www.musluman.biz

10 Mart 2012 Cumartesi

BELÂ

BELÂ

  

Belâ; Anlam ve Mâhiyeti


Belâ’nın sözlük anlamı, denemek, yapmak, bitkin hale getirmek demektir. İmtihan için başa gelen musibete de belâ denir. Elbisenin eskidiğini ifade etmek için de bu kelime kullanılır. Denenmek veya bir sınamaya uğramak insanı yıprattığından dolayı ‘belâ’ kelimesiyle ifade edilmektedir. Kur’an-ı Kerim'de daha çok denemek, sınamak, imtihan etmek anlamlarında kullanılmaktadır.
Aynı kökten gelen ‘belaya’ Türkçedeki belâ ve musibet anlamına gelir.
Terim anlamı; Gerek darlıkta ve gerekse genişlikte insanın denenip imtihana tâbi tutulması, imtihan maksadıyla başa gelen musibet ve meşakkat bulunan olay demektir. 
Başa gelen belâlar, musibetler birer deneme ve sınama olduğundan ve insanı çeşitli biçimlerde eskitip yıprattığından dolayı, başa gelen olaylara “belâ” denmiştir. Bu bakımdan, dinin emirleri ve yasakları, çeşitli yönleriyle belâdır. Râgıp el-İsfahanî, bu yönlerin bazılarını şöyle belirtir:
1) Bazıları bedene zorluk verdiğinden,
2) İnsanların içindeki hayırlıları şerlilerden, temizleri kirlilerden, mü’minleri münafıklardan ayırmak için bir deneme, sınama vasıtası olduklarından. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır:
“Sizden mücâhidleri ve sabredenleri bilelim (ortaya çıkaralım) diye sizi deniyoruz.” (Muhammed: 47/31)
3) İnsanlar şükretsinler diye sevinçlerle ve nimetlerle, sabretsinler diye de zorluklarla denenirler. İnsanların bu şekilde denenmesi de “belâ”dır. Nitekim  Ali (r.a.): “Kimin dünyası genişletilir de, bunun bir imtihan olduğunu bilmezse, o kişi akıldan yoksundur.”  buyurmuştur. Yani, kişi başına gelen bolluğun da darlığın da Allah’tan bir deneme vasıtası olduğunu bilmeli ve ona göre davranmalıdır.
Dinin emirleri  bir bakıma ‘belâ’dır, yani sınamadır. Çünkü bazı dinî emirler insan bedenine zorluk verir, insanların iyilerinin ve kötülerinin ortaya çıkmasına sebep olur.  Şükredenler veya nankörlük edenler bununla belli olur. Zorluklara kim sabredecek, nimetlerin değerini ve sahibini kim bilecek? Bütün bunlar bir ‘belâ’dır/sınamadır.
İnsanlara verilen nimetler bir deneme amacına yöneliktir.
“Yeryüzünün zinetleri (süsleri) insanların denenmesi içindir.” (Hûd: 11/7)
Hayat ve ölüm, doğma ve yaşama birer sınamadır.
Rabbimiz, herkese farklı şeyler, farklı nimetler, farklı yetenekler vermiştir. Her bir insan farklı bir imkâna sahiptir. Herkes kendine göre bir iş yapar veya mesleği yerine getirir. Aralarında müslüman olanı vardır,  müslüman olmayanı vardır. Ancak Rabbimiz bütün insanları onlara verdiği nimet, kabiliyet ve imkânlarla denemektedir.
Allah (c.c.) verdiklerinin karşılığını kulluk ve şükür olarak ister. Her bir nimetin teşekkür borcu, her bir kabiliyetin sorumluluğu vardır. Rabbimiz kişilere ve toplumlara bazen sıkıntı verir, bazen musibetler gönderir, bazen zorluklara ve darlıklara düşürebilir. Bunun sebebi  onların akıllarını başlarına almalarını, yanlış yolda olanların düzelmelerini ve  isyan içerisinde olanların Allah’a itaate dönmelerini sağlamaktır. Bazen de müslüman kullarına sıkıntı, musibet veya zorluklar verir, onları sabırla dener. Böylece onların daha çok sevap kazanmasını, derece yönünden daha çok yücelmesini sağlar.
Rabbimiz bütün insanları dener. Herkesin denenme şekli, imtihanı ve araçları farklı olabilir. İyi insanlar sabırla ve Allah’ın dinine yardımla; kötü insanlar hidayete, iyiliğe, Allah yoluna dâvetle sınanırlar. Başına ‘belâ’nın, yani imtihanın nereden geldiğini anlayanlar onun gereğini yaparlar. Böyle bir denemenin karşısında mü’min olanlar sabreder, Rablerine tevekkül ahlâkı kuşanarak O’na teslim olurlar.       

Kur’ân-ı Kerim’de Belâ-İmtihan

           
Kur’ân-ı Kerim’de “belâ” kelimesi çoğunlukla “denemek, sınamak” manalarındadır.  Kur’an’da “belâ” kelimesi, türevleriyle birlikte 37 yerde geçmektedir. Çoğu âyette aynı anlamda kullanılan “fitne” kelimesi ise, türevleriyle birlikte 60 yerde kullanılır. Kur'an'ın nazarında, hayat bir imtihan, daha doğrusu bir imtihanlar silsilesidir. Semâvât ve arzın yaratılışının gayesinin de zaten insanın imtihana tâbi tutulması olduğu bildirilmektedir; ölüm ve hayatın yaratılışı da aynı gayeyi taşır.  Cenneti  kazanabilmek  için,  insanın  hayatı boyunca tâbi tutulacağı imtihanlarda cennete lâyık olduğunu ispatlaması lâzımdır. İmtihanlar, hakikaten iman edenler ile etmeyenleri birbirinden ayırır.

