www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

DUA

Huseyin Ebu Emre - Harun Yildirim - ahlak ve imani dersler

DUA
Dua, yalvarma yakarma demektir. Kulun Allah'dan yardım ve ina­yet istemesidir, insanlar hayatları boyunca üstesinden gelemeyecekleri birçok şeylerle karşılaşırlar. Acılara, bela ve musibetlere maruz kalırlar. Böyle durumlarda bir çıkış bir kurtuluş yolu ararlar. Çıkış için yüce yaratıcaya el açar, ondan medet umarlar.
Dua kulun rabbini tamyarak onun yüceliği, sınırsız ve sonsuz kud­reti karşısında kendi acizliğini, zayıflığını ve güçsüzlüğünü itiraf etmesi, derin bir sevgi ve saygı içinde ondan yardım dilemesidir. Allah'ın birli­ğini dile getirme ve onu övgüyle anma hem zikir hem de duadır. Allah'dan af dilemek, merhametini niyaz etmek gibi manevi isteklere ve dünya ile ilgili dileklere de dua denir. Dua bir emirdir. Hak Teala "Rabbinize yalvara yakara ve sessizce dua edin" buyurmuştur. Bunun dı­şında Cenab-ı Hak kendisine dua edenlerin duasına icabet edeceğini be­lirtmiş, kullarına çok yakın olduğunu, kendisine dua edenlerin dualarını kabul edeceğini haber vermiştir. Darda kalanların kendisine yalvardıkları zaman onları sıkıntıdan kurtaracağını bildirmiş, insanların duası olmasa onlara hiçbir değer vermeyeceğini belirtmiştir.
Kur'an'ın ifadesiyle insanlar kendilerine bir darlık dokunduğu zaman yanları üzere yatarken, otururken yahut ayakta Allah'a yalvanrlar. Denizde onlan gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman yalnız Allah'a yakarırlar.
Özellikle sıkıntılı anlarda Allah'a dua etmek yalnız inananlara mah­sus bir durum değildir. Allah'a ortak koşanlar da bu gibi durumlarda ona yönelir ve ondan yardım dilerler.
Duanın kendine göre dikkat edilmesi gereken bir takım kuralları vardır. Hayırlı ve bereketli zaman oldukları bildirilen arefe günlerinde, ramazan aylarında, mübarek gecelerde, haftanın cuma günlerinde, gece­lerin sahur vaktinde dua etmek, kıbleye yönelip eller açık ve omuz hiza­sında yüze doğru dönük oldukları halde yahut kolları koltuk altları gö­rülebilecek şekilde yukarı doğru kaldırarak veya elleri birbirine bitiştire­rek dua etmek, duayı kesin bir inançla yapmak ve kabul olunacağına şüphesiz inanmak, vezin ve kafiye uygunluğuna kendini zorlamadan tabii bir yalvarış içinde huzurla dua etmek, Allah dan umarak ve ondan korkarak ihlasla dua etmek, dua üzerinde ısrar edip üç defa tekrarla­mak, Allah'a hamd ederek veya teşbihte bulunarak duaya başlamak, bağırıp çağırmaksızın hafif bir yalvarışla, gizli ve aşikar arasında bir ses­le dua etmek, günahlardan tevbe etmiş olmak, zulüm ve haksızlık gibi şeyleri terk etmiş bulunmak duanın kurallarındandır.
Bu durumda bütün varlığı ile Hakka yönelip tam bir teslimiyet içinde dua edenin er geç muhakkak Allah Teala duasını kabul eder. Ha­dis kitaplarında dua ve zikirlere dair özel bölümler ayrılmış, hangi za­manlarda ve yerlerde ne gibi dualarda bulunacağı tesbit edilmiştir.
Dua ettikten sonra insan gönlünde bir ferahlık ve serinlik hisseder. İs­teğinin yerine getirileceği konusunda ümidi artar. Bu yönüyle dua, insa­nın maneviyatını güçlendirir. Moralini düzeltir. Psikolojik hastalıklardan şifa bulmasına, ruhi bunalımlara karşı direncinin artmasına vesile olur.
Sabahleyin okunacak dualar vardır. Resul-i Ekrem sabah kalktığı zaman "Sabahladık, bütün mülk Allah'ındır. Bütün hamd ortağı olma­yan Allah'a mahsustur. Allah'dan başka hiç bir ilah yoktur, öldükten sonra diriliş onadır" derdi. Gecelediği zaman da "Geceye girmiş olduk, bütün mülk Allah'ındır. Bütün hamd, ortağı olmayan Allah'a mahsus­tur. Allah'dan başka hiç bir ilah yoktur ve akıbet dönüş de onadır" diye dua ederdi.
