdiğinin bir göstergesidir. Kur’ân, ilk ayetlerinde okumaya, yazmaya, öğrenmeye ve öğretmeye yer vererek zihniyet değişiminin yollarını göstermenin yanında, Allah inancı, O’nun birliği ve sıfatları konusuna öncelik ve önem vererek, Allah’a niçin ve nasıl inanılacağı konusunu ortaya koymuş, temel ahlâkî ilkelerin ve toplumsal değerlerin üzerinde durmuştur. Halife: Başkasının yerine vekil olan demektir. Ancak burada insana halife sıfatının yüklenmesi, onun Allahın vekili olduğu anlamında değil, Allahın insana verdiği değer, şeref ve üstünlüğü ifade etmektedir. Kur’an, insanları eğitirken olaya iki yönlü bakmış, hem dünya hem de ahiret dengesini kurmuştur. Bunun için belli kurallar ortaya koymuş ve bu kuralların hayatın her aşamasında geçerli olması gerektiğine vurgu yaparak, ancak bu kurallara uyulduğu takdirde dünya ve ahiret dengesinin oluşacağını haber vermiştir. Kur’an, “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emriyle başlar. Rab, kelime olarak “ulu, malik, sahip” anlamlarına gelmektedir. Ayrıca terim olarak “Terbiye etmek, yetiştirmek, mesuliyetini yüklenmek” anlamlarını da içermektedir. Rabbin, Allah ismi olarak terim manası ise, “ Bir şeyi derece derece, halden hale geçirerek, olgunluk seviyesine getirinceye kadar yetiştiren mutlak kudret sahibidir. Bu da bizlere, İslam dininde eğitim sisteminin Allah’a dayandığını ve ilk ve mutlak yetiştiricinin Allah olduğunu göstermektedir. Kur’an’ın ilk ayetlerine baktığımızda “rab” (eğitimci) olarak Allah, bilinmeyeni insana öğretmektedir. İlahi eğitimin temelinde bu yatmaktadır. Allah insana bilinmeyeni öğreterek, onu muhatap kabul etmiş ve insanın düşünmesini bilinmeyenleri bilinir hale getirmek için araştırmasını, mücadele etmesini istemiştir. Böylece insan, eğitimdeki değişim ve kaliteyi yakalayarak, taklitten uzak, araştıran, düşünen, akleden ve uygulayan biri olacaktır. Kur’an Eğitiminin Amacı: Her alanda yapılan çalışmalar belli bir amaç taşımaktadır. Bu çalışmalar, hedefledikleri amaçlara yaklaştığı sürece başarılı kabul edilirler. Eğitim faaliyetlerinin de taşıdığı belli amaçlar vardır. Ancak bu faaliyetlerin amaçları toplumdan topluma, hatta aynı toplum içerisinde bile zaman, mekân ve şartlara göre farklılık gösterebilmektedir. Çünkü toplum içerisinde meydana gelen dinî, ahlâki,siyasî, ilmî, sosyal, iktisadî, askerî alanlardaki, hatta örf, âdet ve geleneklerdeki değişimler ve yeni ortaya çıkan gelişmeler, eğitim faaliyetlerini, onun hedeflerini ve metodlarını etkileyerek ona yeni yön ve eğilimler verebilmektedir. İslam dininin temel amacı, insanların dünya ve ahiret hayatlarının mutluluk içinde geçmesini sağlamaktır. Bu anlamda kaynağını Kur’andan alan din eğitiminin temel amacı da, insanların bu amaca ulaşmasına yardımcı olmaktır. Bu anlamda din eğitiminin amacı, “iyi insan” yetiştirmektir. Başka bir ifade ile, insanı mutlak hakikate, mutlak adalete, mutlak iyiliğe ve mutluluğa eriştirmek ve Allah’a döndürmektir. Şeklinde tarif etmemiz mümkündür. “İyilik” ya da “iyi insan” kavramı izafidir. Ancak burada kastedilen anlam en geniş anlamıyla iyi insan, yani evrensel ahlak değerlerine sahip, toplumla uyumlu olan insandır. Çünkü burada insanı değerlendirirken, hangi ülke vatandaşı olduğu ya da maddi- manevi konumunun ne olduğu dikkate alınmamaktadır. İnsan, sadece insandır. Onun sorumluluğu, iyilik ve insanlık anlayışı, ülkelerin, coğrafi veya siyasi sınırlarından ya da kültürel çevresinden dolayı değildir. Her zaman, her yerde ve toplumda iyi insan olma niteliklerini kendinde bulunduran insandır. Din eğitiminde insanlara, belli şekiller ve kalıplara sokmak için yönlendirmeler ve şartlandırmalar yapılmaz. İnsan bir bütün olarak değerlendirilerek beden, ruh, akıl gibi bütün yetenekleri geliştirilerek, neyi, ne zaman, nerede, nasıl ve niçin yapacağını bilen insan olarak yetiştirmek ve beceri kazandırmak istenir. Kur’an Eğitiminin Özellikleri: Kur’an eğitimi ilahi vahye dayanmaktadır. İlahi vahiy, yalnız insanların Allah hakkındaki inançlarının mahiyetini değiştirmez, bütün düşünce sistemlerini değiştirir. Bu sistem, merkezinde insan hareketlerinin, bütün varlık ve oluş şekillerinin kaynağı olan tek ve mutlak Allah olan bir sistemdir. Bu değişimle birlikte insanların, kâinata, diğer insanlara ve çevreye bakış açısı da değişmiştir. Bilindiği gibi peygamberler toplumları Allah’tan aldıkları emirlerle eğitmişlerdir. Bu eğitim sisteminde eğitici olan peygamberlerin temel kaynakları Allah’tır. Görevlerinde başarıya ulaşmalarının sebeplerinden biri de, kaynaklarının sağlam ve kesin olmasıdır. Bu eğitim silsilesinin son temsilcisi olan Hz. Muhammed’in yetiştirilmesi ve onun sözleri ile hareketlerindeki bütünlüğün vahye dayanması onun eğitim anlayışının vahiy merkezli olduğunun en büyük göstergesidir. Kur’an ayetleri insanları ilahi boyuta çekme özelliğine sahiptir. O’na sarılmalarını, onun üstünde düşünmelerini, O’na tabi olmalarını, istemesi ve insanları doğruya götürme özelliğinin olması, insanları bu yöne yönlendirmek istediğinin göstergesidir. İlahi boyut insanın yapısıyla örtüşür ve insanı motive eder. Yeryüzü ve gökyüzündeki güzellikler, geçmiş ümmetlerin akıbetleri ve özellikle gelecekle ilgili bilgilerin ortaya çıkması, peygamberlerin mucizeleri insanları büyük ölçüde etkilemekte ve onları teslim olmaya itmektedir. İlahi boyut, insanların moral değerlerini daima yüksek tutar. Her türlü sıkıntı ve zorluk karşısında destekleyici bir unsur özelliğine sahiptir. Allah’ın her zaman kendini gördüğünü bilen ve şahdamarından kendisine daha yakın olduğuna inanan insan, her zaman bu bilinçle hareket edecek ve otokontrol sistemini her zaman canlı tutacaktır. Kur’an eğitimi