Kur'an'da Belirtilen İmtihan Şekilleri: 


İmtihan birçok şekilde olabilir. Bir fert ya da topluluk bollukla, yoksullukla veya sıkıntıyla; belli bir varlıkla, nesneyle veya olayla; hayatın ve malın-mülkün kaybıyla, kıtlıkla ve açlıkla, hastalık ve yaralarla, hasımların aşağılamasıyla imtihan edilebilir. Azabın gecikmesi inkârcıları daha da şüpheye düşürür ve bu onlar için başka bir imtihan olur. İnsanlar bir başka insan için imtihan olabilir. İnkâr edenler tarafından işkence ve zulme uğratılan mü'minlerin imanı, şiddetli bir imtihana tâbi tutulabilir; bir kişinin ailesine duyduğu sevgi, onu Allah'ın emirlerini ihlâl etmeye sevkedebilir ve iki topluluk arasındaki bir antlaşma ile iki tarafın samimiyet ve sadâkati imtihan edilebilir. Kur'an, insanlar için bir imtihan haline gelen birkaç belirli olay sayar. Meselâ, altından bir buzağı yapmaları İsrâiloğulları için bir imtihan olmuş; kıblenin değiştirilmesi de imanı zayıflar için bir imtihan haline gelmiştir. İnsan, sık sık Allah tarafından imtihan edilir. Bu imtihanlar pek çok biçimde görünse de, hepsinin maksadı aynıdır: İmtihan insanı Allah'a yaklaştırıyor mu, yoksa O'ndan uzaklaştırıyor mu, bunu görmek.

Peygamberlerin Denenmesi


Sahabelerden Sa’d rivayet ediyor: Dedim ki:
‘Ya Rasulallah, insanların belâsı/imtihanı en çetin olanı kimdir? Buyurdu ki:
“Peygamberler ve sonra da derece derece mü’minlerdir. Kişi, dini oranında belâ görür/imtihan edilir...”
İnsanlar arasında en fazla belâya/denemeye peygamberler uğratıldılar. Allah yolunda hiç kimsenin dayanamayacağı eziyet ve sıkıntılarla karşılaştılar. Azgın düşmanlarla, anlamaz ve inatçı topluluklarla, hasetçi kişilerle yıllarca uğraşmak zorunda kaldılar. Onlar bu denemeleri başararak daha büyük makamlara ulaştılar.
Rabbimiz bazen sevdiği toplulukları da benzer denemelere tâbi tutar.  Musa ve kavmi (İsrâiloğulları); Firavun'un baskı ve zulmüyle denenmişti. Firavun, zulmünü, baskısını ve sömürüsünü onların erkeklerini ve çocuklarını öldürmeye kadar götürmüştü. Şüphesiz bu ve  Musa’nın onu tanrılık dâvâsından ve bu zulümlerden vazgeçirme mücadelesi bir deneme idi.
Allah (c.c.)  İbrahim’i de birtakım kelimelerle denemişti.
“Hani Rabbi, İbrahim’i bir takım denemelerden geçirmişti. O da bunları tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e:)  ‘Seni şüphesiz insanlara imam (önder, kılavuz, nur) kılacağım’ demişti.  (İbrahim); ‘Ya soyumdan olanlar?’ deyince (Allah:) ‘Zâlimler benim ahdime erişemezler’ demişti.” (Bakara: 2/124)
Bilindiği gibi İbrahim (a.s.) ateşe atılmak, oğlunu kurban etmek, Kâbe’yi inşâ etmek gibi sınamalardan geçirilmişti.
Süleyman (a.s.) kuşların mantığını (konuşmalarını) anlayabiliyor, cinleri, şeytanları ve rüzgârı emrinin altına alabiliyordu. Çok büyük bir mülkü ve dünyalık gücü vardı. Allah (c.c.) bütün bu nimetlerle onu denemişti. O da,  bu nimetlere karşı aynen şöyle demişti:
“... Rabbim! Bana, ana ve babama verdiğin nimete sükretmemi ve râzı olacağın salih amelde bulunmamı bana ilham et ve beni rahmetinle sâlih kullarının arasına kat.” (Neml: 27/19)  
Kur’an, bir başka âyette, yine deneme anlamına gelen ‘fitne’ kelimesini kullanarak  Süleyman’ın denendiğini ve tahtının üzerine bir ceset bırakıldığını söylüyor (Sâd: 38/34).
Süleyman (a.s.) kendisine verilen nimetlerin tümüyle sınav olduğu şuurundadır ve bu bilinç, örnek olarak gösterilmektedir:
“... Bu, dedi, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (verdiği) lutfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnîdir, çok kerem sahibidir.” (Neml: 27/40) 

Mü’minlerin Sınanması:


Allah (cc) bütün müslümanları, onların arasında kendi yolunda sabırla cihad edenleri (kendi yolunda çalışıp-gayret edenleri) bilip ortaya çıkarıncaya kadar onları denemeye tabi tutacaktır.  Allah yolunda çalışma yalnızca kuru bir iddia ile değil; bizzat pratik faaliyetlerle olması gerekiyor.
Mü’minler bazen zorluklar, felaket  çile ve sıkıntılarla karşılaşırlar. Vahye inanmayanlardan incitici sözler işitirler. Bazen hakları ellerinden alınır, bazen alay edilirler. Kimi zaman ambargoya uğratılırlar, kendilerine yüz verilmez. Hatta işkenceye uğrarlar. Malları, rahatları ve hatta canları bile gidebilir. Bütün bunlar onlar için şer gibidir. Bazen de Allah (cc) müminlere  hayır yönünden nice şeyler nasib eder. Onlara dünyalıklar, imkanlar, rahatlıklar ve zaferler verebilir. Bütün bunların sebebi ‘belâ’ dır, yani denemedir.
Allah (cc)’ın insanlar ve toplumlar için bir takım yasaklar ve sınırlar koyması, bazı hükümleri bildirmesi de bir imtihandır. Bakalım kim bu hükümlere uyacak? Kim bu yasakları çiğnemeyecek? Yeryüzünde süs ve geçimlik olarak yaratılan her şeyin yaratılış sebebi; hangi insanın daha güzel amel işleyeceğini, daha güzel davranışta bulunacağını denemek içindir.
Allah (cc),  Muhammed’e (sav) Kur’an’ı hak olarak indirdi. Bundan dolayı O  ve O’nun ümmeti insanlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmetmek durumundadırlar. Bunu yaparken Peygambere gelen haktan sapanların hevalarına, istek ve tutkularına uymazlar. Allah (cc) dileseydi insanlar aynı dine inanan tek bir ümmet olurlardı. İslâmdan başka din olmazdı. Ancak Allah (cc), insanlara gönderdiği Peygamberlerle ve ilâhí hükümlerle onları denemek istemektedir.
        