Mülkünde ortağı olmayan, dilediği gibi tasarruf eden ve her şey kendine muhtaç olan Allah Teala'nm lütuf ve yardımlarına kullan her an muhtaçtır. Ona yalvarıp dua etmek, hem bir saygı ifadesi, hem de bir kulluk borcudur. İnsan mükellef bulunduğu vazifeleri yerine getirip zahiri sebeplere baş vurduktan sonra ihlasla Allah'a dua ederse, böyle du­alar makbul olur.
Efendimizin okuduğu duaları ezberlemek ve onları asli lafızları ile huzur ve tefekküre bağlı bir inançla söylemekte fazilet vardır. Bununla beraber her insanın samimiyet ve ihlasla dilinin döndüğü, gücünün yet­tiği kadar dua etmesinde herhangi bir maur yoktur. Ancak Efendimi­zin duaları en güzel ve makbul dualar olduğundan, onları öğrenip söy­lemekte başka bir bereket ve başka bir fazilet vardır.
Başkasına dua etmek güzel bir davranıştır. Efendimiz, İbrahim aleyhisselamın oğlu İshak'ın oğlu Yakub'un oğlu Yusuf aleyhisselamın değerli bir peygamber olduğunu söylemiş, ardından eğer Yusuf'un kaldığı kadar kendisinin hapishanede kalsa, sonra da kendisinin oradan çıkması için bir davetçi gelse o davetçinin davetine derhal icabet edip oradan çıkacağını söyle­miş, ama Yusuf'un böyle yapmadığını, onun hükümdar tarafından sara­ya çağırıldığı zaman gelen elçiye, "Efendine dön de o ellerini kesen ha­nımların hali neydi? diye kendisinden sor" dediğini haber vermiştir.
Yusuf aleyhisselam böylece suçsuzluğunu itiraf ettirinceye kadar hapishanede kalmış hemen dışarı çıkmamıştır. Yusuf aleyhisselam uğradığı iftira sebebiyle yedi yıl hapishanede kalmış ve nihayet hüküm­darın gördüğü bir rüyayı tabir etmesi mükafatı olarak hapishaneden çı­karılmasını hükümdar istemiş ve bu emri tebliğ için Yusuf'a bir elçi göndermişti. Yusuf elçinin tebliğini kabul etmemiş ve masum bulundu­ğunun tahakkukunu istemişti. Bunun için elçiye efendisine dönüp de o ellerini kesen hanımların durumunu kendisinden sormasını istemişti. Nihayet hanımlar Yusuf'un suçsuz olduğunu itiraf ettikten sonra Yusuf hapishaneden çıkmış oldu. İşte Efendimiz Yusuf'un sabır ve tahammü­lünü takdir ederek, onun yerinde hapishanede kalmış olsaydı, kendisini çıkarmaya gelen davetçinin davetini kabul edip çıkarcağını, daha fazla beklemeyeceğini ifade buyurmuştur.
Efendimiz "Allah'ın rahmeti de Lut'un üzerine olsun. O kuvvetli bir esasa, Allah'a dayanmışken iman etmeyen kavmine, "Keşke size karşı bir gücüm olsa yahut sağlam bir topluluğa dayansam, böylece sizin ezi­yetinizden ve fenalığınızdan korunsam" dediğini haber vermiştir. Al­lah Teala Lut'dan sonra gönderdiği her peygamberi muhakkak kavmin­den bir kuvvet ve topluluk içinde göndermiştir. Lut aleyhisselama genç delikanlılar kıyafetinde gelen Allah'ın meleklerine, kavminin kötü ahlaklı insanları tecavüz etmeye yeltendikleri zaman, onların şerrinden kurtulmak için onlara karşı bir kuvvetinin olmasını, yahut sağlam bir topluluğa dayanmayı temenni etmişti. Halbuki kendisinin güveneceği en güçlü varlık olan Allah bulunuyordu. Sonuçta Allah Teala onu me­lekleri aracılığıyla ahlaksız olan kötü kavminden kurtarmış kavmini de helak etmiştir. Burada Lut aleyhisselamın gösterdiği zafiyete karşı Efen­dimiz rahmet duasında bulunmuştur.
