www.musluman.biz

1 Nisan 2012 Pazar

MESCİDLER – DIRAR MESCİDİ – TAKVA MESCİDİ

MESCİDLER – DIRAR MESCİDİ – TAKVA MESCİDİ
 




Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

http://archive.org/details/mescid_takva_dirar

http://archive.org/download/mescid_takva_dirar/Ahlakdersleri047.mp3

MESCİDLER – DIRAR MESCİDİ – TAKVA MESCİDİ

Mescidler, takvâ üzerine kurulur ve insanlar orada arınmaya çalışırlarsa gerçek fonksiyonlarını yaparlar. Gösteriş ve övünme için ve Allah’ın rızâsı dışında başka bir gâye için yapılan mescidlerden hayır gelmez. Hele hele müslümanların arasını açmak için (nifak için) yapılan mescidler ‘dırar’ (zararlı) mescididir .
“Bir de (mü’minlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Rasûlüne karşı savaşmış olanı beklemek için “mescid-i dırar” (bir zarar mescidi) kuranlar ve ‘(bununla) iyilikten başka bir şey niyet etmedik’ diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah, onların kesinlikle yalancı olduklarına şâhitlik eder. Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescid içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda, temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da temizlenenleri sever.” (9/Tevbe, 107-108)
Mescidler müslümanlar için birer merkez durumundadırlar. Hem ibâdet yerleri, hem toplanma, hem de eğitim yerleridir. Mescidler günün her saatinde bu işlevlerini yapmalıdır. Müslümanların hayatı ile mescid arasında sıkı bir bağ vardır. Gönlü mescide bağlı olan gençler övülmüş, cemaatle namaz teşvik edilmiş, cemaatle kılınan namaz yirmi yedi derece üstün tutulmuştur. Orada yüksek sesle konuşmak, alışveriş yapmak doğru değildir. Ancak bu demek değildir ki oralarda sadece belli konuşmalar yapılır, müslümanların dünya işleriyle ilgili konuşulmaz. Şüphesiz müslümanların bir araya gelme yeri olan mescidlerde müslümanların sorunlarından konuşulmaksızın söz açmak mümkün değildir. Dünya kelâmı konuşmadan, ibâdet de eksik olacaktır; âhirete ancak dünya kapısından geçilebiceği için, dünya kelâmının hayırlıları, hayırlı yerlerde daha çok konuşulacaktır.
Müslüman toplumu ve onlardaki İslâmî hayatı ve şuuru mescidler ayakta tutar. Mescidler bu görevlerini yapamaz duruma gelince, sıradan birer bina durumuna veya tarihî eser konumuna düşerler. Bugün özellikle Avrupa ülkelerindeki Türklerin açtığı mescidler ya belli bir hizbin (grubun), yahut bir siyasî rejimin elindedir. Herkes elinde tuttuğu mescidi kendi anlayışının, kendi ideolojisinin propaganda yeri olarak kullanabilyor. “Falancıların mescidi, filancıların mescidi” deniyor. Halbuki Kur’an'a göre, mescidler sadece Allah'ındır, Allah içindir; orada sadece O'na çağrı yapılır: “Mescidler, şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte başkasını çağırmayın, başka kimseye duâ edip yalvarmayın (ve kulluk etmeyin).” (72/Cinn, 18)
Kur'ân-ı Kerim'de Mescid Kavramı
“Mescid” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de 22 yerde geçer; Bu kelimenin çoğulu olan “mesâcid” kelimesi de toplam 6 âyette zikredilir. Mescid kelimesinin türediği kök olan “secde” ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de toplam olarak 92 yerde kullanılır.
Mescid kelimesi Kur’an’da tekil ve çoğul olarak, ayrıca sıfat tamlaması şeklinde kullanılır. Kâbe ve çevresini ifade eden Mescid-i Harâm 15 yerde, Mescid-i Nebevî veya Mescid-i Kubâ’nın kastedildiği “takvâ temeli üzerine kurulu mescid” (9/Tevbe, 108), Kudüs hareminin kastedildiği Mescid-i Aksâ (17/İsrâ, 1) ve münâfıkların Hz. Peygamber’e sûikast tertiplemek üzere binâ ettikleri Mescid-i Dırâr (9/Tevbe, 107) birer âyette zikredilmektedir.