İnsanların Denenmesi:


İnsanlar arasında yetenek, bilgi, mal ve makam yönünden var olan farklılıkların sebebi de yine ilâhí sınavın bir gereğidir. Allah (cc) insanlara verdiği bu gibi özelliklerle onları denemektedir.
İnsanlara emanet olarak verilen mallar ve canlar da birer deneme aracıdır. İnsan malı nerede kazanıp nereye harcamaktadır? Yine kendisine emanet edilen canı neyin uğrunda geçirmektedir?
Karmaşık bir sudan yaratılan insan Allah (cc) tarafından devamlı denenmektedir. Hayata gelişin amacı da budur.
Kur’an,  nimet verilerek denemeye tabi tutulan nankör insanın yanlış tutumunu şu şekilde sergiliyor:
“Fakat insan, ne zaman onun Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir ikramda bulunsa, onu nimetlere koysa; ‘Rabbim bana ikramda bulundu’ der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen der ki: ‘Rabbim bana ihanette bulundu’.” (Fecr: 89/15-16)           
Mü’min insan, nimetin azlığının, veya çokluğunun bir deneme olduğunun şuurundadır. Bu yüzden nimet bol olduğu zaman şımarmaz, malı ile kibirlenip yoldan çıkmaz. Ni’met az olduğu zaman da Allah’a şikâyette bulunmaz. O nankör değil, şükredici olmaya çalışır. Bilir ki, geçici olan dünya hayatı bir imtihan yurdudur. Bu hayatının devamını sağlayan her şey de bir sınama/imtihan aracıdır.
Bu sınavın hikmetini anlayanlar ve gereğini yapanlar kazanacaklardır.
Mü'minlerin günlük normal ibadet, tâat ve amelleri yanında, zaman zaman ağır sıkıntı ve musibetlerle karşılaştıkları olur. Bu yeni durumlar ve olaylar karşısında onun etkisi ve tepkisi ölçülür, sabır ve tahammül gücü, kin, intikam, haset ve gurur duyguları eğitilir. Mal, mülk, para, kadın, çocuk, kazalar, hastalıklar, yangın, sel, zelzele ve tabiî âfetler, insanoğlunun denenip sabrettiği ve sonucu Allah'a havale ederek ağırbaşlılıkla  kabullendiği  takdirde  mânevî dereceler kazandığı başlıca imtihan konularıdır. Ancak kimi zaman bu sıkıntı ve felâketler dünyada yapılan haksızlık, zulüm ve azgınlıklar yüzünden ilâhî bir ceza olarak da ortaya çıkabilir.
Müslümanlar için sadace iman etmek yeterli değildir. İmanın kökleşmesi ve sağlamlaşması için mü’minler çeşitli denemelerden geçirilirler. Allah (c.c.) müslümanları, içlerinde kim kendi yolunda cihad ediyor,  bu  yolda  kim sabrediyor ortaya çıksın diye onları dener.
 Musa, kendisi Tûr dağında iken kavminin altın buzağıya tapması üzerine onların içerisinden Allah’tan af dilemek üzere yetmiş kişi seçmişti. Onlarda gördüğü tereddüt üzerine Allah’a dua etti ve bu olayın kendileri hakkında bir imtihan (deneme) olduğunu söyledi. Ayrıca inkâr edenlerin müslümanlara karşı tavırları bir fitnedir. Böylece müslümanların İslâm’a bağlılıkları denenmiş olur.
Mü’minlere yapılan bu azap ve işkence onları dinlerinden döndürmeye yöneliktir. Mü’min böyle bir azapla imtihan edilebilir. Tıpkı madenin kazanda kaynatılıp iyisinin kötüsünden ayırt edilmesi gibi, mü’min de dünyada eziyetlerle karşı karşıya getirilir. Böylece samimi müslümanla gevşek müslüman ortaya çıkar. Bu konuda Kur’an şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlardan öylesi vardır ki, ‘Allah’a iman ettik’ der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah’ın azabıyla bir tutar. Ama Rabbinden ‘bir yardım ve zafer’ gelirse, andolsun; ‘biz gerçekten sizlerle birlikteydik’ demektedirler. Oysa Allah, âlemlerin sinelerinde olanı daha iyi bilen değil midir?” (Ankebût: 29/10)
Allah’ın azabı şüphesiz insanlardan gelecek fitnelerden daha büyüktür. Mü’minler sürekli bir biçimde bu tür fitnelerle karşılaşacaklar. Bu denemeyi başaranlar, imanlarında samimi olanlar sonsuz mükâfatı kazanacaklar. Kur’an, mü’minlerin bu şekilde denemeye tabi tutulduklarını haber veriyor.

Kâfir Toplumların İmtihanı

           
Allah’ın kâfir toplumları eziyet ve sıkıntılarla denemesi, onlar hakkında sürekli bir kanundur. Belki bu deneme/imtihan, küfür ve inatlarından vazgeçmelerini sağlar da Rablerine dönüverirler. Bu da olmazsa, onları sıkıntılarla, harp ve darplarla sınar. Sıkıntıların, onları böyle bir sınava çekmesi gibi, belki bu sınama da onları tevbeye sevkeder.
“Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkının yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır. Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik getirdik de (insanlar) çoğaldılar ve: ‘atalarımıza da darlık ve sevinç dokunmuştu’ dediler ve hemen onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık.” (A’râf: 7/94-95)
Yani, peygamberlerini yalanlayan toplumlar hakkında Allah’ın kanunu (sünnetullah), canlarına, bedenlerine, rızık ve mallarına verdiği zâyiatla onları cezalandırmasıdır. Allah bunu yapıyor ki, kendisine boyun eğsinler. Çünkü şiddetli bir belânın, fıtratı ikaz etmesi ve inatçıları yaratıcılarına yöneltmesi tabiidir. Böylece O’na boyun eğer, rahmet ve afvını isterler.
Bunu da yapmayınca, Allah onları denemek için verdiği rahatlık ve bollukla cezalandırır. “Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik getirdik...” buyruluyor. Yani, şükredip tevbe ve inkıyadla Rablerine dönsünler diye, onların sıkıntılarını rahata, hastalıklarını sıhhat ve âfiyete, fakirliklerini de zenginliğe çevirdik. Şükür ve tevbe de yapmadılar. Ne bu, ne öteki; hiç biri onlar hakkında fayda vermedi. Üstelik, bize gelen sıkıntı ve darlık, sonra da genişlik, aynen geçmişte atalarımıza da dokundu. Demek ki, bazen sıkıntı, bazen de rahatlık, zamanın, doğanın bir kanunudur. Din ve amelimizden ötürü bize Allah’tan bir azap söz konusu değildir, derler. Böylece kendileri hakkındaki Allah’ın emrine uymadılar, ibret ve öğüt almadılar. Darlık ve bollukla her iki haldeki imtihanı anlamaya yanaşmadılar. Neticede azabı hak ettiler. Allah ansızın yakaladık, diyor. Yani, onları ansızın, işin farkında değillerken azapla yakaladık, buyruluyor.
Allah, yine şöyle buyuruyor:
"Allah bir kasabayı size örnek verir ki, o, korkudan emin ve sâkindi. Rızkı da, kendisine her bir yandan bol bol geliyordu. Fakat bu kasaba halkı, Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük etti de, Allah onlara, işledikleri kötülükler yüzünden açlık ve korku elbisesini giydirip acıları tattırdı." (Nahl: 16/112)
“Senden önce de ümmetlere elçiler gönderdik. (İnkârlarından dönüp Bize) boyun eğsinler/yalvarsınlar diye onları darlık ve çeşitli hastalıklarla yakalayıp cezalandırdık. Hiç olmazsa kendilerine böyle azabımız/baskınımız geldiği zaman yalvarsalardı! Fakat kalpleri (inatları yüzünden, iyice) katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını süslü (câzip) gösterdi.” (En’âm: 6/42)
Yani onlara peygamberler gönderdik de yalanladılar. Biz de onları fakirlik ve hastalık gibi meşakkatlerle yakaladık ki, tevbe edip, Rablerine dönsünler. Yapmaları gerekeni, âfet ve belâ halinde bile yapmadılar.        