de, hayatı, dünya-ahiret; insanı, ruh- beden şeklinde ele alarak insanın bütün yönlerini geliştirmeye çalışır. Çünkü hayatta bulunan her şeyin bir anlam ve vazifesi vardır. Hiçbir şey boş ve anlamsız yaratılmamıştır. Bunun içindir ki, insana sunulan eğitim insanla örtüşmelidir. Kur’an Işığında İnsan Eğitiminde Fıtratın Önemi Arapça bir kelime olan Fıtrat kelimesi, Fe-Ta-Ra fiilinden türemiş, durum bildiren bir isimdir. Sözlükte ise, bir şeyi açmak ve ortaya çıkarmak, uzunlamasına yarmak, ilk defa yapmak, ilk defa benzersiz ve güzel biçimde yaratmak, ağacın yapraklarının çıkması, memeden sağarak süt çıkarmak, hamur mayalanmadan ekmek yapmak, oruç bozmak gibi anlamlara gelmektedir. Ayrıca, bir varlıktan diğer bir varlığın, ya da bir tohumdan çimenin çıkması anlamlarına da gelmektedir. Terim olarak ise fıtrat, hakkı gerçeği kabul ve idrak etme yeteneği anlamlarına gelmektedir. Fıtrat, tek tek kişilerin yaratılış özelliklerindeki farklılık değil, bütün insanlardan, insan olmaktan dolayı, ortak olarak bulunan genel özelliklerdir. Allah, herkesi aynı güç ve kabiliyette yaratmamıştır. Bazı insanlar duyma ve sezme açısından, bazıları, düşünme ve akıl yürütme açısından, bazıları da öğrenme ve ezberleme açısından daha yetenekli olabilir. İnsanların birçok yönden farklılık göstermeleri, eğitim yöntemlerinin belli kurallar içinde uygulanmasını gerekli kılmaktadır. Bu da aklımıza insana göre eğitim ilkesini getirmektedir. Çünkü ferdi farklılıklar, insanı çok iyi tanımayı gerekli kılar. İnsanların bilgi ve anlayış seviyeleri, ancak bu yolla kavranabilir. Aksi takdirde, herkese aynı metodu uygulamak, herkesten aynı şeyleri beklemek durumuna düşülür. Bu da eğitim açısından olumlu bir sonuç vermez. Kur’an, insanı tüm eğilimleri ve davranışlarıyla bir bütün olarak ele alır. Onu, olduğu gibi Allah’ın yarattığı fıtratla kucaklar. Yaratılışında mevcut olmayan hiçbir şeyi ona yüklemez. Fıtratı üstün bir dikkatle inceler, yaratılıştan gelen her özelliğini ve o özellikten çıkan her sesi büyük bir itina ile dinleyerek onu doğru bir şekilde kontrol altına alır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, İslam, fıtrat dinidir. İnsan fıtratını İslam gibi ele alan, bu ölçüde hareket eden bir sistem mevcut değildir. Bir başka deyişle onu, İslam gibi eğitip duygularını analiz ettikten sonra, fıtrata gerekli ilgiyi gösteren bir düzen mevcut değildir. Din eğitimi de, insan eğitiminin tamamında fıtrata önem verir. Bütün metodlarını fıtrat esasına göre düzenler. İnsanın bazı davranışları bir diğeriyle uyumlu olmayabilir. Bazen bir taraf diğerine galip gelebilir. Bütün bunlara rağmen din eğitimi fıtrat dengesinde olaya yaklaşarak insan tabiatının gerektirdiği şekliyle hareket eder. KUR’AN EĞİTİMİNİN TEMEL METODLARI Yumuşak ve Dostça Tavır: Din eğitiminin amacı, insanlara dini öğretmek ve onları dini açıdan eğitmektir. Bu yapılması gereken dini bir görevdir. Bu, dinin tebliğ edilmesi, doğru şekilde anlatılması demektir. Elbette ki bunu yapabilmek için sağlıklı bir diyalog ortamı gerekmektedir. İnsanlarla diyalog kurmadan tebliğ yapmak mümkün değildir. Sağlıklı bir diyalog, kişiler arasında bir güven duygusu kazandıracaktır. İnsanlara sevgi ve saygı çerçevesinde yaklaşmak ve onlara hoşgörülü davranmak eğitim-öğretimde amaçlanan hedefe ulaşabilmek için aranan temel şartlardan birisidir. Yüce Allah, İlahi öğretilerini insanlara açıklamak için göndermiş olduğu peygamberlerden insanlara hoşgörülü davranmalarını özellikle istemiştir. Son din İslam’ı anlatmakla görevli Hz. Muhammed’in hayatına baktığımızda da bunu açıkça görmekteyiz. O kendisine gösterilen her türlü kaba davranışlara ve sert tepkilere rağmen, hoşgörü ve sevgisinden hiçbir şey kaybetmeden insanlarla diyalog kurmaya devam etmiştir. Taif’te kendisini taşlayanlara karşı tavrı, mescidin kenarına küçük su döken bedeviye karşı da tavrı yine kırmadan yumuşakça ve dostça yaklaşımla olmuştur. İnsanları kaybetmeye değil kazanmaya çalışan Kuran, nefrete, kine, düşmanlığa ve kalplerin katılaşmasına yol açan kaba davranmayı ve kaba kuvvet kullanmayı yasaklamıştır. Bu anlamda, kızgınlığını yenenleri övmüş, Hz. Muhammed’e insanlara, en güzel şekilde davranmasını emretmiştir. İnsanlarla ilişkilerde temel kural, anlaşmazlık noktaları bulup onlarla tartışmak değil, anlaşma noktaları bularak diyalog kurmaktır. İnsanların ilk anda anlaşamadığı konular üzerinde tartışması ve bu konular etrafında anlaşmaya çalışması, karşılıklı ilişkiler açısından doğru bir durum değildir. Aksine ortak bir noktada birleşip o konu hakkında tartışmak ve uzlaşmaya çalışmak, eğitim için gerekli bir durumdur. Eğitimcinin görevi ise, insanlara iyiyi, güzeli doğruyu anlatmaktır. Bunun içinde onlara iyi davranmak, güvenlerini kazanmak, dostluk ve sevgi ortamı oluşturmaktır. İyi davranış kesinlikle karşılığını verecektir. Çünkü iyilikle kötülüğün eşit olması asla mümkün değildir. Kur’an’da Allah, kendisine düşman olanlara bile iyilikle mukabelede bulunmayı emretmiştir. Böyle bir hareketin dostluğa yol açacağını açıklayarak, bu davranışın büyük bir olgunluk işareti olduğuna vurgu yapmaktadır. Bir din eğitimcisi, dini iletişimi sağlayabilmesi için bu prensiplere dikkat etmek zorundadır. Kaynağını Kur’andan alan din eğitimi, yine Kur’an’ın göstermiş olduğu metotlarla yapılırsa ancak sonuca ulaşılabilir. Yanlış yapılan dini iletişimler karşıdaki insana aksi tesir edebilir ve dini tutum ve davranışların ters yönde gelişmesine neden olabilir. Güzel Konuşma: Kuranı, yalnız imandan, ibadetten, ahlaktan, hukuktan bahseden bir kitap değildir. Aynı zamanda insanların ve kâinattaki her şeyin iyiliğinden ve güzelliklerinden de bahseder. Kur’anın bütünlüğü güzelliği ifade eder