Kur’an’da mescidlerin Allah için yapılan binalar olduğu vurgulanarak, kullanılışında da sadece Allah'a ibâdete tahsis edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Hıristiyanlar kiliselerinde, yahûdiler de havralarında Allah'a şirk koşup O’ndan başkasına da duâ edip yalvararak, başkasını imdada çağırarak mâbedlerini puthaneye çevirdikleri gibi, mü’minlerin de mescidlerde böyle yapmamaları kesin bir dille ihtar edilir: “Mescidler, şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte başkasını çağırmayın, başka kimseye duâ edip yalvarmayın (ve kulluk etmeyin).” (72/Cinn, 18) Bu âyetteki “mescidler” kelimesi şu şekillerde tefsir edilmiştir:
1) Namaz kılmak için binâ edilmiş yerler, câmiler,
2) Namaz ve ibâdet yalnız câmilere ve belli yerlere hasredilmiş olmadığından, bütün yeryüzü,
3) Bütün mescidlerin kıblesi olduğundan, “Mescid-i Harâm,
4) Secde ederken yere temas eden organlar.
Dolayısıyla, Mescid-i Haram ve içinde namaz kılınan bütün câmi ve mescidler Allah’ın olduğu gibi, tüm yeryüzü mescidi de, insanların yaratıcısı önünde kulluk ve şükür simgesi olarak secde ettiği organları da Allah’ındır; Allah için ve Allah yolunda kullanılmalıdır.
Kur’an’da; “içinde Allah'a ibâdet edilen yer” şeklindeki genel anlamıyla mescid, ehl-i kitabın mâbedleriyle beraber zikredilmektedir: “Allah, bir kısım insanları, diğer bazılarıyla defetmeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi...” (22/Hacc, 40). Kur’ân-ı Kerim, i’tikâf için en elverişli mekân olarak mescidleri gösterir (2/Bakara, 187). Allah Teâlâ, mescidleri, nûrunun aydınlattığı yerler olarak zikreder (24/Nûr, 35-36).
Mescid inşâ etmek, îmar, tamir ve koruma hakkının sadece mü’minlerin, imanını eylemleriyle isbat eden, namazı ikame edip zekâtını veren ve Allah’tan başkasından korkmayan müttakî mü’minlerin hakkı olduğu, böyle şerefli bir görevi ancak böyle şerefli insanların yapabileceği ifade edilir (9/Tevbe, 18). Allah'a şirk koşanların, şirklerini itiraf eden veya davranışlarıyla bunu kabullenenlerin Allah’ın mescidlerini imar ve inşâ etmeye, hakları ve yetkileri yoktur; onların pis ellerini ve haram paralarını böyle mübârek yere bulaştırmaları yakışık almaz ve buna izin verilmemelidir (9/Tevbe, 17). Bu iki âyet, aynı zamanda mescide taraftar olup olmamayı, imanla küfrü ayıran bir alâmet olarak da değerlendirilebilir. Mescidin îmarı ile ilgili ifade, mescidlerin fizikî imarları gibi, aynı zamanda cemaate katılarak mânevî îmar ve hayatiyetine katkıda bulunmayı, bir iman ve takvâ alâmeti olarak görmemizi de gerektirir.
Hadis-i Şeriflerde Mescid Kavramı
"Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah'ın en fazla nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır." (Müslim, Mesâcid 288, hadis no: 671)
"Yeryüzü bana mescid ve (teyemmüm için) temiz kılındı. Ümmetimden kim bir namaz vaktine ulaştımı nerede olursa namazını kılsın." (Nesâî, Mesâcid 42, hadis no: 2, 56)
Câbir İbn Semüre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) mescide girince cemaati bir kısım halkalar halinde gördü ve: "Sizleri niye böyle (tek bir cemaat halinde değil de) dağınık gruplar halinde görüyorum?" buyurdu. (Müslim, Salât 119, hadis no: 430; Ebû Dâvud, Edeb 16, hadis no: 4823)
Ebû Said el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: Benî Selîme (Ensâr'dan bir grup) Medine'nin uzakça bir kenarında oturuyordu. Mescid-i Nebevî'nin yakınlarına taşınmak istediler. Bunun üzerine şu mealdeki âyet indi: "Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan Biziz. Her şeyi apaçık bir Kitapta saymışızdır." (36/Yâsin, 11). Rasûlullah (s.a.s.): "Ayak izleriniz (sevap olarak) yazılıyor" dedi. Yerlerinde kaldılar. (Tirmizî, Tefsir Yâsin, hadis no: 3224)
Ebû Zer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) mescidde iken huzuruna girdim. Bana: "Ey Ebû Zer, mescide tahiyye (selâm vermek) gerekir" buyurdu. Ben: "Mescide verilecek selâm nedir?" diye sorunca: "(Girince) kılacağın iki rekât namazdır" buyurdu..." (Kütüb-i Sitte Terc. c. 4, s. 381)
Hakîm İbn Hizâm (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) mescidde kısas infâzını, (kötü) şiir okunmasını ve hadlerin tatbik edilmesini yasakladı." (Ebû Dâvud, Hudûd 38, hadis no: 4490)
"Namazlarınızdan bir kısmını evlerinizde kılın; sakın onları kabirlere çevirmeyin!" (Buhârî, Salât 52, Teheccüd 38; Müslim, Müsâfirîn 208, hadis no: 777; Ebû Dâvud, Salât 346, hadis no: 1448; Tirmizî, Salât 331, hadis no: 451; Nesâî, Salâtu'l-leyl 1, hadis no: 3, 197).