Müslüman Cemaatin İmtihanı 


İmtihan, fert ve toplumlar için geçerli olduğu gibi, Allah'a dâvet eden, emr-i bi'l ma'ruf yapan müslüman cemaat için de geçerlidir. Allah yolunda cihadları esnasında mü'min bireylerin başlarına gelen belâ ve musibetler aynen müslüman cemaatin de başına gelir. Müslümanlar fert veya cemaat olarak, ellerinden mallarının cebren alınması, hapsedilmeleri, asılsız suçlamalarla işkencelere mâruz kalmaları türünden eziyetler görebilirler. Özellikle zamanımızda, bu konuda aleyhteki propaganda araçları artmıştır. Hele bir de müslüman cemaatin hasmı; malı, nüfuzu ve yetkisiyle etkili biri ise veya yöneticilerin kendileri cemaatin hasmı ise... Bu durumda müslüman cemaatin, hasımlarını istedikleri gibi, etkisiz hale getirebilmeleri için sabır ve takvâya sımsıkı sarılmaları gerekmektedir.
“Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir.” (Âl-i İmran: 3/186)
Müslüman cemaat bilmelidir ki, başına gelen her türlü imtihan, ilâhî dâveti kendisine dâvâ edinmiş müslüman cemaatleri  hazırlamada  geçerliliğini  koruyan  Allah'ın  bir  kanunudur, yani sünnetullahtır. Bu zorlu ve meşakkatli imtihan, cemaat için büyük bir hayırdır; çünkü bu imtihan sayesinde fertlerinin metânetli olanı zayıf olanından, iman dâvâsında dürüst olanı yalancı veya iki yüzlü olanından ayrılır.
"Allah mü'minleri (şu) üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir; temizi pisten ayıracaktır. Ve Allah sizi gaybe vâkıf kılacak değildir..." (Âl-i İmran: 3/179)
Gaybe vâkıf olamadığımızdan, kimin münâfık, kimin samimi mü'min olduğunu anlamamız için âfetler, sıkıntılar, musibetlerle imtihan oluruz ki münâfık mü'minden ayrılmış olsun.
Müslüman cemaatin saflarını arındırmak; fert ve üyelerinin imanlarında sahtekâr, ikiyüzlü veya metânetsiz olanın bilinmesi; dürüst ve sağlam olanlarının seçilmesi,  ancak cemaatin eziyet ve sıkıntılara mâruz kalması sonucunda gerçekleşebilir. Sıkıntılar, dayanıklı ve tutarlı olanı olmayandan ayırdığı gibi, dürüst olanlarla olmayanların birbirine karışmalarını, aralarında bir yanlışlık ve hatanın olmasını önler. Bu seçim/ayırım, müslüman cemaat için cidden zaruridir. Çünkü, cemaate birtakım insanlar katılır, cemaatin üyesi görünür. Bazen dürüst mü'min, bazen yalancı ikiyüzlü, bazen imanında metânet sahibi, bazen zayıf ve korkak, bazen de cemaate aşırı ve samimi mensubiyet arzeden tavırlarla dengesiz bir görünüm sergilerler. Yine, cemaatin gerçek maksatlarına ters düşen istismar, parsa ve ganimet toplamak, fitne çıkarmak, casusluk ve başka sebeplerden dolayı da topluluğa katılmış olanlar da çıkabilir. İşte burada, gerçek cevherin, içine karışan metal parçalardan ayrılması için ateşin gerekliliği gibi, cemaat üyelerinin iyi ve kötüsünü ayırmak için de sıkıntı ve zorlukların olması zaruridir.
Müslüman cemaatin denenmesindeki hikmet: Müslüman cemaatin sıkıntılarla denenmesi sayesinde cemaat, gerçek gücünün ölçüsünü anlar. Cemaatin gücü, doğruluk, ihlâs ve sebatı çeşitli sınavlardan geçerek belli olan üyelerin gücü ile doğru orantılıdır. Aslolan cemaatin üye sayısı değil; gerçek gücüdür.