Dua samimiyetle yapılmalı, özlü kelimeler seçilmelidir. Sahih iman ve salih amelden uzak olarak şöhret kazanmak ve menfaat elde etmek için, gösteriş yaparak yapılan duaların hiç biri makbul değildir .Allah ka­tında bunların değeri ve yeri olmaz. Yapılan duada ihlas ve samimiyet aranır. Nitekim Alkame'nin öğrencilerinden olan Rebi insanların çok dua ettiklerini ve buna karşılık dualarının ne kadar az kabul edildiğini, bunun sebebi olarak Allah Teala'nm dualar içinde yalnız halis ve özlü olan duaları kabul ettiğini söylerdi. Abdullah İbni Mesud da Allah Tea­la'nm şöhret ve menfaat amacıyla duasını insanlara duyurmak için dua edenin, gösteriş yapanın ve maskaracının dualarını kabul etmeyeceğini, ancak ihlasla dua edenin dualarını kabul edeceğini ifade ederdi.
Duada kesin dil kullanmak gerekir. İnsan dua ederken kesin dil kul­lanmalıdır. Çünkü Allah'ı zorlayıcı hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz bu hususta bir müminin dua ettiği zaman "Di­lersen ya Rab!" dememesini, isteğini kesin bir şekilde istemesini, çünkü Allah'a hiçbir şeyi vermenin zor olmadığını söylemiştir.
İnsanın bir çeşit istiğna göstererek, "Allahım, dilersen beni bağışla, dilersen bana merhamet et, dilersen bana rızık ver!" şeklinde dua etmesi doğru değildir. Bir şeyi kesinlikle ve net bir şekilde istemeli, duada ıs­rarcı olmalıdır. Çünkü istenen bir şeyi vermek Allah'a güç gelmez. Yine Resul-i Ekrem Efendimiz insanın dua ettiği zaman duada kesin dil kul­lanmasını, "Allahım dilersen bana yer!" dememesini, çünkü Allah'ı zor­layan ve kendisine engel olan hiçbir gücün olmadığını söylemiştir.
Devs kabilesinden Tufeyl ibni Amr, Efendimize gelip Devs kabilesinin isyan edip İs­lam'dan yüz çevirdiğini, onların aleyhine dua etmesini istediğinde Re­sul-i Ekrem Efendimiz kıbleye döndü ve ellerini kaldırdı. İnsanlar Efen­dimizin onlara beddua edeceğini zannetti. Ama o, Devs kabilesinin hi­dayete gelmesi için dua etti.
Enes'in anlattığına göre bir yıl hiç yağmur yağmadı. Müslümanlar­dan biri bir cuma günü ayağa kalkarak Efendimize kuraklık olduğunu, toprağın susuzluktan çatladığını, hayvanların da helak olduğunu söyle­di. Bunun üzerine Efendimiz ellerini kaldırdı. Gökte bulut namına hiç bir şey görünmüyordu. Efendimiz koltuklarının beyazlığı görününceye kadar ellerini uzattı, Allah'dan yağmur istedi. Henüz cuma namazı kı­lınmıştı ki, yağmur yağmaya başladı. Yağmur ertesi cumaya kadar da devam etti. Bu dua ederken kolları kaldırmanın sünnet olduğunu göstermektedir. Aişe de Efendimizin ellerini kaldırarak dua ettiğini görenlerdendir.
İnsan kendine zulmeden kimseye beddua edebilir. İslam'ın yeryüzü­ne hakim olabilmesi ve yaşayabilmesi için, onu tebliğe memur peygambe­rin düşmanlarına üstün gelmesi ve zafer kazanması şarttır. Bu gayenin gerçekleşmesi için Efendimiz, zalimlere karşı Allah'dan nusret ve intikam talebinde bulunmuştur. Bu dua, nefsin arzusunu tatmin değil, asıl gaye­nin gerçekleşmesini istemedir. Bunun için Resul-i Ekrem Efendimiz Al­lah'a dua ederek, "Bana zulmedene karşı, bana nusret ver ve ondan inti­kamımı bana göster!" derdi. Yine Efendimiz "Düşmanıma karşı bana nusret ver ve ondan intikamımı bana göster" diye de dua ederdi.'
Zulme uğrayan kimse haddi aşmamak şartıyla hakkını alabilir. Düşmanla karşılaşmalarda savaşı kazanmak gaye olduğuna göre, bu ba­şarıya ulaşabilmek için düşmanın yapmış olduğu işkence ve eziyetler şeklini aynen onlara uygulamak bir haktır. Fazla ileri gidip taşkınlık yapmak caiz değildir.
Ömrün uzaması için dua edilebilir. Efendimiz Ümmü Kays için "Ömrü uzun olsun!" diye dua buyurmuştur. Onu görenler Ümmü Kays kadar yaşayan bir kadın bilmediklerini söylerlerdi. Ümmü Kays Mekke'de ilk müslüman olan hanımlardan biridir. Sonra Medine'ye hic­ret etmiştir.