ve bu kuranın muhtevasında olduğu kadar, üslup ve ifadesinde de kendini gösterir. Hz. Muhammed’in hayatına baktığımız zamanda her zaman güzellikleri görmemiz mümkündür. “ Herhangi bir iş yaptığınız zaman onu en güzel biçimde yapmanızdan Allah hoşnut olur” sözü, bu gerçeği ifade etmektedir. Özellikle muhataplarını eğitirken, onlara karşı kırıcı davranışlarda bulunmadığını, kötü sözler söylemediğini ve çevresindekilere de bu tür davranışlardan uzak durmaları gerektiğini öğütlediğini görmekteyiz. Hz. Aişe’ye, kötü sözlerden uzak durmasını, çünkü kötü sözüde, kötü söz söyleyeni de Allah’ın sevmediğini söylemiştir. Hz. Peygamber “ Beyanda sihir vardır” sözüyle, güzel sözün gücüne vurgu yapmaktadır. İnsanları kınayıcı, yerici ve hicvedici sözleri kesinlikle yasaklamaktadır. Güzel söz ve konuşmayı sadakadan saymaktadır. Ayrıca atasözlerimiz arasında yer alan “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. sözü de bunu desteklemektedir. Güzel konuşma ve nazik tavır din eğitiminin temel metodları arasında yer almaktadır. Düşündürme ve Akıl Yürütme: Kur’an’ı kerimin önemle üzerinde durduğu konulardan biri de, insanların düşünmesi, aklını kullanması ve bu iki vasıta aracıyla gerçeğe ulaşmasıdır. İnsanın akıl sahibi bir canlı olduğu ve öteki canlı türlerinden akıl gücüyle ayrıldığı fikri, Aristoteles’ten beri çeşitli düşünürler ve filozoflar tarafından vurgulanmıştır. İnsan düşünme ve bilme yeteneğinin yanı sıra, bilme ve ayırt etme özelliğine, seçme özelliğine de sahiptir. Biyolojik ve psikolojik varlığının bilme ve seçme gücüyle bütünlenmesi, onu ahlaki ve entelektüel bir varlık kılmaktadır. “Tefekkür” mastarı, üç harfli olan “Fikr” kökünden türemiştir. “Fikr” ise, birşey hakkında ham düşünce üretilmesi demektir.Düşünme, beynin direk olarak yaptığı bir tepkidir. Beynin işleyişi, sadece dış uyaranlardan gelen bir varlığa tâbi değildir. Dış uyarıcı olmadan da beyin, düşünme faaliyetini yapmaktadır. Örneğin, yorgun bir insan düşünecek bir hali olmasa da kafasında bir yığın sorular dolaşır; ya da uykusunda bir takım rüyalar görür. Bu da, beynin sadece dışardan maddi bir uyarıcıyla değil de, o uyarıcının bıraktığı manevi izler ya da sembollerle de hareket ettiğinin göstergesidir. Müjdeleme ve Kolaylaştırma: Kur’an’ın istediği ve öğrettiği hayatı yaşamayan, Allah’a hakiki manada kul olamayan, günah işleyen insanlar için ,Kur’anın genel bir tavrı da müjdeleme ve onları ilk anda muhakkak rahatsız eder ve bundan dolayı vicdan azabı çeker. Onun için yaptığı bir hatadan dolayı ya da işlediği bir suçtan dolayı onu kınamak ya da korkutmak, ona aksi tesir eden yanlış bir harekettir. . Böyle bir hareket ancak o insanı daha da içine kapatacak ve suçluluk duygusuna kendisini iyice kaptırarak psikolojik bir bunalıma itecektir. Bu ise kur’anın asla tasvip etmeyeceği bir durumdur. Allah, kullarına en büyük müjdesini, “merhametinin, gazabını geçmesi”’sözüyle vermektedir. O, insanı işlediği suçtan dolayı hemen cezaya çarptırmayarak insanların, günahlarından dolayı Ümitlerini kesmemeleri gerektiğini çünkü rahmetinin her şeyi kuşattığını söyleyerek, insanlara bir yol çizmiş ve müjdeleme ve ümitsizliğe düşmeme metodunu eğitimcilere öğretmiştir. Mükâfat ve Ceza:Arapça bir kelime olan “mükâfat”, sözlükte, ödül, karşılık, hediye, armağan, iyiliğe iyilikle karşılık vermek anlamlarına gelmektedir. Eğitim terimi olarak ise, genellikle, “iyi bir çalışma veya üstün bir beceri gösteren öğrenci, öğretmen veya yöneticilere verilen armağan” ifadesiyle tanımlanmaktadır. Psikolojik açıdan mükâfat ise, çocukta ya da öğrencide, iyi hareketlerin tekrarını sağlamak amacıyla uyandırılan bir sevinç duygusudur. Bu açıdan baktığımızda her mükâfatın çocuk ya da öğrenci üzerinde çok önemli bir fonksiyonu vardır. Mükâfat, istenilen davranışların yapılmasını sağlayan bir özendirici ve davranışların yerleşmesini sağlayan bir pekiştiricidir. Eğitim faaliyetinin verimi ve başarısı için, insanlara bilgi, tutum ve davranış kazandırma geliştirme ve değiştirme amacıyla verilen maddi ve manevi nitelikteki ödüller, ilgi ve merakı artırmak, dikkat ve motivasyonu sağlamak üzere bir teşvik ve pekiştirme vazifesi görmektedir.İnsanlara doğru bilgi, doğru düşünce ve doğru davranış kazandırma amacıyla mükafat metodunu kullanan Allah, bu metodu, Rab sıfatı ile, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için bir teşvik unsuru ve davranış kazandırma amacıyla kullanmakta ve eğitimcilere bir yol olarak göstermektedir. Başka bir deyişle mükâfat, insandaki olumlu ve güzel davranışları tebrik ve takdir etmek suretiyle, o davranışın her zaman yapılmasını ve güzel davranışların sürekli tekrarını amaçlamaktır. Din eğitimi açısından olaya baktığımızda, insanlara güzel davranışları kazandırma, manevi açıdan aydınlığa götürecek bilgi birikimini sağlama, doğru düşünme yetisini insana kazandırma ve doğruya teşvik etme, insanları iyi davranışlara özendirirken, kötü davranışlardan sakındırma adına ceza ve mükâfat metodunu kullanmamız gerekmektedir. Burada önemli olan nokta ise, mükâfat ve cezanın doğru yerde, doğru zamanlamayla yapılması ve nefsi arzulardan uzak eğitim amacını taşımasıdır. Kişisel Farklılıklara Dikkat Etmek: Toplum, birbirinden farklı kişilerden meydana gelmiştir. Her insanın da kendine özgü farklı psikolojik ve biyolojik yapısı mevcuttur. Eğer herkes aynı yapıya sahip olsaydı, bir kişide bulunan bir biyolojik ya da psikolojik herhangi bir özellik diğer insanlarda da mevcut bulunurdu. Bu da ortaya çıkan sonuçların herkeste aynı olacağı genel-geçer bir hal alırdı. Kur’an’da, hâkimiyet, savaşma, cimrilik, nankörlük, korku, sevgi, gibi olumlu ve olumsuz özellikler insanın fıtratında her kişide