GAYB
Hazır bulunmayan, gizli olan. Duyu organlarıyla doğrudan ya da dolaylı olarak ulaşılamayan, bilgiyle kuşatılamayan, müşâhede alanının dışında kalan her şey. Taberî'ye göre bütün mümkünler gaybı oluşturur.
Kur'an gayb kelimesini, insanların içlerinde taşıdıkları şeyleri, gelecekleriyle ve dönecekleri yerle ilgili hususları, geçmişte kalmış kişi ve olayların bilgisini, insan dışı varlılar dünyasını, ahiret hayatını ve gelecek olayları içine alacak biçimde hep hazır olanın zıddı anlamında kullanılır. Râğıb el-İsfâhânî şu tarifi verir: "Gözle görülemeyen, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisinin dışında olan"
Müşâhede alanının dışında olması, gaybın insanlarca bilinememesini ifade eder. Bu nedenle Kur'an sürekli gaybın yalnız Allah tarafından bilinebileceğini anlatır:
"Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilemez." (en-Neml: 27/65)
"Gayb, Allah'ındır." (Yunus: 10/20)
"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır, onları Allah'tan başkası bilmez." (el-En'âm: 6/59)
Ayrıca Hz. Peygamber'e de, "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem" (el-En'âm: 6/50) demesi buyurulur. Kur'an'da elliden fazla ayet gaybı yalnız Allah'ın bilebileceğiyle ilgilidir.
Kur'an, gaybın Allah'tan başka hiç kimse tarafından bilinemeyeceğini belirtmekle birlikte peygamberleri ayrı tutar:
"Allah sizi gaybe muttali kılacak değildir; ancak Allah rasûllerinden dilediğini seçer" (Âl-i İmrân: 3/179) "Gaybı bilen O'dur. Gizli bilgisini kimseye göstermez; ancak razı olduğu. resule gösterir." (el-Cin: 72/26-27). Ne var ki, ayetlerden de anlaşılacağı gibi resullerin gaybe ilişkin bilgileri Allah'ın bilgilendirmesinden dolayıdır; yoksa onlar da gaybı kendi güçleri ile bilemezler.
Allah, Kur'an'la Hz. Peygamber'e gayb bilgilerini bildirmiş, açıklamıştır. Nitekim Kur'an'da "...bu, gayb haberlerindendir, sana vahyediyoruz" (Âl-i İmrân: 3/44, Hud: 11/49) buyurulmaktadır. Bu özelliği nedeniyle Kur'an, Allah tarafından "gayb" olarak adlandırılır: "O, gaybdan (Kur'an'dan) dolayı itham altında tutulamaz" (et-Tekvîr: 81/24).
Bu ayetlere dayanan bazı İslâm bilginleri Hz. Peygamber'e bildirilen gayb bilgilerinin Kur'an'la sınırlı olduğunu, Kur'an dışında herhangi bir gayb haberi bildirilmediğini savunurlar. Buna karşılık İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğu Hz. Peygamber'e Kur'an dışında da vahiy geldiğini (vahy-i gayri metluv), dolayısıyla Kur'an dışında kalan bazı gayb bilgileri verildiğini kabul ederler. Bu gayb bilgileri de hadislerce aktarılır.
Gayb; Anlam ve Mâhiyeti:
Gayb, gizli kalmak, gizlenmek, görünmemek, gözden kaybolmak anlamında "ğâbe" fiilinden masdar veya gizlenen, hazırda olmayan şey manasında isim veya sıfat olarak kullanılır. Ragıb El-İsfehani gaybı, "duyular çerçevesine girmeyen şey" tarzında açıklamıştır.
Gaybın esası, mevcut olmamak değil; herhangi bir sebeple fark edilir olmamak, özellikle görünür olmamaktır. Gayb, insanın gözü önünde sergilenmemiş bulunandır; olmayan değil.
Gayb; duyularla algılanamayan, insanın deney ve gözlemlerine konu olmayan şeylerdir. Cahiliyye dönemi Arapları, tanrı olarak taptıkları putlarının gaybı bildiğine inanırlardı. Yalnız, onların bu bilgisine direkt yollarla değil, endirekt yolla ulaşmaya çalışırlardı. Mesela Mekke’liler, Hübel putunun yanındaki okları çekerek, başvurdukları iş hakkında tanrılarının ne düşündüğünü anlamaya çalışırlardı.