Efendimiz Enes İbni Malik'in evine geldiği bir gün onlara dua etti. Annesi Ümmü Süleym oğlu Enes'i kasdederek bu küçük hizmetçisi için dua istedi. Bunun üzerine Efendimiz ona "Allahım! Onun malını ve ço­cuğunu çoğalt, ömrünü uzat ve onu mağfiret et!" diye dua buyurdu.
Efendimiz Enes'e üç şeyle dua etti. Enes bunlar içinde evlat ve to­runlarının çoğalıp veba sonucu onlardan yüz üç kişiyi gömdüğünü, meyvelerinin de senede iki defa ürün verdiğini, hayatının da o kadar uzadığını ki, insanlardan utanmaya başladığını söyler, artık ahiret için de mağfiret umduğunu, bunun da gerçekleşmesi halinde Efendimizin kendisi hakkındaki dualarının hepsinin gerçekleşmiş olacağını söyler­di. Dünyada mal ve evlat çokluğu ile uzun ömre kavuştu. Enes'in gümüş yüzüğünden başka sahip olduğu altın ve gümüşü yoktu. Zengin­liği malından ve malının bereketinden ileri geliyordu. Yaşı da yüzü aştı, yüzüçe ulaştı. Allah'ın mağfiretine de ahirette kavuşacağını umardı.
Mal ve evlat çokluğu ile uzun ömür istemekte bir sakınca yoktur. Hayırlı ve bereketli olmak şartı ile mal, evlat çokluğu ve uzun ömür hem insanın şahsı hakkında, hem de toplum hakkında faydalıdır. Sonunda mağfiret dileği de bu bereketin husulünü istemekten ibaret olup, ebedi saadete kavuşmanın yoludur. Enes bunların ikisine dünyada kavuştu. Üçüncüsüne de ahirette kavuşacağını ümit ederdi.
İnsan acele etmediği sürece duası kabul olunur. İnsan duada aceleci olmamalı, Cenab-ı Mevla'dan istediği şeyi ısrarla istemelidir. Dua ettim de kabul olmadı diye telaşa kapılarak duayı bırakmamalıdır. Bu konuda Efendimiz bir insanın "Dua ettim de duam kabul edilmedi" diye acele etmediği sürece duasının kabul olunacağını haber vermiştir. Onun için acele etmeyip duaya devam etmelidir. Dua, ibadetlerden bir ibadet­tir. Onun gerçekten müstecab olması da onun kabul edilişi ve ondan ötürü sevab verilmesidir. Bazen de duanın sevabı, verilecek şeyden daha fazla olur.
Bir de Allah Teala, dua edenin istemiş olduğu şeye hak kazanmadı­ğını bildiği için onun dileğini yerine getirmez. Ancak dua ve ibadeti mik-tannca ona sevab verir. Ayrıca duacı kul hakkında hangi şeyin daha fay­dalı olduğunu bildiğinden, kula dilediğini vermeyip, onun hakkında da­ha uygununu verir. Mesela, dünya menfaati isteyene, Allah'ın dinde sa­dakat vermesi gibi. Dinde salaha muhtaç iken, dünya menfaati istemek, akıbet bakımından felakettir. Cenab-ı Hak bu hikmetleri bildiğinden her­kese, durumlarına göre hikmeti icabı hayırlısını verir. Bu şuna benzer: Bir babanın sevgili çocuğu hasta iken babasından bir yiyecek ister de, baba o yiyeceğin hasta çocuğuna zararlı olduğunu bilerek ona faydalı olan başka bir şey verirse, çocuğa merhamet olur, ona faydalı iş yapmış olur. İşte Al­lah da kul için böyle faydalı olanı verir ve teselli eder. Dua edenin kalbin­den korkuyu giderir. Gerçek budur. Dua ettim de kabul edilmedi, diyecek şekilde duadan usanmamak ve acele etmemek gerekir.
Duadan önce sebeplere sarılmak gerekir. Zira yalnız sözlü dua ye­terli olmaz. Fiili dua denilen sebeplere sarılmak, tedbire başvurmak du­anın kabul şartlanndandır. O olmadan sadece dua, kuru bir davadan ibaret kalır. Yoksa önünde su bulunurken, Allahım bana su içir, demek boşuna olur. bir adam alacağına şahit tutmaz da, borçlu borcunu inkarederse, alacaklının duası abes olur. Çünkü dinin kendisine emrettiği ödünç para alıp verildiği zaman şahit tutulmasını tavsiye eden hükmü­nü uygulamamıştır. Dolayısıyla işini eksik yapmış, tedbirde kusur et­miştir. Duadan önce, tedbire iyi sarılmalı, ardından tevekkül etmelidir. Tedbir olmadan tevekkülün bir işe yaramayacağı şüphesizdir. Zira kai­natta ilahi bir kural, yani sünnetullah vardır. Her şey bir kurala, bir dü­zene bağlıdır. İşler sebeplerle yürür. Sebeplere sarılmak gerekmektedir.