"Sizden kim namazını mescidde kılarsa namazından bir pay da evi için ayırsın. Zira Allah, evinde kılacağı namaz için dahi bir hayır takdir etmiştir." (Müslim, Müsâfirîn 210, hadis no: 778)
Muaz bin Cebel (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bağ ve bahçelerde namaz kılmayı da müstehab (sevimli ve hoş) sayardı." (Tirmizî, Salât 249, hadis no: 334)
"Bir kimsenin mescide ilgisini görürseniz, onun mü'min olduğuna şehâdet edin; zira Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: "Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman edenler îmar ederler." (9/Tevbe, 18) (Tirmizî, Tefsîr Sûre 2, hadis no: 3092)
"Mescidler hakkında övünme olmadan Kıyâmet kopmaz!" (Ebû Dâvud, Salât 12; Nesâî, Mesâcid 2)
İbn Abbas (r.a.) der ki: "Yemin olsun! Sizler mescidlerinizi, yahûdi ve hıristiyanlar gibi süsleyeceksiniz!" (Ebû Dâvud, Salât 12; Buhârî, Salât 12)
Cemaat: "Kişinin cemaatle kıldığı namazın sevabı, evinde ve çarşıda (iş yerinde) kıldığı namazından yirmi beş kat fazladır. Şöyle ki, abdest alınca güzel bir abdest alır, sonra mescide gider, evinden çıkarken sadece mescid gâyesiyle çıkmıştır. Bu sırada attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir, bir günahı affedilir. Namazı kıldımı, namaz kıldığı yerde olduğu müddetçe melekler ona rahmet okumaya devam ederler ve şöyle derler: 'Ey Rabbimiz, buna rahmet et, merhamet buyur.' Sizden herkes, namazı beklediği müddetçe namaz kılıyor gibidir." (Buhârî, Ezan 30, Cum'a 2; Müslim, Salât 272, hadis no: 649; Ebû Dâvud, Salât 49, hadis no: 559; Tirmizî, Salât 245, hadis no: 330; İbn Mâce, Mesâcid 16, hadis no: 788)
Ebû Mes'ûd el-Bedrî (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) namazda (cemaat için kalktığımızda) omuzlarımıza eliyle dokunur ve şöyle derdi: "Düzgün olun, karışık durmayın; sonra kalplerinize de karışıklık ve ihtilâf girer. Hemen arkama, sizden akıl ve dirâyet sahibi olanlar dursun. Sonra tedrîcen bunları tâkip edenler, sonra da onları tâkip edenler dursun." (Müslim, Salât 122; Nesâî, İmâmet 26; Ebû Dâvud, Salât 96)
"Ya saflarınızı düzeltirsiniz ya da Allah kalplerinize muhâlefet atar." (Buhârî, Ezân 71; Müslim, Salât 127; Ebû Dâvud, Salât 94; Tirmizî, Salât 167; Nesâî, İmâmet 25)
"Yedi sınıf insan vardır ki Allah onları kendi (arş'ının) gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan (kıyâmet) gün(ün)de (arş'ının) gölgesinde gölgelendirecektir. (Bunlar:) Âdil imam (yönetici), Allah'a ibâdet ede ede yetişen genç, kalbi mescidlere bağlı olan kimse, Allah için sevişen, O'nun için bir yere gelen; O'nun için birbirinden ayrılan iki kimse, kendisini mevkî sahibi ve güzel bir kadın (fenâlığa) dâvet ettiği halde: 'Ben Allah'tan korkarım' diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren kimse ve tenha bir yerde Allah'ı zikrederek gözleri boşanan kimsedir." (Müslim, Zekât 91, hadis no: 1031)
Mescidin/Câminin Fonksiyonları örnekler
Mescid, her şeyden önce bir ibâdethânedir. İslâm’da ibâdetin sadece namaz ve benzeri görevlerden ibâret olmadığı, bireysel, sosyal ve siyasal hayatın bütün alanlarını kapsadığı için, mescidin de her çeşit ibâdet için bir mekân olduğunu, asr-ı saâdette hayatın her alanıyla ilgili fonksiyon icrâ ettiğini görüyoruz. Mâbeddir, mekteptir, irşad yeridir, buluşma görüşme yeridir, istirahat yeridir, mahkemedir, hastahane ve hapishanedir, düğün yeridir, spor merkezidir, mâliye ve hazinedir, kültür meclisi ve şiir kürsüsüdür...