Kur’an, gaybı bildiği iddia edilen sahte tanrıların gaybı bilemeyeceklerini şöyle ifade eder:
“Onlar, diriler değil; ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” (Nahl: 16/21)
Gaybı bilmek, ülûhiyetin özelliklerindendir. Çünkü gaybı bilmek, tek başına bir üstünlüktür. Aynı zamanda başkalarına üstünlük kurmanın yollarından birisidir. Tabii ki insanın bu merakı, birçok bâtıl ve hurâfenin de kaynağını oluşturmaktadır. İnsanoğlunun bu zaafı, gaybı bildiğini iddia eden birçok insanın da ortaya çıkıp diğer insanları kandırarak sömürmesine sebep olmuştur.
Gaybın Çeşitleri:
İki türlü gayb vardır: Bir kısmı, hiçbir delili bulunmayan gaiblerdir ki bunları ancak "Allâmu'l-ğuyûb" (gaybları bilen) Allah bilir. "Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları O'ndan başkası bilemez." (En'âm: 6/59) âyetindeki gaybdan maksat bunlardır.
Diğer kısmı da delili bulunan gâiblerdir ki, "onlar gayba inanırlar." (Bakara: 2/3) âyetindeki gaybdan kastedilen de bu kısımdır. Âyette geçen "el-ğayb" kelimesinin elif lâmı ahd içindir. Yani, Allah'tan hakkıyla korkan müttakîlerin inandıkları, tanıdıkları gayb, delili bulunan hak gaybdır ki, bu da Allah ve sıfatı, ahiret ve halleri, melekler, peygamberlerin nübüvveti, kitapları indirme... gibi imana ait temel unsurlardır.
Gayba imanın önemi büyüktür. Çünkü korunmak, takvâ ona bağlıdır. Peygamber'i görüp iman eden sahabilerin de en büyük meziyetleri, O'nu gayba ait verdiği haberlerde tasdik edişlerindedir. Nitekim, İbn Mes'ud; "Kendisinden başka ilah olmayan (Allah)a yemin ederim ki, hiçbir kimse, gayba imandan daha faziletli bir şeye inanmamıştır." buyurmuş ve bu âyeti (Bakara: 2/3) okumuştur.
Kur'an'da Gayb:
Gayb kelimesi, Kur'an'da altmış yerde geçer. Kur'an'da gayb kelimesi, Allah'a nisbet edildiği yerlerde sadece Allah tarafından bilinebîlen mutlak gaybı, "âlimu'l-gayb, âlimu'l-gaybi ve'ş-şehâdeh, allâmu'l-ğuyûb, âlimu ğaybi's-semâvâti ve'l-arz" tarzındaki kullanımlarda insanların mevcut şartlar açısından bilemedikleri her şeyi ifâde eder. "Enbâu'l-ğayb" terkibinde ise, geçmişte yaşanan ve ibret alınmak üzere nakledilen tarihî olayları ifâde eder.
Kur'an'da zaman açısından; geçmiş, hal ve gelecek olmak üzere üç kategoriye ayrılabilen birçok gaybî habere yer verilmektedir. Bunlardan uzak maziye ait olan ve bizzat Kur'an tarafından "gayb haberi" olarak nitelendirilenlere Hz. Adem, Nuh, Yusuf ve Meryem'e dair bilgilerler, Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn ve Hızır kıssaları örnek gösterilebilir. Mekke'nin fethi hazırlıklarının müşriklere bildirilmek istendiğini haber veren, Benî Mustalik kabilesinin zekatının toplanmasını konu edinen ve ayrıca ifk hadisesinin iç yüzünü açıklayan âyetler, Kur'an'ın o dönemde bildirdiği hâlihazırla ilgili gaybî haberler arasındadır. Bizanslılar'ın Mecusi İranlılar karşısında yakın bir gelecekte galibiyet elde edeceğini bildiren, Mekke'nin fethini ve İslâm'ın parlak istikbalini müjdeleyen âyetler de Kur'an'ın geleceğe dair gayb haberlerindendir.