Efendimiz bir insanın günah olan şeyi, yahut akrabalık bağlarının kesilmesini istemedikçe duasının kabul olunacağı müjdesini vermiş­tir. Duada, haram veya günah olan bir şeyi istememeli, hele akraba ile ilgiyi kesecek bir dilekte bulunmamalıdır. Bunların dışında acele etme­yip, duanın Kabul edileceğini ümitle beklemek gerekir.
Dua ederken tembellikten Allah'a sığınmak gerekir. Resul-i Ekrem Efendimiz "Allahım! Tembellikten ve borçlu olmaktan sana sığınırım!" derdi." Tembellik kadar kötü ve zararlı bir alışkanlık yoktur. Çünkü tembellik hem dünya, hem de ahiret vazifelerini başarmaya engel bir hastalıktır. Tembel insan, ne Allah'a karşı olan ibadet vazifelerini, ne de ailesine ve topluma karşı görevlerini başaramaz. İşleri sürüncemeye bı­rakır, sekteye ve zarara sebebiyet verip, başkalarına yük olur. Onun için bu hastalıktan Allah'a sığınmak gerekir. Başkasına borçlu olmak, bir ne­vi ona köle olmaktır. Hürriyetin ve yaşayışın kısıtlanması demektir. Bu durumdaki insan, alacaklıya karşı mahkum ve maun olur. Bu ağır yük altına düşme halinden yine Allah'a sığmmalıdır.
Efendimiz bunların yanında hayatın ve ölümün şerrinden, kabir azabından, uğursuz yalancı Deccal'ın şerrinden de Allah'a sığınırdı.
Dua kulluğun gereğidir. Allah' a dua etmek ondan bir şeyler iste­mek gerekir. Zira Resul-i Ekrem Efendimiz Allah'dan istemeyene Al­lah'ın gazab edeceğini söylemiştir. Ondan istemeyene o, gazap eder. Kulun Allah'a dua etmesi, en önemli görevidir. Çünkü bunu terk etmek­te Allah'ın gazabını ve buğzuna müstehak olmak vardır. Mümin Allah­'ın fazlından ve ihsanından istemelidir. Çünkü Allah, kendinden istenmeşini sever. Kim Allah'dan istemezse, Allah ona buğzeder ve ona ga­zap eder. Allah Teala'mn kudret ve azametini bilip, ona her an muhtaç olduğumuzu teslim ettikten sonra, ondan istememek nimeti inkar ve acziyetimizi kabul etmemek olur. Bu duruma düşeni de Allah sevmez ve ona gazap eder. Allah'a yalvarıp ondan bir şeyler istemek kulluk va­zifesidir. Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah'a dua ettiğiniz zaman, duada kararlı olun. Hiçbiriniz, dilersen bana ver ya Rab! demesin. Çünkü Allah'ı zorlayıcı bir kuvvet yoktur.
Allah Teala dilediğine, dilediği şeyi verir. İrade ve tasarrufunda ona tesir ve müdahale edecek bir kuvvet yoktur. Onun için dua ederken, kalbi Allah'a yönelterek ondan ihtiyaçları kesinlikle dilemek lazımdır. Dilersen ver, dilersen verme şeklinde gevşek ve şüpheli dua etmemeli­dir. Doğrudan doğruya, "Ya Rab, şu dileğimi ver!" diyerek onun gerçek­leşmesine inanmalıdır.
Yine Efendimizin beyanına göre "Kim her günün sabahında ve her günün akşamında üçer defa, ismi ile beraber yerde ve gökte hiç bir şey zarar vermeyen Allah adıyla Allah'a sığınırım. O her şeyi işitir, her şeyi bilir, derse ona hiç bir şey zarar vermez." Eban İbni Osman bu hadisi anlatırken yarım felce tutulmuş bir durumda idi. Hadisi dinleyen adam, ona hayretle bakmaya başladı. Eban adamın maksadım anlayıp ona bu hadisin anlattığı gibi olduğunu, fakat kendisinin hastalığa yakalandığı gün Allah'ın kaderinin gerçekleşmesi için okumadığım söyledi.