1. Mâbed Olarak Mescid ve Mescidin Kudsiyeti: Mescid, başlangıçta idare, eğitim ve öğretim merkezi gibi değişik amaçlar için kullanılmışsa da onun asıl fonksiyonu, bir mâbed oluşudur (24/Nûr, 36; 9/Tevbe, 108; 22/Hacc, 40).
Hz. Peygamber, bir kişinin mescide girip kayıp devesini sormasını hoş görmeyerek mescidlerin ibâdet yeri olduğunu îmâ etmiş ve yapılış maksatlarına uygun olarak kullanılmalarını istemiştir (İbn Mâce, Mesâcid 11).
İslâmiyet’te bütün yeryüzü, mescid kabul edilmekle beraber, namazların cemaatle mescidde/câmide kılınması, gerek sevap bakımından gerekse sosyal yönden büyük bir önem taşır. Ashâbdan bazıları, farz namazları evlerde kılıp câmiye gitmemeyi Hz. Peygamber’in sünnetini terketme olarak yorumlamışlardır (Nesâî, İmâmet 50; Ebû Dâvud, Salât 46).
Cuma ve bayram namazları ise mutlaka cemaatle kılınır. İslâmiyet yılda bir defa her renkten ve sınıftan müslüman cemaatin ilk mescidde (Mescid-i Harâm) dünya çapında, her Cuma da merkezî câmilerde bölge çapında bir araya gelip topluca ibâdet etmesini emretmiştir.
İbâdet için belli bir yere çekilmeyi ifade eden i’tikâfa en elverişli mekânlar Kur’an’a göre mescidler/câmilerdir (2/Bakara, 187). Hz. Peygamber her Ramazan ayında Mescid-i Nebevî’de kurulan özel bir çadırda i’tikâfa girerdi. Hz. Peygamber’in bir hadisine göre, adının anıldığı ve kendisine kulluk görevinin yerine getirildiği yerler olarak mescidler Allah'a en sevimli mekânlardır (Müslim, Mesâcid 288). Allah Teâlâ, mescidleri nûrunun aydınlattığı yerler olarak zikreder (24/Nûr, 35-36). Bu bakımdan orada edeple hareket edilmesi emredilir.
2. Eğitim-Öğretim ve Kültür Merkezi Olarak Mescid: Hz. Peygamber’in, bir gün mescide girdiğinde cemaatin bir kısmını duâ ve zikirle, diğer bir kısmını ilimle uğraştıklarını görüp, “Ben muallim/öğretmen olarak gönderildim” diyerek ilimle meşgul olanların yanına oturması (İbn Mâce, Mukaddime 17), Asr-ı saâdet’te mescidin eğitim ve öğretim alanındaki fonksiyonunu göstermeye yeterlidir. Saâdet asrında mescid, tam bir mektep/okul görevi üstleniyordu. Suffa ehli, burada okuma yazma, ilmihâl ve özellikle hadis öğreniyorlardı. Mescidin bu fonksiyonunun İslâm’dan önceye giden bir geçmişi vardır. İmrân’ın karısının, doğacak çocuğunu mescidde yetiştirilmek üzere adaması (3/Âl-i İmrân, 35-37), Mescid-i Aksâ’nın buna uygun bir planı olduğunu gösterir.
İslâm’da ilk eğitim ve öğretim faâliyetleri Mekke döneminde Dârü’l-Erkam’da başlamış, Medine’de Mescid-i Nebevî’nin inşâsından sonra buna hız verilmiştir. Mesciddeki öğretim faâliyetleri “meclis” kelimesiyle ifade edilir. Hz. Peygamber’in Mescid-i Nebevî’deki derslerine “meclisü’l-ilm” denilmiştir ki, bu ilk asırda hadis derslerini ifade ediyordu. Bu meclislerde Hz. Peygamber’in etrafında iç içe daire şeklinde oturan dinleyici grubuna “halka” denilmiştir (Buhârî, İlim 8). Halkalara ders vermede bazı sahâbîler de kendisine yardımcı olmuştur. Ubâde bin Sâmit bunlardan biriydi ve mescidde Kur’an ve okuma yazma öğretiyordu.
3. Kütüphane: Câmiler, ilmî eserlerin muhâfazası ve âlimlerin istifâdesine sunulması bakımından da görev yapmıştır. Müellifler bağlı oldukları şehir veya mahalle câmilerine, isteyenlerin okuması için eserlerinin birer nüshasını bağışlamayı âdet edinmişlerdi. Bunlar “hizâne” denilen dolaplarda muhâfaza edilir, bazen de câminin bir köşesinde kütüphane şeklinde düzenlenirdi. Meselâ, Horasan’ın en büyük şehri olan Merv’deki on kütüphanenin ikisi, câmide bulunuyordu. Vakıf eserlerden oluşan, Azîziye ve Kemâliye denilen bu iki kütüphaneden sadece birincide 12.000 civarında kitap vardı (Mu’cemü’l-Büldân, V/114). Mısır câmilerinin bazılarında da oldukça büyük kütüphaneler mevcuttu.