Muttakî insanlar Allah'ı, melekleri, cenneti, cehennemi görmeden inanırlar. Bugün müslümanlar, Peygamber Efendimiz'i de görmeden inanıyorlar. Onun içindir ki, Efendimiz: "Beni görüp bana iman edene müjdeler olsun. Beni görmediği halde bana iman edene yedi kere müjdeler olsun." buyurmuştur. Gayba inanan mü'min, kendisi Allah'ı görmese de, Allah'ın kendisini gördüğüne inandığından bütün hareketlerini kontrol eder.
Muttakî müslüman, ahirette cezalandırılmayayım diye Allah'ın haram sınırlarına yaklaşmaz. Günümüzde "ben görmediğime, laboratuarda incelemediğime inanmam" diyenler, yeni bir söz söylemiş sayılmazlar. Çünkü "bu güneşin altında söylenmedik söz kalmadı." Çağdaş imansızlar gibi, Musa (a.s.)'nın kavminden bir kısmı "Ey Musa, biz Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız." demişlerdi (Bakara: 2/55). Çölde söylenen bu sözü, bugünkü kâfir, laboratuardan söylüyor. Gözümüzün bir sınırı var. Bu göz Allah'ı görseydi, Allah'ın gücü ve büyüklüğü sınırlı olurdu.
Bu gözler, gördüğünü emri altına alıyor. Yüce dağları deliyor. Denizin derinliklerinden en değerli inci mercanları çıkarıyor. Gözlerimiz Allah'ı görecek şekilde yaratılmamıştır. O'nun yarattıklarından ilmini, kudretini, san'atını, rahmetini görüyor ve O'na iman ediyoruz.
Mü'minler, gayb'ı bilmeseler de ona inanırlar; hakikatin ve Hakk'ın varlığını ve tekliğini kabul ederler. Çünkü, gaybı, hakikati bildiren Allah'tır. O, insanların nefislerinde ve dışlarında Kendini tanıtıcı âyetlerini sergilemektedir. Mü'minler, görmeseler de, bilmeseler de, gayba inanırlar. Hakikatin, duyularıyla algıladıklarında değil; görünenlerin gerisinde yattığını kabul ederler. Âlem-i şehadeti tek âlem, dolayısıyla dünya hayâtını da tek hayât kabul etmezler; bu hayâtın ötesinde şimdilik gayb da olsa, varlığından kuşku duyulmayan bir başka hayâtın, yani ahiretin varlığına içten inanırlar. Görmeden, ama var olduğunu bilerek Rahman'dan korkarlar.
"O takvâ sahipleri ki, onlar, görmedikleri halde Rablerine huşu içinde candan saygı gösterir ve korkarlar." (Enbiyâ: 21/49)
İman esaslarının tümü gaybdır. Gayba iman, bir üstünlüktür. Gayba inanan mü'min, maddenin dar kalıpları içinde haps olmaktan kurtulabilmiş, mânevî hayâtın güzelliklerini şehadet âlemi denen bu dünyada tatmaya başlamıştır. Hem insan, hem evren Allah'ın âyetleridir. Küçük evren olan insanla âlem arasında büyük benzerlikler vardır. İnsanın beden ve ruhtan meydana geldiği gibi; evren de fizik ve metafizik boyutludur. İnsanda manevî, ruhî özellikler olduğu gibi; içinde yaşadığımız evrende de manevi varlıklar, melekler ve cinler gibi madde ötesi yaratıklar vardır. Aklıyla ve ruhî özellikleriyle değil; sadece gözleriyle düşünüp karar verebilen materyalistler, gözle göremedikleri canlılara ve gayb âlemine inanmazlar. Halbuki kendilerinde maddî olmayan ruh, akıl, sevgi, nefret gibi nice özelliklerin varlığını kabul etmektedirler. Gözüyle görmediğinin varlığına inanmadığını söyleyen bu insanların, bu sözlerinde samimi olmadıkları görülmektedir.
Gaybın Bilinip Bilinememesi:
Kur'an'da gaybı sadece Allah'ın bildiği ifâde edilmektedir.
“De ki: ‘Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Gaybı da bilirim demiyorum.” (En’am, 50)
"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez." (En'âm: 6/59)
"De ki: Gayb ancak Allah'ındır." (Yûnus: 10/20)
"Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah'a aittir." (Hûd: 11/123)
"Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir." (Nahl: 16/77)
"Göklerin ve yerin gaybı (gizli bilgisi) O'na (Allah'a) aittir." (Kehf: 18/26)
"De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez." (Neml: 27/65)
"Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir." (Fâtır: 35/38)
"Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir." (Hucurât: 49/18)
Gaybı, sadece Allah'ın bildiği konusuyla ilgili hadis-i şerifler de vardır.
Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kim bir arrâfa veya kâhine gider, gaybdan verdiği haberi tasdik ederse; şüphesiz ki o Hz. Muhammed (s.a.v.)’e indirilmiş vahyi inkâr etmiştir.”
Peygamberler, gayb konusunda özel bir konumdadır. Kendilerine gelen vahy, gaybla ilgili bir olaydır. Vahyi getiren Cebrail, bir melektir ve gaybdan gelmektedir. Peygamberler gayb âleminin yol göstericileridir. Toplumları gayba ve fizikötesine iman ve itikada davet için gönderildiler. Peygamberler, toplum ve gayb arasındaki ilişkiyi de sağladılar; toplum ve gayb âlemini birbirine bitiştiren bir halka oldular. Bazı âyetlerde, Allah'ın dilediği kullarını gayb hakkında bilgilendirdiği ifâde edilmektedir:
"Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırt eder." (Âl-i İmran: 3/179)
"O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz. Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır." (Cin: 72/26-27)
Bu bağlamda Hz. İbrahim'e yer ve göklerin melekûtunun gösterildiği, Hz. Yusuf'a rüya tabir etme ilminin ve kavminin yiyeceği yemekleri önceden bilme yeteneğinin verildiği, Hz. İsa'nın, İsrailoğulları'nın evlerinde ne yiyip neleri biriktirdiklerine vâkıf olup bunları kendilerine haber verdiği belirtilmektedir.
Fakat, peygamberler de beşerdir, bizim gibi insanlardır. Beşer oldukları için de kendiliklerinden gaybı bilemezler. Tüm peygamberler gibi Peygamberimiz'in de kendiliğinden gaybı bilmesi söz konusu değildir. Allah, peygamberlerine gaybdan bazı bilgiler verirdi. Peygamberimiz'in, bir kısım gaybî sırlara sahip olduğu gerçektir ama, her şeyi biliyordu, gayba tümüyle vâkıftı demek yanlıştır. Başta Hz. Aişe olmak üzere sahabilerin çoğuna göre Hz. Peygamberimiz gelecek hakkında bilgi sahibi değildi. O gaybı bilmez. İbn Abbâs der ki: "Yüce Allah, peygamberlere gaybdan vahyi bildirmiş ve gaybından olan şeyleri onlara vahyetmek ve indirdiği hükümleri sûretiyle onları vahyettiği kadarıyla gayba muttali kılmıştır. Gaybı Allah'tan başkası bilemez.
Peygamberimiz şöyle buyurdular:
"Ben de ancak fâni bir insanım (beşerim). Siz bana birçok davalar getiriyorsunuz. Sizlerden biri, diğer tarafa nazaran beni ikna etmede daha kabiliyetli ve muktedir olabilir (meselesini daha beliğ olarak savunabilir). Ben de ondan işittiğime (ve delillere) göre hüküm veririm. Bununla bir kimseye, hakikaten din kardeşine ait bir şeyi verecek olursam, o kimse (bunu) asla almasın. Zira benim ona o şekilde vermiş olduğum şey, ancak ateşten bir parçadır. Dilerse o ateşi alsın, dilerse bıraksın."
Dikkat edilirse Rasûl-i Ekrem, getirilen delillerin esas alınmasını ve ona göre hüküm verilmesini tavsiye etmiştir. Ayrıca "ben gaybı bilirim ve mutlaka her hakkı, hak sahibine veririm" dememiştir. Günümüzde bazı medyum, hoca veya şeyhlerin gaybı bildiğini ve ona göre davrandığını iddia edenlere dikkat edilmelidir.