farklı yoğunluklarda mevcut olduğu ifade edilmektedir. İnsanoğlu her zaman için günah işlemeye meyillidir. Fıtratında bulunan “fücur” insanın, günah işlemeye yatkın ve açık olma özelliğini ve psikolojik açıdan karanlığı meydana getiren kötü fiilleri işleyebilecek özellikte yaratıldığının bir göstergesidir. Ancak insanoğlu bu olumsuz özelliklerinin yanında, manevi dengeyi kuracak olumlu özelliklere de sahiptir. Bu özelliğin en başta geleni ise takvadır. Takvanın bilgi ve akıl ile peygamberin örnek hayatı ve güzel davranışlarının örnek alınmasıyla, kişinin fıtratında bulunan olumsuz özellikler kaybolacaktır. Takva, fücur’a baskın gelip onu kontrolü altına alacaktır. İnsanın doğasında bir güç olan takva, eğitim sayesinde bir işlev kazanarak fiil haline gelmektedir. Eğitimde amaç, insanları bizzat ferdi farklılıkları göz önünde bulundurularak eğitmek ve hayata hazırlamaktır. Aynı kültür ve çevrede yaşayan insanlar, aynı çevresel faktörlerin etkisi altında bulundukları halde farklı olaylardan etkilenebilmektedir. Bu durum onların kişisel özelliklerinden meydana gelmektedir. Bu açıdan baktığımızda, bir kimsenin temel kişilik özellikleri, bize onun dini tutumu ve davranışları hakkında da bilgi verebilir. Hiçbir zaman normal zekâdaki bir çocukla, dâhi çocuk eşit tutularak, ikisine de eşit, aynı derecede ve metotlar kullanılarak eğitim hizmeti verilemez. Böyle bir işlem yapıldığı takdirde her iki taraf içinde bir haksızlık söz konusu olur. İnsanlara gerçekleri kabul ettirebilmek için, iyi tanınmalı ve iyi tahlil edilmelidir. Kişisel farklılıklar her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Hz. Muhammed’in eğitim anlayışında bu sisteme gereken şekilde dikkat edilmiştir. Kendisine yöneltilen sorulara anlaşılır şekilde cevap vermesi, insanların seviyelerine uygun anladığı dilden konuşması ve bazen de iyi anlaşılması için konuyu üçer sefer tekrar etmesi bu metod verdiği önemi ortaya koymaktadır. Bazen onlara dua ederek duygu ve hissiyatlarını okşuyor, kimi zamanda onları överek gururlarını okşayarak onlara verdiği değeri açıkça ortaya koyuyordu. İnsanların duygu dünyalarına girerek onları başka zamanlara götürmek de Hz. Peygamberin insanlara davranış metotlarından biriydi. Terğib ve Terhib: İnsan doğası gereği, kendisine fayda sağlayacak etki ve fiilleri yapmaya, kendisine zarar verecek etkilerden de kaçınmaya yatkındır. Çağdaş psikologlar bu olayı doğrulayacak nitelikte birçok deneyler yapmışlardır. Kur’an, Allah’ın birliğine öğretmek için yaptığı çağrıda, cennet nimetlerinden inananların faydalanmasını sağlayacak olan sevap hususunda Terğib etmek, cehennem ateşinden kâfirlerin başına gelecek ceza ve azaptan terhib etmek suretiyle insanların motivasyonlarını uyarmaya özen göstermektedir. Cennet nimetlerini anlatan Terğib ayetleri, inananlara, bu nimetleri elde etme idealini uyandırarak, onları doğru yola, takvaya itmektedir. Böylece, ibadetler, iyilikler ve cennet ehlinden olma idealiyle Allah ve Rasülünün hoşuna gidecek davranışlar yapmak için birbirleriyle yarışacaklardır. Cehennem azabını anlatan terhib ayetleri de, kâfir, münafık ve Allah’ın öğretilerine karşı gelen, isyankâr kulları bekleyen azabı hatırlatarak, insanların iç dünyasında bir korku uyandıracaktır. Böylece bu azaba düşmemek için günah işlemek, isyan etmek ve Allah ve Rasülünün hoşuna gitmeyecek fiillerden uzak durmalarını sağlayacaktır. Kur’an ve hadislere baktığımızda bu iki metoda sıkça rastlamamız mümkündür. Kur’an’da, iyi iş yapanlar, Allah’a davet edenler ve Müslüman olduğunu söyleyen kişiler övülmektedir. Kötülükleri güzel sözlerle savuşturanlar övülerek böyle bir durumda olanların düşmanlarının bile dost olacağından bahsedilmektedir. Ayrıca, Allah’a davet yapacak kişinin güzel öğütlerle, hikmetlerle çağırılması emredilerek böyle bir uygulamayla hem davetin amaç ve metodunu belirlemekte, hem de bu davetin güzel neticeler vereceği müjdesini vermektedir. Hz. Muhammed ise üç sınıf insandan bahsetmektedir. Bunlardan ilki “kibrinden elbisesini yerde sürüyen” ikincisi, “ verdiğini başa kakan” üçüncüsü ise, “yalan yere yemin ederek ticarette fiyatı yükselten” diye ifade etmektedir. Kıyamet gününde Allah’ın onlarla konuşmayacağından ve onlar için elim bir azap olduğundan bahsederek, insanları bu kötü alışkanlıklardan vazgeçirme mücadelesine girmektedir. Tartışma Metodu:Tartışma metodu, bir konu yada problem üzerinde birlikte konuşarak ya da fikir alışverişi yaparak sorunun giderilmesi için gerekli olan çözüm yolunu aramaktır.Tartışmadaki temel amaç, bir konu üzerinde münazara ederek, değişik açılardan konuya bakabilme gücünün kazandırılmasıdır. Kur’an’a baktığımızda, tartışmanın, cedelleşmenin yasak olduğuna dair ayetleri de görmekteyiz. İnsanların birbirleriyle çekişmelerinin kendilerine zarar verdiğini, güç ve kuvvetlerinde eksilme olduğunu belirtenayetler ve insanların Hz. Muhammed’e, gerçeği anlamak için değil de sırf mücadele edip ona zorluk çıkarmak için cedelleşme yaptığını belirten ayetler mevcuttur. Ayrıca Hz. Peygamberin hadislerine baktığımız zaman da tartışmanın yasaklandığını görmekteyiz. Hz. Peygamber:“ Allah’ın en çok kızdığı kişi, mücadelede direnen kişidir ” buyurarak tartışmanın kötü bir sonuca varacağını bizlere ifade etmektedir. Ayrıca; “Kim haklı olduğu halde tartışmayı bırakırsa, Allah adına, cennette bir köşkü kendisine garanti ederim.” buyruğuyla da tartışmadan uzak duran kimsenin mükâfatına vurgu yapmaktadır. Yine tartışmanın, toplum için bir bozgunculuk ve tefrika ortaya çıkaracağını söyleyerek, tartışmadan şiddetle uzak durulması gerektiğinden bahseder. Ancak her davet gibi İslam’ın daveti sırasında da birtakımı sorunlar ve islama itirazlarla