Ni’met veya Külfetle Deneme


Belâ/fitne/imtihan, gerçek olanı sahte olandan, iyi olanı kötü olandan, kirliyi temiz olandan ayırmak olduğuna göre, hayatın akışında olumlu ve olumsuz tarafıyla ortaya çıkabilir. Kur’an’ın işaret ettiği gibi insan bazen risk taşıyan, mal, mülk, evlat ve sağlık gibi ni’metlerle; bazen de yokluk, hastalık, şeytan ve düşman saldırısı gibi şeylerle denemeye uğratılır. Bu bakımdan çekilen zorluk, mal, zulüm, kadın, çocuk, saptırma, azap, silahlı çatışma, kalbe gelen vesvese gibi şeylerin hepsi de fitnedir/imtihandır.
“Onlardan bazı zümrelere kendilerine denemek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.” (Tâhâ: 20/131)
Kur’an, insanın imandaki samimiyetini denemek için hayır ve şerr ile imtihan olunduğunu haber veriyor. İnsan, hayatın geçici güzellikleriyle de sınava çekilir. Mal ve evlat insan için bir fitnedir, deneme aracıdır. Bol rızık ve verilen nimetler birer fitne/imtihan olduğu gibi, başa gelen üzüntü ve kaderler, belâ ve musibetler de birer sınavdır.
İnsanlardan bazılarına Allah’tan gelen rızık, iman ve mağfiret gibi iyiliklerin sebebini bilmek mümkün olmayabilir. Allah (c.c.) bu şekilde insanları birbiriyle deniyor ve  şükredenlerin belli olmasını istiyor. Dinde iki yüzlü davranan münafıklar çeşitli olaylarla ibret almaları ve hatalarını terketmeleri için sürekli denenirler. Ancak onlar çoğu zaman bu fitnenin (denemenin) farkında olmazlar. Allah (c.c.) doğru yola giren kimseler için rızkı bollaştırır. Bunun sebebi de onların şükredip şükretmeyeceklerini, takva sahibi olup olmayacaklarını denemektir.
 Musa’nın kavmi, firavunun ve meleinin, yani ileri gelen seçkinlerin kendilerini bir fitneye/imtihana düşürmelerinden, fenalık yapmalarından korktukları için iman etmekte tereddüt ettiler. Onların içlerinden pek azı hariç Firavun’u desteklemeye devam ettiler. Bugün de bu gerçek değişmemiştir. İnsanlardan pek çoğu İslâm'a gönül vermek, İslâm’ı hakkıyla günlük hayatında ve sosyal alanda yaşamak istemektedir. Ancak çağdaş firavunların, firavun düzenlerinin, bu düzenleri sürdüren mele’ takımının fitnelerinden, sıkıntı vermelerinden, haklarını ellerinden almalarından, kötü damga vurmalarından korkmaktadırlar.
İnsanlardan bazıları gerçek bir şekilde değil de iman-küfür sınırındaymışcasına ibadet eder. Kendisine Allah’tan bir ‘hayr’ dokundumu, bununla sevinir. Ancak başına hikmetin gereği bir fitne (belâ veya deneme) geldiği zaman yüz üstü döner gider. Böyleleri dünyayı da ahireti de kaybeder.
Peygamber’in dâveti sıradan bir insanın daveti gibi değildir. Onun davetine uymamazlık edilemez, emrine karşı gelinemez.
“...Rasûlün emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belânın (fitnenin) çarpmasından, yahut onlara acı bir azabın uğramasından sakınsınlar.” (Nûr: 24/63)
                                       

Dünya Ni’metleri İle İmtihan:


Allah’ın (c.c.) insanlara verdiği hem iyilikler, hem de kötülükler birer deneme (fitne) aracıdır. İnsan ni’metlere karşı şükürle; zorluk, darlık ve belâlara karşı sabırla denenir. Fakat insan çoğu zaman nankörlük yapar. Üstesinden gelemeyeceği bir sıkıntıyla karşılaşınca hemen Rabbine yalvarır. Geniş bir ni’mete, mala ve zenginliğe kavuşunca da kibirlenir, malını kendi bilgisi ve kurnazlığıyla elde ettiğini zanneder. Böyle bir tavra karşı Kur’an şu açıklamayı yapıyor:
“...Hayır o bir fitnedir (imtihandır), fakat çokları bunu bilmiyorlar.” (Zümer: 39/49)
Rabbimizin dünya ni’metlerini ve dünyaya ait bütün göz kamaştırıcı güzellikleri insanların hizmetine sunması, bir deneme sebebidir. Ancak inanan kişi bu geçici güzelliklere ve zenginliklere aldanmamalı. Çünkü Allah’ın katında olan güzellikler, ya da iman edip salih amel işleyen kulları için hazırladıkları, daha çok ve daha kalıcıdır.
Âfiyet ve iyiliklere karşı imtihan; belâ ve musibetlere karşı sabırdan daha güçtür. Para ile, zenginlikle imtihan; fakirlikle imtihandan daha zordur. Ashâb-ı kiramdan bazılarının şöyle söyledikleri rivayet edilir: "Sıkıntı ve güçlüklerle imtihan edildik, sabrettik; ama bolluk ve genişliğe müptelâ olduğumuzda, rahatla denendiğimizde sabredemedik." Bu sözün  Ömer’e ait olduğu da rivâyet edilir.
Dünya ni’metlerinin belâ ve fitne/deneme olarak nitelendirilmesi insan için eğitici bir hatırlatmadır. O, insanın iç kuvvetlerini geliştirir, dikkatini keskinleştirir, yaşadığı realitenin boyutlarını kavramasına yardımcı olmak üzere onu uyarır. Kur’an, varlığı âyetler (ibret ve işaretler) olarak değerlendirir ve ni’metleri bile bu bağlamda fitne ve belâ, yani sınav olarak nitelendirir.
        