Mescidlerin Hastahane Olarak Kullanılması: Mescidler, ihtiyaç olduğunda hastahane görevi de üstlenmiştir. Hendek Gazvesinde yaralanan Sa’d bin Muâz için Mescid-i Nebevî’de bir çadır kurulmuştu (Buhârî, Salât 59; Müslim, Cihad 67).
Tutuk evi, Hapishane Olarak Kullanılması: Gerektiğinde savaş esirleri geçici olarak mescidde muhâfaza edilmiştir. Ancak, bununla, esirin İslâmiyet’i kabul etmesi amaçlanmış ve bunda da genellikle başarıya ulaşılmıştır (Buhârî, Salât 83; Müslim, Cihad 59).
Mescidler İrşâd Yeridir: Dinin tanımını nasihat olarak yapan Hz. Peygamber, insanlara toplu olarak daha çok orada nasihat ederdi. Mescidlerin hâlâ şu veya bu şekilde icrâ ettikleri temel fonksiyonlarından biridir irşâd. Hutbe, vaaz, sohbet, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker gibi faâliyetler ilk mescidden bu yana dünyanın hemen her yerinde en büyük irşad yerleri olmuştur.
Mescidler Buluşma ve Görüşme Yeridir: Müslümanlar, mescidlere ibâdet için gittikleri gibi, aynı zamanda aynı bölgenin insanları olarak birbirleriyle buluşup görüşmek, yeni insanlarla tanışıp konuşmak, meselelerini halletmek, birbirleriyle yardımlaşmak için de giderler. Mescidler, bu fonksiyonlarını da hâlâ icrâ etmektedir.
Mescidler İstirahat Yeridir: Mescidler, aynı zamanda müslümanların günlük yorgunluklarını giderebilecek ve istirahat edebilecekleri yerlerdir. Peygamberimiz zamanında bazı sahâbîlerin kaylûle denilen öğle uykusu için istirahat etmek, dinlenip uyumak için mescidi kullandıklarını çeşitli rivâyetlerden biliyoruz.
Mescidler, Nikâh ve Düğün Salonudur: Peygamber Efendimiz, nikâhın mescidde ilân edilmesini istemiştir (Tirmizî, Nikâh 6).
Yemek Yenen Yerdir: Asr-ı saâdet’te mescidlerde nice sahâbînin yemek yediğini, açlara yiyecek verildiğini biliyoruz. Peygamberimiz, fakirlerin yemesi için mescidin direklerine hurma salkımları astırırdı.
Misâfirhanedir: Medine dışından gelen insanların, özellikle kalabalık grupların misafir edildiği misâfirhane olarak Mescid-i Nebevî’nin kullanıldığını biliyoruz.
Mescidler, Allah Teâlâ’ya ibâdet amacıyla yapıldığı için büyük bir şerefe sahiptir. Bu yüzden her mescide “Beytullah” (Allah’ın evi)” denilir. Bir mescid, kıyâmete kadar mesciddir. Mescide saygısızlık veya tecâvüz, Allah Teâlâ’nın hukukuna tecâvüz anlamı taşıyacağı için uhrevî sorumluluğu gerektirir. Halkın değerlendirmesine göre, bu saygısızlığın cezası dünyada başlayacağından, câmiyi pisletenin, bu suçla helâkı/ölümü çağırdığı vurgulanır: “Eceli gelen...” denir. Kur’an, Ebrehe’nin Allah’ın evi Kâ’be’ye karşı savaş açmasından dolayı cezasının dünyada da çok fecî olduğunu anlatır ( 105/Fîl, 1-5).
Bir mescidin içi ve arsası mescid olduğu gibi, gökyüzüne kadar üstü de mescid hükmündedir. Bu yüzden mescidde yapılması mekruh olan şeyin, üstünde yapılması da mekruh olur. Mescidlerin araya yol girmeyen çevresi de (finâ-i mescid) namaz konusunda mescid hükmündedir. Fakat başka konularda mescid hükmünde değildir. Bu nedenle, oralardan geçmek veya oraya abdestsiz girmekte bir sakınca yoktur.
Bir mescide sağ ayakla girilir, önce Rasûlullah (s.a.s.)’a salât u selâmdan sonra, “Allahümme’ftah aleynâ ebvâbe rahmetik (Allah’ım, bizlere rahmet kapılarını aç” diye duâ edilir. Çıkarken de önce sol ayağı dışarı atarak “Allahümme’ftah aleynâ ebvâbe fadlik (Allah’ım, bize lütuf ve kereminin kapılarını aç)” diye duâda bulunmalıdır. (Bu duâ hakkında, Müslim, Müsâfirîn 68, 191; Ebû Dâvud, Salât 18). Diğer yandan, mescide ilk girişte, mescidi selâmlama anlamında Allah rızâsı için en az iki rekât “tahıyyetü’l-mescid” namazı kılınması sünnet olup, mescidin mânevî havasına intibakı sağlar.