karşılaşıldığı muhakkaktır. Bu açıdan baktığımızda, İslam’ında kendini savunmak için fikri tartışmalar yapması gerektiği görüşünü savunanlarda mevcuttur. Bu fikri savunanlara göre Kur’an, baştan sona kadar peygamberlerle kavimleri arasında bir fikri tartışmayla doludur. Bütün peygamberler, Hak dine saldıranlar ve onun fikirlerini çürütmek isteyen inkârcılarla mücadele etmişlerdir. Onların karşı çıktıkları savunma şekli, hakkı anlatırken batıl deliller göstererek batılı yıkma şeklinde olan tartışmalardır. Bunun dışındaki gerçekçi ve metoduna uygun yapılan tartışmalar Kur’an’da zikredilmektedir. Bu ayetleri genel olarak değerlendirdiğimizde, Hz. Peygamberin davet esnasında itirazlarla karşılaştığı zaman, en güzel şekilde mücadele etmesi gerektiğini, kendinden önceki peygamberlerin de ümmetleriyle tartışma yaptığını, hatta bu tartışmaların, karşı tarafı pes ettirecek dereceye vardığını ve tartışmanın güzel bir şekilde yapılması gerektiği sonucuna varmaktayız. Model Alma Yoluyla Öğrenme: Başkalarını örnek alarak eğitilmek ve öğrenmek, önemli eğitim yollarından birisidir. Ana- Baba, öğretmen, dini şahsiyetler toplum içinde örnek alınacak kişiler olarak ilk sırada yer alırlar. Kültürümüzde yer alan “ Kız anadan görmeyince sofra sermez”, “ üzüm üzüme baka baka kararır”, “körle yatan şaşı kalkar” gibi atasözlerimizde insanın hayatında birilerini örnek almanın etkinliğine dikkat çekmektedir. Genel anlamda eğitimin önemli bir bölümü örnek alarak öğrenmeye dayanır. İnsan, toplumun düşünce tarzını, örf, adet, gelenek ve göreneklerini, dil, din gibi değerleri ve daha pek çok kültürel unsurları bu yolla öğrenir. Davranışları örnek vererek insanları eğitmek, Kur’an’ın genel eğitim metotlarından biridir. Bunun için Allah, kimlerin nasıl örnek alınacağını açıklamıştır. Kur’an’ın özellikle üstünde durduğu ve isim yaparak vurguladığı örnek şahsiyetler peygamberlerdir. Bunlar arasında özellikle iki tanesi örnek gösterilmiştir ki, bunlarda Hz. Muhammed ve Hz. İbrahim’dir. Hz. Muhammed, Kur’an tarafından insanlığa bir hayat tarzı, örnek bir insan, model bir şahsiyet olarak sunulmuştur. Ayrıca Hz. Muhammed, Kur’an’ın referans gösterdiği bir şahsiyet, tarihin yaşamına tanıklık ettiği ve Müslümanların asırlar boyu bir bilinçle tanıklık ettiği en büyük örnek kişidir. Peygamberler bir beşerdir. Diğer insanlardan tek farkı, onlara vahiy gelmesidir. İnsanlık için her zaman örnek olmuşlardır. Peygamberlerin ahlak ve davranış düzeyleri yüksek olduğu için Kur’an, onları, insanlar için bir örnek ve uyulması gereken kişiler olarak göstermiş, hayat tarzları ve yaşantılarının, öğrenilmesi ve uyulmasını her zaman öğütlemiştir. İnsanlar daima, çevresinde ahlâkı ve yaşantısıyla ün yapmış kişilere değer verir, onları örnek olarak gösterirler. İnsanlara dini değerleri öğretirken, görsel bir duyunun olması ve insanlara bunun sunulması önemlidir. Eğitim ve öğretimin her alanında olduğu gibi, dinî ve Ahlâki öğretimlerde de güçlü bir modele her zaman ihtiyaç vardır. Bu alanda model olabilecek insanlar, Allah’ın koyduğu ilkelere uyan, ilahi gerçekleri canlı bir şekilde gösteren kişiler olmalıdır. Bunların en önemlisi şüphesiz peygamberlerdir. Onlar, Kur’an’ın bütün öğretilerini yaşayan, ona uyan ve nasıl uyulması gerektiğini insanlara anlatan model şahsiyetlerdir. Soru-Cevapla Eğitim: İnsanlar bilmek istedikleri şeyleri sorarak öğrenirler. İnsan bilgisinin büyük çoğunluğu sorarak öğrendiği şeylerden oluşmaktadır.Soru sorma, insan zihnini çalışmaya zorlaması, onu anlaşılmış bilgilere götüren bir yol dolayısıyla sürekli kullanılmıştır. İnsanın en büyük özelliklerinden biri de meraklı olması, etrafında olup biten olayları devamlı öğrenme isteğinin olmasıdır. İnsan çocuk yaşlardan itibaren konuşmaya başladıktan sonra her şeyi sorarak öğrenme isteğini belirtir. Soru-cevap metodunun bir diğer özelliği ise yaratıcı düşünme, ferdi teşebbüs kabiliyetini geliştirme, serbest konuşma ve kendine güveni insana kazandırmasıdır. Bu metod, Kur’an’ın en çok kullandığı metodlardan biridir. Ayrıca Kur’an, bilinmeyen bir konunun aydınlatılması hususunda her zaman soru sormaya teşvik etmiştir. Kıssalarla Anlatım: İnsan yaratılış itibariyle kıssa dinlemeyi ve anlatmayı sever. O kıssayı kafasında canlandıran, hayalini kuran kimse adım adım, o kıssayı takip ederek kendini kıssanın içinde bulur. Ayrıca kıssalarda geçen olayları, tehlikelerden emin olarak izleyerek, aynı zamanda olayları bizzat kendi yaşar. Onun için Kıssada ruhları büyüleyen bir sihir vardır. Kur’an’da kıssa, diğer kıssalarda olduğu gibi bir edebi sanat amacı taşımamaktadır. Kıssa, Kur’an’ın asıl hedefini gerçekleştirme vesilelerinden biridir. Kur’an yapmak istediği daveti bazı metotlar dâhilinde yapmaktadır. Kıssada davet amacına hizmet eden, Kur’an’i bir metottur. Kıssa, öğretim motivini uyardığı, dikkati çektiği için Kur’an’ın başvurduğu önemli metotlardan biridir. Kur’an, kıssalar arasında insanlara vermek istediği ilahi mesajları, peygamberlerin ve geçmiş elçilerin haberlerini, geçmiş ümmetlerdeki Allah’a karşı gelen, isyanda bulunan kavimlerin başlarına gelenleri ya da öğretmek istediği ilahi mesajları, dini akideleri ve öğreteceği hikmetleri içinde barındırır. Kıssa içinde anlatılan olaylar, bu olayların aktörleri, yaşanan olayları anlatarak, dinleyicilere bir yol gösterir. Dinleyenlerin akıl ve duygularına etkide bulunarak onlara vermek istediği dersleri, ilahi mesajları, yüksek öğretileri akıl ve nefislerine aktararak, kişileri psikolojik olarak eğitime hazır hale getirir. Birçok kişi, oyun izlerken ya da dinlerken, oyun kahramanıyla kendini bir tutmaktadır. Özellikle beğenilen ve sevilen bir kişiyi herkes kendine örnek olarak