Mal ve Evlâtla İmtihan


İnsana emanet olarak verilen mallar ve çocuklar da onlar için bir fitnedir, belâdır, deneme ve sınama aracıdır. Mala ve çocuğa olan tutku ve aşırı bağlılık; kişiyi Allah yolundan, O’na olan kulluktan alıkoyabilir. İnsan mal ve dünyalıklar peşinde koşarken Rabbine karşı görevlerini unutabilir. Hatta malla şımarabilir, kibirlenir ve haddi aşabilir. Malın helâlinden kazanılması ve yine helâl yollarda harcanması, mal üzerinde hakkı olanların haklarının verilmesi, İslâm’ın getirdiği ölçülerdir. Bu açıdan mal insan için denemedir. Çocuk sahibi olmak, onları fıtratlarına uygun olarak terbiye etmek, onları salih insan olarak yetiştirmek kişinin görevidir.
Mala ve çocuklara karşı olan tutku, onları ve aileyi koruma ve kollama duygusu insanı bazen adaletten uzaklaştırabilir, haddi aşıp haksızlık yapmaya sürükleyebilir. Böyle yapmak da ilâhî ölçülerden sapma sonucunu doğurur. Bu da insan için bir fitnedir.
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız birer fitnedir (imtihandır). Allah’a gelince; büyük mükâfat O’nun yanındadır.” (Enfâl: 8/28)
Bugün mü’minlerin karşılaştıkları bütün güçlükler ve ellerinde bulunan bütün ni’metler ve imkânlar birer fitne-deneme sebebidir. Günümüzde, eskiye oranla insanların ellerinde daha fazla imkân ve eşya var, insanlar, çokça şikâyet etmelerine rağmen eskiye göre daha fazla ni’metlere sahipler. Eskiden karşılaşılan pek çok zorluklar ve darlıklar giderek azaldı. İşte bütün bu imkânlar ve ni’metler hep imtihandır. Bazı müslümanların karşılaştıkları baskılar, işkenceler, zulümler, haksızlıklar da birer sınavdır. Müslüman ülkelerin zorbalar, diktatörler, tâğutlar, zâlimler veya zulüm düzenleri tarafından ele geçirilmesi bir fitne/imtihandır. Onurlu mü’minlerin bu zorbalarla ve zâlimlerle mücadele zorunda kalmaları kendileri hakkında bir sınav sebebidir. Özellikle modern toplumlarda ortaya çıkan ve giderek bütün dünyaya yayılan; şirk, ilhad, ahlâksızlık, sapıklık, sapmalar, isyan ve günah rüzgârları birer fitne, belâ ve imtihandır. 
Her bir müslüman; içinde bulunduğu şarta, elindeki ni’mete ve karşılaştığı güçlüğe göre denemeye tâbi tutulmaktadır. Müslümana düşen, varlık tablosundaki âyetlerden, oluşlardan ve karşılaştığı denemelerden ibret alması, Allah’tan gelen sınavı kazanmaya çalışması ve bizzat kendisinin fitnelere sebep olmamasıdır.

Fitne; Anlam ve Mâhiyeti


Belâ ile bazı âyetlerdeki kullanımıyla aynı anlamları paylaşan “fitne” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 60 yerde geçmektedir. ‘Fitne’ kelimesinin aslı ‘fetn’dir. ‘Fetn’ sözlükte, altın ve gümüş gibi değerli madenlerin saflığını anlamak için onları ateşte eritmek demektir. Fitne sözlükte, deneme ve imtihana tabi tutmak, sınamak, maddî ve manevî sıkıntı, üzüntü, belâ ve felâketle imtihan etme gibi anlamlara gelir.
Fitne kelimesinin bunlardan başka, küfr, azgınlık, sapıklık, günah, ayrılık, iç ihtilaf ve kargaşa, kavga, delilik, azap, musibet, aklını çelmek, gönlünü çalmak, kandırma (iğvâ), kışkırtma, nifak, ihtilaf, baştan çıkarma, birbirine düşme, çekişme, zulüm, baskı, karışıklık ve kalbin bir şeye fazla meyletmesi gibi manaları da vardır. Bu anlamlarıyla fitne, konumuz dışındadır.
İnanç uğruna belâ ve sıkıntılara uğrama anlamındaki fitne, olumsuz bir anlam taşımamaktadır. Bu gibi sıkıntılar, mü'min kişiyi kararlı kılar, iradesini güçlendirir, ahlâkını arındırır. Böyle bir fitne, kişiyi ve toplumu dinî yönden geliştirir, onların hatalarını gösterdiği gibi, din uğruna sabırlarını da ortaya koyar. Böylece Allah’ın vereceği karşılığı almalarına zemin hazırlar. Kur’an, insanların sürekli olarak ‘fitne’ ile denendiklerini açıklar:
“İnsanlar, (yalnızca) ‘iman ettik’ diyerek, fitneye uğratılmadan (denenmeden) bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınamadan geçirdik (fitneye uğrattık); Allah, gerçekten doğruları da bilmekte, yalancıları da bilmektedir.” (Ankebût: 29/2-3)
Kur'an'da yaklaşık aynı anlamlara gelen belâ ve fitne kelimeleri aynı âyette de geçer:
"Her nefis ölümü tadıcıdır; Biz hayır ve şerle fitne olarak sizi belâya uğratıyoruz." (Enbiyâ: 21/35).
Bu bağlamda ‘fitne’ ile ‘belâ’, aynı anlamdadır. Ne ki ‘fitne’nin kapsamı biraz daha geniştir. ‘Belâ’ yalnızca Allah’tan geldiği halde, ‘fitne’ hem Allah’tan hem de kullardan gelebilir, insan kendisini olduğu kadar başkalarını da fitneye uğratabilir. ‘Fitne’ kelimesinde azap, zorluk ve kötülük yönü daha fazladır.
‘Fitne’ öncelikli olarak bir sınav yolu olduğuna göre, hem nimet sebebiyle, hem de zahmet ve perişanlıktan dolayı olabilir. İnsan, karşılaştığı bütün değerlerle imtihana tâbi tutulabilir. Nitekim Kur’an şöyle diyor:
“Biz sizi bir imtihan olarak hayır fitnesiyle de şer fitnesiyle de deniyoruz. Ve eninde sonunda Bize döneceksiniz.” (Enbiyâ: 21/35)
Demek ki fitne/imtihan, bir hikmete bağlı olarak bazen Allah’tan gelir, bazen de kulların bir hatası sebebiyle, meydana gelir. Böyle olunca da ‘fitne’, bizzat o fitneyi meydana getiren için bir uyarı, bir düzelme veya aklını başına alma imkânıdır.
                                                   