Namazgâh: Câmi yerine kullanılan namaz yeri, namaz kılınan meydan ve açık mescid demektir. Bayram ve cenâze musallâları/namazgâhları da yalnız namaz hususunda mescid hükmündedirler.
Cemaat: Cemaat kelimesinin aslı, toplamak, bir araya getirmek anlamındaki cem’ fiilidir. Cemaat, sözlükte, insan topluluğu, bir araya gelen insan grubu demektir. Geniş anlamıyla cemaat; bir fikir ve inanç etrafında bir araya toplanan insan topluluğuna verilen addır. Bir fıkıh terimi olarak ‘cemaat’ ise; namazı bir imamla birlikte kılan mü’minler topluluğudur. En geniş anlamıyla cemaat, İslâm ümmeti topluluğunu ifade eden bir kavramdır. Dünyadaki bütün müslümanlar bu anlamda bir bütün halinde ‘cemaat’tirler. Bu cemaatin ana özelliği, aynı Din’e, yani Tevhid Dinine inanmaları, aynı kıbleye yönelmeleridir. Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün müslümanlar İslâm cemaatinin birer üyesirler. Cemaat, şuurlu bir birlikteliktir. Kuru kalabalık, yani kitle (cemâdât) değildir.
İslâm’a göre cemaat olma o kadar önemlidir ki, iki kişi bir araya gelseler, hemen cemaat olmaları tavsiye edilir (Buhârî, Ezan 35, 1/167; İbn Mâce, İkametü’s-Salât 44, hadis no: 972-975, 1/312; Nesâî, İmâmet 43-44, 2/80).
Cemaate devam etmenin sevabı kadın ve erkek mü’minler için aynı derecededir. Peygamberimiz kadınların cemaate gelmelerine engel olunmamasını istemiştir (Buhârî, Ezan 162, 1/218; Müslim, Salât 30, hadis no: 442, 1/326; Ebû Dâvud, Salât 52, hadis no: 565-568, 1/155).
Dırar Mescidi, Takvâ Mescidi
Dırar Mescidi: Münâfıklarca Medine’de inşâ edilen mescide, müslümanlara zarar verme amacıyla yapıldığı için “zararlı mescid” anlamında Kur’an’da Mescid-i Dırar denilmiştir (9/Tevbe, 107). Mescid-i Dırar, münâfık ve İslâm düşmanlarının işbirliğiyle yaptırılmıştır. Hz. Peygamber, münâfıkların amacını bildiren vahiy üzerine bu mescidi yıktırarak müslümanlar arasında fitne kaynağı olmasına izin vermemiştir.
Medine’de münâfıklar, İslâm aleyhindeki faâliyetlerini açıkça ve rahatça yapamadıkları için İslâm devletinin takibinden kendilerini koruyacak, gizli çalışmalarını yürütmeye elverişli bir merkeze ihtiyaç duyuyorlardı. Aslen Medine’li olduğu halde, Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret etmesi üzerine İslâm’a ve Hz. Peygamber’e düşmanlığı ve hışmı dolayısıyla önce Mekke’ye, daha sonra da Bizans ülkelerine giden Ebû Âmir er-Râhib/el-Fâsık (Hz. Peygamber, onun er-Râhib lakabını el-Fâsık şeklinde değiştirmiştir) irtibatlı bulunduğu Medine’deki münâfıklara mescid şeklinde bir merkez kurmaları tavsiye ve tahrikinde bulundu.
Bunun üzerine münâfıklar, 9/630 senesinde Medine’de Sâlim bin Avf oğullarının bölgesinde Kubâ Mescidi’ne yakın bir yerde sözde bir mescid inşâ ettiler. Bundan sonra Hz. Peygamber’e mürâcaatla içlerinden yaşlıların ve özür sahiplerinin devamlı merkezdeki Medine Mescidine gelemediklerini, bazen yağmurlu ve soğuk günlerde kendilerinin de cemaate katılamadıklarını, bu sebeple kendi bölgelerinde namazı cemaatle kılabilmek üzere bir mescid inşâ ettiklerini belirterek, mescidlerine gelip namaz kıldırmasını ve böylece bu mescidin açılışını yaparak resmen tanınmasını istediler. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.s.), Tebük Gazvesi’nin hazırlıkları ile son derece meşguldü ve sefere çıkmak üzere idi. Bu sebeple kendisine müracaat edenlere, ancak seferden döndükten sonra mescidlerine gelebileceğini belirtti.
Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.), Tebük Seferinden dönerken Medine yakınlarında Tevbe sûresinin 107-110. âyetleri nâzil oldu. Bu âyetlerde sözkonusu mescidin zarar verme (dırar), inkâr etme, müslümanlar arasında ayrılık çıkarma, daha önce Allah ve Rasûlüne karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlama amacıyla yapıldığı, münâfıkların bu amaçlarını gizlemek için “biz sadece iyilik yapmak istiyorduk” diye yemin ettikleri, buna rağmen yalancı oldukları belirtilerek şöyle buyuruluyordu:
“Bir de (mü’minlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Rasûlüne karşı savaşmış olanı beklemek için “mescid-i dırar” (bir zarar mescidi) kuranlar ve ‘(bununla) iyilikten başka bir şey niyet etmedik’ diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah, onların kesinlikle yalancı olduklarına şâhitlik eder. Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescid içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda, temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da temizlenenleri sever. Binasının temelini Allah’tan korkma ve O’nun rızâsını kazanma esası üzerine kuran mı, yoksa binasını bir uçurumun kenarına kurup da onunla cehennemin ateşine göçen mi daha hayırlıdır?! Allah, zâlimler güruhunu doğru yola sevketmez. Yürekleri paramparça oluncaya kadar yaptıkları o mescid, daima bir şüphe kaynağı olarak kalplerinde kalacaktır. Allah alîmdir/her şeyi bilir, hakîmdir/hikmet sahibidir.” (9/Tevbe, 107-110)
Münâfıklar, Dırar Mescidini açmak için Hz. Peygamber (s.a.s.)’in seferden dönmesini bekliyorlardı. Hz. Peygamber, Medine’ye dönünce, gerçek mâhiyeti konusunda bilgilendirildiği, yönlendirildiği Dırar Mescidini, görevlendirdiği birkaç sahâbe vâsıtasıyla yaktırarak ortadan kaldırdı. Böylece münâfıkların belli bir merkezde üslenerek faâliyette bulunmalarına fırsat vermedi. Bu sözde mescidin yakılması eylemi, İslâm toplumunun birliğini bozmaya yönelik faâliyetlere hiçbir şekilde izin verilmeyeceğine dair bir kanıtıdır. Bu olay ayrıca İslâm düşmanlarının hâince amaçları için İslâm’ın temel kurumlarını bile kullanmaktan çekinmeyecekleri konusunda müslümanlara yapılan bir uyarı niteliği taşımaktadır.
“O mescid-i dırarda ebediyyen namaz kılma!” (9/Tevbe, 108). Mûteber tefsirlerde Dırar Mescidini, Ebû Âmir’in emrinde olan on iki münâfığın yaptırdığı kaydedilmektedir. Münâfık, akaid noktasından “kâfir hükmünde” olduğuna göre, kâfirler tarafından inşâ edilen, mü’minlere zarar vermek, tefrikayı artırmak ve ideolojilerini yayarak küfrü güçlendirmek niyetine mâtuf olan her mescid, “Dırar” özelliğini taşır. Binâenaleyh “bir mescidin makbûl bir İslâm mâbedi olabilmesi için; helâl bir mal ile, sırf Allah rızâsı için inşâ edilmiş olması icabeder.” Müctehid imamlar; “kâfirlerin inşâ ettikleri mescidlerde namaz kılınamayacağı ve haram mal ile mâbed yapılamayacağı” hususunda müttefiktirler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in sahâbe-i kiramdan Maan bin Adi, Mâlik bin ed-Dahşemi, Amr bin Yeşküri ve Vahşi’yi (r.a.) çağırıp “halkı zâlim olan şu mescide gidin, onu yıkın ve enkazını da ateşe verin!” buyurduğu bilinmektedir. Günümüzde bile; “Dırar mescidi”nin arsası, çöplük olarak kullanılmaktadır.
Bütün müfessirler, mescidlerin temellerinin takvâya dayanması hususunda müttefiktirler. Dünyevî hırs ve tamah içinde kıvranan insanların; mescid gibi maddî olan bir binanın, takvâ gibi mânevî bir temele nasıl dayanacağını kavramaları oldukça güçtür. Dırar Mescidi olayında ilgi çekici diğer bir yön gözden kaçırılmamalıdır. Bu mescidde namaz kıldıran; Hz. Mecmaa (r.a.) gibi genç bir sahâbi vardır. Hz. Ömer (r.a.)’in hilâfeti döneminde mü’minler bir mescid inşâ ettirince, imam tâyini için Hz. Mecmaa üzerinde dururlar. Hz. Ömer (r.a.): “Hayır, o kimse evvelce Mescid-i Dırarın imamı değil miydi?” buyurur. Hz. Mecmaa (r.a.) bu sözlere çok üzülür ve “Ey mü’minlerin emîri! Ben onların içlerinde gizledikleri nifakı ne bileyim!” diyerek özür beyan eder. Bunun üzerine Hz. Ömer, mü’minlerin isteğine uyarak Hz. Mecmaa’nın imâmetini tasdik etmiştir.