Hadiste geçen sabah vakti fecrin doğuşundan güneşin batışına ka­dar olan vakittir. Akşam vakti de güneşin batışından fecre kadar olan zamandır. İşte bu iki vakit içinde kim üçer defa bu duayı okursa, bu kimseden Allah her türlü zararı kaldıracağına hadis delil olmaktadır. Ancak kul hakkında gerçekten faydalı veya zararlı olan şeyin ilmi Allah­'a mahsustur. Kul, kendi hakkında faydalı görmediği şey, akıbet itibariy­le hakkında hayır olabilir. Allah'a teslimiyet ve ihlas ile bu gibi duaları okumak gerekir. Allah'ın takdiri yerini bulacağı zaman da, insan bu du­ayı okumayı unutur, daha doğrusu Allah onu unutturur ve böylece mu­kadder olan iş tahakkuk eder.
Allah yolunda savaşta saf tutmuşken dua etmek güzel bir davranış­tır. Sehl İbni Sa'd, iki vakit var ki, o vakitlerde göğün rahmet kapılarının açıldığını ve dua eden pek az kimsenin duasının geri çevrildiğini, bunla­rın ezan okunuşunda hazır bulunurken ve Allah yolunda savaşta saf tutmuşken yapılan dualar olduğunu söylemiştir."
Sehl, Medine'de en son ölen sahabidir. Allah yolunda savaşmak ibadetlerin en faziletlisi olduğu için, böyle bir ibadete hazırlanmışken dua etmenin, Allah katında mevkii büyüktür ve kabule şayandır. Ezan, Cenab-ı Hakk'ın ismini ve İslam'ın tevhid inancını bütün insanlığa ilan eden ve bildiren bir çağrıdır. Buna kalben İnanarak okunuşu sırasında dua etmenin fazileti muhakkak ki büyüktür. Onun için duaların makbuliyetinde özel bir yeri vardır.
Dua eden mümin sevap kazanır. Efendimiz bir müslümanın dua eder de duasında günah ve akrabalık bağlarını kesme durumu yoksa, Allah'ın ona muhakkak üç şeyden birini vereceğini, ya duasını acele ka­bul edeceğini, ya duasının karşılığını ahirete sevap olarak hazırlayaca­ğını, ya da duası kadar ondan kötülüğü kaldıracağını söylemiştir.
O halde insan çok dua etmelidir. Zira dua insana çok şeyler kazan­dırır. Allah'ın dualara icabet etmesinin ve karşılıklarını vermesinin had­di hesabı yoktur.
Bazen insana dua ettiği ve istediği şeyin aynı verilir ve bazen de is­tediğine karşılık olmak üzere başka bir şey verilir. Müminin duası geri çevrilmez. Ancak icabetin geciktirilmesi onun hakkında daha hayırlı olur yahut duasına karşılık ona başka bir şey verilir de dünya veya ahireti için daha uygun olur. Bazen de insan az bir şey ister, fakat ona daha güzeli ve iyisi verilir. Bu durumda kul der ki, istediğim bana ve­rilmedi. Halbuki gerçeği anlamamıştır. Kula münasip olan, rabbinden is­temek ve dilemektir.Çünkü dua ile Allah'a ibadet etmiş, acziyetini itiraf ederek ona tevekkül etmiş olur. Duadan önce de kulluk görevlerini ye­rine getirmek ve üzerine düşen teşebbüs ve gayretleri harcamak şarttır. Böyle yapılırsa dualar kabul edilir. Nitekim Efendimiz acele etmediği takdirde bir müminin ellerini kaldırarak dua ettiği zaman Allah'ın ona istediğini ya dünyada ya da ahirette vereceğini haber vermiştir. Ashab-ı kiram kulun acele etmesinin nasıl olduğunu sorusuna Efendimiz kulun dua ettiğini, fakat duasının kabul edildiğini görmediğini söylemesi şek­linde cevap vermiştir.
Duanın fazileti büyüktür. Duanın manası, kulun ihtiyaç ve acziyetini itiraf edip, yaratıcının kudretine iltica etmesi demektir. Duası ve niyazı olmayan bir müslüman düşünülemez. Dua eden kimse, alem­lerin rabbinin huzurunda bulunduğunu düşünerek derin bir tevazu duygusu içinde olmalı, boyun büküp ona el kaldırmalıdır. Cenab-ı Hakk'ın kullarına çok yakın olduğunu, onun kendisine dua edenlerin dualarını kabul edeceğini düşünerek ona gönülden yalvarıp yakarmalıdır. Duanm fazileti konusunda Efendimiz Allah katında duadan daha hayırlı bir şeyin olmadığını, ibadetlerin en şereflisinin dua olduğunu ifade buyurmuştur. Hangi ibadetin daha hayırlı olduğu sorulduğu zaman da Efendimiz insanın kendisine yaptığı duanın daha efdal oldu­ğunu söylemiştir.