Kurtubî de şu açıklamaları yapmaktadır: "Allah, peygamberi gaybından dilediğine muttali kılar. Çünkü peygamberler, mûcizelerle teyid edilmişlerdir. İşte gayb olan bazı şeyleri bildirmeleri de bunlardandır. Hz. İsa'nın bazı kimselere evlerinde neleri sakladıklarına dair haber vermesi gibi. Yüce Allah, peygamberlerden razı olduğu kimseleri istisna etti. Onlara vahyetmek sûretiyle gaybından dilediğini onlara öğretti. Bunu onlara bir mûcize ve peygamberliklerine dair doğru bir delalet olarak vermiştir. Müneccim ve benzeri kimseler olan falcılar ve gayba dair haber verdiklerini iddia eden kimseler ise, Allah'ın beğenip seçtiği peygamberlerden değildir. Aksine bunlar, sezgi, tahmin ve yalanlarıyla Allah'a karşı yalan söyleyip iftiralarda bulunan kâfirlerdir.
Buna göre, beşerin bilgi edinebilme sınırları içerisine girmeyen, insanın bilgi elde etme yollarıyla bilinemeyen bilgilere, yani ona dair bilgiyi Yüce Allah'ın tamamıyla kendisine tahsis ettiği ve ancak dilediği kadarını dilediği peygamberine bildirdiği "gayb bilgisi"ne sahip olduğunu iddia etmek, kişinin kâfir olmasına sebeptir.
Gayb, iki kısımda değerlendirilir: a- Mutlak gayb, b- İzâfî (göreceli) gayb. Mutlak gayb, yalnız Allah'ın bildiği gaybdır. Gaybın bu çeşidini Allah, başkasına bildirmemiştir. İzâfî gayb ise, bazılarına göre gayb iken, bazılarına gayb sayılmayandır. Mesela, kişinin içinden geçen duygular, kalbindeki manalar, kendisine malum olduğu, gayb olmadığı halde, başkası için mechul olduğundan gaybdır. Dağın eteğinde olan bir kimse için, dağın ardı gaybdır. Ama uçaktan bakan kimse için, dağın hiçbir yanı gayb değildir. Gayb ile idrak ve duyularımız arasında engel ve duvarlar, maddi perdeler yoktur. Gayb, gaybın varlığı, gizliliğin var oluşu, idrak ve duyularımızın gücü ile ilgilidir.
Duyularımızın ve idrakimizin belirli kapasiteleri vardır. Mesela mikropları göremediğimiz gibi, radyonun rahatlıkla aldığı sesleri de çıplak kulağımızla duyamıyoruz. Bu yüzden gayb, bizim idrak ve duyularımızın sınırlı olması yönünden gaybtır. Allah için gayb diye bir şey sözkonusu değildir.
Kur'an-ı Kerim, mutlak gaybın bilinmesini sadece Allah'a tahsis etmek sûretiyle bu husustaki cahiliyye inancını reddetmektedir. Kur'an, gaybı bilme özelliğini Allah'a âit bir kemal sıfatı olarak göstermektedir. Yalnız Allah'a ait olan gaybı bilmenin, diğer yaratıklardan birine tahsis edilmesini Kur'an tevhide aykırı bulmaktadır. Gayb kapılarını zorlama denemeleri olan fal, kehanet vb. yollara başvurmayı yasaklamaktadır. Allah'ın dilediklerini muttali kılacağı gayb alanına ait bilgi edinme yollarının vahiyden ibâret bulunduğu, böyle bir bildirim olmadan gaybı bilmenin mümkün olamayacağı vurgulanmaktadır. Allah ve bildirdiği kadarıyla Rasûlüllah dışında hiç kimsenin mutlak gayb olan âlemle ilgili şeyler bilmesi mümkün değildir. Sihirbazların, büyücü, medyum ve onların yardımcıları olan cin ve şeytanların gaybı bilmesi mümkün değildir. Kur'an onlar için kulak hırsızları der.
Yüce Allah, birçok âyetinde gayb ilminin kendine has olduğunu belirtmiştir. Allah tarafından, bilgisi kendisine has olduğu açıkça belirtilen gayb bilgisini bilmek iddiasında bulunanlar kâfir olurlar. Deney yoluyla bilinebîlen hususlarda bir takım emare ve sebeplere istinaden meydana gelecek hallere dair kanaat belirtip tahminlerde bulunmak ise, kişiyi küfre götürmediği gibi, fâsık da yapmaz. Ancak gelecekte kazanacaklarına dair iddialarda bulunmanın, genel ve özel anlamda gelecekte meydana gelecek olayları haber vermenin ise küfür olacağında şüphe yoktur. Yine, kehanet yoluyla ya da arraflık, medyumluk ile gayb bilgisi iddiasında bulunmak da aynı hükümdedir. Arraf ve kâhin gaybı bilmek iddiasında bulunan kimselerdir. Bu gibi kimselere gidip gayba dair bilgiler soranların, Muhammed (s.a.s.)'e indirilenleri yalanlamış olacaklarını açıkça belirten ve onlara gitmeyi yasaklayan pek çok hadis vardır.