alarak, kendini onun yerine koyar. Kıssada da durum böyledir. İnsan içinde bulunduğu ortamdan uzaklaşarak kıssanın anlatıldığı mekâna ve zaman doğru bir yolculuğa çıkar. Kıssada geçen olay kahramanları ile birlikte hayal dünyasında o anları canlı olarak yaşar. Böylece kıssa insan psikolojisinin doğru yönde ve olumlu biçimde kullanılmasına zemin hazırlar. Bu psikolojik ve eğitici yönünden dolayı kıssa, güçlü bir eğitim vasıtasıdır. MÜCADELE SURESİ’NİN TANITIMI VE EĞİTİM AÇISINDAN İNCELENMESİ Surenin Nüzul Sebebi: Kur’an’ı Kerim’in . suresi olan Mücadele Suresi Medine döneminde nazil Hable) ifadesinden türemedir. Mücadele, yani tartışma kelimesinde de bu kök mananın izleri mevcuttur. Birbiri ile münakaşa eden kişilerden her biri diğerini fikirlerinden vazgeçirmek için, iplik büker gibi çevirmeye çalışmaktadır. Kelimenin buradaki manası ise, karşılıklı konuşma ve sözünü tekrarlama anlamındadır. Buna göre ayetin manası şöyle olmaktadır. “ Yüce Allah kocası hakkında fetva istemek üzere seninle konuşan, meşru bir sebebi olmadan kendisi hakkında yapılmış olan “Zıhar” hususunda tekrar tekrar sana müracaat eden kadının duasını kabul etmiştir. Mücadele aynı zamanda Muhavere anlamındadır. “Muhavere”, Sıkıntıdan çıkış yolu bulmak için konunun tekrar tekrar konuşulmasıdır. Burada Hz. Peygamber ile tartışan kadın, Hazrec kabilesinden Havle Binti Salebe dir. Kocası da, Übade Samitin kardeşi olan Evs b. Samit’dir. Rivayete göre Havle, alımlı ve çekici bir kadındır. Namaz kıldığı bir sırada kocası Evs onu görür ve kendisiyle cinsel ilişkide bulunma isteği duyar. Havle namazı bitirip selam verince kocası onu davet eder. Havle bu daveti reddedince kocası ona kızar ve : “Sen bana anamın sırtı gibisin” der. Bu bir zıhardır. Zıhar ise cahiliye döneminde yapılan boşamalardan biridir. Bunun üzerine Havle Hz. Peygambere gelir. O geldiğinde Hz. Aişe, Hz. Peygamberin başını yıkamaktadır. Havle durumu Hz. Peygambere şöyle anlatır: “Ey Allah’ın Rasülü; kocam benimle evlendiğinde zengin ve soylu bir genç kızdım. Malımdan istifade etti, gençliğimi aldı ve beni ailemden ayırdı. Yaşım ilerledi ve şimdide bana Zıhar yaptı ve sonrada pişman oldu. Beni ve onu birleştirecek ve tekrar yaşama kavuşturacak bir şey var mı?”Hz. Peygamber ona, bana göre sen ona haramsın dedi. Kadın ise; Ey Allah’ın Rasülü, Kitabı indiren Allah hakkı için boşamadan söz etmedi. O çocuğumun babasıdır ve en çok sevdiğim insandır. diye karşılık verdi. Hz. Peygamber yine: o günkü gelenek üzere bana göre sen ona haramsın. Bu konuda bana başka bir şey gelmedi cevabını verdi. Kadın ısrarla Allah’ın elçisine isteğini arz edip; “ sen ona haramsın” cevabını alınca; “ Ben fakirliğimi ve ihtiyacımı ve şu güç durumumu Allah’a arz ediyorum. Allah’ım, Rasülünün diline bir vahiy indir” diye dua etti. Nihayet, Cebrail (a.s.) Burada zikri geçen ilk dört ayeti Havlenin duasının ve şikâyetinin kabulü mahiyetinde olmak üzere Hz. Peygambere getirdi. Bu vesileyle Havle “Zıhar” meselesinin aydınlanmasına vesile olmuştur. Yine klasik müfessirlere göre kadının, evlilik haklarından yoksun bırakan ve aynı zamanda yeniden evlenmesini imkânsız kılan bu boşanmaya karşı Hz. Peygambere başvurduğunda bu müşrik âdetini yasaklayan bu surenin –. ayetleri nazil oldu. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Kur’an’ın öğretilerinde adalet ve eşitlik hâkimdir. Kur’an’ın insanlar hakkındaki genel metodu ve yaklaşım tarzı böyledir. Cahiliye döneminde değersiz sayılan, sözüne kulak verilmeyen bir kadına Kur’an, hakkı yenen bir insan olarak yaklaşmaktadır. Bu olay, Kur’an’ın yaklaşımını bizlere göstermektedir. Kadın haksızlığa uğradığı için, kocasını şikâyet etmiştir. Mücadele Suresi, adından da anlaşılacağı üzere örnek Müslüman bir kadının hakkını elde edebilmek için gösterdiği çabaları anlatan bir suredir. Siyasî otoritenin itirazına rağmen kadın haklı davasında ısrar etmiş, uğradığı zulmü Allah'a şikâyet etmiştir. Bu kadının haklarını elde edebilmek için gösterdiği örnek gayret ve çaba Allah'ın takdirine mazhar olmuştur.. Bu kadın aklının gücü ile Allah'a giden yolu görmüş, kocasının kendisine yapmış olduğu haksızlığa boyun eğmemiş, hatta kavminin geleneklerinden kendini sıyırarak kavminin benimsemiş olduğu alışkanlığa önem vermemişti. Surenin Genel Bütünlük İçindeki Yeri:Adını birinci ayette geçen “Tücadilü” fiilinden alan sure, Medine de Münafikun suresinden sonra nazil olmuştur. Günah ve düşmanlıkla dolu gizli bir komplo peşinde olan topluluk yerilerek, kişilerin aralarında fısıltıyla konuşmaları eleştirilmiş, Müslümanlarda böyle ahlakların olmaması gerektiği ve böylesi yanlış davranışlardan uzak durmaları gerektiğini öğütleyerek, bu konudaki örnek davranışları göstermektedir. Ayrıca meclislerdeki davranış kuralları öğretilerek, ahlak, ilim ve bu iki özelliği bir arada bulunduranlara önem vermesi gerektiğini açıklanmış, Müslümanların hayır için yaptıkları toplantılar övülerek, ilme ve ilim adamlarına verilen değer gösterilmiştir. Hz. Peygamberle bir araya gelip, onunla özel görüşme yapmak isteyenlere sadaka vermeleri öğütlenmiştir. Sadaka verme işinin Müslümanlara ağır gelmesi sonucunda da bu iş kaldırılmıştır. Allah’a ve Peygamberine karşı gelenlerin ezilecekleri, müminlerin hiçbir yakınını bile Peygambere tercih edemeyecekleri anlatılmaktadır. Münafıkların durumlarından bahsedilerek, onların inananlar için bir tehdit olduğuna vurgu yapılmış, dostluk anlayışları eleştirilmiş ve onlarla dostluk kurmanın yanlışlığına değinilmiştir. Mücadele Suresi’nden Çıkan İlkeler: Kur’an Allah kelamıdır. İnsanlığı dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırmak için son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’e