İmtihan Bilinci


İmtihan: Kazanmakla kaybetmeyi aynı anda hatırlatan esrarlı bir kelime... İçinde hem ümidi saklıyor, hem korkuyu. Lezzetle elem onda birbirine karışmış. İnsanı ne güldürüyor, ne ağlatıyor. Zevk ve sefa onu takip edecek, azap ve cefa ondan sonra gelecek. Bütün bu sayılanlar, aynı zamanda, dünya imtihanının da özellikleri değil mi? İnsan da bu dünyada imtihan olmuyor mu?
Bülûğa erinceye kadar, imtihan öncesi: Kâğıt-kalem hazırlama safhası. Bülûğa ermekle, insan imtihan kâğıdını, amel defterini doldurmaya başlar ve ölünceye kadar aralıksız kalem oynatır. Bu imtihanın herkes için günün birinde sona ereceği mâlûm; ama kimin elinden kâğıdının ne zaman alınacağı belli değil. İmtihan denilince, insanın hatırına çok şeyler geliyor. Bazılarını sıralayalım:
Bahtiyarlık da, bedbahtlık da imtihan süresince belli olmaz. Âkıbetini bilmediğimiz kimsenin dünyevî imkânlarına heveslenmemiz doğru değil. İmtihan süresince kimseye müdâhale edilmiyor. Dileyen dilediğini yazmakta serbest. Ama doğru yazmaya teşvik, yanlış için tehdit var. Her ikisi de adayların menfaatine.
Bu dünya imtihanının en önemli bir özelliği de, adaylara doğru cevapların önceden bildirilmiş olması. Öyle değil mi? Neleri yapıp, nelerden sakınacağımızı hepimiz bilmiyor muyuz? Diğer imtihanların aksine bu imtihanda, başkalarıyla yardımlaşmamız serbest bırakılmış; hatta sevap kılınmış. Çalışkan bir öğrencinin yanına gidip, kâğıdına bakıp, biz de doğruyu yazabiliriz. Ve cevabımız kabul görür. Gerçekte, doğruda, hakta ve güzelde yardımlaşma serbest. Başkalarına yanlış cevap yazdırmak veya yanlışı taklit etmek yasak! Kim bu imtihanda kendisi kadar başkalarının kazanması için de gayret gösterirse, ihsana mazhar oluyor. Öğrettiği kadar da kendi notuna ilâve ediliyor. Ve yaptığı bu işe büyük pâye veriliyor: Cihad!
Sadece kendini gözetmek makbul değil, beğenilmiyor. Bu kazanma ve kaybetme dâvâsı, dünya ticaretine hiç mi hiç benzemiyor. Bu imtihanda bizler rakip firmalar değiliz. Komşumuzu ne kadar methedersek, kazancımız o kadar bereketli olur. Kendimizi övdüğümüz nisbette de zarara düşeriz. Bu ticarette verenin malı artar, cimrilik edenin değil. Bildiğimizi başkalarına anlatınca kendi bilgimizi de perçinlemiş olmuyor muyuz?
Dünya imtihanında doğruyu yazmak kolay ve rahat. Zor olan, yanlış yazmak. Bu ise, bize büyük bir ilâhî lütuf. Aksi olsaydı, bizim için gerçekten çetin bir imtihan olurdu. Doğru söylemenin nefes almak kadar doğal ve kolay olduğunu hepimiz biliriz. Bir insan, gün boyunca doğru söylese yorulmaz, ama her cümlesi yalan olmak şartıyla yarım saat konuşmaya mecbur tutulsa perişan olur. Su içen, yüzünü buruşturmaz, ekşitmez; içki içenin ise yüzüne bakılmaz. Helâl kazanç ruhu rahat ettirir; haram ise vicdana azap çektirir...
İlk bakışta bu imtihanı herkesin kazanacağı akla geliyor. Ama gel gör ki, insanların çoğu, yine de yanlış yola sapıyorlar. Bunun sebebini, akı kara, karayı ak gösteren iki aldatıcıda aramak lâzım: Nefis ve şeytan.
Dünyada imtihanlar çok çeşitli. Kimi servetinden imtihan oluyor, kimi servet düşmanlığından. Kimi sıhhatinden, kimi hastalığından... Kimi borçlu kalmaktan, kimi alacaklı olmaktan... Herkes imtihan olduğu içindir ki, gerçek manada, kimse rahat değil. “Dünyada rahat yoktur” hadis-i şerifi bir umman. Onun bir manası da şu olabilir: “İmtihanda rahat yoktur; çalışma ve gayret vardır, endişe ve ümit vardır, üzüntü ve sabır vardır...” 
Daha önce bu imtihan salonuna zengin-fakir, işçi-işveren, âmir-memur, erkek-kadın, güçlü-zayıf niceleri gelmiş, bir süre oturmuş, kalkmış gitmişler. Şimdi sıra bu asrın insanlarında.           
Hayatımız boyunca güzel bir şeyi elde etmek için hep bir çaba ve emek sarf etmişizdir. Eğitim hayatımızı düşünelim. O dönemden aklımızda en çok yer eden şeyler, büyük ihtimalle, sık sık karşılaştığımız sınavlardır. Bunların içinde en önemlisi, kuşkusuz üniversite sınavlarıdır. Çoğu genç, üniversite sınavını hayatının dönüm noktası olarak tanımlar. Çünkü geleceklerini nasıl şekillendireceklerini bu birkaç saatlik imtihanın sonucunda belirleyeceklerini düşünürler. Bu nedenle yıllarca çalışır, uykusuz kalır, pek çok sosyal faaliyetten, tatil ve eğlenceden uzak durup, kendilerini sadece derslerine verirler. Tek amaçları üniversiteye girebilmektir. Bu amaca ulaşabilmek için büyük bir sabır ve kararlılık gösterirler.
İnsanın sonsuz âhiret yurduna ulaşmak için denendiği yer "dünya hayatı"dır. İnsan, yeryüzünde bulunduğu sürece âhirete yönelik bir sınav yaşamakta ve bu konuda gösterdiği çabayla denenmektedir. Hayat, gerçekte Allah'ın bizleri sınamak ve eğitmek için yarattığı geçici bir süredir. İnsan bu süre boyunca düşünmek, böylece Rabbini tanımak, O'nun hükümlerine uymak ve O'nun rızâsını aramakla sorumludur. Bunun yanında bu imtihan hayatı boyunca başına gelen herşeye en güzeliyle karşılık vermek, sabretmek ve güzel ahlâk göstermekle yükümlüdür. Başına gelen her şeyin, Rabbinden gelen bir deneme olduğunu bilmek, bunlardan zevk almak, karşılaştığı her olayı neşe ve şevkle karşılamak ise, dünyadaki imtihanın mü'minlere has olan bir sırrıdır. Bu sırrı kavrayan ve tüm yaşamını denendiğinin bilincinde geçiren insanlar, asla son bulmayacak ve tükenmeyecek olan bir kazanç sağlayacaklardır.
Dinden uzak insanların en büyük yanılgıları, bu dünyadaki hayatın geçici olduğunu unutmaları ve aslında bir imtihandan geçirilmekte olduklarının bilincinde olmamalarıdır. Dünyada böyle bir gaflet içinde yaşayan insanları etkileyebilecek, akıllarını çelebilecek pek çok güzellik ve süs vardır. Âhiretin unutulduğu toplumlarda insanlar, doğdukları andan itibaren kendilerine süslü görünen bu değerleri elde etme hırsına kapılırlar. Allah, insanları dünyaya hırsla bağlayan bu süsleri şöyle belirtir:
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet, insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının metâıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. De ki: 'Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin katında, içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızâsı vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir." (Âl-i İmran: 3/14-15)
Allah bütün insanları dener; en büyük rasüllerden avam tabakasındaki her insana kadar herkes denenir. Bu denemeler aslında, gördüğü derslerden imtihana tâbi tutulan öğrencinin durumu gibidir. İmtihanı başarırsa bir üst sınıfa geçer, başaramazsa kalır. Allah’ın Kur'an okuluna girememiş, “mekteb-i İslâm”a kayıt olamamış insanlar, bu okulu görsünler diye çok çeşitli   şekillerde   denenirler;   kıtlıkla   denenirler,   bollukla    denenirler,    zaferle   denenirler, yenilgiyle denenirler. Ama durumlarını değiştirmeyip küfür ve nifaklarında ısrar ederlerse “üzerlerine göklerin kapısı açılır”, iyice azıp tuğyanda bulunurlar ve sonunda ya bütün azabı âhirette görmek üzere cehenneme yuvarlanırlar, ya da dünyada iken cezalarını görürler. Bu ceza, yerden ve gökten gelebileceği gibi, başka insanların eliyle de olabilir; kendi aralarında fitneler şeklinde de olabilir. Öte yandan, mü’minler de bir üst sınıfa geçmek, imanlarının sağlamlığının açığa çıkması, imanlarının derecelerinin belirlenmesi için denenirler. Onlar da ya kaybedip –Allah korusun- nifaka, fıska veya küfre dönerler, ya da imanları daha bir güçlenir ve derece alırlar.          
Âhiret hayatının dehşet verici korkuları ve azapları, ümitleri ve nimetleri, bize pek çok uzaktaymış gibi görünüyor. Oysa ki hayat takviminin son yaprağı her an düşebilir. Hayat filminin çekimi, her an bitebilir. Evet, hayatımız filme alınıyor, sözlerimiz tesbit olunuyor. Aktörlüğünü ve seslendirmesini yaptığımız hayat filminin çekimi, tescil işlemi melekler tarafından yapılıyor. Mânevî objektifler yalnız umumî görüntümüzü değil; irâdemiz altında organlarımızdan sâdır olan her ameli, ayrı ayrı ve yakın çekimle tesbit ediyorlar. Sözlerimiz vazifeli melekler tarafından kayda alınıyor.
Bu hayat filmi; çekim zamanları ve mekânları belirlenmiş, resimleri, söyleniş anları ve gayeleri işaretli olarak, satırlanmış sözleri ile bir amel kitabı olarak bizlere sunulacak. Rabbimiz öyle buyuruyor:
“İşte bu, aleyhinize gerçeği dile getirecek (hazırlattığımız amel) kitabımızdır. Zira Biz, neler yapıyor idiyseniz (meleklerimize) görüntülerini aldırtıyor; tescillerini yaptırıyorduk.” (Câsiye: 45/29)
“Sizin üzerinizde hakiki bekçiler, (amel ve hareketlerinizi her an gözeten Allah katında) çok şerefli yazıcı melekler vardır. Onlar ne yapıyorsanız onu bilirler.” (İnfitâr: 82/10-11)
İnsan, melekler tarafından hazırlanan bu amel dosyasıyla Mevlâmız’ın huzuruna çıkacak, kitaplaşan hayat filmi; amel dosyası bizzat kişiye izlettirilecek ve okutturulacak.
Ölümle birlikte, imtihan sona erecek, hesap günü herkes karnesini alacak:
“Artık amel kitabı ortaya konmuştur. Günahkârları onun içindeki (görüntülerden ve kayıt)lardan ötürü korkuya düşmüş görürsün. ‘Eyvah bize!’ derler. ‘Nedir bu kitaptaki (görüntüler ve tesbit)ler? Küçük büyük her bir ameli ayrıntılarıyla ortaya koymuş.’ Onlar bütün yaptıklarını amel kitaplarında hazır bulmuşlardır. (Ey Peygamber!) Senin Rabbin hiçbir insana zulmetmez.” (Kehf: 18/49)