Allah, Peygamberlerinden Dilediğini Dilediği Kadar Gayba Muttali Kılar
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Allah, sizi gaybe muttali kılacak değil; fakat Allah, Rasüllerinden dilediğini (gaybe muttali kılmak için) seçer.” (Al-i İmran: 3/179)
“Allah, gaybı bilendir. Hiç kimseyi gaybına vâkıf etmez. Ancak beğenip seçtiği Rasul(ler müstesna.)” (Cin: 72/26)
“De ki: Allah’ın dilediği müstesna, kendi nefsim için bir zarar def edip bir menfaat sağlayamam. Eğer gaybı bilseydim hayırdan çok (şeyler) yapar ve bana kötülük dokunmazdı. Ben, başka değil, ancak inanan bir toplum için müjdeleyici ve bir uyarıcıyım.” (A’raf : 7/188)
Müşrikler, çeşitli vesilelerle, beşer tâkatinin ulaşamadığı bazı şeylerin bilgisini veya onların icadını Rasulullah’tan istiyorlardı. Zira onlar, peygamberlik iddiasında bulunan kimsenin insanüstü bir güce sahip olması, sebepler kanununun dışında, istediği zaman gayb haberlerine vâkıf olması ve olağanüstü işleri yapmaya her an muktedir olmasının gerekliliğine inanıyorlardı. Bundan dolayı, Allah’ın Rasulü, Rabbından aldığı vahiylerle gaybı bilen ve her şeye gücü yeten ancak Allah olduğunu, Allah bildirmedikçe gaybı bilemediğini onlara tebliğ ediyordu.
Bâtıl ve sapık inançlardan biri de gayb âleminde birçok tasarruflar yapmaya yetkisi bulunan İlyas, Hızır, Gavs, Kutup ve Ricalu’l-Gayb gibi ölmüş veya hayalî varlıklara inanmaktır. Çoğu kez bu hayalî şahıslara olan inanç bağı ve bağlılık onların ilahlaştırılmasına kadar gidiyor, dolayısıyla tevhidden saptırıp şirk batağına sürüklüyor.
İyi ki Gaybı Bilemiyoruz:
Gelecekle ilgili şeylerin bir kısmını önceden bilmek, insanı rahatsız eder. Peygamber bile olsa, insan için istikbalin kapılarının ardına kadar açılması bir nimet ve lütuf değildir. Allah, rahmetinden dolayı, bize zarar verecek, imtihan dünyası özelliğiyle de bağdaşmayacak bilgiler vermemiş, geleceği gayb perdesinde saklamıştır. O yüzden her taraftan gayblarla çevrili bir âlemde yaşıyor ve imtihan oluyoruz. Allah, nice hikmetlerden dolayı, bin geceden daha hayırlı olan Kadir gecesini Ramazan'da saklamıştır. Duânın kabul olduğu zamanı Cuma gününde gizlemiştir. Öleceğimiz zamanı ömür içinde ve kıyametin kopacağını dünyanın ömrü içinde bizim için gayb olacak şekilde saklamıştır. Çünkü bunları bilmemiz, bize fayda değil; zarar verecektir. İnsan, öleceği zamanı bilse, eceli belli olsa, hayâtının önemli bir kısmını "daha ölmeme çok var, nasıl olsa yakında ölmeyeceğim!" diyerek gafletle geçirir, ibâdet bilinci içinde yaşamazdı. Eceli yaklaştıkça da bir idam mahkûmu gibi dehşet içinde yaşar, kalan hayâtı kendine zindan olurdu. Ecelimizi bilmememiz, yani bunun gayb olması, bizim dünya ve ahiret dengesini kurmamız açısından çok önemlidir. Hem ölmek, hem yaşamak mümkün olduğundan, dünya ve ahiret maslahatı bu gizliliktedir. Böylece korku ve ümit arasında, belki yarın ölebilirim diye bir taraftan ahirete hazır olurken; belki daha ölmem diyerek dünyasını da ihmal etmeyip düzenlemeye gidebilecektir. Birini öbürüne feda etmeden denge içinde huzurla yaşayabilmek için ölüm zamanımızın gayb olması en güzeldir.