Allah’ın indirdiği hükümleri inkâr ettikleri; beyyine ve ikrarla sâbit olan kâfirlerin yaptırdıkları bütün mescidler, “Dırar” mescidi hükmündedir. Çünkü kâfirler; tarih boyunca mü’minleri, bu yolla aldatmayı mahâret saymışlardır. Mü'minler mescid hususunda titiz olmalıdırlar. Günümüzde yapılan mescidler, kadı'nın iznine dayanmadığı için "Mescid-i Takvâ" özelliğine sahip değildirler. Ancak İslâm'a zarar vermek gibi bâtıl bir niyet ile inşâ edilmedikleri için "Mescid-i Dırar" olarak da nitelendirilemezler. "Mescid-i meçhul" demek mümkündür. İslâm cemaati ihyâ edilir ve şartlara uygun mescidler yapılırsa, problem çözülmüş olur.
Müslümanların kontrolünde, Allah’ın dininin topluca ikamesi için hareket merkezi olan mescid, müslümanların kontrolünden çıktığı zaman müslümanlar için en büyük tehlikelerden biri olacaktır. Çünkü mescid, müslümanların buluştukları, dertleştikleri, yardımlaştıkları, kendi meseleleri ile ilgili kararlar aldıkları, kâfirlere karşı stateji belirledikleri bir sığınak, bir kale, İslâm devletinin bir yönetim yeridir. Allah’la yüz yüze geldikleri, Allah’ın emirlerine imza attıkları bir yerdir. Câmilerin birçok fonksiyonu yanında, en önemli ve olmazsa olmaz özelliği müslümanların kontrolünde olmasıdır. Câminin müslümanların kontrolünde olması demek, orada müslümanların sadece namaz kılmaları demek değildir.
Bir mescidin “Dırar” olmasının temel sebebi, taşının, halısının, binasının kâfir eliyle yapılması değildir. Sözgelimi, Ayasofya gibi nice mescidler, ilk yapılışlarında tümüyle farklı şekilde ve başka niyetlerle yapılmış olsalar da, müslümanların kontrolünde gerçek mescid halinde kullanılmasında hiçbir sakınca görülmemiştir. “Dırar” denilmesinin asıl sebebi, Allah’ın dininden başka din icad edenlerin mü’minler için tuzak kurmak, onları birbirine düşürmek, aralarına tefrika sokmak ve Allah’ın dinini hükümsüz bırakmaktır. Yani, İslâm’a ve müslümanlara zarar vermektir.
Mescidin gerçek anlamda işlev üstlenmesi için, kuruluşunun Allah rızâsı ve takvâ üzere olması ve arınmayı biricik gâye edinen insanların orada toplanması gerekmektedir (9/Tevbe, 108).
Riyâ, gösteriş ve dünyevî çıkar için yapılan mescidlerden hayır gelmez. Böyle mescidlerde toplananların gayesi Allah'a varmak için arınma olmaz. Bu tür mescidler, mü'minler arasında tefrika çıkarmak, insanları gözetlemek ve fitne yaymaktan başka bir işe yaramaz. Böyle mescidler, dırar mescididir, yani zararlı mescidlerdir ( 9/Tevbe, 107).
Takvâ Mescidi: "İlk günden takvâ üzere yapıldığı" bildirilen mescidin Kubâ Mescidi, veya Peygamberimiz'in Medine'deki mescidi, yani Mescid-i Nebevî olduğu hakkında iki görüş vardır. Tirmizî ve Müslim'in rivâyetlerine göre bu, Mescid-i Nebevî'dir (Tirmizî, Tefsîr Sûre 9; Müslim, Hac; et-Tâc, 4/136).
Fakat âyetin söz akışından bunun, Kubâ Mescidi olduğu anlaşılmaktadır. Peygamberimiz (s.a.s.), ara sıra, bazen yürüyerek ve bazen binekle gelip namaz kıldığı bu mescid için; "Kubâ mescidinde namaz kılmak, bir umre yapmak gibidir" (İbn Mâce, İkamet 197; Tirmizî, Mevâkît 125) buyurmuştur (İbn Kesîr, Tefsîr 2/390).
Takvâ mescidi, sadece Allah rızâsı için ve samimi müslümanlar tarafından yapılan mescid olmakla kalmaz; aynı zamanda, orada kötü sıfatlardan arınmış, içi ve dışı temiz insanların bulunduğu belirtilir (9/Tevbe, 107).
Dırar mescidinde içi dışı fısk ve fücur dolu, maddî ve mânevî yönden kirli insanlar; Takvâ mescidinde ise, Allah'tan korkan, içi ve dışı temiz insanlar bulunur.