Arapça olarak Cebrail aracılığıyla vahyedilmiştir. İlahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ın mesajı evrensel ve çağlar üstüdür. Her zaman diliminde ve hangi konumda olursa olsun bütün insanlığı muhatap kabul ederek herkese hitap eder. İçerdiği temel hüküm ve ilkeler açısından zaman, mekân ve diğer şartlara bağlı kalmaksızın bir süreklilik ve her çağda, bütün Müslümanlar için bir bağlayıcılık arz eder. Kur’anın en büyük amacı, iyi insan yetiştirmektir. İnsanların dünya ve ahiret hayatlarında mutlu olmalarını sağlamaktır. Bunu yaparken de belli metodlarla hareket etmektedir. Kur’an, en önemli eğitim metotlarını içinde barındırır. İnsanın yaşama amacını ve kâinat içindeki değer ve yerini bildirir. Kur’an’ın . suresi olan Mücadele Suresi de diğer surelerde olduğu gibi,insanı en güzele yönlendirme, doğruyu bulup doğru olanla yaşama amacını gütmektedir. Mücadele Suresinin temel ilkelerini kısaca şöyle özetlememiz mümkündür. Haksızlığa uğrayan kadın, fikrini hiçbir baskı görmeden hür bir şekilde sunabilmektedir. Ortaçağ zihniyetinde kadının statüsü tartışılırken İslam, kadına düşünme ve düşündüğünü söyleme hakkı vermiş bu ayetle de onu desteklemiştir. Allah’ın bildiğine inanan kimse kötü söz, fiil ve davranışlardan uzak durarak, Allah’ın he an yanında olduğunu hisseder ve ve ayetlerde, güzellik, iyilik hususlarında gizli konuşmada bir sakınca olmadığından bahsedilmektedir. Gizli konuşmak ya da fiskos yapmak, sadece karşıdaki insanların aklında bir şüphe bırakır. Allah’ın yasak ettiği gizli konuşma, bu tür bir davranıştır. Çünkü bu şeytandandır. Şeytan ise çeşitli yollarla insanlar arasına bir takım fitneler sokarak, insanların arasını açar ve onları birbirlerinden soğutur. Ayetlerden anlaşıldığına göre Yahudi ve Münafıkların bu tür davranışta bulunma sebebi, Müslümanlara psikolojik baskı yapmaktır. Böylece Müslümanları üzüntü ve kedere sevk ederek, savaşta yenildiği hissini vermek ya da düşmanın tuzağına düştüğü hissine kapılmalarına sebep olmaktır. Bu ise şeytanın oyunlarından biridir. Günah, düşmanlık ve peygambere isyan için yapılan gizli toplantıların sosyal ahlakı kirlettiğini, toplantıların iyilik ve takva düzeyinde olmasını öğütleyerek, sosyal ahlak eğitimini insanlara anlatmaktadır. MÜCADELE SURESİ’NİN EĞİTİM AÇISINDAN İNCELENMESİ Dünyadaki eğitim sahasındaki bütün yatırım ve gayretlerin hedefi, gerçekleştirmek istedikleri amacın doğrultusuna, eğitilenleri inandırmak ve sonrada bu amaç uğruna onları eğitmektir. İnsanlara etki etmek, onlara bir şeyler yaptırabilmek için önce onları inandırmak gerekmektedir. Kur’an’ı kerime bakıldığında bunun ilk prensip olarak ele alındığını görmek zor olmayacaktır. Çünkü Kur’an her şeyden önce insanların Allah’a inanmalarını istemekle buna dikkat çekmektedir. Aynı şeyi mücadele suresinde de görmek mümkündür. Biz burada mücadele suresini incelerken eğitim prensipleri ve eğitim metotları açısından incelemiş olacağız. Ancak eğitim bütün prensip ve metotlarını aynı surede bulmamız mümkün olmayabilir. Bunun için biz sure içinde tespit ettiğimiz ilke ve metotları günümüz eğitim, kurallarını göz önünde bulundurarak incelemiş olacağız. İtaat ve Otorite: Kur’an’ın hedefi, insanı eğitmek suretiyle sadece Allah’a kul olan bir insan yetiştirmektir. Kur’an bunu yaparken öncelikle insanı belli disiplin altında tutar. Allah, önce inanmayı emreder, daha sonra ise ameli işleri kontrol altına alır. İnanç olmadan, iman kalplerde kökleşmeden itaat mümkün değildir. Bir kimse Allah’a iman etmeden ve onun emirlerini kabul etmeden İslam’ın istediği manada eğitilmesi mümkün değildir. Eğitim adına Yapılan çalışmaların ve telkinlerin tesirini göstermesi, ancak itaatin sağlanmasıyla mümkündür. Bu yüzden çağdaş eğitimciler “Eğer telkinin doğrudan doğruya etkili olmasını istiyorsak, önce kişi, karşısındaki insanı kendinden soğutmak yerine, insanları kendine çekecek gücün ne olduğunu öğrenmelidir. Bu sırra vakıf olmalıdır.” demektedir. Bir kişinin, Kur’anın istediği biçimde insan olması, onun istediği hayat tarzını yaşaması Allah’a itaat ve onun otoritesi altına girmesiyle mümkündür. İslam’ın öğretilerini pratik hayata aktarıp, onu uygulamanın temel yolu budur. İtaat ve otorite, günümüz eğitimcileri tarafından kabul edilen ve savunulan bir metoddur. Eğitimde otorite şarttır. Çünkü otorite de üstün bir kuvvete boyun eğmek vardır. Ancak körü körüne bir tutum ve yıkıcı davranışlardan kaçınılmalıdır. Eğitim ve öğretim faaliyetlerinde başarılı olmak için, itaat ve otorite prensibini uygulamak gerekmektedir. Bu sayede, eğitim ve öğretimde hedeflenen başarıya ulaşmak mümkündür. Hayat Boyu Eğitim: İslam’a göre bilgili olmak demek, üstün olmak demektir. İnsan fıtrat gereği, daima üstün olmaya meyillidir. Bu duygu da insanda hayat boyu bir şeyler öğrenme, yeni şeyler kazanma ihtiyacını hissettirir. Peygamberler tarihini incelediğimizde, hepsinin Allah tarafından çocukluktan itibaren eğitilmeye başlandığını görmekteyiz. Günümüzde de çocukların eğitiminin daha ana rahminde başladığına dair tezlerin öne sürüldüğünü göz önünde bulundurursak, hayat boyu eğitimin ve bu sürenin nerde başlayıp ne zaman kadar devam etmesi gerektiğinin önemini görebiliriz. İslami eğitim prensipleri içerisinde her yerde eğitim, Kur’an eğitiminin temel özellikleri arasında yer almaktadır. Çünkü Kur’an eğitimi herhangi bir kuruma bağlı bir eğitim değildir. İslam tarihinde birçok uygulaması olan ve hayatın her anını kapsayan din eğitimi, genel eğitimin ayrılmaz bir parçasıdır. O, örgün ve yaygın eğitim olarak okulda, camide, iş yerinde evde, çevre ve hayatın her sahasında eğitim, yaş, cins ve zaman gözetilmeksizin yapıla gelmiştir. Çünkü insanın olduğu