Gaybın perdeli oluşu, Allah'ın engin rahmetinin ve sayısız hikmetinin gereğidir. Çünkü şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler hayli çoktur. Meydana gelmeden önce, gelecekte başımıza gelecek olanları bilmek, bize acı verecek, elemin uzamasına sebep olacaktır. Bu yüzden ecelimiz gibi, başımıza gelecek musibetler de gayb olarak gizlenmiştir. Mesela, bir yıl sonra biricik çocuğunun öleceğini bilen bir anne ve babaya hayât zindan olur. Yıllar sonra başına gelecek bir felaketi bilmek, insanı mutlu etmez; tam aksine şimdiden huzursuz eder. Bu yüzden bazı şeyleri bilmememiz, bize faydalı olmayacak gayb sırlarına muttali olmamamız bizim için rahmettir.
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Adem'in yaratılışını anlatan âyetler "türâb (toprak)" "tıyn (çamur, balçık)" ve "hame-i mesnûn (kurumuş balçık)" gibi kelimelerle, fizik âleme ait maddî yönüne; ona ruh üflendiğini ifâde eden âyetlerle gayb âlemine ait yönüne dikkat çekerek insanı gayb ve şehadetin birleşimi olarak göstermektedir. Onun yaratılışındaki bu toprak ve ruh özelliğine çeşitli hadislerde de işaret edilmektedir. Bu yaratılış özelliğinden dolayı, insan gaybla ilgili konulara büyük çapta merak sarar ve yaratılış sırrını çözmek ister.
Kur'an'da insanla sürekli ilişki halinde olduğu belirtilen ikinci gaybî varlık meleklerdir. Melekler her an insanların yanı başında onların yaptıklarını kaydetmekte, onları tehlikelerden korumakta, mü'minlere mağfiret dilemekte ve günü gelince ruhlarını kabzetmektedir. Bu anlamda üçüncü gaybî varlık ise şeytandır. Şeytan insana vesvese vererek, düşmanlık yaparak, kötü şeyleri güzel göstererek meleklerin aksine kişiyi olumsuz yönde etkilemeye çalışmaktadır. Kur'an-ı Kerim, diğer bir gaybî varlık olan cinlerin hem varlığını, hem de insanlarla temasını, melek ve şeytan kadar sık olmasa da vurgulamaktadır.
Kur'an-ı Kerim, gayba inananlara mü'min; gayba inanmayanlara ise kâfir demektedir. Kur'an'a göre bu ikinciler gaybdan kendilerine yönelen yaratma, murakabe, yanıltma gibi mekanizmalardan habersiz oldukları için, her şeyi dünya âlemi ve fizikî çevre ile sınırlı görürler. Halbuki Kur'an'ın gayb telakkisi insanın dünya hayâtı ve ahlak anlayışıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu dünyada yapılan her işin gaybî âlemin bir bölümünü oluşturan ahiretle çok yakın münâsebeti vardır. Mü'min, ahiret sorumluluğuna ve gaybî murakabeye inanır, davranışlarını da buna göre düzenlerse İslâm'ın öngördüğü ahlakî seviyeye, takvâya ulaşır.
Heva ve heveslerini ilah edinen kitleler, "insanın dışında, insanı aşan herhangi bir hakikat yoktur" sloganını, sık sık tekrarlarlar. Bununla hem vahyi, hem gaybı inkâr etme gayretindedirler. Bütün beşerî ideolojilerde vahyi ve gaybı inkâr hastalığına rastlamak mümkündür. Esasen dinle beşerî ideolojilerin arasındaki temel fark, bu noktada yoğunlaşmaktadır. Kelime-i şehadeti ikrar ve tasdik eden bir insan; Allahu Teâlâ'nın kitabında ve Rasûlüllah'ın sahih sünnetinde yer alan her hükmün mutlak hakikat olduğunu tasdik etmiş demektir. Zira bu sebeple "müslüman" (Allah'a teslim olan) vasfını elde eder. Unutulmamalıdır ki; gayba iman etmek, mü'minlerin temel vasıflarından birisidir.