Önce her şahıs kendi sorumluluğu ile baş başadır ve Allah'a karşı görevlerini yerine mükelleftir. Kendi halini düzeltmeyen ve salih duru­ma geçmeyen kimsenin başkasma dua etmesi, başkasının iyiliğine koş­ması onu sorumluluktan kurtaramaz ve örnek bir kimse olamayacağı için de başkasına tesirli olamaz. Bunun için önce kendisi için dua edip de halini düzeltmesi daha faziletlidir. Dua başlıbaşına bir ibadettir. Ni­tekim Efendimiz bu konuda da duanın ibadet olduğunu ifade buyur­muş, ardından ''Bana dua edin ki duanızı kabul edeyim" ayetini okumuştur.
Dua insanı her türlü kötülüklerden şirkten, küfürden koruyan ma­nevi bir silahtır. Nitekim Ebu Bekir bir gün Efendimize geldiğinde Efendimiz ona, şirk ve riyanın karıncanın deprenişinden daha gizli ol­duğunu söyledi. Ebu Bekir, şirkin Allah'ın yanında başka bir ilah tanı­mak olduğunu söylemesi üzerine Efendimiz gerçekten şirkin karıncanın yürüyüşünden daha gizli olduğunu, kendisine bir şey öğreteceğini onu söylediği zaman, şirkin azından ve çoğundan kurtulacağını söyledi ve "Allahım! Bildiğim halde sana şirk koşmaktan sana sığınırım ve bilme­diğim şeyden de senden mağfiret dilerim!" demesini tavsiye etti.
Şirk kelimesi burada riya, gösteriş ve kendini beğenme manasına gelmektedir. Bu kötü hallerden kurtulmak ancak kendi nefislerini bilip tanıyanlara müyesser olur. Kendi nefsini gerçekten bilen, bütün övgüle­rin Allah'a mahsus olduğunu anlar, riya ve kibirden kurtulur. İnsan sa­hip olduğu bütün nimetlerin Allah'ın kendisine bir ihsanı olduğunu id­rak eder. Bu idrak onu mütevazi olmaya, kibir ve gösterişten uzak dur­maya götürür, insanın hali çabuk değişir. Bazı hallerde kendini kontrol edemez. Ancak Allah Teala'mn koruması sayesinde, gösteriş ve kendini beğenme hallerinden kurtulabilir. Bunun için hadisteki duayı sabah ak­şam okumakta fayda vardır. Bu dua üç defa da tekrarlanabilir.
Duanın en faziletli zamanlarından biri gecenin üçte biri geçtiği za­manki vakittir. Allah Teala her gece, gecenin üçte biri kalınca aşağı kat göğe iner ve "Bana dua eden yok mu onun duasını kabul edeyim? Ben­den isteyen yok mu ona vereyim? Benden mağfiret dileyen yok mu onu bağışlıyayım?" buyurur.
Allah Teala'nın şanına layık bir şekilde ve keyfiyetini bilmeye insa­nın gücünün yetmeyecek şekilde vukuuna inanmak selefin akidesidir. Bu vakit içinde ister namaz­dan önce, ister namazdan sonra ve ister namaz olmaksızın olsun edilen dualar daha makbuldür. Sebebine gelince o vakit uykuya dalma ve uy­kudan lezzet alma zamanıdır. Her tarafın sakin ve boş bulunduğu bir gaflet anıdır. En iyi bir istirahat halinden, tatlı bir uykudan ayrılmak, so­ğuk gecelerde böyle bir ibadet İçin kalkmak çok zor olduğundan fazileti de o derece büyüktür. Hele yorgun zamanlarda, kısa gecelerde kalkmak daha meşakkatlidir. İşte böyle anlarda Allah'a yalvarmak, ona ibadet ve dua etmek için kalkan kimsenin ihlası tam ve niyeti sağlam demektir. Al­lah kafanda olan nimetlere rağbeti vardır. Şüphesiz böyle bir hal ile iba­dette bulunanın da duası makbul olur.
İnsan rüzgara sövmez. Aksine dua eder. Bir defasında Ömer'in de bulunduğu bir hac kafilesi Mekke yolunda rüzgara yakalanmıştı. Ömer hacca niyet etmişti. Rüzgar ise çok şiddetli esiyordu. Ömer çevre­sinde olanlara esen bu rüzgarın ne olduğunu sordu. Onlar bir cevap ve­remediler. Ebu Hüreyre hayvanım koşturup halifenin yanına vardı ve ona rüzgarın Allah'ın rahmetinden bir rahmet ve azabından bir azab ol­duğunu, ona sövülmemesi gerektiğini, hayrının istenip şerrinden sığın­mak gerektiğini belirten hadisi haber verdi. Ömer de öyle yaptı. Hay­rını isteyip şerrinden Allah'a sığındı.