yerde eğitim vardır. Eğitimin olduğu yerde ise din eğitimi söz konusu olmaktadır. Kısaca genel eğitimin ayrılmaz bir parçası olan din eğitimi insan yaşamında ayrılmaz bir bütünlük arz eder.Mücadele Suresi göz önüne alındığı zaman sahabelerin yaşantısının her anı bu eğitim prensiplerinde mevcuttur. Mescide, ya da Hz. Peygamberle konuşurken, onunla özel konuşmak istendiğinde, onun meclisinde bulunulduğunda, münafıkların, Allah ve Resulünün düşmanlarının yaptıkları hareketler karşısında takındığı tavırlarda, her zaman için insanlara bir model olmuş ve hareketleriyle insanları eğitme yoluna gitmiştir. Bu eğitimin izlerini hayatın her sahasında görmemiz mümkündür. Fert ve Toplum Eğitimi: İnsanlık tarihine bakacak olursak, Mahlûkatın en şereflisi olarak yaratılan insan, bazen faziletin zirvesine çıkmış, bazen de en aşağı tabakaya kadar düşmüştür. Bu iki tip insanı birbiriyle karşılaştırıp, hangisinin daha huzurlu olduğunu araştırırsak maddeten ve manen huzur içinde bulunan insan, islam ahlakı üzerine olan insandır. İlahi huzura eremeyen ve daima büyük bir bunalım içinde olan insanda İslam Eğitiminden uzak olan insandır. Ahlâk ve adaletin ortadan kalktığı bir toplum gelişme gösterebilseydi, İslam’dan önce hüküm süren, putperestlik, ateşperestlik, Allahlık iddiasında bulunan nemrutluk ve firavunluk bir gelişme gösterir, huzur bulur ve kıyamete kadar hüküm sürerdi. Ancak, inanç ve ahlâktan uzak olan bu kavimler hep son bulmuş ve karanlığa gömülmüştür. Ancak Hz. Aişe’nin ifadesiyle, Kur’an Ahlakınıtaşıyan Hz. Peygambere uyan nesiller tarih boyunca inanç, ahlâk gibi kavramlarla her zaman yükselmişlerdir. Dünyada ve insanlık âleminde insani ölçülerle hareket eden Müslüman bir toplumun bulunması elbette islamın terbiye metodunda büyük bir öneme sahiptir. İslami bir toplumu inşa etmek hususunda işe fertle başlamak gerekir. Çünkü Hz. Peygamber böyle yapmıştır. Fırsat ve İmkân Eşitliği: Toplum birbirinden farklı fertlerden meydana gelmiştir. Eğer insanlar birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasalardı eğitim- öğretim işi çok basit bir hal alırdı. Eğitimin istenilen düzeye ulaşabilmesi için kişilerin, ferdi farklılıklarının göz önünde bulundurulması gerekir. Eğer ferdi farklılıklar dikkate alınmazsa, insanlar arasında büyük bir adaletsizlik yapılmış olur. İnsanları yönetmek, problemlerini tanımak ve çözmek, kişiliklerine uygun düşen iş ve davranışa sevk etmek ferdi farklılıklar gözetilmediği takdirde mümkün olmayacaktır. Fırsat eşitliği, ferdi farklılıklar göz önünde bulundurularak fert ve toplumun ihtiyaç duyduğu değerler üzerinde eşit imkânlar ölçüsünde gerçekleştirilir. Mücadele Suresinde fertler ve o fertleri oluşturan toplumlar vahiy kültürü ile Hz.Peygamberin rehberliği doğrultusunda fırsat ve imkân eşitliğinden faydalanabilme hakkını seviyesine göre elde etmişlerdir. Çünkü yeni oluşan İslam toplumu, İslam’ın öğretilerinin ahlaki olgunluğa erişmemiş ve bu konuda eğitilmeye ihtiyacı olan bir toplumdur. Kadının hakkının açıkça gasbedilmesi, münafıkların aralarında gizli konuşarak Müslümanları korkutması, dolayısıyla, toplumda bozgunculuk çıkarmaları, Allah ve Rasülüne karşı gelenlerin durumu, topluluk adabı gibi konularda Allah, peygamberi vasıtasıyla insanları eğitmiştir. Bu hükümler, evrensel nitelikte olup, herkes için geçerlidir. Yanlış Davranışların Düzeltilmesi: Kur’an, genel anlamda insanları iyiye doğruya ve güzele teşvik etmektedir. İnsanların hayatları boyu yanlış ya da hata yapmadan yaşamaları mümkün değildir. Kişiler tecrübeleri hayatlarında yaşamış olduğu olaylar neticesinde elde ederler. Bu yaşam süreci içerisinde her zaman doğru bir çizgide gitmek mümkün değildir. Yanlışlar ve hatalar insan yaşamıyla iç içedir. Mücadele suresine baktığımızda da Allah’ın belli prensiplerle insanları içine girmiş olduğu yanlışlardan belli kurallar koyarak kurtarmaya çalıştığını görmekteyiz. “Zıhar” geleneğiyle girilen yanlış davranışı Kur’an düzeltme yoluna gitmiştir. Kişilerin kızgınlık anında söylediği bazı sözlerin gerçek dışılığını hatırlatarak doğrusunu öğretmeyi amaç edinmiştir. Burada Kur’an’ın, kimin anne olduğunu ve olması gerektiğinin bilincini insana verdiğini görmekteyiz. Böylelikle Arap geleneğinde yer alan gaddarca uygulamaya set çekerek, yanlış olan bir davranışı ıslah yoluna gitmektedir. Hanımın sırtını, kendi annesinin sırtına benzeterek boşamayı gerçekleştirmek isteyen kişinin değerlendirmesini yüce Allah değerlendirirken, “Onlar çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar” ifadesini kullanmaktadır. Bu çirkin söz, aklın mantığın ve sağduyunun kabul etmediği gerçek dışı bir sözdür. Âdetler gelenek ve görenekler akıl dışı, mantığın kabul etmeyeceği bir tarzda olmamalıdır. Davranışların Disiplin Altına Alınması: Disiplin kelime olarak; “Adab- ı muaşeret, bilim dalı, cezalandırmak, eğitmek, yöntem, yol “ gibi anlamlara gelmektedir. Genel olarak, bireylerin içinde yaşadığı topluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan önlemlerin tümü şeklinde tanımlanan disiplin kavramı, eğitim bilimi sözlüklerinde ise; bir toplulukta uyulması gereken kanun ve kuralların tamamı anlamlarına gelmektedir. Disiplin, öncelikle bir uyum ve ahenk biçimidir. Kesinlikle ceza ve baskı anlamalarında kullanılmamalıdır. Fertlerin veya grupların, eğitim amaçlarına ulaşmak için hareket ve davranışlarını kontrol altına almalarıdır. Disiplin, kişilere ceza vermek, onları rencide etmek, ya da dışlamak anlamlarında kullanılmamalıdır. Çünkü İslam eğitiminde bu tarz davranışlara ne Kur’an da ne de Hz. Peygamberin uygulamalarında yer yoktur. Disiplinin amacı, insana bir takım özellikler kazandırmaktır. Kardeşiniz Hüseyin Ebu Emre