Kullarını İmtihan Konusunda Tasarruf Yalnız Allah’ındır


Kulunu imtihan konusunda da Allah tek olup, bu hususta da O’na kimse ortak olamadığı gibi, bu imtihanın yeri, zamanı, şekli, zorluğu ve çeşidini tâyin konusunda da O’nun ortağı yoktur. İmtihanın ve kulunu denediği sıkıntının çeşidini, yapısını, yerini ve süresini sadece O düzenler. Kulun, nerede olursa olsun, bu imtihana, sınavın konu ve ayrıntılarına karşı çıkması câiz değildir. Böyle bir durum müslümanda görülürse, imanıyla  çelişir,  hatta  dinden  çıkmasına sebep olabilir. Nasıl ki bir öğrenci, imtihanın şekli, yeri, zamanı ve süresi konusunda sınav yapan yetkiliye veya öğretmenine baskı yapamaz, karşı koyamazsa, kulun Rabbine karşı bunları yapması hiç düşünülemez. Müslümana düşen, imtihanının hafif geçmesi ve başarması için Allah’a dua etmesi, başaramayacağı veya ezileceği zor sınavlardan, fitne ve sıkıntılardan, onların şerlerinden Allah’a sığınmasıdır.
Buhâri ve Müslim’in rivayet ettikleri şu hadis, bu kabilden bir duâdır:
“Allah’ım! Tembellikten, ihtiyarlıktan, günah işlemekten, borç altında kalmaktan, kabir fitnesinden ve azabından, zenginlik fitnesinin şerrinden ve yalancı Mesih Deccal'ın fitnesinden Sana sığınırım."
Bir âyette de bu konudaki dua örneği olarak şöyle buyruluyor:
"Rabbimiz! Bizi, kâfirler/inkâr edenler için bir fitne/İmtihan kılma (onları bizim başımıza musallat etme), bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne gâlip ve hikmet sahibi ancak Sensin." (Mümtehine: 60/5)