İnsan bir bulut gördüğü zaman da dua eder. Efendimiz bir bulut gördüğü zaman içeri girer ve çıkardı. Buluta karşı durur, döner, yüzü­nün rengi değişirdi. Yağmur yağdığı zaman da sevinirdi. Aişe'nin bir gün onun bu endişesinin sebebini sorması üzerine Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Bilmiyorum, olur ki bu bulut aziz ve celil olan Allah'ın buyurduğu gibi olur: Vakta ki inkarcılar korkutuldukları azabı, bulundukları vadile­rine doğru gelen bir bulut halinde gördüler. Dediler ki: Bu ufukta beliren bir buluttur, bize yağmur yağdıracak. Hud ise, o inkarcılara şöyle dedi:
"Hayır, o sizin acele edip istediğiniz şeydir. Bir rüzgar ki, onda çok acıklı bir azap vardır. Rabbinin emri ile her şeyi helak edecektir. Nihayet o hale geldiler ki, meskenlerinden başka bir şey görünmez oldu. İşte in­kara kavme biz böyle ceza veririz."
Bu bilgiler müminin yaşarken korku ve ümit arasında bir hayat ya­şamasının önemini göstermektedir, insan gelecekte ne olacağını bilmedi­ğinden olan olaylar karşısmda temkinli olmalıdır. İnsanın zikir ve duayı kişinin gıyabında, yani kişinin arkasından din kardeşine dua etmesi de güzel bir davranıştır. Gayb ve gıyab, göz önünde bulunmamak anlamına gelmekle beraber bir kimsenin yanında bulunan din kardeşi hakkında onun duymayacağı şekilde dua etmesi de gıyabi dua sayılmıştır. Müslü­manlar birbirleri için dua etmelidir. Müminler birbirlerine karşı "Rabbi-miz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla", "Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün beni, anamı babamı ve bütün mümin­leri bağışla!" demelidirler. Nitekim Hak Teala Efendimize hitaben de hem kendinin hem de mümin erkeklerle mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dilemesini emir buyurmuştur. Aynı şekilde Efendimiz de bu hususta duaların en çabuk kabul edilenin kişinin arkadaşının yok­luğunda ona dua etmesinin olduğunu ifade buyurmuştur.
Birbirinden habersiz olup, uzak düşen mümin kardeşlerden her­hangi biri, diğeri hakkında Allah'a dua ederse, bu dua diğer dualara gö­re daha çabuk kabul olunur. Çünkü böyle dualarda gösteriş, menfaat veya yapmacık bir hareket bulunmaz. Ebu Bekir de Allah rızası için mümin kardeşin ettiği duanın kabul olunacağını söylerdi. Kardeşin, Allah için kardeşine duası makbuldür. Müminlerin birbirlerinin arka­sında duada bulunmaları kardeşlik bağlarını da kuvvetlendirir, birbirle­rine manen yardımcı olurlar.
Ebü'd-Derda'nın kızı Derda, Safvan İbni Abdullah İbni Safvan'm ni­kahında idi. Safvan Şam'da olan hısımlarını ziyarete gittiğinde evde ka­yın validesi Ümmü'd-Derda'yı buldu. Kayın pederi Ebu'd-Derda o sıra­da evde yoktu. Ümmü'd-Derda damadına bu yıl hacca gidip gitmeyece­ğini sordu. Damadı gideceğim söyledi. Ümmü'd- Derda öyle ise ondan kendileri için hayır duada bulunmasını istedi ve bu konuda Efendimiz­den şu hadisi nakletti:
"Müslüman kişinin gıyabında kardeşi için ettiği dua makbuldür. Dua edenin başı ucunda vazifelendirilmiş bir melek vardır. Her ne za­man kardeşi için hayır dua ederse, o melek, amin der ve senin için bu hayrın aynen misli vardır, der."
Safvan sonra çarşıda kayın pederi Ebü'd-Derda'ya rastladı. O da kendisine Efendimizden duyduğu aynı hadisi söyledi. Ömer de umre yapmak için Resul-i Ekrem Efendimizden izin istediğinde, Efen­dimiz Ömer'e "Bizi duadan unutma, sevgili kardeşim!" buyurmuştur.
Ebu'd-Derda da müslüman kulun uyku halinde iken bağışlanıp mağfiret olunduğunu söylerdi. Bunun nasıl olduğu sorulunca kardeşi­nin gece kalkıp teheccüd namazı kıldığı zaman Allah'a dua edeceğini, Allah'ın da onun duasını kendisi için kabul buyuracağım, uykuda olan kardeşine de dua edeceğini, Allah'ın dua ettiği şeyi kardeşi için kabul edeceğini, böylece uykudaki kardeşin bağışlanmış olacağım söyledi.